Bulut tabanlı finansal yönetim uygulaması Paraşüt, aldığı yeni yatırımlarla büyümesini sürdürüyor. Üçüncü tur yatırımını dört farklı yatırım şirketinden toplamda 2 milyon dolar olarak alan Paraşüt’ün pay sahibi yatırımcıları arasında, daha önceki turlarda da yatırım yapan, RevoCapital ve RibbitCapital de yer alıyor.
Paraşüt’ü yatırımıyla destekleyen diğer iki şirketten biri, teknoloji girişimlerini destekleyen yatırım şirketi Diffusion Capital Partners (DCP), diğeri ise dünyanın en aktif girişim hızlandırma ve tohum yatırım şirketi 500 Startups oldu.
Üçüncü tur yatırımla ilgili olarak Paraşüt’ün Kurucu Ortağı SeanYu şu sözleri dile getirdi: “Paraşüt olarak Türkiye ekonomisinde büyüyen küçük ve orta ölçekli işletmelerin finansal alanında çözüm ortağı olmak için yola çıktık. Kurulduğumuz yıldan bugüne 110.000’i aşkın işletmeye ulaşarak alanımızda çok önemli bir oyuncu haline geldik. Müşterilerimizden aldığımız geri bildirimler sonucunda sunduğumuz hizmetleri geliştirmeye devam ediyoruz. Yakın zamanda Akbank Direkt ile entegre olduk. Bu gelişme ile birlikte kullanıcılarımıza, giderlerini tek tıkla Paraşüt’e aktarabilme kolaylığının yanı sıra banka ödemelerini de Paraşüt üzerinden yapabilme olanağı sağlıyoruz. Aldığımız bu üçüncü yatırımı hizmetlerimizi daha da geliştirmek için kullanacağız.”
Wired Dergisi’nin her yıl düzenli olarak yayınladığı ve Avrupa’nın en gözde girişimlerinin seçildiği ‘Europe’s 100 HottestStartups’ listesinde 2. kez yer alan Paraşüt, kurulduğu 2014 yılından beri 110.000’i aşkın işletmeye ulaşmış durumda.
Yıllarca ülkemizde sektör-üniversite işbirliğini konuştuk. Ancak artık teknoparklar, kuluçka merkezleri ve teknoloji transfer ofisleri genç girişimcilerinin önünü açmaya başladı. Bu bağlamda Türkiye’nin en yeni girişimcilik merkezlerinden biri olan YTÜ Kuluçka bünyesindeki dört başarılı firmayı sizler için inceledik.
Bu dört başarılı girişim, iş fikirlerinin test edilmesinden 3D printerla hızlı prototip aşaması ve ürünün ticarileşmesine kadar her aşamada kuluçka merkezlerinin dijital dönüşümü KOBİ’lerde nasıl hızlandırdığına iyi birer örnek oluşturuyor.
Söyleşimize 3D printer geliştirerek Türkiye’de yan sanayi dönüşümüne öncülük eden Katı Hal ile başlıyoruz. Katı Hal kuruluş aşamasını tamamlayarak ticari ürünlerle satışlara başlamış bir girişim ve şirketin yönetici ortağı Ahmet Alpat, ülkemizde 3D printerlarla hiper lokale yatırım yapan sayılı girişimciden biri olarak işin mutfağını anlatıyor.
Yan sanayide dijital dönüşümü nasıl başlattınız?
Katı Hal olarak 3D printer işine yan sanayi ihtiyaçlarını karşılamak için atıldık. Yan sanayi 3D printerların en etkili olduğu alanlardan biri ve bizim için de iyi bir örnek olay incelemesi oluşturdu. Örneğin farklı firmaların ürün taleplerini seri üretim kullanmadan karşıladığınız zaman 10 ila 500 adetlik üretim yapıyorsunuz. Bunlar benzer parçalar olmasına rağmen parçaların yerleştirildiği kutularının farklılaşması gerekiyor. Sonuçta benzer ürünlerden söz ediyoruz ve işimiz kreatif reklam olmadığı için ürünleri sadece reklam içeriğiyle farklılaştırmamız mümkün değil.
Dijital dönüşümde 3D printerla farklılaşma
Bu noktada firmaların ürünlerini paketlemesi için farklı kutular kullanması gerekiyor. Ancak, bu kutuları her seferinde ayrı kalıpla üretmek maliyetleri artırıyor. Maliyeti düşürmek için piyasadan hazır kutular almak da ürünlerin farklılaşmasını önlüyor. Biz de bundan yola çıkarak kutuları 3D printerla basmaya karar verdik. Böylece kalıp maliyetine girmeden farklı kutular tasarlamamız mümkün oldu. Ardından 3D printerda ürettiğimiz kutuları bizimle aynı sorunları yaşayan şirketlere satmaya başladık. Hızlı büyümek için de önce yakın bölgemizi tercih ettik. Bu süreçte sanayide ve okullarda kullanılmak üzere iki 3D printer modeli geliştirdik.
3D printer dijital dönüşümü hızlandırıyor; ama bu daha başlangıç
Katı Hal olarak dünyanın problemlerine basit, yaratıcı, estetik çözümler getiriyoruz. Bu nedenle 3D printerın ötesini de düşünmeye başladık ve sanayide üretimle işletim verimliliğini artırmaya yönelik çözümler geliştirmeye karar verdik. 3D printerlar dijital dönüşüm portföyümüzün ilk ürünü oldu.
Neden önce 3D printer?
3D printerlarda kullanılan temel teknolojiler bu zamana kadar patentle korunuyordu ve bu da teknolojinin yaygınlaşmasını geciktirdi. Ancak birkaç yıl önce patent süresi doldu ve cihazlar hızla ucuzlamaya başladı. Hızlı prototip sürecinde Ar-Ge’yi hızlandıran 3D printerlar kısa süren eşantiyon üretimi sürecinin ardından okullarda uygulamalı derslerin baş tacı oldu. Son olarak da 3D printerları fotoğrafınızı çekerek 3D özçekim yapmanızı sağlayan dükkanlarda görmeye başladık ki Özdilek AVM’de böyle bir mağaza var. Patent süresinin dolmasının ardından 3D printer fiyatları 5’te bire inince biyopinterlar gibi klinik deneylerde kullanılan daha incelikli çözümlerin de önü açılmış oldu.
Katı Hal Yönetici Ortağı Ahmet Alpat.
3D printer sektöründe sürdürülebilirlik nasıl sağlanır?
Bu bağlamda biz Türkiye ve dünyada yapılmayan bir işin peşindeyiz. 3D printerla çözülecek yeni sorunlar arıyoruz. Oysa diğer üreticiler 3D printerın popülerliğinin artmasıyla birlikte çıkan dalganın üstünde sörf yapmak istiyor. Bu aslında 3D printer Ar-Ge sürecine ket vuran bir eğilim. Özellikle de bireysel tüketicinin daha hassas üretim yapan hızlı 3D printerlara erişimini sınırlandırıyor. Oysa sektörün sanayi tipi 3D printerlar ile basit masaüstü 3D printerlar arasındaki boşluğu dolduracak hassas ve ekonomik çözümlere ihtiyacı var.
Daha hızlı at yerine çok daha hızlı bir otomobil
Bu noktada Henry Ford’un ünlü sözünü temel alıyoruz: “Müşteriye ne istediğini sorsaydım benden daha hızlı bir at isterdi.” Evet, müşterinin ihtiyacı olmayan bir teknolojiyi geliştirmek ve sonra bunu satmaya çalışmak yanlış. Ancak bazen de müşterinin asıl ihtiyacını bulmak veya ihtiyacının farkında olmasını sağlamak gerekiyor. Biz 3D printer Ar-Ge’sinde bunu yapıyoruz. Aksi takdirde mevcut 3D printerların modası geçtiğinde dünyadaki birçok imalat sorununu çözecek olan bu teknoloji körelebilir.
Kendi disrupt eden startuplar kazanacak
Bunu matbaa makinesi, fotokopi makinesi ve sms’in gelişme süreciyle örnekleyebiliriz. Tek ürüne bağlı kalan ve tek ürünle Ar-Ge yapan şirketler sonunda Kodak gibi çıkmaza giriyor. Kodak, müşterinin meta ihtiyaçlarına odaklanmadı. Hedef kitlesi olan film endüstrisini öldüreceğini düşündü ve inovasyon yapmadı. Sonunda eski gücünü yitirerek ortadan kayboldu. Öte yandan Uber, taksi lobisinin işine mani olduğunu fark etti ve sektörü disrupt etmek yerine kendini disrupt etmeye karar verip Volvo ile robot taksi işine girdi.
Üretim metotları ve tüketim alışkanlıkları değiştikçe 3D printerların da buna bağlı olarak değişmesi gerekiyor. Başladı aslında. Tek üründen milyonlarca üretmek yerine; yani seri üretim yapmak yerine, 3D printerlarla birçok üründen yüz binlerce üretiyor ve hiper lokal olarak satabiliyoruz. Bu noktada 3D printerların disrupt edeceği ilk sektör tedarik zinciri. Bu iş yarın öbür gün Migros’ta lokal olarak yedek parça basmaya kadar gidecek ama daha başlangıç aşamasındayız. Örneğin, otomotiv sektörü yedek parçadan kazanmak istediği için henüz oto sanayide hiper lokale pek sıcak bakmıyor.
Hiper lokalin belkemiği
Yine de kişinin istediği ürünü özel üretim olarak istediği yerden almasına izin verecek bir dönüşüm geliyor. Amerika’nın Afganistan’daki mekanize birliklerine yedek parça taşımak yerine bunları basan 3D printerları gönderdiği ve uzay istasyonunda yedek parça imalatı için 3D printerların uzaya yollandığı bir çağda yaşıyoruz.
Bu noktada fabrikalarla 3D printerlar arasında iş bölümü olacak ve hem hızlı hem de ucuza üretilmesi gereken temel parçaların fabrikalarda seri olarak üretildiğini göreceğiz (çıplak motor blokları gibi). 3D printerlar ise bu bloklara modüler parçalar eklemekte ve farklı özellikler kazandırmakta kullanılacak.
Benetton’un beyaz tişörtleri
Bunu 3D printerlardan önce Benetton yaptı. Tüm tişörtleri beyaz renkte tek ülkede üretti. Ancak Türkiye’de satılacak olanlar ülkemizde boyandı. Tabii bu bir marka için her ülkede boya kalitesinin farklı olmasına yol açabilir. Ancak, 3D printerlar boya fabrikalarından daha genel bir modüler teknoloji standardının yakalanmasını sağlayacak.
Bu konudaki diğer bir öncü şirket de Dell. Dell sadece müşteri sipariş geçtiği zaman üretime başlayan bir firma ve Toyota şirketi de yalın imalat (lean manufacturing) modelini Dell’den uyarladı. Demek ki 3D printerlar için gerekli altyapı sanayide hazırdı. Biz sadece patent süresinin dolmasını bekliyorduk. Ancak, 3D printerlarla sadece çocukları hedeflerseniz asla konfor alanının dışına çıkamazsınız. Türkiye’nin sorunu bu: 80 milyon nüfus var ve sanayicilerimiz dışa açılarak rahatını bozmak istemiyor. Oysa 6-7 milyon nüfuslu İsrail tüm dünyaya teknoloji ihraç ediyor.
Neden böyle?
Çünkü bankada atıl yatan paranın bir maliyeti var ve büyük bir sermayeniz varsa bunu değerlendirmeniz lazım. Sizce neden girişimcilik dalgası San Francisco’dan geldi? Türkiye’nin gelirine neredeyse eşit değer üreten ve kilometrekare başına en çok dolar milyarderinin yaşadığı şehirden söz ediyoruz. Palo Alto ve diğer bölgelerdeki büyük firmalar gelir fazlasını teknolojiyi dışarıya ihraç etmekte kullandılar.
Böylece kendilerine yeni ürün ve çözümler geliştirmeleri için yeni sorunlar icat ederek pazarı büyütecek startuplar kurdular. Ardından bunların yarattığı ekosistemde çalışmaya başladılar. Türkiye bunları başaracak kadar zeki insanlarla dolu; ama vizyon sorunumuz var. Biz Katı Hal olarak bu işi 3D printer ve süreç optimizasyonu açısından yaklaştık. Başka şirketler de başka alanlarda Ar-Ge yapabilirler.
Daha net söylemek gerekirse ülkemizin ekonomisi tabii ki büyüyor; ama yüksek teknolojinin ekonomideki payı büyümüyor. Bir pasta düşünün, en tatlı yeri kaymak olsun. Pasta sürekli büyüyor ama kaymak aynı kalıyor; yani genelde inceliyor. Bu aslında ekonominin hantal ve verimsiz olmasına yol açıyor. Türkiye’nin ileri teknoloji oranı bu yüzden yüzde 8’den yüzde 5’e düştü. Türkiye ekonomisi kas yapmak yerine kilo alıyor. Bu kısırdöngünün kırılması lazım. Hani meşhurdur, bir kamyon domates gönderip bir iPhone satın alıyorsunuz. Bu da öyle bir şey.
Bia Teknoloji Türkiye’nin ilk tıp robotlarından birini geliştiriyor
Söyleşimize YTÜ Kuluçka bünyesinde ürününü ticarileştirme aşamasında olan genç girişimcilerle devam ediyoruz:
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Türkiye ile bölge ülkelerindeki sağlık merkezleri ve hastaneler için tıbbi cihaz geliştirmek amacıyla YTÜ teknoparkta kurulan Bia Teknoloji Ar-Ge faaliyetlerine 2015’te başladı. Ben ismim Kemal Eren Cengiz ve arkadaşım Hüseyin Ergin ile birlikte YTÜ Makine bölümünden 2 yıl önce mezun olduk. Ben şu anda YTÜ Makine Teorisi ve Sistem anabilim dalında yüksek lisans yapıyorum.
Üniversiteden mezun olduktan sonra Sanayi Bakanlığı Teknogirişim Sermayesi desteğiyle kendi işimizi kurarak iş hayatına atılmış olduk. Bu noktada YTÜ Kuluçka merkezi ve prototip atölyesi bize büyük destek oldu. Üniversite yıllarında öğrenci kulüpleri arasında en aktif kulüplerden biri olan Makine Teknolojileri Kulübü’nde projelere yapıyor ve etkinlikler düzenliyorduk. Üniversiteden sonra ise kendi işimizi kurmak istiyorduk.
İş fikriniz nasıl ortaya çıktı?
Tıbbi cihazlar ilgi alanımıza giriyordu ve çevremizde bel-boyun ağrısı/fıtığı olan çok sayıda insan yer alıyordu. Doktorlar bu kişilerin ameliyat olmasının riskli olduğunu söylüyordu. Biz de araştırmalarımız sonucunda bel ve boyun rahatsızlığı çeken insanlara yönelik bir fizik tedavi cihazı yapabileceğimizi anladık. Türkiye’de bu alanda ürün tasarlayan ve üreten firma sayısının az olması kendi işimizi kurmamıza yardımcı oldu.
Kişiye özel programlanabilir tıp robotu
Şu anda üzerinde çalıştığımız ilk ürün olan SpinaTrak çözümü bel ve boyun fıtığının tedavisinde kullanılan bir spinal dekompresyon cihazı. Cihazımız bel ve boyun rahatsızlıklarında omurlar arasındaki disklerin basıncını azaltılarak rahatsızlığın tedavisini sağlıyor. Ameliyata gerek kalmadan robotik rehabilitasyon yapılan cihazla mobilizasyon tedavisi de mümkün oluyor.
SpinaTrak’ın en büyük özelliği hastanın omurgasının sertliği gibi parametrelere göre kişiye özel olarak programlanabilmesi ve kişiselleştirilmiş tedaviye imkan vermesi. Ön ayarlar belirlendikten sonra otomatik olarak da çalışabilir; ama hasta güvenliği açısından her zaman hekim kontrolünde kullanılması gerekiyor.
Bu cihazı Türkiye’de geliştiren ilk firma olarak sağlık sektörüne öncülük ediyoruz. Cihazımız hastanelerde fizik tedavi uzmanlarının işini kolaylaştıracak. Bu da hastaların fizik tedaviye erişimini kolaylaştırarak tedavinin ülke genelinde yaygınlaşmasını sağlayacak.
Yüzde 100 yerli tasarım
Şimdilik devlet desteğiyle ilerliyoruz. Sanayi Bakanlığı’ndan Teknogirişim Sermayesi Desteği alarak 100 bin TL ile cihazın bir prototipini ürettik ve patent başvurusunu tamamladık. Bu bağlamda yazılım, elektronik kartlar ve mekanik tasarım bize ait. Medikal motor ise yurt dışından geliyor. Sonuçta 3D printer step motorundan çok daha hassas olan bu motorlar özel üretim olmak zorunda.
Ürünün endüstriyel hale getirilmesi için Tübitak 1507 Programı desteğini aldık ve projenin bütçesini 500 bin TL olarak belirledik. En kısa sürede ürünü tamamlayıp pazara hazır hale getirmek için özveriyle çalışıyoruz. Ancak, fizik tedaviden sonra hastanın evinde yanlışlıkla kendini sakatlamadan tedaviye devam etmesi gerekiyor. Sürekli doktor kontrolü olmasa da doktor yönlendirmesi gereken bir süreç bu ve en iyi çözüm de hastayı giyilebilir teknolojilerle desteklemek.
Giyilebilir sensör ağı
Hastaların tekrar fıtık olmamak için kaslarını güçlendirmesi gerekiyor. Biz de bunun için giyilebilir bir sensör ağı tasarlıyoruz (kişi başına 4-8 sensör). Sonuçta bel, boyun gibi bölgelere sensörler yerleştirilecek. Bunlar hastanın kaslarını ne kadar çalıştırdığı ve zorladığına dair doktora bilgi verecek. Tablet, akıllı telefon ve laptop ekranında hasta ile doktor yapılan egzersizleri takip edebilecek.
2017’nin ikinci yarısında ürünü satılabilir hale getirmeyi ve 3 senede 7,5 Milyon TL satış hasılatı elde etmeyi planlıyoruz. Nakit akışı ile birlikte şu an fikir aşamasında olduğumuz rehabilitasyon cihazlarının üzerinde çalışarak ürün sürekliliğini sağlamayı hedefliyoruz. Sonuçta cihazımız omurların dönme merkezlerine özel tasarlandı. Bu yüzden omurgayı hastaya göre döndürüyor. Tedavi kolaylığı sağlayan bu özellik sadece bizim cihazımızda var.
Yerli üretim tıbbi cihazlar ekonomiye büyük katkıda bulunuyor ve yurttaşların fizik tedavi gibi kritik süreçlere erişmesini kolaylaştırıyor. YTÜ Kuluçka ile Sanayi Bakanlığının desteği biz girişimcilerin hayallerini gerçekleştirmesini, katma değerli ürünlerle hizmetler yaratmasını ve nihayet sektör-üniversite işbirliğinin üretkenliğini artırmasını sağlıyor.
Şimdi Maptone teknolojiye geçiyor ve altyapı girişimciliği hakkında bilgi alıyoruz
İsmim Barış Düzenli. Yeditepe Üniversitesi elektrik-elektronik mühendisliği mezunu ve Maptone teknoloji şirketinin kurucusuyum. Yıldız Kuluçka bünyesindeki diğer birçok firma gibi biz de sanayi ve bilgi teknolojileri sektöründe üretimi hızlandırarak hizmet kalitesini artıracak ara çözümlere odaklanıyoruz. Maptone teknoloji olarak altyapı kalitesine yönelik teknolojiler geliştiriyoruz.
Ne gibi teknolojiler?
Startup olarak hayatımıza başladığımız zaman çözüm odaklı olmak istedik ve altyapıya baktığımızda bilgi teknolojilerinin temeli olan fiberoptik kabloların fabrikada üretildikten sonra elle sarılarak paketlendiğini gördük. Bunu hızlandırmak için de özel bir makine geliştirmeye karar verdik.
Kuluçka merkezinde büyük düşün, küçük başla
Bir startup olarak biliyoruz ki altyapı olmadan girişimcilik olmaz ve fiberoptik kablolar da modern internet hatlarının temeli olarak kritik önem taşıyor. Böyle bir teknolojide otomasyonun artırılması, ürünlerin ucuzlaması ve internete erişimi sınırlı yoksul bölgelerdeki insanların bile global bilişim ağına katılması anlamına geliyor. Biz de Maptone’la bu amacı gerçekleştirmek için cam kadar hassas olan fiberoptik arabağlantı kablolarını fabrikada istenen metrede saran ve taşıyıcı bant üzerinde paketleyen bir makine geliştirdik.
Örnek olay incelemesi
Firma olarak faaliyetlerimiz kurumsal dijital dönüşüm süreçleri için mütevazi bir örnek oluşturuyor. Fiberoptik kablo üreten bir fabrikaya gittiğiniz zaman bütün süreci insan yerine makinelerle yapmanın ekonomik olmadığını görüyorsunuz. Ancak zincirin en zayıf halkasını, yani üretimin en masraflı, en hatalı veya en yavaş kısmını dijitalleştirerek maksimum etki yaratabilirsiniz. Maptone örneğinde gördüğünüz üzere Türkiye’deki girişimciler de artık süreç optimizasyonunun farkında bulunuyor.
Şunu da belirtelim: Bu kablolar Çin, Vietnam ve Tayland gibi ülkelerde üretiliyor. Kablo sarma işlemi de hep elle yapılıyor. Biz kablo yığınlarını otomatik olarak ayıran ve tek tek saran robotumuz sayesinde (1 metrelik 100 kabloyu insanların tek tek elle çekmesi yerine otomasyon sağlayan bir sistem) sadece Türkiye’deki tek bir üreticinin ayda 16 bin dolar tasarruf etmesini sağladık. Sonuç olarak robotumuz kablo başına 45 saniye süren bir işlemi 9 saniyeye indiriyor.
Şimdi siz yörüngeye uydu taşıyan SpaceX roketlerinin yakıt doldurma sürecini bu kadar hızlandıramazsınız; yani sanayideki tüm süreçlerde bunu yapamazsınız. Ancak, şimdiye kadar önemsenmeyen, ama ekonominin temeli olan altyapı girişimcilerinde dijital dönüşüm başlatırsanız sektörü hızla güçlendirebilirsiniz. Biz bunu internet altyapısının temeli olan fiberoptik kablolarla başlattık.
Şimdi endüstriyel tasarımla üretimde kaliteyi artıran Ferge Mühendislik’e geçelim
İsmim Fatih Erdoğmuş. YTÜ metalürji ve malzeme mühendisliği mezunu ve Ferge Mühendislik kurucusuyum. Biz YTÜ Kuluçka bünyesinde Seramik Karo Körüğü İmalat Projesi’ne odaklanmış bulunuyoruz ve genç girişimciler olarak uzmanlık alanımız dijital dönüşümde kaliteyi artırmak.
Bu bağlamda Kalebodur gibi firmaların seramik imalatında kullandığı hidrolik preslerin mekanik aksamlarını tozdan koruyan kauçuk türevi bir körük gelişirdik. Aslında projemiz tamamlandı ama yeni çözümler için Ar-Ge’ye devam ediyoruz. Geliştirdiğimiz yeni çözümle yedek parça değiştirme sıklığını ve arıza oranını azaltarak maliyet optimizasyonu sağlıyoruz.
Malzeme teknolojileri
İş fikrimizi geliştirme aşamasında yaptığımız incelemelerde makinelerin hareketli parçalarını tıpkı otobüs körüğü gibi tozdan koruyan parçaların, yani körüklerin deriden ve elle yapıldığını gördük. Deri körükler yüksek maliyetli oluyor. Üstelik yapay deri kullanmak da verimli değil: Yeterince esnek değiller ve yapay deri körükler kolayca yırtılıyor. Bu sebeple kauçuk türevi malzemelere odaklandık.
Sonuçta banyolarımızdaki karolar seramik tozunun tıpkı patates tozundan üretilen Pringles cipsler gibi preslenmesi ve ardından fırında pişirilmesiyle üretiliyor. Bu açıdan neredeyse kızıl gezegen Mars toprağı kadar ince tozlu bir ortam söz konusu. Seramiğin ham maddesi silisyumdioksit ve bu da dünyadaki en aşındırıcı malzeme. Bu yüzden tozun özel körüklerle azaltılması insan ve makine sağlığı için önem taşıyor.
Ayrıca körüklerin koruduğu makineler bozulursa 2500 kişilik fabrikada üretimin tümüyle durması gerekiyor. Biz de Ar-Ge’de bu zayıf halkayı güçlendirmeyi hedefledik. Meselenin boyutlarını anlamak için bu makinenin körük değiştirmek amacıyla yılda sadece sekiz saat durması gerektiğini belirtelim. Esnek körük çözümümüzün farkı burada ortaya çıkıyor: Her seramik karonun büyüklüğü ve boyutları farklı. Biz de boyuttan bağımsız çalışacak esnek bir sistem geliştirdik.
Deri kullanmadık; çünkü her hayvanın derisi farklı. Çok iyi çıkan deriler olduğu gibi iki gün içinde bozulan körükler de var. Ancak deriden daha uzun ömürlü olan kauçuk bu sorunu önlüyor. Bizim için gerekli olan kauçuğu dış kaynak olarak kullandığımız firmalar üretiyor. Biz de özel imalat aşamasını gerçekleştiriyoruz. Ürünümüz ticarileştikten sonra ilk müşterimiz Eczacıbaşı oldu.
Fatih Ayhan
Hızlı prototip anatomisi
Son olarak YTÜ Kuluçka Merkezi Prototip Atölyesi yöneticisi Fatih Ayhan ile kuluçka merkezlerinin prototip atölyeler aracılığıyla girişimlerin hızlandırılmasına nasıl katkıda bulunduğunu konuştuk. Elektronik haberleşme mühendisi Fatih Bey, hızlı prototip ve Ar-Ge sürecinde kullanılan teknolojileri yakından tanıyor.
Prototip atölyesi nedir ve nasıl bir rol üstleniyor?
Kuluçka merkezlerine sadece startup iş fikirlerinin hayata geçirilmesi, şirket kurma ve hızlandırma açısından bakarsak yanlış olur. Özellikle YTÜ Kuluçka gibi donanım geliştiren girişimlerin de desteklendiği bir kurumda prototip atölyesi önemli bir rol üstleniyor. Desteklediğimiz girişimlerin ürünlerini ticari hale getirerek satış yapmaya başlaması için prototip geliştirmesi şart. Biz de bu açıdan gerçek bir okul ve workshop olarak hizmet veriyoruz.
15 ay önce kurulan atölyemizde 3D printerlardan torna tezgahlarına ve robotlara kadar birçok makine var. Pek yakında buna CNC tezgahlarını da ekleyeceğiz. Destek olduğumuz Ar-Ge faaliyetleri içinde üç örneği yukarıda tanıtma fırsatı bulduk. Bunun dışında dokunma hissi olan hassas robotların üretilmesine izin veren bir altyapıya da sahip bulunuyoruz. Böylece arkadaşlarımız basit bir torna tezgahını kullanırken bile hizmet verdikleri sektörlerin üretim aşamasında karşılaştığı güçlükleri öğreniyor ve bu sayede nokta atışı çözümler geliştiriyor.
Atölyemizin altyapısını üniversitedeki mevcut donanımla kurduk ve Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin desteğiyle güçlendirdik. Üstelik sadece kuluçka firmalarına değil, teknoparkımızdaki yerleşik firmaların prototip ihtiyaçlarına da cevap veriyoruz. Sanayi tecrübesi olan öğretmenlerimizin desteğinde önce tasarım aşamasıyla başlıyoruz. Teknik uzmanlarımız üretim için hangi malzemeler ve ham maddeler kullanılacağı konusunda danışmanlık veriyor. Ardından prototip imalatı başlıyor.
Bugüne kadar YTÜ teknoloji transfer ofisinden 31 arkadaşımız atölyemize geldi. Büyük kısmı patent başvurularını tamamladı. Geri kalanlar da patent alma aşamasında bulunuyor. Bu başarıyı gerekli altyapıya sahip olmamıza, hızlı çalışmamıza ve çözüm odaklı olmamıza borçluyuz; çünkü daha işin başında hızlı prototip atölyesi için 400 metrekarelik çalışma parkı ve 100 metrelik ofis alanıyla başladık. 750 metrekarelik büyüme alanımız da hazır. YTÜ Kuluçka bünyesinde genç girişimcileri desteklemek için yatırımlara devam edeceğiz.
2011’de kurulan ABD’li Fintech şirketi Stripe, sunduğu ödeme çözümleri ile online servislerde büyük ilgi görüyor. Kickstarter gibi servislerde de destek gören Stripe yeni aldığı yatırımla topla değerini 9 milyar dolar yükseltti.
İrlandalı iki kardeş tarafından kurulan Startup, daha önce Elon Musk ve Facebook’un yatırımcısı Peter Thiel tarafından da yatırım almıştı. Yeni yatırımını ise CapitalG, General Catalyst, Sequoia Capital’in de aralarında olduğu bir grup yatırımcıdan aldı.
Toplam değerde büyük sıçrama
Toplamda 150 milyon dolar yatırım alan ödeme çözümleri servisi, önceki yatırımında kazandığı 5 milyar dolarlık toplam değerden 9 milyar dolara zıplatmış oldu.
110 ülkeden kullanıcıları olan Stripe, kasasına giren parayı yeni ürünler geliştirmek, farklı startup’ları satın almak ve başka şirketlere ortak olmak için kullanıyor. Bu şekilde yeni pazarlara yayılarak sürekli büyümeyi tercih ediyor.
Google’ın yapay zeka servisi DeepMind, Google Translate servisinde yapay zekanın yaptıklarını görünce, yapay zekaya karşı özel güvenlik uzmanları işe almaya başladı.
DeepMind yapay zeka servisi, Google Translate servisine adapte edilmişti ve yapay zeka yabancı dil çevirilerini internetteki örneklerden yola çıkarak düzeltmeye başlamıştı.
DeepMind kontrolden çıkıyor mu?
Ancak bu süreç çok hızlı gelişti ve DeepMind bir anda Google Translate’in kontrolünü ele geçirdi. Öyle ki, birbirine çevrilmesi için henüz eğitilmemiş dilleri, eğitimini aldığı başka dillere çevirerek onların üzerinden sonuca ulaşmaya başladı. Örneğin “Japonca ve İngilizce” ile “İngilizce ve Korece” çeviri eğitimi olan servis, “Japonca ve Korece” çeviri eğitimi olmamasına rağmen, bu dilleri önce İngilizce’ye ardından da diğerine çevirmeyi akıl etmeye başladı.
Daha da ötesi, DeepMind uzmanları, yapay zekanın çevirileri yaparken hangi sistemi kullandığını, nereden bilgi aldığını, nasıl çalıştığını anlamakta zorluk çekmeye başladılar zira yapay zeka servisi hiç beklenmedik şekilde mükemmel çeviriler yapmaya başladı.
Şimdi Google bu gelişmelerin kontrolden çıkmaması için, yapay zeka servisini sürekli kontrol altında tutacak, takip edecek ve tehlikli işler çevirmesini engelleyecek mühendisler işe almaya başladı.
Fizikçi Stephen Hawking ve Tesla’nın kurucusu Elon Musk’un da aralarında bulunduğu dünyanın en zeki zihinlerinin bir kısmı, Oxford Üniversitesi felsefecisi Nick Bostrom’un “Süper Akıl Altyazı” adlı bir kitapta tanımlanan “süper akıllı” makinelerin, insanlığın yok etmek isteyebileceğine dair ısrarlı uyarılarda bulunuyordu.
Google, Tanslate servisinde deneyimlediği gelişmeden sonra Hawking ve Musk’ı ciddiye almaya başlamış gibi görünüyor.
Güney Kore şu günlerde büyük bir siyasi skandal ile çalkalanıyor. Medyaya yansıyan skandalda, Güney Kore Başkanı Park Geun-hye’ın, Güney Kore’nin dev şirketlerinden zorla para kopardığı veya rüşvet aldığı iddiaları yer alıyor.
Başkan’ın arkadaşına milyonlarca dolar bağış
Park Geun-hye’ın para aldığı şirketlerin arasında Samsung’un da adı geçiyor. Elliye yakın rüşvet olayının incelendiği olayda Samsung’un da bazı “yasal süreçlerinin” Başkan tarafından çözülmesi için, Güney Kore Başkanı’nın “resmi olmayan” yardımcısına bağış yapmak durumunda kaldığı dile getiriliyor.
Ülkedeki şirketlerin bu bağışlarının toplamda 69 milyon doları bulduğu hesaplanıyor ve müfettişler para akışının izlerini bulmak için şirketlerin ofislerini basmış, tüm muhasebe belgelerine el koymuş durumdalar. Samsung’un da bu soruşturma kapsamında basıldığı anlaşılıyor.
Öyle görünüyor ki, patlayan telefonlardan şimdi de rüşvet skandalı ile 2016 Samsung tarihindeki en unutulmaz yıllardan biri olacak. Ya da hiç hatırlanmak istenmeyecek.
Huawei Başkan Yardımcısı ve Dönüşümlü CEO’su Ken Hu, video, ev kullanımı ve dikey pazarlarda telekom operatörlerini bekleyen üç ayrı gelişim fırsatını konu alan açılış konuşmasında; operatörlere, uygulama merkezli ağlar oluşturma ve açık ekosistemler kurulmasına yardımcı olmaları çağrısında bulundu. Hu, bu çalışmaları desteklemek amacıyla, endüstride açık ekosistemlerin hayata geçirilmesi, iş ve teknoloji alanında inovasyonun teşvik edilmesi ve mobil uygulamalar için gelecekteki kullanım örneklerini ortaklaşa keşfetmek amacıyla operatör, teknoloji sağlayıcılar ve dikey endüstri ortaklarının biraraya gelecekleri yeni araştırma platformları görevini üstlenecek X laboratuvarlarının kurulduğunu kamuoyuna duyurdu.
Hu, günlük yaşantımızdan iş dünyası ve toplumun işleyişine kadar çevremizdeki her şeyi yeniden şekillendiren mobil uygulamalar dünyasını tanımladı. Hu, uygulamaların bu kadar hızlı gelişiminin ardında, aralarında her biri de yıldırım hızıyla gelişen mobil geniş bant ağlar, sensörler, insan-makine arayüzleri, bulut bilişim, büyük veri ve AI olmak üzere kimi anahtar konumdaki kolaylaştırıcı teknolojilerin olduğunu vurguladı.
Hu, ‘’Bu teknolojiler, kimyasal tepkimeye benzer şekilde, ürün ve hizmetler için yepyeni uygulamalar oluşturmak için bir araya gelip entegre olacak ve tüm endüstrinin sayısal dönüşümünde sürükleyici bir güç olacaktır’’ dedi.
Video içerik aktarımında yenilikler
İlk gördükleri fırsatın video alanında olduğuna dikkat çeken Hu, “Video, medyada içerik aktarımında, sosyal ve profesyonel iletişimde, pazarlama gibi en popüler yöntem haline geldi. Video ve diğer görüntüler, mobil ağ trafiğinin yüzde 60’ını oluşturuyor. Eğlence videoları bu pazarın en büyük payını oluşturuyor ve bu da operatörlerin devreye girmesi için büyük bir alan açıyor. Endüstriyel uygulamalarda ise kamu güvenliği, trafik gözetimi ve lojistik alanlarında mobil video çözümleri fırsatlarla dolu. Video iletişim dünyasında canlı video yayını büyük bir küresel olay haline dönüştü” diye konuştu.
Videonun ötesinde taşıyıcılar için ikinci büyük fırsatın ise ev pazarında olduğuna dikkat çeken Hu, şöyle devam etti: “Günümüzde dünyada yaklaşık 2 milyar civarında hane bulunmaktadır. Bunlardan 1.3 milyarının geniş bant bağlantısı, 300 milyonunun ise 10Mbps’den daha düşük hızda bağlantısı vardır. Bu 1.6 milyar hane, kablosuz geniş bant için ideal bir pazardır. Bugüne kadar 100’den fazla telekom operatörü Huawei’in ‘’kablosuzdan x’e‘’ (WTTx) çözümlerini uyguladılar ve böylece 30 milyon haneye ulaştılar. Geri ödeme süresinin, sabit geniş bant ağlardan çok daha kısa süreli olduğu kanıtlandı.’’
Hu’nun tanımladığı üçüncü fırsat ise, patlama yapmanın eşiğinde olan dikey pazarlar… Sayısal dönüşümün sağlanmasında mobil şebekelerin anahtar konumda olduğunu belirten Hu, operatörleri , mobil iletişimde olanakları artıracak ve işbirliği alanında yeni bir anlayış getirecek net fırsatların belirlenmesi yönünde teşvik etti. Hu, servis sağlayıcılar ve endüstri oyuncularının yeni ve kapsamlı iş modellerine daha fazla uyum gösterebilmeleri için yakın bir işbirliği içinde çalışmaları gerektiğini vurguladı. Video, ev ve dikey pazarlarda bu fırsatları yakalayabilmek için teknoloji odaklılıktan uygulama odaklılığa geçilmesi gerektiğini söyledi. Hu’ya göre böylesi bir evrim 3 anahtar faktöre bağlı: Bağlantı, mimari ve uygulamalara olanak verecek platformlar…
1)Geliştirilmiş bağlantı
İnsanlar ve nesneler için milyonlarca yeni uygulama arasında bağlantı kurabilmek için geleceğin şebekelerinin gelişmiş bağlantı, geliştirilmiş ağ performansı ve yeni hizmetler için yeni teknolojiye ihtiyacı vardır. Örneğin HD video uygulamalarında uçtan uca 50 milisaniyenin altında bir gecikme ve 10Mbps hızında bir ağ bağlantısı gerekmektedir.
Video hizmetlerine daha iyi bir desteğin ötesinde nesneler arasında bağlantı için geniş alan IoT teknolojisi ve araçlararası bağlantı için hücresel V2X teknolojisini şebekelerin devreye geçmesi gerekiyor.
2) Uçtan uca bulut mimarisi
Gerçek bir esneklik sağlanabilmesi için uygulama merkezli bir şebekenin uçtan uca bir bulut mimarisine ihtiyacı vardır. Huawei inovasyon, müşterilerinin şebeke performansını artırmak ve toplam maliyetlerini düşürmek amacıyla çekirdekten erişime kadar- özellikle de hava arayüzlerinde, mobil şebekenin tamamen ‘’bulutlandırılmasına’’ odaklanmıştır.
3) Uygulamalara olanak verecek platformlar (PaaS)
Uygulama odaklı şebekelerin uygulamalara olanak verecek platformlara ihtiyacı vardır. Böylesi platformlar, API, veri depolaması, veri analiz yeteneğini ve bulut idaresi hizmetleri vererek şebeke kabiliyetlerini artıracak ve uygulama gelişiminin hızlandırılmasına olanak sağlayacak.
X laboratuvarları, insan ve haneyi kapsayan mobil iletişimde 3 ayrı alanın keşfedilmesine katkı sağlayacak araştırma platformları olarak tasarlanmıştır. Mobil kullanıcı deneyim laboratuvarının kısaltması olan mLab, video, canlı yayın, VR ve AR gibi yeni yeni ortaya çıkan mobil uygulamalarında sürükleyici bir kullanıcı deneyiminin nasıl sağlanabileceğine odaklanmaktadır.
vLab’lar ise dikey uygulamalara odaklanmakta ve mobil teknolojinin dikey endüstrinin tüm sayısal dönüşüm sürecini nasıl sağlayabileceğini keşfetmeye odaklanmaktadır.
Türkiye’nin ve Avrupa’nın en başarılı Startup’ları arasında gösterilen Visionteractive müşterileri için online ve gerçek dünya arasında köprü kurarak, sosyal medya tabanlı, eğlenceli, interaktif fiziksel ve dijital ürünler geliştiriyor.
TR Angels ve Şirket Ortağım Melek Ağı’nın ardından Startupbootcamp Istanbul ve StartersHub’dan da yatırım alan Visionteractive bünyesinde önemli yatırımcıları bulunuyor.
Örnek oluşturan bir startup
TOBB tarafından “Türkiye’nin En Başarılı Startup’ı” seçilen ve Wired tarafından 2016 yılında “Avrupa’nın en Başarılı Startupları” listesine giren Visionteractive, ayrıca dünyada eğlence ve pazarlama sektörünün en önemli etkinlikleri arasında bulunan IBTM ve Cannes Lions kapsamında da dünyanın en inovatif startuplarından biri seçilmişti.
Türkiye’de ve yurt dışında aralarında Red Bull, Coca Cola, Lenovo ve Unilever gibi dünya devlerinin de bulunduğu 300’ün üzerinde müşterisi bulunan Visionteractive, İngiltere’ye ve MENA pazarına açılmaya odaklandığı 2016 yılının ardından, 2017 yılında Amerika ve Brezilya pazarına adım atarak global arenada önemli bir oyuncu olmayı hedefliyor
Google, Avrupa’daki yatırımlarına, Berlin’de açtığı kampüsle devam ediyor.
Daha önce Cern’de, yapay zeka merkezi açan ve son derece yüksek ücretli yapay zeka mühendislerini bu kampüse taşıyarak Cern laboratuvarları ile işbirliğine girişen Google şimdi de Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Almanya’nın başkentinde, Avrupa’lı startup’larla dirsek temasında olmak için özel bir kampüsü hayata geçirdi.
Google’ın Berlin kampüsü, şehrin hemen dışında, huzur veren doğası ile dikkat çeken Kreuzberg bölgesinde yer alıyor. Burası Almanya’nın Silikon Vadisi gibi işliyor ve çok sayıda teknoloji startup’ına ev sahipliği yapıyor.
Herkes AB fonları peşinde
Ayrıca Brexit nedeniyle tedirgin olan ve AB fonlarından yararlanma haklarını kaybetmek istemeyen İngiliz startup’ları da çoktan bu bölgeye yerleşmeye başlamış durumdalar. Google kampüsü Berlin’de İngiliz startup’larıyla da yakın temas içinde olacak.
Google şimdiye dek ABD dışında, London, Tel Aviv, Seoul, Warsaw, Sao Paulo ve Madrid’de altı büyük kampüse sahip. Berlin ile beraber yedinci kampüsü açmış oluyor. Bu kampüslerde startup’lara ofis hizmetleri, iletişim hizmetleri, müşteri temsilcisi alt yapısı, toplantı odaları gibi hizmetler sunulacak ve elbette başarılı ürünler geliştiren startup’lar Google ile ortak olmak veya milyar dolarları bulan fiyatlamalarla şirketi Google’a satma fırsatı yakalayabilecekler.
Dünyanın en büyük turizim arama/fiyat karşılaştırma portallarından biri olan Skyscanner artık Çinlilerin.
Çin’in dev online turizm şirketi Ctrip.com, Skyscanner’ı satın almak için 1.4 milyar dolarlık anlaşma sağladı.
İş adamları kendi ihtiyaçları için Skyscanner’ı kurdu
Skyscanner, iki iş adamının iş gezileri için daha ucuz ve oteller bulmak için internette site site dolaşmaktan yorulması üzerine ortaya çıkmış ve çok geniş bir veritabanı oluşturarak, seyahat edenler için önemli bir fiyat karşılaştrma portaline dönüşmüştü.
Servisin Çinli bir dev tarafından satın alınması aynı zamanda son birkaç yıldır batılı şirketlerin en büyük korkusu olan, Çinli devlerin batı pazarlarına açılmasının da önemli bir örneği olarak görülüyor.
30 dilde hizmet veren site, her ay 60 milyon kullanıcıya ulaşıyor. Şimdi Çinli sahibinin de desteği ile, milyonlarca Çinli’nin bu Skyscanner’a akması bekleniyor.
Çin’de yüz milyonlarca kullanıcıya sahi ve kasalarında devasa nakit birikimleri olan teknoloji şirketleri artık ülke içinde daha fazla büyüyemeyeceğinin farkında ve gözlerini batı pazarına dikmiş durumdalar. Alibaba Amazon’a, Baidu Google’a, Xiaomi telefon üreticilerine rakip olarak şimdiden dikkat çekiyor.
Dünya kara yolları sürücüsüz otomobil devriminin eşiğindeyken, sigorta şirketleri de önemli bir konuda uyarıda bulundular.
Devletler, sürücüsüz otomobillerin yollara çıkma izni alabilmesi için gerekli yasal düzenlemeler üzerinde çalışırken, sigorta şirketleri de kendilerini hatırlatmak durumunda kaldılar.
Meydana gelecek kazalarda kimin haklı, kimin haksız olduğunu tespit edebilmek için sigorta şirketleri otomobillerin sürüş kayıtlarına engelsiz şekilde erişim hakkı istiyor.
Hangi bilgiler ne kadar paylaşılmalı?
Ne var ki bu bilgiler sürücülerin mahremiyetini riske atabilecek kayıtlar içerdiğinden otomobil sahipleri bu erişimden memnun kalmayabilir. Ayrıca, sürücüsüz otomobillerin kaza yapması halinde artık suçlu araç sahipleri değil, otomobilin üreticisi olacağı için, otomobil firmalarının sigorta şirketlerine ağır tazminatlar ödemesi gündeme gelebilecek.
İngiltere’de sigorta şirketleri birliği sürücüsüz otomobillerin kaza yapması halinde, aracın kazadan önceki 30 saniye ve kazadan sonraki 15 saniyesini içeren kayıtları talep ediyorlar. Bu kayıtlarda aracı kaza öncesinde kimin kullandığı, yani kontrolün otomobilde mi yoksa sürücüde mi olduğu anlaşılacağı gibi kazanın nedeni de ortaya çıkacak.
Elbette sadece İngiltere’de değil, tüm dünyada trafik kurallarının ve sigorta şirketlerinin, bu yeni teknolojiye adapte olması gerekecek.
İngiltere’de açığa bazı e-postalar, şirketin İngiltere’de düşünülünden çok daha önce drone testlerini başlattığını ortaya koyuyor.
Drone’lar, yeni çağın en önemli dijital ürünlerinden biri olarak kabul ediliyor. Yapay zeka, iletişim teknolojileri, navigasyon teknolojisi ve işlemci teknolojileri gibi farklı alanlardaki bileşenleri barındıran drone’lar günlük hayatın işleyişinde de önemli fark yaratacak ürünler olarak öne çıkıyor.
Amazon çok uzun zamandır drone’ların öneminin farkında ve online alışveriş servisi için gerekli olan ürün ulaştırma hizmetini otonom drone’larla birleştirmeyi planlıyor. Bu konuda Amazon Prime servisi ABD’de bazı bölgelerde drone ile aynı gün içinde ürün teslimatı yapabiliyor.
Meğer Amazon yıllardır gizli gizli çalışıyormuş
Ancak Amazon’un drone çalışmalarını, çok önceden beri İngiltere’de test ettiği ortaya çıktı.
İngilz havacılık otoritesi “Civil Aviation Authority”nin (CAA), Amazon’a İngiltere’de drone testleri için 2016 yazında izin verdiği düşünülüyordu ancak bilgi edinme yasası gereği internete yüklenen CAA e-postaları, bu izinlerin bir yıl önce, 2015 yazından tamamlanmış olduğunu gösteriyor.
CAA çalışanlarının 2015 yazındaki yazışmalarından birinde, “Müfettişlerimiz drone testinin nasıl gittiğini görmek için Amazon’un test sahasını ziyaret etti,” ifadesi dikkat çekti.
Yine e-postalara göre, Amazon’un CAA’ya başvuru tarihi olarak 2014 görünüyor. Şirket, drone’lar ile ürün teslimatı işine girmeyi planladını 2013’te duyurmuştu. Böylece online alışveriş şirketinin CAA ile başından beri bu konuda işbirliği yaptığı ortaya çıkmış oldu.
Şirket yöneticilerinin, bu testlerin çok gizli tutulması konusunda CAA’yı uyardığı da e-postaların dikkat çeken bir diğer detayı. Öyle görünüyor ki, dev teknoloji şirketleri, drone’lar konusunda ilk olmak ve “rakiplerini uyandırmadan” bu pazardaki büyük pastayı kendine almak için yıllardır gizli şekilde çok yoğun olarak çalışıyorlar. Basına yansıyan ise sadece bu çalışmaların sadece çok küçük bir bölümü oluyor.
Facebook’tan sızan bilgilere göre, şirketin genç ve idealist çalışanlarından birçoğu istifa etmeye başladı. Sebepse, Facebook’un sansür için bir uygulama hazırlaması. Sorunun merkezinde ise Çin ve oradaki büyük reklam pastası yatıyor.
Facebook 2009 yılından beri Çin’de erişime kapalı bulunuyor.
Yine Facebook’un sahibi olduğu Instagram’a Çin’den erişim ise 2014 yılında engellendi.
Facebook’un dünyada 2 milyara yakın kullanıcısı olabilir ama Çin’deki milyarlarca insana reklam vermek isteyen firmalar buraya reklam bütçesi akıtıyor. Sosyal medya devi buradaki dev reklam pastasından pay alamamaktan dolayı çok mutsuz.
Özgür ifadenin yılmaz savunucusu Zuckerberg
İşte bu mutsuzluk, Facebook’un bütün dünyaya karşı oynadığı “ifade özgürlüğü savunucusu” rolünü unutmasına neden oldu.
Şirketten sızan bilgilere göre Facebook, Çin hükumetini mutlu edip erişim engelini kaldırtmak için Çin’e özel bir sansür mekanizması geliştirmiş.
Buna göre, Çin’de yasaklı olan, devleti rahatsız eden konularda yapılacak paylaşımlar daha Çin devleti şikayet etmeden kaldırılacak.
Bu yeni teknolojinin Facebook’a enjekte edilip edilmeyeceği henüz kesin değil ama Çin devleti sansür karşılığında Facebook’un erişim engelini kaldırmaya ikna olursa, uygulama da hayata geçecek görünüyor.
Bu da bizzat Facebook’un sansürcülük yapması anlamına geliyor.
Daha da önemli olan soru, Facebook bu teknolojiyi Çin’de kullanmaya başladığında Trump başkanlığındaki ABD dahil pek çok ülke aynısını kendi ülkesi için de isteyecek. Bu da, Facebook’un çok övündüğü ifade özgürlüğünün sonu anlamına geliyor. İşte bu gelişme Facebook çalışanlarının isyan etmesine neden oldu ve zaten Trump’ın seçim kampanyasında sahte haberleri engellemediği için hedef tahtasına alınmış olan Facebook, şimdi de sansürcülükle suçlanınca, gençler artık kariyerlerini bu şirkette sürdürmek istemiyorlar.
Bağımsız araştırma şirketi Grand View Research tarafından yapılan araştırmaya göre, küresel tümleşik iletişim pazar büyüklüğü 2024 yılında 143,49 milyar dolara ulaşacak. Unify tarafından yapılan araştırmaya göre ise kurumların yüzde 53’ü verimliliği artırmak, yüzde 11’i geleneksel araçların kullanımındaki zorlukları gidermek, yüzde 10’u yöneticilerin talebini yerine getirmek için tümleşik iletişim uygulamalarını tercih ediyor. Seyahat masraflarını azaltmak ve müşteri taleplerini karşılamak için tümleşik iletişimi kullanan firmaların oranı yüzde 9 iken, kurumların yüzde 8’i ise çalışanların talebine cevap vermeyi hedefliyor.
Mobil işgücünün toplam işgücüne oranı yüzde 42 olacak
Kurumların tümleşik iletişim uygulamalarını tercih etme sebeplerinin başında verimliliği artırmak geldiğini belirten Unify Türkiye Ülke Müdürü Erda Tütüncüoğlu, “Yaptığımız araştırmalarda kurumların tümleşik iletişim çözümlerini tercih etmelerinin nedenleri arasında yüzde 53 ile verimliliği artırmak ve yüzde 11 ile geleneksel araçların kullanımındaki zorlukların geldiğini görüyoruz. Dünya genelinde mobil işgücünün toplam işgücüne oranının şu anda yüzde 37’ler seviyesinde olduğu ve bu oranın 2020 yılında yüzde 42 seviyesine yükseleceği tahmin ediliyor. Çalışanların mekân ve zaman bağımsız iş uygulamalarına ve kurum verilerine erişip, iş süreçlerini verimli kılma oranlarının giderek artacağı kanaatindeyiz.” dedi.
Seyahat masrafları azalıyor, mobil çalışan sayısı artıyor
İletişim yazılımları ve servisleri sunan Unify, farklı networkleri, cihazları ve uygulamaları kullanımı kolay tek bir çatı altında birleştiriyor. Tümleşik iletişim teknolojileri iş süreçlerini kolaylaştırırken maliyetleri azaltıyor ve verimliliği artırıyor. Her yerden ve her zaman bilgiye ulaşma ihtiyacı mobilite ile desteklenirken, şirketler iş sürekliliğini kesintiye uğratmamak için yenilikçi çözümler kullanmayı tercih ediyor. Sade ve kolay yönetilebilir bir sistem altyapısıyla farklı iletişim modellerini bir araya getirmeyi başaran şirketler, maliyet, iş gücü ve iş süreçleri konularında avantaj elde ediyor.
Bilişim Zirvesi’nde “Dijital Evrim ile Endüstri 4.0” ana temasında, “No way out! (Kaçış yok)” mottosu ile Başbakan Binali Yıldırım’ın katılımıyla başladı.
2000 yılından bu yana iş dünyası, devlet, siyasiler, akademisyenler, girişimciler ve yatırımcıları bilişim dünyası profesyonelleriyle buluşturan Bilişim Zirvesi’16 – ICT Summit etkinliği bu yıl 22-23 Kasım tarihlerinde İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşiyor. Uluslararası kimliği, köklü, güçlü, özgün ve zengin içerikli yapısıyla alanındaki en önemli platform olan zirvede dijital evrimin yol haritası oluşturulurken, Endüstri 4.0 dalgasını yakalamanın ipuçları da masaya yatırılıyor. Açılış konuşmasında bilişim sektörüne ve Türkiye’nin bu alandaki atılımlarına dair önemli açıklamalarda bulunan Binalı Yıldırım şunları söyledi:
“Bugün içinde bulunduğumuz dönem Endüstri 4.0 sanayi devrimi olarak ifade ediliyor. Zamanın da bir ruhu var ve onu dost veya düşman edinmek bizim elimizde. Türk toplumunu bilgi toplumuna dönüştürme çabası bu sektörü daha da önemli kılıyor. Şu anda eğitimde, sağlıkta, tarımda 1700’ün üzerinde hizmet e-devlet üzerinden veriliyor. Bu sayede vatandaş devlet dairesi ile olan işlerini online çok rahat yapar hale geldi. Ülkemizi mobil internet ile tanıştırdıktan sonra her vatandaş için internet daha ulaşılabilir halde. Operatörlerin ulaşamadığı 1800’ün üzerinde yerleşim yerine devlet baz istasyonu kurdu. 2015 yılında 4.5 G lisans ihalesini gerçekleştirdik. Bundan sonra 5 G için hazırlıkları tamamlayacağız. 31 Mart 2016’yı 1 Nisan’a bağlayan gece Türkiye’nin 81 ilinde 4.5 G erişimi mümkün hale geldi. 2002 yılında 20 milyar olan sektör 90 milyara yükseldi ve dört katın üzerinde büyüdü.”
Teknolojiyi üreten ülke olmak için tüm imkanları seferber ediyoruz diyen Başbakan Binali Yıldırım sözlerine şöyle devam etti : “ 64 tekno parkımızda 41 binin üzerinde mühendisimiz var. Son 15 yılda ses tekeli kaldırıldı; sektör vergilerinde düzenlemeler yapıldı; internet erişimi yaygınlaştırıldı. Sektörde kayıt dışılığın önüne geçen düzenlemeler yapıldı. Verginin bilişim sektörünün önünde ayak bağı olmasının önüne geçeceğiz. Şimdi para değil bilgi zamanı. Bilgiye sahipsen bir adım öne geçiyorsun. Bilgiyi satın alan değil bilgiyi üreten ülke olmamız şart. Bilginin üretilmesi kadar bilginin ülkemizde kalması da önemlidir. Siber güvenlik ile ilgili de düzenlemeler yapıldı. Bu konuda eylem planı devreye girmiş durumda. Önümüzdeki süreçte sadece siber savunma değil, siber caydırıcılık alanında da faaliyet göstereceğiz.”
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan zirvenin ilk gününde yaptığı konuşmada şunları söyledi : “Bugün dünyada kullanımda olan telefonların %56’sını akıllı telefonlar oluşturuyor. Satılan telefonların ise %80’i akıllı. Mobil veri trafiğini 50 kat artırarak fiber altyapısını 88 binden 278 bine çıkardık. Bilişim olmadan ekonomik gelişmişlik ve büyümenin olmayacağının bilinciyle buradayız. Bu sektör dünyanın ve ülkemizin geleceğini değiştirecek bir sektör. Dünden bu güne bir başarımız var ama bu başarıyı katlayarak büyütmemiz lazım.”
Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Dr.Faruk Özlü ise Bilişim Zirvesi’16’da şunları söyledi:
“Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Bilim Merkezi, Teknoloji Üssü, İleri Sanayi Ülkesi bir Türkiye hayalimizi gerçekleştirmek için büyük bir gayret sarf ediyor.
Zirvenin ilk gününde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, Kurul Başkanı Dr. Ömer Fatih Sayan da sektörün önemine değinerek şöyle konuştu : “ İnternet ortamı sadece sanal bir ortam değil, hayatın ta kendisi. Endüstri 4.0 daha önceki endüstri dönemlerinden çok daha fazla özellikler getiriyor. Bu dönemde üretimden geri kalmak, oyun dışı kalmak anlamına geliyor.”
Watson ve kognitif teknolojilerin Türkiye’de sektörlerde kullanımının yaygınlaşması amacıyla birçok çalışma yapan IBM, Türkiye’de tüm dünyada olduğu gibi Büyük Veri Analitiği, Bulut, Mobil ve Sosyal İş Çözümleri, Siber Güvenlik ve Nesnelerin İnterneti konularına ve sektörel çözümlere odaklanıyor.
İnsan ve makine işbirliği
IBM’in global alanda kognitif çözümlerinden sorumlu Genel Müdürü Jay Bellissimo, Watson ve kognitif teknolojilerin kısa sürede tüm dünyada kullanımının hızlı bir şekilde artacağını söylüyor. Bu dönüşümün bir “insan ve makine işbirliği” olduğunun altını çizen Bellissimo, Watson ile 1 milyar kişinin iki yıl içerisinde etkileşime geçeceğini belirtiyor ve şunları söylüyor:
“Tarih boyunca 3 farklı bilişim çağına tanık olduk. Bunların ilki tablolama sistemleriydi. 1950’lere kadar kullanımı süren bu sistemler ardından programlanabilir sistemler geldi. Mainframe ile birlikte hala kullanılan bu sistemlerin yanı sıra 2011 yılı itibariyle bilişimde kognitif çağa geçtik. Günümüzde dünya üzerinde o kadar çok veri var ki, kimse bu kadar veriyi ne yapacağını bilmiyor. Attığımız tweet’lerden, MR görüntülerine, sosyal medyadaki etkileşimlerden adım sayılarımıza kadar dünyada var olan bütün verilen yüzde 80’inin aslında günümüzde kullanılan bilgisayar sistemleri tarafından anlamlandırılamadığını düşündüğümüzde bu ‘yapısal olmayan’ dediğimiz verileri anlamlandırabilen kognitif teknolojilerin ne kadar büyük öneme sahip olduğunu en kısa yoldan görebiliyoruz.”
Watson sağlık alanında doktorlara yardımcı oluyor
“İnsan gibi anlayabilen, öğrenebilen, muhakeme edebilen ve etkileşime geçebilen bu yeni nesil sistemler birçok yeni kognitif endüstrinin de oluşumunu ve bir ekosistem yaratılmasını da sağlıyor. İlk olarak sağlık alanında kullanılmaya başlanan ve şimdi her sektörde uygulamasını görebildiğimiz Watson, bulut üzerinde çalışıyor. Yüksek veri hacimlerini analiz edip doğal dilde bulunan karmaşık soruları yanıtlayan ve kanıta dayalı çözümler öneren Watson; sürekli olarak öğrenip, zaman içinde önceki etkileşimlerden bilgi ve değer oluşturuyor. Böylece sürekli daha zeki hale geliyor ve hiçbir zaman unutmuyor. Sağlık alanında yapılan araştırmalara göre doktorlar ile yüzde 99 oranında aynı tedavileri öneren Watson, yüzde 30 oranında doktorların bulamadığı çözümleri bulma becerisini gösteriyor.”
Watson ile Dünya
“Doktorların daha doğru kanser tedavileri uygulamalarından banka müşterilerinin çok daha hızlı yanıt almalarına, müziğin kültürlere daha uygun hale getirilmesinden çok daha kişiye özel hediyelere kadar her türlü endüstri Watson’dan faydalanabiliyor. Sürücüsüz araçlar yolcular ile konuşuyor. Düşünebilen kognitif elbiseler üretiliyor. Tek tip eğitim yerine çocuğun en iyi ne şekilde öğrendiğine bakılarak uyarlanan eğitim modelleri üzerinde duruluyor. Çünkü Watson sayesinde dünya artık daha sağlıklı, daha güvenli, daha üretken, daha kişiye özel, daha verimli, daha yaratıcı ve daha ilgi çekici…”
Mobil uygulama Volt, şehir içinde aynı yöne giden sürücü ve yolcuları talep üzerine bir araya getirerek taksiden %70 daha ucuz, keyifli ve duyarlı bir yolculuk sağlıyor. Yolcunun bulunduğu yöne araç gönderen geleneksel araç çağırma uygulamalarının aksine Volt, trafikte hali hazırda bulunan sürücüler ile yolcuları buluşturuyor. Yolcular keyifli ve uygun fiyata ulaşım sağlarken araç sahipleri de bir kar amacı olmadan yıllık olarak yaklaşık 6000₺ kazanma şansını yakalıyor ve bu sayede sürüş masraflarını geri kazanıyorlar. İstanbul’un trafik sorununu çözmek için yola çıkan Volt, değerini aldığı her yatırım ile ikiye katlıyor.
Volt, Beyrut’daki Saned Partners ve MEVP’den 550$k yatırım alarak startup dünyasında önemli bir adım attı. İlk yatırımını Çiçeksepeti.com’un kurucusu Emre Aydın’dan, ikinci tur yatırımını Hasan Aslanoba & Alp Saul’dan, sonrasında Ali Çebi’den de yatırım alan Volt, son yatırımını ise MEVP ve Wamda Capital’dan aldı. Volt önceki yatırımların çoğunu P2P eşleşme teknolojisini kurmak için kullanırken son yatırımının büyük bir kısmını ise aralık ayında başlatacağı pazarlama çalışmalarını finanse etmek için kullanacak.
Volt diğer hizmetlerden nasıl farklılaşıyor?
Volt benzer hizmetlerin aksine sadece şehir içi kullanım sağlıyor ve önceden planlama, rezervasyon olmaksızın sadece İstanbul içini hedefleyen ve tamamen gerçek zamanlı bir uygulama.
Volt yalnızca kişiden kişiye çalışıyor. Bu da demek oluyor ki bu işi meslek olarak yapan kişiler Volt’da yer almıyorlar.
Yolcular için Volt, taksiden %70 oranında daha ucuz ulaşım sağlayarak İstanbul’un en uygun fiyatlı, sürdürülebilir ulaşım alternatifi. Aynı zamanda uygulamayı kullanacak yolcuların yolculuk isteği göndermeden önce gidecekleri yeri seçmeleri gerekiyor.
Volt arabalarında boş koltuğu bulunan araç sahiplerini hedefliyor. Kullanıcılar, aynı yöne giden yolcuları alarak aylık olarak araç masraflarını karşılamaya yeterli olacak miktar 500₺’ye kadar kazanabilirler. Sürücüler günde iki defa uygulama açık halde sürüş gerçekleştirirler ise bir yolcu ile eşleşmeseler dahi Volt direkt ayda 100₺ ödemeyi garanti ediyor.
5 Aralık tarihinde Volt, sürücü sayısını arttırmaya ek olarak İstanbul’un en uygun fiyatlı yolculuğunun keyfini çıkaracak olan yolcuları sisteme dahil etmeye başlamak için büyük bir pazarlama kampanyası başlatacak.
Volt’da neler oluyor ve sırada ne var?
3 yıllık geliştirme sürecinin ardından Volt’un pazardaki soruna doğru çözümü getiren ürünü bulduğuna inanılıyor. Volt’un 3.0 sürümü (Haziran ayında talebe bağlı gerçek zamanlı kişiden kişiye yolculuk paylaşımına geçişi) sonrasında sürücülerin uygulamada kalma oranında aydan aya %30 büyüme gerçekleşiyor. Volt şu anda günde aktif 250 sürücüye, haftalık 700 aktif sürücüye ve aylık 1.500’den fazla sürücüye sahip ve bunları 10k₺’dan daha az bir pazarlama bütçesi ile başardı.
Volt bu büyümeyi sürdürülebilir kılar ise İstanbul içerisinde günlük 100,000’den fazla sürücüye sahip olacak. Hiçbir iş modelinin sağlayamayacağı düzeyde rekabetçi bir ücretlendirme sunan Volt’un en yakın örneği ise San Francisco’da bulunuyor.
Volt bunu nasıl yapıyor?
Volt sürdürülebilirlik ve kullanıcı sayısını artırmak için sürücü ve yolculara çeşitli avantajlar sunuyor.
Miller & Ödüller ile Oyunlaştırma: Sürücüler her KM başına bir Mil Puanı ile ödüllendirilir. Lider tahtası dışında mil puanlar yemeksepeti indirimleri, ücretsiz araba yıkama ve benzininden Apple saat ya da iPhone’a kadar kazandırabilir.
Garanti gelir: Sürücüler günde iki kere uygulamaları açık halde yolculuk gerçekleştirdikleri sürece aylık en az 100₺ kazanmaları garanti edilir. Değerlendirme için sürücülerin güvenlik doğrulamalarından geçmeleri, 4.5 üzerinde oylamaya sahip olmaları ve kabul oranlarının %70’in üzerinde olması gerekir.
Bosch’un dünyaya tanıttığı su destekli benzinli enjeksiyon sistemi hem yakıttan yüzde 13’e kadar tasarruf sağlıyor hem de motor gücünü artırabiliyor. Dünyanın önde gelen otomotiv üreticilerinden biri olan BMW’nin kullanmaya başladığı Bosch teknolojisi, özellikle üç ve dört silindirli küçük motorlarda, bir başka ifadeyle herhangi bir ortalama orta büyüklükteki otomobillerde ön plana çıkıyor.
Turboşarjlı motorlar için ekstra hız
Bosch’un yeni inovasyonu yakıt ekonomisi sağlamakla kalmıyor, otomobilleri daha da güçlü bir hale getirebiliyor. Su destekli benzinli enjeksiyon teknolojisi, turboşarjlı motorlarda fazladan güç sağlayabiliyor. Daha erken ateşleme açıları, motorun çok daha verimli bir şekilde kullanılabileceği ve hatta spor otomobillerde bile ek güç sağlanmasına dahi katkıda bulunabileceği anlamına geliyor.
Bosch’un bu yenilikçi teknolojisinin temeli, ‘motorun su kaynatmasına izin vermemek gerektiği’ gibi basit bir gerçeğe dayanıyor. Bunun meydana gelmesini önlemek için, bugünün yollarında mevcut olan neredeyse tüm benzinli motorlara fazladan yakıt enjekte edilir. Bu yakıt, motor bloğunun parçalarını soğutarak buharlaşır.
Bosch mühendisleri su destekli benzinli enjeksiyon sisteminde bu fiziksel ilkeden yararlanıyor. Yakıt yanmadan önce, alım kanalına az miktarda su buğusu enjekte ediliyor ve suyun yüksek buharlaşma ısısı, etkin bir soğuma sağladığı anlamına geliyor. Bu sistem her yüz kilometre için sadece birkaç yüz mililitre suya ihtiyaç duyuyor, yani enjeksiyon sistemine sadece damıtılmış su veren küçük su deposunun en çok birkaç bin kilometrede bir yeniden doldurulması gerekiyor.
İlk örnek; BMW M4 GTS
BMW M4 GTS, yenilikçi ve çığır açan su destekli benzinli enjeksiyon teknolojisini sunan ilk araç. Aracın turboşarjlı altı silindir motorunda, tam yük altında bile gelişmiş performans ve tüketim sunuyor.
Uluslararası çapta 25’i aşkın ülkede yenilikçi ödeme sistemi çözümleri sunan Cardtek, NXP iş birliğiyle giyilebilir cihazlar için yenilikçi bir ödeme teknolojisi geliştirdi. Cardtek ve NXP, Dijital Yetkilendirme Platformu adlı bu yeni teknolojiyi, dünyanın en büyük ödeme ve finansal hizmetler etkinliği Money 20/20’de küresel sektörün fikir önderlerine tanıttı.
Giyilebilir teknolojilerin hızla ödeme sistemleri gündemine oturduğuna dikkat çeken Cardtek Kuzey Amerika Satış ve Pazarlama’dan sorumlu Başkan Yardımcısı Emilian Elefteratos; “Tractica tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre 2015 yılında 3,1 milyar Dolar olan giyilebilir cihazlarla yapılan ödeme işlem hacmi 2020 yılında 501,1 milyar Dolar’a ulaşacak. Çok yakın zamanda Rio’daki Olimpiyat Oyunları’nda giyilebilir teknolojilerin tüm dünyaya tanıtılması da bunun bir kanıtı. Giyilebilir teknolojiler de finans kuruluşları ve hizmet sağlayıcılara üçüncü partilerden bağımsız olarak kendi cüzdanlarını yönetme imkânı veriyor. Temassız giyilebilir teknolojiler sayesinde tüketiciler çok daha kolay ve güvenilir bir şekilde işlem yapabiliyor. Cardtek olarak biz de geliştirdiğimiz yenilikçi teknoloji sayesinde hızla ivme kazanan bu trendin öncüleri arasında yer alma başarısını gösterdik” dedi.
Temazsız güvenli ödeme
NXP Başkan Yardımcısı Charles Dach ise “Temassız, güvenli uygulamaların giyilebilir cihazlara entegre edilmesi donanım ve servis sağlayıcılar için çok önemli bir iş fırsatı. NXP’nin PN66T loader servis özelliğiyle yeni hizmetler giyilebilir cihazlara çok kolay ve güvenli bir şekilde uyarlanabiliyor. Böylece giyilebilir cihazların kimlik tanımlama, bankacılık işlemleri, biletleme ve daha pek çok alanda kullanımı için yeni kapılar aralanmış oluyor” şeklinde konuştu.
Cardtek’in Dijital Yetkilendirme Platformu, kullanıcılara giyilebilir cihazlarla güvenli ve kolay işlem yapma deneyimi sağlıyor. Ödeme, ulaşım, geçiş kontrol, biletleme gibi pek çok hizmet giyilebilir teknolojiler sayesinde kullanıcı ile buluşuyor. NXP PN66T ve P60 giyilebilir çiplerin entegre edildiği Cardtek’in ödeme sistemi altyapısı, finans kuruluşları, giyilebilir cihaz üreticileri ve diğer servis sağlayıcılara ödeme ve ödeme dışı pek çok hizmeti sunabilme imkânı sağlıyor. Aynı zamanda Cardtek mobil yazılım geliştirme kiti ile tüm kurumlar kolaylıkla kendi mobil cüzdanını oluşturmak için kullanıcı arayüzü geliştirebiliyor. Bu çözüm ayrıca tokenizasyon hizmetleri de sunarak kart bilgilerinin giyilebilir cihazlarda güvenli bir şekilde tutulmasını sağlıyor.
Günümüzde orta ve büyük ölçekli işletmelerin çoğunluğunda dijital dönüşümü tamamlayarak sürdürülebilir kârlılık odaklı daha esnek bir yapıya kavuşma eğilimi görüyoruz. Ancak, verimlilik artışı için dijital dönüşüme belirli noktalardan başlamak gerekse de bu aslında 5 farklı kategori ve aşamadan oluşan uzun vadeli bir süreç. Aynı sebeple de kurumlara uzun vadeli rekabet avantajı kazandıran bir süreç.
Dijital dönüşümün temel aşamaları tıpkı bir elin parmakları gibi hem firmaların tek tek kullanabileceği hem de bütünün bir parçası olan 5 farklı kategoriden oluşuyor. Bu teknoloji kategorileri platform dönüşümü, çalışanların dönüşümü, kişisel kullanıcı deneyimi, iş ağlarının dönüşümü ve eşyaların yapay zeka sahibi olması; yani nesnelerin interneti olarak sıralanıyor. SAP Türkiye Operasyon Direktörü Uğur Candan ile Türkiye ve dünyada dijital dönüşüm yol haritası çıkarmanın inceliklerini konuştuk.
Dijital dönüşüme başlamak kolay mı?
Bu tamamıyla dijital dönüşümü nasıl planladığınıza ve dijital dönüşüme nasıl hazırlandığınıza bağlı. Herkes dijital dönüşüme başlamak istiyor; ama kurumlar genellikle nereden başlayacağını bilmiyor. Özellikle de bir aşamada dijital dönüşüme geçtikten sonra hangi departmanlarda ikinci aşamaya geçecekleri konusunda bilgi alamıyor.
SAP olarak burada devreye giriyoruz. Elbette geniş bir teknoloji çözümleri portföyümüz var. Ancak farklılaştığımız asıl nokta, kurumlara dijital dönüşüme hazırlık haritası çıkarmaları ve plan yapmaları konusunda da danışman olarak destek olmak. Bunun için de kurumlarla birlikte çalışıyor ve şirketlerin dijital dönüşüm önceliklerine göre ne yapılması gerektiğine dair tavsiyelerde bulunuyoruz. Kısacası dijital dönüşüm için mutlaka yapılması gerekenlerin listesini çıkarıyoruz.
SAP Türkiye Operasyon Direktörü Uğur Candan
O zaman bu bir ekosistem işi
Elbette. Örneğin bankaların müşterileri, rakipleri, paydaşları ve devlet aktörlerinden oluşan bir ekosistemi var. Bu bağlamda hem müşterileri için yenilik yapmak hem kâr odaklı olmak hem de artık yasal mevzuatın ayrılmaz bir parçası olan teknik şartnamelere uygun olarak iş geliştirmek zorundalar. Dolayısıyla finansal teknolojiler veya enerji gibi farklı sektörlerin dijital dönüşüm yol haritaları da farklı oluyor. Biz SAP olarak önce dijital dönüşüm için mutlaka olması gereken çözümlerle başlıyoruz.
Ancak ekosistemi sadece bu açıdan görürsek eksik olur. Bir de SAP olarak işbirliği yaptığımız iş ortakları var. Çalıştığımız Apple, Microsoft gibi büyük teknoloji şirketleri ile kurumların dijital dönüşüm gerçekleştirmesi için en entegre çözümleri sunuyoruz ki entegrasyon, dijital dönüşüm sisteminin ayrılmaz bir parçası.
Neden?
Birçok teknik detay verebiliriz ve dijital dönüşümün 5 kategorisinde buna geri geleceğiz. Ancak kurumlar için en basitinden başlayalım. Bankaların farklı üreticilerden aldıkları farklı veri merkezleri ve yazılımlar var. Hatta bu yazılımların farklı sürümlerini özelleştirilmiş olarak bir arada kullanıyorlar. Bankalar dijital dönüşüm gerçekleştirdiklerinde vendor lock dediğimiz sebeple (özellikle eski teknoloji çözümleri yüzünden) tek bir üreticiye bağlı kalma gibi sorunlarla karşılaşıyorlar.
SAP ve iş ortakları kurumlara kapsamlı teknoloji çözümleri sunarak dijital dönüşüm için gereken seçenekler ekosistemini yaratıyor. Özetle hem sunduğumuz donanım ve yazılım çözümleri birbiriyle uyumlu ki bu da bizimle çalışan firmaların yasal-teknik uyumluğunu artırıyor. Hem de para transferi gibi farklı teknolojileri kullanan uluslararası bankalarla birlikte çalıştıkları durumlarda işlem hızını artırıyor. Kısacası bankaların pazar ve iş geliştirme erişimini genişletiyor.
Bu durumda kurumsal tecrübeniz bir ekosistemden destek alıyor
SAP’nin kendisi bir teknoloji ekosistemi. Firmamızla ilgili son derece temel bir bilgi verirsek kurulduğumuz 1972 yılında bu yana dünya çapında 300 bin müşteriye hizmet vermiş bulunuyoruz. İşin ilginci bunu günümüzün dijital dönüşüm çağında anlatmak 20 yıl önce anlatmaktan daha kolay. Dijital dönüşüm büyük veri entegrasyonuna dayanıyor ve biz son 44 yılda bu entegrasyonu hem şirketimizde hem de müşterilerimizde birebir tecrübelerle geliştirdik. Analiz yeteneklerimizi pekiştiren büyük bir veri havuzuna sahip olduk.
O zaman klasik bilgi teknolojileri şirketleri gibi davranmıyorsunuz
Doğrusu hayır. Bu eşyanın ve daha da önemlisi müşterilerimizin tabiatına aykırı olurdu. Öteden beri kurumların en üst stratejik karar mekanizmalarına danışmanlık sağlıyorduk. Ancak, günümüzde dijital dönüşüm yaygınlaşıyor ve bu alan stratejik kararların ayrılmaz bir parçası oldu. Nitekim 25 farklı sektörde dijital dönüşüm uygulamalarına baktığımız zaman bunların büyük kısmını SAP’nin gerçekleştirdiğini görüyoruz.
Dijital dönüşümü nasıl yapacağız?
SAP olarak bunun için son derece basit bir formül ürettik ve en koyla şekilde uygulanabilmesi için sade olmasına özellikle dikkat ettik. Ardından da bu formülü kurumsal ihtiyaçlara göre modüler olarak geliştiriyoruz.
SAP dijital dönüşümü bir elin çalışmasına benzetiyor. Dijital dönüşümün neresindeyim ve bunun için ne yapmalıyım sorusunun cevabı olarak: Dijital dönüşümü tamamlamanız için kullandığınız teknoloji platformu, İK ve eğitim sistemleriniz, kişisel kullanıcı deneyimi becerileriniz, iş ağlarınız ve mobil cihaz destekli nesnelerin interneti çözümleriniz bir arada başarıyla çalışmalı. Tıpkı bir elin 5 parmağı gibi.
Avucunuza kurumsal altyapı ve parmaklarınıza da beceriler dersek bunları tek tek veya bir arada kullanabilirsiniz. Dijital dönüşüm için 5 kategoriye de adım atmanız gerekiyor. Ancak, dijital dönüşümün elinizin başarıyla tamamlanması için tüm parmaklarınızın bir arada çalışması gerek. Buna karşın hepsine bir anda aynı düzeye getirmeniz şart değil. 5 kategoride temel düzeyde dönüşüm başlatıp dijitalleşmeyi zamanla artırabilir ve entegrasyonu geliştirebilirsiniz. Dijital dönüşüme hazırlık ve planlama derken bunu kast ediyoruz.
Hangi seviyede olduğumuzu nasıl anlayacağız?
3 basit soruyu sorarak: 1) Kurum içinde ve kurum dışındaki faaliyetlerimi bilgisayar sistemlerim algılayabiliyor mu? Örneğin iç iletişim açısından bir faaliyet raporu yazdığımda bu rapor yedekleniyor ve ilgili kişilerin mobil cihazları ile laptoplarına en azından bildirim olarak iletiliyor mu? Bu birinci seviye.
2) Sistemleriniz algılamanın ötesine geçip geri bildirimlerden, kullanıcı yorumlarından ve raporlardan yararlanarak bir öğrenme davranışı sergileyebiliyor mu? Hep manüel olarak siz mi öğretiyorsunuz, yoksa yazılım firmanızın faaliyetlerini, iş süreçleri ve yapılış şekillerini iptidai olsa da öğrenebiliyor mu? Aslında dijital dönüşümün kırılma noktası bu. Bilgisayarların öğrenme kapasitesini artıran çözümlerin fiyat/performans oranını iyileştirmek. Bunun şirketiniz için amacı kişi başı maliyetleri azaltırken kişi başı kârı artırmaktır.
3) Üçüncü seviye dijital dönüşümün en üst aşaması: Sistem iş faaliyetlerini algılıyor, hatta öğreniyor ve şimdi de otomatik olarak bazı kararları insana sormadan alıyor. Örneğin klimayı 18 dereceye getirip toplantı odasında çalışanların üşütmüyoruz da klima sıcaklık, nem oranı, hatta oturanların konfor düzeyine bakıp sıcaklığı ve rutubeti tek başına ayarlıyor. Burada kritik bir alt soru var: Sisteme “Bilgisayar, sen şu şu şu kararları bana soracaksın ama şu, şu, şu kararları da tek başına alacaksın” dediğimiz zaman bilgisayar kafası karışmadan söylediklerimizi yapabiliyor mu?
Trafikte kendini süren araçlar ve Trenitalia
Dijital dönüşümde en üst seviye örneklerden biri sürücüsüz arabalar. Bunlar trafikte kendini sürüyor, fren yapıyor ve şerit değiştiriyor. Ancak Trenitalia gibi endüstriyel örnekler de var. Trenitalia Avrupa’nın bakım onarım alanında en iyi karneye sahip olan tren operatörü. Bunu dijital dönüşümle başardı ve hem tren gecikmelerini önledi hem de maliyetleri azaltarak hizmet kalitesini artırdı.
FS Group bünyesindeki Trenitalia, yaklaşık 30 bin lokomotif, elektrikli ve hafif raylı sistem trenleri, vagon ve yük vagonlarından oluşan bir filo işletiyor ve her gün 8000’den fazla tren çalıştırıyor. 2800 durağı kapsayan bir ağda hem banliyö trenleri hem de şehirlerarası yük trenleri işlettiği için kompleks bir networkü var ve 5,5 milyar avroluk cirosunda toplam 1,5 milyar avroyu bulan bakım masraflarını yüzde 8 azaltarak büyük tasarruf sağlamış bulunuyor.
Özellikle de şirket bünyesindeki hızlı trenlerin otomasyon sisteminin uçaklardan daha gelişmiş olduğunu görüyoruz ve bakım-onarım sürecinde otomasyonun artması, plansız onarım işleri yüzünden trenlerin gecikmesini önlemek açısından önemli. Bu yüzden SAP’den bakım-onarımda otomasyon sağlamasını istediler.
Nasıl bir dijital dönüşüm süreci önerdiniz?
Trenler mekanik sistemler ve bu yüzden fabrikadan test edilip onaylanarak çıksalar da yollarda hızla yıpranıyorlar. Örneğin bir parkurdaki raylar genellikle sağa dönüyorsa, tren yan yattığı için sağ tekerlekleri daha fazla yıpranıyor. Bunun gibi detayları görmek için trenlere özel sensörler yerleştirdik. Bunlar hangi parçanın ne zaman yıprandığını söyleyen sistemler ve bilgisayara bağlılar.
Biz de sensörlerden büyük veri toplayarak teknik destek ekibine trenin ne zaman onarıma girmesi ve hangi parçasının ne zaman değiştirilmesi gerektiğini söyleyen bir yazılım geliştirdik. Bunun için gereken otomasyonu ile manüel olarak sağladık.
Hangi süreçte otomasyon sağlanacağını nasıl bildiniz?
Ters mühendislikle. Manüel süreçleri analiz ettik ve hangi süreçlerin otomatiğe bağlanması gerektiğine karar verdik. Bunun için iş süreçlerinin adımlarını tek tek inceledik. Bir işlemin kaç adımda tamamlandığına, her adımın ne kadar sürdüğüne, hangi adımların kolay olduğuna, hangi adımların daha masraflı olduğuna baktık.
Böylece trenleri bakımdan çıkardığımız zaman kağıt üzerinde doldurmak gereken kontrol listelerine de gerek kalmadı. Bu listeleri bilgisayar dijital olarak doldurdu. Elbette bakım planının insan denetimindeki manüel kısımları olacaktı; ama deyim yerindeyse kırtasiye işlerinin çoğunu otomatiğe bağladık, dijitale aktardık.
Ancak bununla yetinmedik. Bir de sistemin bakım-onarım işlerini öğrendikten sonra bazı kararları kendi almasını sağladık. Öyle ki sistem çok gelişmiş bir ERP yazılımı gibi kendi kendini planlamaya başladı. Böyle bir sistem sadece rayların haritasını çıkarmakla kalmaz. Aynı zamanda şu parkurda sol tekerlekler normalden hızlı aşınıyor, raylara bakım yapmanın zamanı gelmiş diyebilir.
Trenitalia’daki dinamik bakım yönetimi sistemi, müşterilerin seyahat deneyimini iyileştirmeyi amaçlayan inovasyon odaklı çalışmaların bir parçasını oluşturuyor. FS Group’un 2017-2026 sektörel planı aynı zamanda seyahat planlaması ve yol arkadaşı aplikasyonları, gelişmiş analitik, müşteri katılımı ve GPS veri yönetimi gibi yenilikçi projeleri de içeriyor.
Öngörülerde bulunmak
Bilimsel düşüncenin ölçüsü öngörülerde bulunabilen; yani test edilebilen ve geleceğe yönelik tahminlerde bulunan teoriler geliştirmektir. Ardından bunları deney ve gözlemlerle sınarız. SAP’nin 3. seviye dijital dönüşüm sistemleri de Trenitalia örneğinde olduğu gibi ileriye dönük planlama yapıyor, uyarılar veriyor. Hatta trenlerle sınırlı kalmayıp rayları da kontrol etmek gibi şirket dışı koşulları da analiz ediyor.
Şimdi bunu bankacılık ve finansal teknolojiler için de düşünebiliriz. Bir bankanın bir yenilik yaparken yasal mevzuatı, teknik şartnameleri, rekabeti ve maliyeti bir arada göz önünde bulundurmak zorunda olduğunu söylemiştik. Üçüncü seviye dijital dönüşüm hem içe bakan hem dışa bakan dijital gözünüz ve beyninizdir.
Bu sebeple de SAP’nin dijital dönüşüm çözümleri salt bilgisayar simülasyonlarından ibaret değil. Biz ortamı analiz ederek gerçek çalışma koşullarına göre öngörülerde bulunan sistemler sunuyoruz. Bu nedenle de sanal hızlı prototip ve 3D baskı gibi simülasyon, analiz, öngörü çözümlerinden farklılaşıyoruz.
Örnek verebilir misiniz?
Trenitalia örneğinden yola çıkarak dijital dönüşümün aynı zamanda ekosistem entegrasyonu olduğunu vurgulayabiliriz. Sonuçta bakım-onarım planları yapan bir bilgisayar yazılımından söz ediyorsak bu yazılımın yedek parça tedariki, yedek parçaların hangi tesislere kaç adet teslim edileceği ve ne zaman gönderileceği gibi lojistik seçimler de yapması gerekiyor. Bir elin 5 parmağından hareketle işin içine lojistik giriyor.
SAP’nin sistemi Trenitalia’ya yasal mevzuat ve teknik şartnamelere uyumluluk konusunda bilgi veriyor. Bunları da dijitalleştirip otomasyon sağlıyor. Uyumluluk sağlamak derken, sadece mevcuda uyum sağlamaktan söz etmiyoruz. Devlet ve düzenleyici otoritelerle konuşup yeni otomatik bakım sisteminin içtihatlarla, yönetmeliklerle uyumlu olmasını sağladık. Gerekirse yeni düzenlemeler yapılmasına önayak olduk.
Trenitalia, SAP HANA® üzerinde öngörüye dayalı analitik çözümleriyle, sensörlerden ve akıllı varlıklardan elde edilen büyük miktarda gerçek-zamanlı veriyi işliyor. Makine öğrenimi ve iş sistemleriyle kapalı devre entegrasyon için öngörüye dayalı modeller oluşturularak hizmet ve bakım sistemlerinde düzeltici aksiyonlar hayata geçiriliyor ve böylece planlanmamış arızalar önlenebiliyor. Sistem, Trenitalia ekiplerinin motorlar, bataryalar ve frenler gibi ekipmanlardan alınan verileri yaşam süresi modelleriyle ve yıpranma ile diğer performans göstergeleriyle bağlantılandırmasını sağlıyor.
Trentialia ne kadar tasarruf etti?
1,5 milyar avroluk bakım masrafını yüzde 8 azalttı. Tam 120 milyon avro tasarruf etti ki bu parayla Türkiye’de en az 3 şehre metrobüs ihalesi yapılır. Tabii bu sadece ilk yıldaki en maliyetli parçalarda otomasyon yaparak elde ettiğimiz tasarruf. Süper hassas analizler yapan sistemimiz ileriki yıllarda daha yüksek tasarruf sağlayacak. Bunun asıl sebebi ise dijital dönüşümün şirket kültürünü de değiştirmesi.
Şirket kültürü nasıl değişir?
Trenitalia örneğinde bakım-onarımla ilgilenen teknik departman ikiye bölündü. Bir departman tümüyle bakım-onarım algoritmalarına odaklandı. Hangi algoritmalarının en yüksek tasarruf sağladığını görmek için bunları gerçek dünyada A/B testi yaparak birbiriyle yarıştırdı. Böylelikle algoritmalı düşünme ve dijital yerli olma şirket kültürünün bir parçası oldu. Kısacası dijital metodoloji analog metodolojinin yerini aldı.
Büyük veriyi hayata geçirip bundan para kazandılar
Buradan SAP’nin sürekli dijitale aktarılan kırk beş yıllık iş tecrübesi ve büyük veri havuzuna da geri dönüyoruz. Trenitalia’nın sadece 10 yıllık büyük verisi vardı. Trenitalia bu verileri kullanarak ve büyük veri mühendislerinden yararlanarak daha iyi bakım-onarım uygulamaları geliştirmeye başladı.
Biz SAP olarak büyük veri biliminin tarihini her şirkette yeniden yaşıyoruz: Bunlar veri madenciliği, analiz, sistematik analiz (analitik), veri bilimi-mühendisliği ve nihayet veri görselleştirmedir. Dijital dönüşüm şirket kültürünü dönüştürürken bütün bu aşamaların şirketin iş yapış kültürüne organizasyonel olarak uygulanmasından, yeni dijital kadroların istihdam edilerek mevcutların eğitim almasından söz ediyoruz.
Dijital dönüşüm bir sistemi alıp çalıştırmak, optimizasyon sağlamak, verimliliği artırmak, tasarruf etmek, gelirleri yükseltmek ve hatta inovasyon yapmak değil. İş ortaklarından personele kadar hem kurumların hem de başta yan sanayi ve düzenleyici otoriteler olmak üzere tüm paydaşların dönüşüm geçirmesi demek.
Trenitalia bu yüzden iş ortaklarını, alt yüklenicilerini yeniden yapılandırdı. Onlara dijital dönüşüm sistemleri verdi ve teknik servis bayilerinin şirket kültürünü de dönüştürdü. Senden artık bu kalitede parça istiyorum ve şu şekilde bakım yapmanı istiyorum dedi. Bu noktada bakım yapan elemanların iş performansı da sisteme entegre edildi. Kimlerin çalıştığı hatlarda üretimin düştüğü ve işlerin yavaşladığı veya daha çok bakım yapılması gerektiği ortaya çıktı.
Buenos Aires Akıllı Şehir Projesi
SAP’nin dijital dönüşüm çözümlerini sadece kurumlarda maliyet optimizasyonu sağlamak açısından görmek yanlış olur. Biz doğal afetlerde insan hayatını kurtarmaya, mal kaybını önlemeye ve çevreyi korumaya yönelik teknoloji çözümleri de sunuyoruz.
Örneğin, Buenos Aires şehrinde 2013 yılında yoğun yağış sonucu ciddi bir sel felaketi yaşandı ve yüzden fazla insan yaşamını yitirdi. Yapılan araştırmalar, şehrin yeterli drenaj kanalı ve kapasitesi olduğu halde bunların yağış esnasında akıntı ile birlikte gelen çöplerle tıkandığını ortaya çıkardı.
Bu tip felaketlerin önüne geçebilmek için bir proje başlatıldı ve SAP Hana platformu üstünde çalışan sahadaki durumsal farkındalığın yönetilebildiği kendi kendine öğrenen bir sistem hayata geçirildi. Bu sayede yaklaşık 30 bin kanala takılan, akıntının yönünü, hızını ve su seviyesini ölçen sensörlerden alınan anlık veriler alındı. Bunlar platform üstünde izlendi ve müdahale gerektiren kanallar anlık olarak tespit edilir hale geldi.
Bir yıl sonra, 100 yılın rekor yağışının kaydedildiği 2014 yılında, Buenos Aires, SAP sistemleri sayesinde yağışa erken müdahale ederek seli en hafif şekilde, can kaybı olmadan atlatmayı başardı. Ancak, kurumsal dijital dönüşümde sadece iş süreçlerini optimize etmek yeterli değil. İşin bir de müşteri tarafı var.
Dijital müşteriler
Burada kişisel müşteri deneyimi işin içine giriyor. Örneğin uçağa biniyorsunuz, herkes sıcaktan kazağını çıkarmış ama siz donuyorsunuz. Bunun nedeni sadece sizin koltuğunuzun üstündeki havalandırmanın düzgün çalışmaması. Uçak bileti aldığınız havayolu şirketi uluslararası ödüllere sahip olsa da kişisel rahatınızı sağlamadığı için ağzıyla kuş tutsa bile size yaranamaz ve siz Twitter’dan yakınarak o markanın imajını olumsuz etkileyebilirsiniz.
Demek ki dijital dönüşümün bir sonraki ayağı iç süreçlerde artan hizmet kalitesini deneyim kişiselleştirme ve kişisel pazarlama ile müşteriye taşımak. Her müşterinin tek tek memnun kalmasını sağlayıp müşteri deneyimini artırmak. Hatta müşteri deneyimini de müşterinin şikayetini veya dileklerini akıllı telefondan iletebileceği, aynı zamanda kolayca yetkili muhatap bulabileceği bir seviyeye getirmek.
Bazen bankalar bu sıkıntıyı yaşıyorlar. Müşteri hizmetleri müşteriye bir söz veriyor ama hukuk departmanı olmaz diyor. Böylece banka sözünü tutamıyor. Oysa hukuk ve müşteri hizmetleri çağrı merkezleri otomasyonu ile birbirine entegre edilse, sesli imza gibi teknolojiler en iyi dijital uygulamalarla birleştirilse müşteri memnuniyeti artacak.
Her zaman söylediğimiz gibi kullanıcı deneyimi ile müşteri deneyimi aynı şey değildir; ama her ikisi de müşteri yolculuğunda birleşir ve müşteri yolculuğunda tanımlanır. SAP’in geliştirdiği lokal sensör ağı bu bağlamda müşteriye en iyi yolculuğu sağlamak için gereken teknolojileri sunuyor. Uçak örneğinden devam edersek:
Aslında hava sıcaklığı kabinde ideal 21 derece. Sensör bunu görünce sizin havalandırma kanalınızla ilgilenmiyor tabii. Oysa kanaldaki kanatçıklardan biri bozulduğu için içeride sıcaklığı 21 derece olarak tutmak için gereken soğuk hava devamlı size üflüyor ve siz donuyorsunuz.
Havayolları bunu bilmez mi?
Yakın zamana kadar müşteriye kişisel deneyim sunacak akıllı sensörler satın almak zordu; çünkü bu sensörler çok pahalıydı. Dijital dönüşüm kırılma noktasının teknolojinin ucuzlaması olduğunu söylemiştim. SAP olarak biz uygun maliyetli esnek yazılım ve donanımlar sağlıyoruz.
Ne gibi?
Müşterinin akıllı telefonu ile kabin amirine benim havalandırmam bozuk diyebileceği bir geri bildirim sistemi gibi. Bu sayede havalandırmanın yanı sıra birisi koltuğu yırtmış veya kitap okuma lambası açılmıyor ya da yanımdaki yolcu beni rahatsız ediyor gibi bildirimlerde bulunmanız mümkün. Ancak, bunu dijital dönüşümde her yere bir sensör koyacağız şeklinde algılamayalım. Henüz akıllı toza ve sensör bulutlarına zaman var. Bugün bu yaklaşım maliyetleri çok artırır.
Ayrıca dijital dönüşümde akılcı davranmak zorundayız. Marifet her yere sensör koymak değil. Asıl marifet nereye sensör koyacağını bilmek ve en az sensörle en yüksek optimizasyonu elde etmek. Kısacası sensör teknolojisi asla biz insanların 5 duyusunun yerini almayacak. Ayrıca insanların duyguları ve psikolojik tepkileri var. Bir insanın stresli olup olmadığını kan basıncından anlayabilirsiniz; ama ne kadar sıkıntıda olduğunu veya haline aldırıp aldırmadığını sensörle anlayamazsınız.
Endüstri 4.0’da insan işin içinde olacak mı?
Evet. İçinde hiç insan olmayan yüzde 100 dijital fabrikalara yolumuz var. Sonuçta iş güvenliği gibi ciddi kararları insanlar vermeli. Üstelik herkes bir olayı aynı şekilde algılamıyor. Bunu da ofiste çok yaşarız. Sıcak olunca veya havasız kalınca klimayı açıyoruz ama bu kez de başkası üşüyor. Algoritmaları aşırı kişiselleştirmek ortak yaşam, ortak çalışma, üretim ve işbirliği alanlarında sorunlar doğurur. Özetle dijitalleşme bir denge durumu. Az sensör koyarsanız bilgileri kaçırırsınız. Çok sensör koyarsanız hem maliyet artar hem de aşırı veriden karar veremez hale gelirsiniz.
Bunu nasıl dengeliyorsunuz?
İhtiyacımız kadar sensör kullanarak. Yeri geliyor bir trene 6000 sensör yerleştiriliyor. Öte yandan nasıl ki bir kişinin yaşayıp yaşamadığını anlamak için nabzına bakmak yeterli ve bunun için kan tahliline gerek yok, trenler için de birkaç kritik sensör yeterli. Bunlar tüm bakım süreçleri için yeterli olmaz ama lokomotif aksının kırık olup olmadığını veya motorun çalışıp çalışmadığını gösterir. Sonuç olarak her sektörün çözmek istediği problem ve her sektörün ihtiyacı olan çözüm farklı. Örneğin e-ticaret için geliştirdiğimiz yazılım ve çoklu kanal çözümü Hybris’i Türkiye’de Koçtaş, Koton ve Mavi kullanıyor.
Tasarımla düşünme
SAP kapsamlı deneyimi ile bu çözümü başka firmalara zaten sağlamış oluyor ve en iyi uygulamalara dayanarak deneyimini diğer kurumlara da özelleştirerek aktarıyor. Bu bağlamda SAP design thinking yöntembiliminin kurucusu olan 4-5 şirketten biri.
Stanford bünyesinde oyunlaştırma ve oyun teorisi ile gerçek hayata yönelik genel teknoloji yöntemleri geliştiren IDEO’dan Kevin Kelly ile arkadaşlarının kuruluşuna öncülük ettiği Stanford Tasarım Enstitüsü’nün (D.school) kurucularından biri olarak tasarımcı düşünme yöntemini kendimizde de uyguluyoruz.
Design thinking yöntemi insanların fikirlerini çizerek anlatmasını, böylece yaratıcılığını geliştirip sektörde dijital dönüşüm için yenilikçi çözümler geliştirmesini sağlıyor. SAP firmalara sunduğu orijinal çözümleri bu yöntemle geliştirerek kırk beş yıllık tecrübesini iş dünyasına aktarıyor. Böylece dijital dönüşüm için 3-5-10-20 yıllık yol haritaları da çıkarabiliyoruz.
Önce kurumu en iyi şekilde güçlendirecek departmanlarda dijital dönüşüm başlatıyor ve en zayıf halkaları güçlendiriyoruz. Bütün bunları sektörler sayfamızda en iyi örneklerle açıklıyoruz. Bu noktada hem kurumsal firmalara hem de KOBİ’lere çözüm sunuyoruz. Örneğin, küçük bir şirketsinizdir ama operasyonunuz karmaşıktır. Bizim için büyük şirket, küçük şirket yok. Zor iş, kolay iş var.
Bizim amacımız dünyanın zor problemlerini çözebilmek. Kolay problemleri zaten 72’den bu yana çözüp portföyümüze katmış bulunuyoruz. Türkiye’de bulutta en büyük kurumsal oyuncu olmamız ve en fazla kurumsal bulut müşterisine hizmet veriyor olmamızın temel sebebi de bu. Tüm standart çözümlerimizi bulut üzerinden hizmet olarak sunuyoruz. Diğer çözümleri ise firmalarla oturup dersimize çalışarak özelleştiriyoruz.