Techinside Google News
Techinside Google News

Teknoloji bağları, büklüm büklüm yolları…

Geliştirmek, üretmek, pazarlamak ve satmak apayrı ve karmaşık süreçler. Hepsine birden göz dikmekse en tatlı ve imkansız plan.

Teknoloji ve kapsadığı hemen her şey çocukluğumdan beri değişmeyen tutkum. Ve ne mutlu ki mesleğim gereği son 20 yılımı bu sektörü inceleyip takip ederek geçirdim. Pek çok değişim ve dönüşüme şahit olduğum bu süre boyunca gündemden ve dillerden hiç düşmeyen iki klişe hala geçerliliğini koruyor:

  • Türkiye teknolojiyi üretemiyor. Teknolojiyle ilişkimiz tüketmekten ibaret.
  • Teknoloji harcamalarında donanımdan yazılıma / hizmete doğru bir geçiş gerekiyor.

Bu beklentilerin anıldığı her ortamda topraktan fırlayan ninja misali geliveren ‘her ülke kendi teknolojisini nasıl üretsin?’, ‘mevcut çözümleri kullanarak katma değerli hizmetlere yönelmek daha mantıklı’ türünden tartışmalara girmiyorum bile.

- Advertisement -

Evet, her ülkenin kendi teknolojisini üretmesi mümkün değil. Dahası uçtan uca bir ülkeyle özdeşleştirebileceğimiz bir ürün / hizmet / cihaz da kalmadı gibi. Popüler bir örnek olarak çoğu parçası Japonya, Güney Kore, Çin gibi ülkelerden toparlanıp Çin’de imal edilen iPhone herkesin gözünde bir Amerikan ürünü. San Fransisco’da tasarlandığı için mi dersiniz? Hiç sanmıyorum.

Gizemli bir maharetle zihnimize yerleşen bu klişelerin mağduruyuz. Öyle ki iPhone gibi iğneden otomobile nice arzu nesnesini üreten Çin dahi ‘çakma’ ya da ‘kalitesiz’ malların anavatanı algısından kurtulamıyor. Kalitenin beklentilerimize biçtiğimiz bedele paralel şekillendiğini kolayca unutuveriyoruz.

Demek ki bir ürünü geliştirmek, üretmek ve pazarlayıp satmak kendi içinde dahi son derece karmaşık ilişkilere sahip. Birbirleri arasındaki farksa tahminlerin ötesinde. Ses getiren her yeni teknolojik ürünü parçalarına ayırıp maliyetini çıkaran ifixit benzeri sitelerin ulaştığı sonuçlara bakınca (o meşhur tabirle) insan gerçekten hayret ediyor. Meseleyi sadece parçaları bir araya getirmeyi sananlar için tatlı bir tuzak.

Bu ‘üretici ülke / tüketici ülke’ tartışmalarında eli vicdana yerleştirebilmek için yakın geçmişine, teknoloji sektörünün durumuna ve ülke şartlarına bakarak bazı noktaları hatırlamakta fayda var:

  • Türkiye’de teknoloji geliştirmeyi dünyadaki lider ülkelerle rekabetçi kılabilmek mevcut yapıda mümkün değil. Pek çok meselenin içinde duymaktan bıkmış olabilirsiniz ama ‘ekosistem’ denen o sihirli ortam oluşmadıkça bu topraklarda birilerinin bir şeyler geliştirmesi ancak kişisel hırs, inat, sermaye ve sabrıyla mümkün.
  • Devletin sunduğu teşvikler 1960’lı yılların mantığını taşıyor. Bizdeki mevcut muafiyet ve teşvik adı altındaki devlet destekleri hala internet öncesi devirde (1960’larda) şirket ve çalışanların fiziki bir ortamda bir arada olmasını gerektiren çağın mantığını taşıyor. Bir alan belirlenecek, buraya teknoloji geliştirme bölgesi imtiyazı tanınacak ve insanlar fiziken o binalara toplanacak. Bunun karşılığında işveren vergi yükümlülüklerinde indirime tabi olacak. Peki evinde bir uygulama, oyun ya da benzeri bir hizmet geliştirecek kişinin bu denklemdeki yeri nedir? Ya da teknolojinin geliştirmek için fahiş fiyatlı teknoparklara mahkum olmanın mantığı?
  • Türkiye’deki teknoloji geliştirme bölgesi stratejisi uygulama tarzıyla üniversiteleri fahiş fiyatlarla emlakçılık hizmeti sunmaktan öteye götürebilmiş değil. O desteğe en çok ihtiyaç duyan genç girişimciler daha yolun başında oyun dışında kalmak zorunda. Pek çok büyük ölçekli firma hiçbir şey geliştirmeden personelinin büyük bölümünü bu alanlara taşıyarak karını şişiriyor sadece.
  • Teknoloji geliştirmeye aday girişimciler tanıtım eksikliği yüzünden kamunun artarak süren teknoloji  teşvik ve hibe programlarının çoğundan haberdar bile değil. Oysa devlet neredeyse kapıyı çalan herkese para saçıyor (abartı payımın ‘biraz’ olduğunu iddia ediyorum). Üniversite, vakıf ve özel grupların emsalleri de cabası.
  • Ne var ki desteklerin çoğu girişimcinin yapacağına değil yaptığına arka çıkmayı yeğliyor. Dolayısıyla fikir sahibinin şansı tutabileceği nefesle orantılı.
  • Kamu ve özel sektörün himayesindeki bütün bu cansuyu projelerinin bir çatı kurum ya da oluşum tarafından duyurulması, anlaşılır bir şekla sokulması ve yol-yordam gösterilmesi gerekiyor (girişimci adam uğraşır, bulur, yapar demeyin. Silikon Vadisi’ndeki risk sermayedarlarının anılarını okursanız orada dahi girişimcilerin çoğunun bu konularda ne denli beceriksiz olduğunu görürsünüz. Girişimcinin öncelikli işi teşvik taramak, şartname çözmek, başvuru danışmanları ayartmak değil; hayalini hayata geçirmek).
  • Türkiye’nin bilişim sektörü ağırlıklı olarak yabancı yazılım, donanım ve hizmetlerin pazarlaması üstüne kurulu. Bu dev sistemin cirosunu, istihdamını ikame etmek kısa vadede mümkün değil (üstelik bu yapı alanın da satanın da işine geliyor).
  • Birçok ışıltılı başarı öyküsüne sahip (ve bu yüzden gölgesindeki dev hüsranları gizleyebilen) internet sektörünün girişimcilerinin çoğunun hedefi tam zamanlı bir işte çalışmadan kısa yoldan para kazanmak. Oysa bugünün internetinde şartlar her zamankinden daha eşitsiz, zorlu ve yüksek çıtalı.
  • İnternet girişimcilerini destekleme (yani parlak fikirlere para yatırıp pay kapma) hevesiyle oluşan sermaye grupları tercihlerini neredeyse sadece e-ticaret sitelerinden yana yapınca Türk interneti mantar gibi açılan (ve aynı hızla kapanan) satış siteleriyle doldu. Ayakta kalabilen bir avuç örnek ise ilgiyi diri tutabilmek için varını yoğunu reklama yatırıyor. Kumarda kazanan hep masa; e-ticarette ise Google ve Facebook.
  • Lafı geçmişken varlık modelini reklam gelirine bağlamış binlerce siteden esirgenen bütçelerin Google, Facebook, Twitter, LinkedIN, Foursquare gibi mecralara kolayca akıvermesi de ayrı bir bindiği dalı kesme öyküsü.
  • Bütün bunlar yeterli gelmediyse unutmamamız gereken bir diğer gerçek de ‘Türk kullanıcısı’. Türk malını sevmez, tercih etmez, çok mecbur değilse kullanmaz. Acı ama gerçek. Garip geldiyse kendi hafızanızı yoklayın derim.

Maddeleri böyle uzatmak mümkün ama bu dozdan ötesi can yakmaz sanırım.

Devleti, üreticisi, tüketicisi, girişimcisi, yatırımcısıyla herkesin bu durumu oluşturan her bileşen için daha faydalı bir modeli nasıl kurgulayabileceğini düşünmesi gerekiyor. Her gün bir kayıp; ama aynı zamanda ilk adım için en iyi zaman.

Bu denklemde TechInside’a bir rol ya da vazife düşer mi bilmiyorum. Ama yardım taleplerinin karşılıksız kalmayacağına eminim.

Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Görüşlerinizi yorumlarda paylaşın!

SON VİDEO

TÜMÜ

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlginizi çekebilir