Samsung, 5.000 nit parlaklık sunan OLED panelini tanıttı!

0

Samsung, MWC 2025 fuarında tanıttığı yeni OLED paneli ile dikkatleri üzerine çekti. Bu panel, 5.000 nit gibi yüksek bir tepe parlaklık seviyesine ulaşabiliyor. Bu, özellikle dış mekanlarda ekranın okunabilirliğini önemli ölçüde artıran bir özellik. Ancak, bu yeni panelin sadece parlaklığı değil, aynı zamanda enerji verimliliği de önemli bir gelişim gösteriyor. Samsung, bu panelde geleneksel OLED ekranlarda kullanılan polarizörü kaldırarak, hem parlaklığı artırmayı hem de enerji verimliliğini iyileştirmeyi başarmış. Polarizörler, geleneksel OLED panellerde ekranın parlaklık seviyesini %50 oranında düşürüyordu, ancak yeni On-Cell Film (OCF) teknolojisi sayesinde bu engel ortadan kalktı.

Samsung, 5.000 nit parlaklık sunan OLED panelini duyurdu

Yeni OCF II paneli, ekran alanının %10’unda 5.000 nit parlaklık sunabiliyor. Önceki nesil panellerde bu parlaklık seviyesine sadece ekran alanının %1 ila %5’lik kısmında ulaşılabiliyordu.

Ancak bu yenilik sadece parlaklıkla sınırlı değil. Samsung, yeni panelin önceki nesillere kıyasla 1,5 kat daha yüksek verimlilikle çalıştığını belirtiyor. Bu sayede aynı parlaklık seviyesini yalnızca %63 güç tüketimiyle korumak mümkün oluyor. Sonuç olarak, kullanıcılar daha uzun pil ömrü, daha az ısı üretimi ve daha uzun ekran ömrü gibi avantajlar elde edebilecek.

Polarizörün kaldırılması ayrıca, Samsung’un OLED panellerini geleneksel tasarımlara göre %20 daha ince hale getirmesini sağladı. Bu teknoloji, ilk kez Galaxy Z Fold 3’te tanıtıldı ve artık akıllı telefonlardan katlanabilir dizüstü bilgisayarlara kadar daha ince ve uzun pil ömrü sunan cihazlarda kullanılacak. Samsung, bu yeni OLED panel teknolojisinin, gelecekteki akıllı telefonlarda ve diğer mobil cihazlarda daha verimli ve dayanıklı ekranlara yol açacağını belirtiyor.

Xiaomi, telefona bağlanabilen modüler lensini tanıttı!

0

Xiaomi, MWC 2025 fuarında, telefonlara manyetik olarak bağlanan modüler 35 mm lensini ve bu lensle uyumlu özel bir Xiaomi 15 versiyonunu tanıttı. Bu yenilikçi sistem, DSLR seviyesinde fotoğraf kalitesini akıllı telefonlara entegre ederek, mobil fotoğrafçılığa yeni bir soluk getiriyor. Modüler optik sistem, kullanıcıların lensi telefonlarına manyetik olarak takmasını sağlıyor. Geleneksel lens sistemlerinden farklı olarak, Xiaomi’nin tasarımı doğrudan telefonun donanımıyla entegre oluyor, bu sayede sorunsuz bir kullanıcı deneyimi sunuluyor.

Xiaomi, telefona bağlanan modüler lensini görücüye çıkardı

Sistem, Xiaomi’nin tescilli LaserLink teknolojisini kullanarak yüksek çözünürlüklü görüntüler çekerken anında veri aktarımı sağlıyor ve gecikmeyi ortadan kaldırıyor. Modüler lens, standart akıllı telefon sensörlerine kıyasla çok daha büyük olan 100 MP Micro Four Thirds (M4/3) sensörüne sahip.

Bu sensör, geniş dinamik aralık ve yüksek görüntü kalitesi sunarken, tamamen asferik camdan yapılmış 35 mm’lik lensle birlikte geliyor. Lens, düşük ışık koşullarında mükemmel performans gösteriyor ve hassas alan derinliği kontrolü sağlıyor. Ayrıca, yerleşik otomatik odaklama motoru ve manuel odak halkası, kullanıcıların odaklamayı daha rahat yapmalarını mümkün kılıyor.

Apple’ın MagSafe sistemine benzeyen bu manyetik lens, Xiaomi 15’in arkasına kolayca takılabiliyor. Bağlantı sonrası kullanıcılar, kamera uygulamasında standart ve modüler kamera modları arasında geçiş yapabiliyorlar. Profesyonel fotoğrafçılar için önemli bir özellik olan RAW görüntü yakalama desteği, sistemin post-prodüksiyon esnekliği sunmasını sağlıyor. Xiaomi, etkinlikte ayrıca DSLR tarzı kontroller sunan Xiaomi 15 Ultra Photography Kit Legend Edition’ı tanıttı. Bu kit, çıkarılabilir bir deklanşör düğmesi, pozlama, ISO ve beyaz dengesi için ayar düğmeleri, bir zoom kolu ve uzun süreli kullanım için 2.000 mAh batarya gibi özellikler sunuyor. Kit, 199 euro fiyatla satışa sunuldu.

Elon Musk, ABD’nin NATO ve Birleşmiş Milletler’den çıkmasını istedi!

0

Elon Musk, ABD’nin dış politikasına ilişkin önemli ve tartışma yaratacak bir açıklamada bulunarak, ülkesinin NATO ve Birleşmiş Milletler’den ayrılması gerektiğini savundu. Bu açıklama, Musk’ın Donald Trump yönetimindeki önemli rolüyle birlikte şekillenen bir bakış açısının yansıması olarak dikkat çekiyor. Musk, ABD’deki hükümet harcamalarını denetlemek için kurulan DOGE (Hükümet Verimliliği Bakanlığı) başkanı olarak göreve başladıktan sonra, ülkesinin yararına olmayan dış harcamaların kesilmesi gerektiğini sürekli olarak dile getiriyor. Özellikle Ukrayna’ya yapılan yardımların, İsrail dışında, önemli ölçüde azaltılması gerektiğini savunmuştu. Ancak son açıklamaları, bu tutumunu çok daha geniş bir kapsamda, ABD’nin uluslararası kuruluşlardan çekilmesine kadar taşıyor.

Elon Musk, ABD’nin NATO ve Birleşmiş Milletler’den çıkmasını istiyor

Musk’ın bu görüşü, Trump destekçisi bir politik analist olan Gunther Eagleman’ın, “NATO’dan ve Birleşmiş Milletler’den ayrılmanın vakti geldi” şeklindeki bir tweet’ini alıntılayarak desteklemesiyle geniş bir yankı uyandırdı. Musk, bu öneriye “Katılıyorum” diyerek, NATO ve Birleşmiş Milletler ile olan ilişkinin sona erdirilmesi gerektiği konusunda fikir birliği oluşturdu. Sonrasında Musk, aynı görüşü paylaşan Senatör Thomas Massie’nin tweet’ini de alıntılayarak, NATO’nun bir “Soğuk Savaş kalıntısı” olarak tarihe karışması gerektiğini belirtti. Bu paylaşımlar, Musk’ın bu konuda giderek daha kararlı bir duruş sergilediğini gösteriyor.

Elon Musk’ın ABD’nin NATO ve Birleşmiş Milletler’den ayrılması gerektiği fikri, özellikle Avrupa ülkelerinde büyük bir endişe yaratmış durumda. Avrupa’nın son yıllarda, özellikle askeri alanlarda, ABD’ye büyük bir bağımlılık geliştirmesi, Musk’ın önerisinin hayata geçirilmesi durumunda büyük bir kriz yaratma potansiyeli taşıyor. Avrupa, ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında NATO aracılığıyla savunma güvencesi sağlarken, bu yapının çökmesi, kıta genelinde önemli bir belirsizlik ve istikrarsızlık yaratabilir. ABD’nin NATO’dan çıkması, sadece askeri anlamda değil, aynı zamanda ekonomik ve politik anlamda da derin etkiler yaratabilir. Avrupa ülkeleri, böyle bir değişimin ardından güvenlik açıkları ve ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalabilir.

Musk’ın ve Trump’ın bu görüşlerini savunmaları, bazı analistler tarafından Avrupa’yı hizaya getirme amacı taşıyan bir strateji olarak yorumlanıyor. Avrupa, ABD’nin güvenlik yardımlarına oldukça bağımlı olduğundan, Musk ve Trump’ın bu tehditlerini kullanarak Avrupa’yı daha fazla stratejik ödün vermeye zorlamak istedikleri düşünülüyor. Ancak Trump’ın bilinen öngörülemez politikaları, bu açıklamaların ciddi bir tehditten öte bir taktik olabileceğini düşündürüyor. ABD’nin NATO’dan çıkması gibi radikal bir kararın, küresel güvenlik dengeleri üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurabileceği gerçeği de, bu düşüncenin sadece bir tehdit olmaktan daha fazla olduğunu gösteriyor.

Elbette, bu meselenin gelişimi ve ne yönde evrileceği zamanla daha net bir şekilde anlaşılacak. Musk’ın açıklamaları, ABD’nin dış politikasında büyük bir değişim isteğini ortaya koyarken, bu değişimin küresel çapta nasıl yankı bulacağı ve Avrupa’nın bu duruma nasıl tepki vereceği, önümüzdeki dönemde dikkatle izlenecek.

Türk Telekom ve Ericsson, 6G alanında işbirliğine gidiyor!

0

Türk Telekom ve Ericsson, 2025 GSMA Mobil Dünya Kongresi’nde önemli bir iş birliği anlaşmasına imza attı. Bu anlaşma, 6G teknolojisine yönelik ortak bir proje yürütmek için atılan ilk adım olarak dikkat çekiyor. Türk Telekom, Türkiye’deki 5.5G teknolojisinin kullanıma sunulmasına hazırlanırken, bu iş birliği ile 6G teknolojilerinin geliştirilmesinde de önemli bir rol oynamayı hedefliyor.

Türk Telekom ve Ericsson, 6G alanında işbirliği yapacak

Anlaşma kapsamında, Türk Telekom’un 6G Ar-Ge ve İnovasyon Laboratuvarları ile Ericsson Araştırma Türkiye arasında stratejik bir ortaklık kurulacak. Bu ortaklık, Avrupa’daki sanayi ve araştırma kuruluşlarıyla birlikte, dünya pazarlarındaki rekabet gücünü artıracak ileri teknolojilerin araştırılmasını ve yeni ürünler ile hizmetlerin geliştirilmesini teşvik etmeyi amaçlıyor. Ayrıca, iki şirket, Avrupa’daki uluslararası EUREKA – CELTIC-NEXT platformunun onayladığı ve 6G ile güvenli ulaşım odaklı bir proje olan ‘SafeRoute-6G’ projesine de paydaş olarak katılacak.

Türk Telekom ve Ericsson, 6G alanında işbirliği yapacak

Türk Telekom CEO’su Ümit Önal, imza törenindeki konuşmasında, Türkiye’nin akıllı şehircilik, akıllı tarım ve nesnelerin interneti gibi alanlarda yaptığı çalışmalarla, ülkesini geleceğe taşımayı amaçladıklarını belirtti. Ayrıca, Ericsson ile birlikte yürütülecek inovatif projelerle 6G’nin güvenli ulaşım alanında kullanılmasına katkı sağlayacaklarını vurguladı. Ericsson Kuzey Orta Doğu ve Afrika Başkanı Kevin Murphy ise, şirketlerinin küresel uzmanlıklarını Türk Telekom’un yenilikçi vizyonuyla birleştirerek, güvenli ulaşımın yeni sınırlarını keşfedeceklerini ve gelecekteki bağlantı çözümlerine öncülük edeceklerini ifade etti.

Bu iş birliği, 6G teknolojisinin gelecekteki gelişimi için önemli bir adım olarak öne çıkarken, Türk Telekom ve Ericsson’un birlikte yapacağı çalışmalar, her iki şirketin de küresel teknoloji trendlerine yön verme konusundaki kararlılığını pekiştiriyor.

Maserati MC20 Coupe, otonom sürüş hızında rekor kırdı!

Maserati MC20 Coupe, sürücüsüz olarak 318 km/s hıza ulaşarak otonom araçlar için tarihi bir hız rekoru kırdı. Bu olağanüstü başarı, geçtiğimiz hafta Kennedy Uzay Merkezi’nde düzenlenen bir otomotiv etkinliğinde elde edildi. Etkinlik, otonom sürüş teknolojilerinin sınırlarını zorlamak ve bu alandaki yeni gelişmeleri sergilemek amacıyla önemli bir platform sağladı.

Maserati MC20 Coupe, otonom sürüş hızında rekor elde etti

Maserati’nin sürücüsüz araç versiyonu, bu yüksek hıza ulaşmak için İtalya’nın prestijli teknik üniversitelerinden Politecnico di Milano tarafından geliştirilen otonom sürüş yazılımını kullanarak yol aldı. Ayrıca, bu sistemin doğruluğunu ve güvenliğini daha da artırabilmek için ekip, CES 2025’te Las Vegas Motor Speedway’de gerçekleştirilen Indy Autonomous Challenge gibi büyük organizasyonlarla da işbirliği yaptı.

Önceki rekor, 2022 yılının Nisan ayında Indy Autonomous Challenge ve PoliMOVE tarafından kullanılan IAC AV-21 adlı yarış aracına aitti ve bu araç 309 km/s hıza ulaşmıştı. Ancak Maserati MC20’nin kırdığı 318 km/s’lik yeni rekor, otonom araçların hız sınırlarını bir kez daha yukarı çekerek, teknolojiye olan güveni pekiştiren bir adım oldu. Bu rekor sadece hız açısından değil, aynı zamanda otonom sürüş algoritmalarının güvenilirliğini test etmek adına da kritik bir başarıydı. Elde edilen veriler, otonom araçların güvenliğini artırmak ve bu araçların daha etkin şekilde yollarda kullanılabilmesini sağlamak için önemli bir kaynak teşkil edecek.

Maserati MC20, güçlü Nettuno motoruyla dikkat çekiyor. Araç, 3.0 litrelik çift turbolu V6 motoru sayesinde 621 beygir gücü üretiyor ve bu motor 8 ileri çift kavramalı şanzımanla birleşerek müthiş bir performans sunuyor. MC20, sadece sürüş deneyimiyle değil, aynı zamanda şıklığıyla da göz dolduruyor. Aracın fiyatı ise 293 bin dolar olarak belirlenmiş, bu da onu oldukça lüks bir seçenek haline getiriyor. Bu rekor denemesi, Maserati’nin ve genel olarak otonom araç teknolojisinin gelişiminde önemli bir kilometre taşı olma niteliği taşıyor. Elde edilen sonuçlar, sadece otomotiv endüstrisinde değil, gelecekteki sürücüsüz araç teknolojileri için de büyük bir adım olarak değerlendiriliyor.

Lenovo, katlanabilir ekranlı konsept bilgisayarını tanıttı!

0

Lenovo’nun Mobil Dünya Kongresi 2025’te tanıttığı ThinkBook Flip konsept dizüstü bilgisayarı oldukça dikkat çekici. Şirket, iş odaklı dizüstü bilgisayarlarında ekran teknolojilerini sürekli olarak yeniliklerle entegre etmeye devam ederken, Flip modeliyle dikey ekran kullanımına bambaşka bir boyut kazandırıyor. Bu cihazın en öne çıkan özelliklerinden biri, esnek OLED ekranı sayesinde farklı kullanım modları sunabilmesi. Cihaz, geleneksel 13.1 inç boyutunda bir dizüstü olarak kullanılabileceği gibi, tamamen katlandığında 12.9 inçlik bir tablete dönüşüyor. Ayrıca ekran dikey konumda kullanıldığında ise 18.1 inç boyutunda büyük bir ekran sunuyor. Lenovo, ThinkBook Plus Gen 6 modelindeki OLED paneli tercih etmiş ve Flip’te bu panel cihazın ana ekranına entegre şekilde geriye katlanabiliyor. Bu tasarım, mekanik motorlardan kaçınılarak maliyetlerin düşürülmesini sağlıyor ve ekranın kullanılmayan bölümleri içeride kalarak tasarruf sağlıyor.

Lenovo, katlanabilir ekranlı konsept bilgisayarını görücüye çıkardı

ThinkBook Flip’in bir diğer ilginç yönü ise ekranın arka yüzünün de aktif olarak kullanılabilmesi. Bu sayede, örneğin bir sunumda ekranın arka kısmı ikinci bir ekran gibi kullanılabiliyor ve harici bir monitör ya da projektör ihtiyacı olmadan içerik paylaşılabiliyor. Cihazın ekranı tamamen açıldığında ise 18.1 inç boyutunda, 2000 x 2664 piksel çözünürlüğünde bir OLED panel kullanıcıya sunuluyor. Bu dikey ekran, özellikle kodlama yapmak, uzun belgeleri incelemek veya web sayfalarında gezinmek için oldukça kullanışlı.

Lenovo, Flip modelinde geleneksel touchpad’in yerine Smart ForcePad dokunmatik alanını yerleştirmiş. Bu yenilikçi trackpad, üç farklı dokunmatik katman sunarak kullanıcıların bu alanı sayısal tuş takımı, ekran görüntüsü alma veya mikrofonu kapatma gibi işlevlere yönlendirmelerine olanak tanıyor. Şirket, başlangıçta touchpad’in yerine tamamen bir akıllı telefon ekranı yerleştirmeyi düşünmüş olsa da, maliyetleri artıracağı için daha uygun bir çözüm olarak Smart ForcePad’ı geliştirmiş.

Donanım açısından ise Lenovo, ThinkBook Flip’in güçlü bileşenlerle donatılmasını planlıyor. Cihaz, Intel Ultra 7 işlemci, 32GB LPDDR5X RAM, PCIe SSD depolama, Thunderbolt 4 bağlantı noktaları ve parmak izi okuyucu gibi özelliklerle gelebilir. Şu anda yalnızca bir konsept olsa da, ThinkBook Flip, potansiyel bir ürün haline gelmek için gereken her şeye sahip gibi görünüyor.

Kayseri’ye savunma sanayisi için 1,6 milyar dolar yatırım yapılacak!

Kayseri, uzay ve savunma sanayisinde Türkiye’nin en önemli merkezlerinden biri olma yolunda büyük bir yatırım alıyor. Yaklaşık 1,6 milyar dolarlık bütçeyle kurulacak olan Uzay, Havacılık ve Savunma İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (OSB), yüksek teknolojili üretimi artırarak savunma sanayisinde yerlilik oranını yükseltmeyi hedefliyor. Kayseri Sanayi Odası Başkanı Mehmet Büyüksimitci, projenin 3 milyon 400 bin metrekarelik bir alan üzerine inşa edileceğini ve şehrin savunma sanayiindeki rolünü güçlendireceğini belirtti. Savunma Sanayi Başkanı Prof. Dr. Haluk Görgün ise Kayseri’deki sektörün büyümesine dikkat çekerek, 2019 yılında 34 firmanın 22,5 milyon dolar ciro elde ettiğini, 2024 yılı itibarıyla ise 55 firmanın bu rakamı 72 milyon dolara çıkardığını ifade etti.

Kayseri’ye savunma sanayisi için 1,6 milyar dolar yatırım yapılıyor

Kayseri’nin savunma sanayisindeki geçmişi, 1926 yılında kurulan TOMTAŞ Uçak Fabrikası’na kadar uzanıyor. Şehir, yıllar içinde havacılık ve savunma alanındaki birikimini geliştirerek A400M nakliye uçaklarının bakımı, tank modernizasyonu ve yerli pil üretimi gibi kritik projelere ev sahipliği yaptı. Bugün 2’nci Hava Bakım Fabrika Müdürlüğü ve 2’nci Ana Bakım Fabrika Müdürlüğü gibi önemli tesisler, Kayseri’yi savunma sanayii açısından stratejik bir konuma taşıyor.

Kayseri’ye savunma sanayisi için 1,6 milyar dolar yatırım yapılıyor.

Şehirde faaliyet gösteren ASPİLSAN Enerji, KİM Teknoloji ve TOMTAŞ Havacılık, sektörün öne çıkan kuruluşları arasında yer alıyor. ASPİLSAN Enerji, 1984 yılında Kayserili iş insanlarının katkılarıyla kurulmuş ve Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’na devredilmiş olup, bugün Türkiye’nin ilk yerli ve milli pil üreticisi konumunda bulunuyor. Kayseri Sanayi Odası ve Kayseri Ticaret Odası’nın öncülüğünde hayata geçirilen KİM Teknoloji, ileri malzeme teknolojileri alanında çalışmalar yürütüyor. Yeniden canlandırılan TOMTAŞ Havacılık ise, Kayseri’yi havacılık üretiminde güçlü bir merkez haline getirme yolunda önemli bir örnek teşkil ediyor.

Savunma Sanayi Başkanı Görgün, Kayseri’nin sektörde daha fazla sorumluluk üstlenebileceğini vurgulayarak, devletin destek ve teşvik programlarının yakından takip edilmesinin önemine dikkat çekti. Kayseri’nin savunma sanayindeki rolünü daha da güçlendirecek bu yatırım, Türkiye’nin milli teknoloji hamlesine büyük katkı sağlamaya hazırlanıyor.

Blue Ghost resmen Ay’a indi! İşte tarihi fotoğraf

Firefly Aerospace’in geliştirdiği Blue Ghost, Ay yüzeyine başarılı bir şekilde iniş yaptı ve bu tarihi an, ticari uzay araştırmalarında önemli bir kilometre taşı olarak kaydedildi. 2 Mart 2025’te gerçekleşen iniş, Blue Ghost’un Ay’daki Mare Crisium (Kriz Denizi) bölgesine yüksek hassasiyetle konumlanarak güvenli bir iniş yapmasını sağladı. İniş sırasında, aracı yönlendiren gelişmiş tehlike önleme sistemi, yüzeydeki büyük kayalardan kaçınarak başarıyla yüzeye oturdu. Bu, Blue Ghost’un Ay yüzeyine iniş yapan ikinci özel uzay aracı olduğu anlamına geliyor.

Blue Ghost resmen Ay’a iniş yaptı

Blue Ghost, iniş yaptıktan sonra, Dünya’yı gösteren ilk görüntüleri gönderdi ve bu fotoğraf, “Hepimiz bu resmin içindeyiz” şeklinde yorumlandı. Görseller, aracın S-band anteni tarafından iletilirken, X-band anteni de başarıyla kullanıma alındı, bu da daha yüksek çözünürlüklü görüntülerin hızlıca Dünya’ya iletilmesini sağladı. Ayrıca, Blue Ghost, Ay yüzeyinde 14 Dünya günü sürecek bilimsel çalışmalarına başladı. Bu süreçte, Ay’daki gündüz periyodunda (yaklaşık 14 Dünya günü) güneş ışığının olduğu süre zarfında önemli veriler toplanacak. Araç, Ay’daki radyasyon, regolit (Ay toprağı) ve güneş rüzgarı gibi kritik verileri inceleyecek.

Misyonun en heyecan verici anlarından biri 14 Mart’ta gerçekleşecek; Blue Ghost, Ay’dan Dünya’ya bakarak bir tam Güneş tutulmasını kaydedecek. Aynı dönemde, Dünya’dan bakıldığında ise Ay, kızıl bir renge bürünecek. Ayrıca 16 Mart’ta Ay’daki gün batımı kaydedilecek ve Ay tozlarının güneş aktivitesine bağlı olarak yükselmesi incelenecek. Bu fenomen, Apollo 17 misyonu sırasında gözlemlenmişti ve hala bilim insanları için büyük bir gizem teşkil ediyor.

Blue Ghost’un yolculuğu, inişle sınırlı kalmadı; 45 günlük seyahati sırasında yaklaşık 4,5 milyon kilometre yol kat etti, 27 GB veri aktardı ve Van Allen Kuşakları’ndan geçerken önemli radyasyon ölçümleri yaptı. Şimdi, Firefly Aerospace, yüzey operasyonlarını tamamlayarak ticari Ay görevleri için değerli veriler toplama sürecine odaklanacak.

XB-1 prototip uçağı ses bariyerini aştı!

NASA, Boom Supersonic’in XB-1 prototip uçağının ses bariyerini aştığına dair fotoğrafik kanıt sağlayan yeni bir görüntü yayınladı. İkinci süpersonik uçuşta çekilen görüntüde, olayı kaydetmek için özel bir görüntüleme tekniği kullanıldı. Birçok teknolojik başarının can sıkıcı bir yönü, bunun gerçekleştiğine dair başka birinin sözüne güvenmek zorunda olmanızdır.

XB-1 prototip uçağı için ses bariyeri görüntüsü nasıl alındı?

Sir Edmund Hillary ve Tensing Norgay 1953’te Everest Dağı’nın zirvesine ulaştılar mı? Ulaştıklarını söylediler. Jacques Piccard 1960’ta gerçekten Mariana Çukuru’nun dibini ziyaret etti mi? Bize öyle söylendi. Neil Armstrong ve Buzz Aldrin 1969’da Ay’a ayak bastılar mı?

Bu, bunların hiçbirinin gerçekleşmediği anlamına gelmez. Yine de, sadece telemetri verisi makaraları yerine bir şeyin çekildiğine dair doğrudan kanıta sahip olmak güzel. Boom’un ilk ticari süpersonik uçuşları gerçekleştirmesi durumunda, şirket NASA ile işbirliği yaparak Schlieren optiği adı verilen bir teknik kullanarak uçağın Mach 1’i geçmesinin görüntülerini yakaladı.

İlk olarak 1864’te icat edilen bu tekniğin örneklerini okul bilim ders kitaplarında uçuş halindeki mermileri veya mum alevinden yükselen havadaki türbülansı göstermek için görmüş olabilirsiniz. Ancak bu, zilin çalmasını bekleyen sıkılmış öğrencileri eğlendirmek için havalı resimler yapmanın bir yolundan daha fazlasıdır. Ayrıca bilim insanlarına ve mühendislere değerli bilgiler sağlar.

Schlieren görüntüleri elde etmenin birçok yolu vardır, ancak temelleri bir görüntüyü aydınlatmak için özel ışıklar, mercekler, optik bıçak uçları ve diğer ıvır zıvırlar kullanmak ve bu görüntüyü bir ekrana veya bir kamera merceğine yansıtarak çok kararlı bir görüntü oluşturmaktır.

Hepsi çok dramatik ve harika bir bilim belgeseli görüntüsü oluşturuyor. Ancak yakın zamana kadar, doruk noktasına ulaşan ışık huzmesi ve gerekli arka plan gibi şeyleri yaratmak için gereken karmaşık kurulum nedeniyle laboratuvar tezgahıyla sınırlıydı.

Daha sonra 2000 yılı civarında DLR Göttingen, özel aydınlatmaya veya karmaşık optik tezgah kurulumlarına ihtiyaç duymadan Schlieren görüntüleri üretmek için doğal dokulu bir arka plan ve dijital görüntüleme kullanan Arka Plan Yönelimli Schlieren (BOS) adı verilen bir varyant geliştirdi.

Melek yatırım platformu Angel Effect, Netsafe tarafından satın alındı!

0

Türkiye’nin önde gelen girişim sermayesi şirketlerinden ICU Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı’na bağlı NetSafe Teknolojik Yatırımlar AŞ, melek yatırım platformu Angel Effect’i satın almak için anlaşma sağladı. Bu anlaşmanın, şimdiden sektörde oldukça ses getirmesi bekleniyor.

Melek yatırım platformu Angel Effect, Netsafe tarafından satın alınıyor

Bu anlaşmanın değeri 3 milyon dolar civarında ve anlaşmanın Mart ayında tamamlanması bekleniyor. NetSafe, Angel Effect’in hisselerini kısmi nakit ve hisse senedi karşılığında satın alacak.

Melek yatırım platformu Angel Effect, Netsafe tarafından satın alınıyor.
Melek yatırım platformu Angel Effect, Netsafe tarafından resmen satın alınıyor.

Bu satın alma, Türkiye’de kurulmuş bir şirketin tüm dünyada yatırım yapan bir melek yatırım platformunu ilk defa satın alması açısından dikkat çekici. Angel Effect, Türkiye’nin önde gelen işadamları tarafından kurulmuş ve hali hazırda 19 start-up aşamasındaki girişime yatırım yapmış bir platform. Bu girişimler, yapay zeka ve sağlık gibi çeşitli alanlarda faaliyet gösteriyor.

ICU Yönetim Kurulu Başkanı Bayram Başaran, bu satın almanın NetSafe’in dijital platformlardaki etkinliğini artıracağını belirtti. NetSafe, özellikle teknoloji sektöründeki büyüme fırsatlarını değerlendirmek amacıyla bu stratejik adımı attığını açıkladı. Angel Effect’in güçlü portföyü ve yenilikçi yapısının, NetSafe’in teknolojik yatırımlarına önemli katkılar sağlaması bekleniyor. Bu satın alma, NetSafe’in büyüme stratejisini destekleyen önemli bir hamle olarak değerlendiriliyor. Peki siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce yapılan anlaşma olumlu sonuç verecek mi? Görüşlerinizi yorumlar kısmından bizimle paylaşabilirsiniz.

Yapay zeka girişimi Zhipu AI, 137 milyon dolar yatırım aldı!

Çinli yapay zeka girişimi Zhipu AI, hükümet destekli fonlar Hangzhou Municipal Construction Investment Group ve Shancheng Capital’in liderliğindeki bir yatırım turunda 137 milyon dolar (yaklaşık 1 milyar yuan) yatırım aldı. Bu tura, Zhipu AI’nın mevcut yatırımcıları Alibaba Group ve Tencent Holdings de katıldı. Yatırım, girişimin yapay zeka alanındaki yenilikçi projelerine ivme kazandırmayı amaçlıyor. Zhipu AI, elde ettiği yatırım ile yeni temel modeller, çıkarım modelleri, çok modlu modeller ve yapay zeka aracıları geliştirmeyi ve bunları açık kaynaklı hale getirmeyi hedefliyor.

Yapay zeka girişimi Zhipu AI, 137 milyon dolar yatırım alıyor

Pekin merkezli şirket, yapay zeka ekosistemini genişletmeyi ve özellikle Zheijang eyaletindeki ve Yangtz Nehri Deltası bölgesindeki işletmelere hizmet vermeyi planlıyor. Bu gelişmeler, Çin’deki yapay zeka sektöründeki rekabeti artırırken, Zhipu AI’nın yerel pazarda önemli bir oyuncu olma yolunda hızla ilerlediğini gösteriyor.

Yapay zeka girişimi Zhipu AI, 137 milyon dolar yatırım alıyor.

Zhipu AI’nın bu yatırımla birlikte, Batılı rakiplerini geride bırakan ve maliyeti çok daha düşük bir yapay zeka modeli geliştiren Çinli DeepSeek gibi diğer şirketlerin etkisiyle Çin’in yapay zeka sahasında tekrar dikkat çekmeye başladığı da belirtiliyor.

Alibaba ve Baidu gibi devler, DeepSeek’in başarısının ardından yapay zeka geliştirme çalışmalarını hızlandırmışken, Zhipu AI da bu rekabette yerini sağlamlaştırmayı hedefliyor. 2019 yılında kurulan Zhipu AI, Çin’in yapay zeka alanında lider firmalarından biri olarak kabul ediliyor ve bu yatırımla birlikte sektördeki etkisini daha da artırmayı amaçlıyor.

Honor, telefonları için 7 yıl güncelleme desteği sunacak!

0

Honor, son yıllarda önemli bir ivme kazandığı Android pazarında, kullanıcılarına daha uzun süreli yazılım desteği sunmaya hazırlanıyor. Huawei’den bağımsızlık kazandıktan sonra Android ekosisteminde güçlü bir konum elde eden firma, artık üst segment akıllı telefonları için 7 yıl boyunca güncelleme desteği sunacak.

Honor, telefonları için 7 yıl güncelleme desteği getiriyor

Bu, Google ve Samsung’un 7 yıllık güncelleme programına katılmasıyla birlikte, Android ekosisteminin uzun vadeli yazılım desteği konusunda daha güvenilir hale gelmesi adına büyük bir adım. Honor, bu yeni politika ile kullanıcılara daha uzun süre güvenlik güncellemeleri ve işletim sistemi iyileştirmeleri sunacak.

Honor, telefonları için 7 yıl güncelleme desteği getiriyor.

Honor, yeni güncelleme planını MWC 2025 öncesinde açıkladı ve “Alpha Plan” adı verilen bu stratejiye göre, üst segment akıllı telefonları ve katlanabilir cihazları için 7 yıl boyunca işletim sistemi ve güvenlik güncellemeleri sağlayacak. Bu güncellemeler, ilk aşamada her ay yapılacak ve zamanla üç ayda bir güncellemeler yayınlanacak. Planın başlangıcı, Avrupa Birliği pazarındaki Magic 7 Pro modeliyle yapılacak. Ancak ilerleyen dönemde, diğer üst segment cihazların da bu programa dahil edilmesi bekleniyor.

Honor, bu yeni güncelleme stratejisinin yanı sıra, yapay zeka odaklı yenilikler de sunacağını duyurdu. Honor’un ilk yapay zeka destekli ürünleri arasında Honor Pad V9, Honor Watch 5 Ultra ve Honor Earbuds Open yer alacak. Bu adımlar, Honor’un hem yazılım hem de donanım alanında ilerlemeye devam ettiğini ve kullanıcı deneyimini iyileştirmeye yönelik önemli yatırımlar yaptığını gösteriyor.

Yeni nesil Siri, en erken 2027’de geliyor!

Apple, Siri’yi yapay zeka destekli, güçlü bir dijital asistana dönüştürme çabalarını sürdürüyor, ancak bu gelişmenin gerçekleşmesi hala yıllar alacak gibi görünüyor. Bloomberg’den Mark Gurman’ın raporuna göre, Siri’nin diyalog tabanlı yapay zeka sürümünün en erken 2027’de piyasaya sürülmesi bekleniyor. Bu da, Siri’nin modernleşme sürecinin, iOS 20 gibi sonraki sürümlere kadar uzanabileceği anlamına geliyor. Başlangıçta bu dönüşümün 2026’nın sonlarına doğru iOS 19.4 ile gerçekleşmesi planlanmıştı, ancak çeşitli zorluklar nedeniyle bu hedef ertelendi. Apple’ın, eski ve yeni Siri’yi birleştirerek basit işlevler (örneğin alarm kurma) ile gelişmiş yapay zeka yeteneklerini bir arada sunma hedefi, bu gecikme ile daha da uzaklaşmış durumda.

Yeni nesil Siri, en erken 2027 yılında gelecek

Apple’ın yapay zeka tabanlı Siri yükseltmesinin iOS 18.5 sürümünde sunulması bekleniyor, ancak bu sürümde eski Siri’nin işlevselliği ile yeni özellikler arasında tam entegrasyon sağlanamayacak. Siri’nin ekran farkındalığı, kişisel bağlam anlayışı ve uygulama kontrol seviyesinin bu güncellemeyle daha derin hale gelmesi bekleniyor, ancak bu özelliklerin iOS 18.4’te sunulması bekleniyordu ve burada da gecikmeler yaşandı. Bununla birlikte, bu güncelleme ile Siri’nin yapay zeka kapasitesinde belirli iyileştirmeler yapılması öngörülüyor, fakat bu, tam anlamıyla dil modellerine dayalı bir dönüşüm olmayacak.

Siri’nin evrimindeki bu zorluklar, yalnızca Apple’a özgü değil; Amazon da Alexa’yı modernleştirme sürecinde benzer sıkıntılarla karşılaştı. Amazon’un Cihazlar ve Hizmetler Başkanı Panos Panay, Alexa Plus sistemini tamamen yeniden inşa etmek zorunda kaldıklarını belirtiyor. Hem Apple hem de Amazon, eski ve yeni sistemleri entegre etme konusunda büyük zorluklar yaşıyor.

Apple’ın AI ekibindeki bazı çalışanlar, şirketin mevcut yapay zeka modellerinin sınırlarına ulaştığını ve gerekli donanım altyapısının temin edilmesinde zorlandıklarını ifade ediyor. Ayrıca, şirket içindeki liderlik sorunları ve rakiplere kaybedilen yetenekler, sürecin daha da zora girmesine neden olmuş. Google ve OpenAI gibi rakiplerin yapay zeka alanındaki hızlı ilerlemeleri, Apple’ın bu konuda geride kalmasına sebep oluyor. Ancak, Apple’ın ekosistem avantajı, hala onu güçlü bir konumda tutuyor. Yine de, Apple bu yarışta sadece ekosistemine güvenmemeli ve yapay zeka entegrasyonunu daha da derinleştirmeye yönelik adımlar atmalıdır.

Çin yerçekimi ile enerji depoluyor

0

Çin her zamanki gibi enerji depolayabilen devrim niteliğindeki yeni icadıyla dünyanın dikkatini çekti. Bu küp şeklindeki icat yerçekimi enerjisini yakalayabilir ve uzun süre depolanabilir. Lityum ve kimyasal reaksiyon tipi pillerden çok farklıdır. Gerektiğinde enerjiyi depolamak ve serbest bırakmak için büyük blokların ağırlığından yararlanıyor.

Çin yerçekimi ile depolama yapıyor

Yenilikçi buluş, yenilenebilir enerji hakkında algıladığımız ve bildiğimiz her şeyi kesinlikle değiştirme potansiyeline sahip olan Energy Vault tarafından geliştirildi. Bu, Çin’in almaya istekli olduğu bir yatırımdır ve bu iyi bir şeydir çünkü fosil yakıtlara ve karbon emisyonlarına karşı mücadele ediyoruz. Eğer bunlar ortadan kaldırılabilirse, o zaman istediğimizi elde etmiş oluruz.

Forbes’in bir raporu bunun nasıl çalıştığını açıklıyor: Devasa kompozit bloklar, fazla yenilenebilir enerji kullanan Energy Vault tesisleri tarafından yükseltiliyor. Şebekede enerjiye tekrar ihtiyaç duyulduğunda, bloklar düşürülüyor ve düşen blokların kinetik enerjisi, şebekeye elektrik sağlamak için türbinleri döndürüyor. Mevcut tasarımıyla, işletme yüzde 80’in üzerinde makul bir gidiş-dönüş verimliliğine (RTE) ulaşmayı öngörüyor.

İlk baktığınızda, bunun sadece bir blok yığını olduğunu düşünerek etkilenmeyebilirsiniz ancak işlevselliği basit ve çok etkilidir. Aşırı elektrik olduğunu varsayalım; raporlara göre, dev beton bloklar enerjiyle havaya kaldırılıyor ve daha sonra yerçekimi potansiyel enerjisi biçiminde enerji depolanıyor. Talep arttığında sistem tersine çalışıyor

Bu yöntem çevre için zararsız çünkü pil kullanımı yoktur. Piller zamanla bozulur ve bunları yeniden üretmek için, kazı ve çıkarma işlemleri nedeniyle çevreye zarar vermeye devam edecek olan Dünya’nın nadir malzemelerine ihtiyaç duyuyor. Yerçekimi doğal, uzun ömürlü ve anında kullanılabilir. Ayrıca Çin, karşı karşıya olduğumuz enerji sorunlarının üstesinden gelmiştir.

Çin’in yerçekimi depolaması tüm bu sorunları ve daha fazlasını çözüyor. CEO Rob Piconi, enerjinin binanın içinde üretilmesi nedeniyle kimyasal yangın ihtimalinin olmadığını ve bunun da onu aşırı hava koşullarına ve yüksek sıcaklıklara dayanıklı hale getirdiğini belirtti. Küresel enerji talepleriyle, bozulmayan ve uzun süre saklanabilen bir şeye sahip olmak küresel bir enerji ihtiyacıdır.

Micron, G9 mimarisine dayalı mobil çiplerini duyurdu!

Micron, akıllı telefonlar için geliştirdiği G9 tabanlı UFS 4.1 ve UFS 3.1 depolama çözümlerini duyurdu. Bu yeni depolama çipleri, özellikle hız, güvenlik ve güç verimliliği açısından önemli iyileştirmeler sunuyor. UFS 4.1 ve UFS 3.1 yongaları, G9 işlem düğümüne dayanarak üretildi. Bu mimari, akıllı telefonlarda yer alan yapay zeka (AI) özelliklerinin daha hızlı ve güvenli şekilde çalışmasını sağlamak için optimize edildi. Micron, bu yeni teknolojiyi ultra ince ve katlanabilir akıllı telefonlarda kullanmayı planlıyor. Depolama kapasitesi ise 256 GB ile 1 TB arasında değişecek.

Micron, G9 mimarisine dayalı mobil çiplerini tanıttı

UFS 4.1 depolama çözümünün sunduğu en dikkat çekici yeniliklerden biri, okuma ve yazma hızlarındaki büyük artış. Micron, bu yeni yongaların, verilerin daha hızlı okunup yazılmasına olanak tanıyarak, kullanıcıların cihazlarda geçirdiği süreyi daha verimli hale getireceğini belirtiyor. Ayrıca, UFS 4.1, Bölgeli UFS desteği sunarak okuma-yazma verimliliğini artırıyor. Bu özellik, depolama alanındaki verilerin daha etkili bir şekilde organize edilmesini sağlıyor, böylece okuma ve yazma süreçlerinde hızlanma elde ediliyor.

Bir diğer önemli geliştirme ise veri birleştirme teknolojisi. UFS 4.1 depolama çipleri, veri birleştirme işlemini %60 oranında iyileştiriyor. Veri birleştirme, UFS aygıtındaki verilerin yeniden konumlandırılması ve düzenlenmesi sürecini kapsıyor. Bu sayede, verilerin daha hızlı erişilebilir hale gelmesi sağlanıyor. Bu iyileştirmeler, özellikle büyük veri işleme gerektiren uygulamalarda önemli bir fark yaratıyor.

WriteBooster teknolojisi, yazma hızlarını önemli ölçüde artırıyor. WriteBooster, geçici bellek üzerinde bulunan verilere %30’a kadar daha hızlı erişim sağlamayı mümkün kılıyor. Bu özellik, özellikle yüksek işlem gücü gerektiren uygulamalarda, veri yazma süreçlerinde yaşanan gecikmeleri azaltıyor ve daha akıcı bir deneyim sunuyor. Bu teknoloji sayesinde cihazlar, veri yazma işlemleri sırasında daha hızlı tepki veriyor.

Micron ayrıca, yeni depolama çözümlerine akıllı gecikme izleyici özelliğini de entegre etmiş. Bu özellik, cihazdaki gecikme sürelerini izliyor ve analiz ediyor. Gecikme günlüklerini otomatik olarak analiz ederek, hata ayıklama işlemlerini daha hızlı hale getiriyor. Bu sayede, cihazlar daha az kesintiyle çalışıyor ve kullanıcı deneyimi daha stabil hale geliyor.

Yeni UFS 4.1 ve UFS 3.1 depolama çözümleri, Micron’un 2026 yılı başlarında piyasaya sürmesi beklenen 1y LPDDR5X yongalarıyla uyumlu olacak. Bu yongalar, akıllı telefonların genel performansını daha da artıracak ve özellikle amiral gemisi modellerinde tercih edilecek. Micron, bu çözümlerin, sadece hız değil aynı zamanda güç verimliliği açısından da büyük bir fark yaratacağına inanıyor. Kullanıcılar, bu yeni depolama teknolojilerinin, cihazlarının genel performansını iyileştireceğini ve günlük kullanımda daha verimli bir deneyim sunacağını görecek.

Nükleer buhar türbini için önemli iş birliği!

0

Dünya lideri nükleer buhar türbini teknolojisi Rolls Royce’un 3. nesil küçük reaktörünü destekleyecek. Siemens Energy, konvansiyonel ekipmanlarda onlarca yıllık deneyime sahiptir.

Nükleer buhar türbini teknolojisinde Almanya merkezli bir dünya lideri, Rolls-Royce’un küçük reaktör reaktörlerini (SMR) desteklemeye hazırlanıyor. Siemens Energy, İngiliz üreticinin planlanan 3+ Nesil modüler nükleer santralleri için buhar türbinleri, jeneratörler ve diğer yardımcı sistemler tedarik etmek üzere Rolls-Royce SMR ile iş birliği yaptı.

Nükleer buhar türbini kritik adım

Nükleer enerjinin geleceği için umut vadeden bir teknoloji olarak kabul edilen SMR’ler, geleneksel nükleer santrallerden daha kompakt, daha güvenli ve daha uygun maliyetli oldukları için enerji dönüşümünün başarısında önemli bir rol oynayabilirler. Şu anda Rolls-Royce SMR, standartlaştırılmış, modüler tasarımı sayesinde geleneksel olarak inşa edilen santrallerden çok daha hızlı faaliyete geçebilen bir “mini nükleer santral” geliştiriyor.

Şirket, basınçlı su reaktörlerinin yaklaşık 1.1 milyon haneye elektrik sağlamak için yeterli olan 470 megawatt’a kadar elektrik çıkışı elde etmek üzere tasarlandığını açıkladı. Siemens Energy Yönetim Kurulu üyesi Karim Amin: “Şu anda nükleer enerjide küresel bir rönesans yaşıyoruz. Çok sayıda ülke düşük emisyonlu elektrik üretmek için nükleer teknolojiye yöneliyor ve küçük modüler reaktörler bunda önemli bir rol oynayacak. Siemens Energy, geleneksel ekipman konusunda onlarca yıllık deneyime sahipken, Rolls-Royce gerekli uygulama uzmanlığına sahip. Bu mükemmel simbiyoz, enerji tedarikinin geleceğini birlikte şekillendirmemizi sağlıyor. Bu heyecan verici projede Rolls-Royce SMR ile çalışmaktan çok memnunuz” dedi.

Şirket, santralin nükleer olmayan kısmı olan sözde “güç adası” için bileşen tedarikçisi ve servis sağlayıcısı olduğunu açıkladı. Siemens Energy’nin nükleer santraller için çözümleri arasında 20 MW ile 1.900 MW arasında çıkışlara sahip buhar türbinleri ve jeneratörler ile operasyonel kontrol teknolojisi ve kontrol sistemleri yer alıyor.

Bu yeni anlaşmayla Rolls-Royce SMR ve Siemens Energy, küresel bir ‘fabrika yapımı’ küçük modüler reaktör (SMR) santralleri filosu için tasarım, üretim, kurulum ve devreye almayı kapsayan eksiksiz türbin sistemleri paketini sağlamak üzere uzmanlıklarını bir araya getiriyor.

Silikonsuz güneş hücreleri maliyetleri düşürecek

Bilim insanları maliyetleri düşürmek ve daha uzun kullanım ömrü sunmak için silikon içermeyen güneş hücreleri üretti. Araştırmacılar, buhar fazı infiltrasyonu yoluyla üst katmana titanyum ekleyerek, perovskit hücreler kullanarak kararlı, silikonsuz bir güneş paneli geliştirdiler.

Güneş enerjisi, ABD’de elektrik üretiminin en önemli kaynaklarından biri haline geliyor ve Amerikalıların %7’si evlerini çalıştırmak için güneş enerjisini kullanıyor. Ancak güneş enerjisi, geleneksel enerji üretim yöntemlerine uygulanabilir ve yeşil bir alternatif sunarken, bilim insanları hala güneş paneli üretim sürecinin verimliliğini artırmak için çalışıyor.

Silikonsuz güneş hücreleri

Güneş panelleri, genellikle silikondan yapılmış çok sayıda güneş hücresinden oluşur. Silikon standart malzeme olmasına rağmen, üretimi ve işlenmesi enerji yoğun olduğundan yeni üretim tesislerinin kurulması maliyetlidir.

ABD’li bilim insanları, uzun zamandır yurtiçinde güneş pili üretimini artırmak için yeni ve uygun maliyetli bir malzeme geliştirilmesi gerektiğinin farkındayken, Georgia Teknoloji Enstitüsü Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Okulu’ndan bir araştırma ekibi bir çözüm bulmuş olabilir.

Doçent Juan Pablo Correa-Baena liderliğindeki araştırmacılar, silikona alternatif olarak perovskit kristallerini keşfetmek için yıllar harcadılar. İyot atomları, kurşun ve organik elementlerden oluşan perovskit, silikonla aynı performansı sunan umut verici ve etkili bir yedektir. Georgia Tech’ten yapılan açıklamada Correa-Baena: “Pahalı ekipmanlara tonlarca para harcamadan kolayca üretebileceğimiz teknolojiler geliştiriyoruz” dedi. Ancak, perovskitin en büyük dezavantajlarından biri sınırlı ömrüdür; bir silikon hücrenin yalnızca yaklaşık %5’i kadar sürer.

 Perovskit hücreler, 20 yıl dayanan silikon hücrelere kıyasla yalnızca bir yıllık kullanımdan sonra bozulmaya başlar. Malzeme özellikle yüksek yaz sıcaklıklarına karşı hassastır ve önemli enerji tasarrufu sağlamadan önce bozulabilir. Bu sorunu çözmek için Correa-Baena’nın laboratuvarı, pillere benzer şekilde inşa edilen perovskit güneş hücrelerini stabilize etmek için yeni bir teknoloji geliştirdi.

Correa-Baena ve ekibi tarafından inşa edilen perovskit güneş hücreleri, aralarına perovskit tabakası yerleştirilmiş bir pozitif ve bir negatif elektrota sahiptir. Pozitif elektrodu üstüne eklemeden önce, araştırmacılar perovskiti hafif bir vakumda titanyum gazına maruz bıraktılar. Buhar fazı infiltrasyonu adı verilen bu işlem, titanyumu güneş hücresinin üst katmanına dahil eder.

Lityum çıkarma yönetimi umut vadediyor

0

Elektrikli araçlar için pillerde kritik bir bileşen olan lityuma yönelik büyüyen küresel talebi karşılama yarışında, bir araştırmacı ekibi sektörü yeniden şekillendirebilecek çığır açıcı bir lityum çıkarma yöntemi geliştirdi. Araştırmacılar, çalışmalarında katı hal elektrolitlerini (SSE’ler) sulu lityum çıkarma için membran malzemeleri olarak yeniden kullanarak neredeyse mükemmel lityum seçiciliği gösterdiler.

Lityum çıkarma yönetimi

Başlangıçta katı hal pillerinde lityum iyonlarının hızlı iletimi için tasarlanmış olsalar da (başka iyonlar veya sıvı çözücüler yoktur), SSE’lerin son derece düzenli ve sınırlandırılmış yapısının sulu karışımlarda hem iyonların hem de suyun benzeri görülmemiş bir şekilde ayrılmasını sağladığı bulundu.

Bu keşif, hem zaman alıcı hem de çevreye zarar veren geleneksel madencilik ve çıkarma tekniklerine olan bağımlılığı azaltarak sürdürülebilir kaynak geri kazanımında potansiyel bir atılım sunuyor.

Nancy ve Clint Carlson İnşaat ve Çevre Mühendisliği Profesörü ve makalenin yazarı Menachem Elimelech: “Sorun sadece lityum üretimini artırmak değil, bunu hem sürdürülebilir hem de ekonomik olarak uygulanabilir bir şekilde yapmaktır” diyor. Lityum çıkarımını çevresel olarak daha sürdürülebilir hale getirmek için araştırmacılar, petrol ve gazdan üretilen su, endüstriyel atık su ve jeotermal tuzlu sular gibi alışılmadık kaynaklardan lityumu geri kazandıran doğrudan lityum çıkarma teknolojilerini araştırıyorlar. Ancak bu yöntemler, özellikle lityumu magnezyum ve sodyum gibi benzer boyutta veya yükte diğer iyonlardan ayırmaya çalışırken iyon seçiciliğiyle mücadele etti.

Elimelech ve ekibi tarafından geliştirilen yeni yaklaşım, SSE’ler ile geleneksel nano gözenekli membranlar arasındaki temel bir farka dayanmaktadır. Geleneksel membranlar iyonları taşımak için hidratlı nano ölçekli gözeneklere güvenirken, SSE’ler lityum iyonlarını son derece düzenli bir kristal kafes içinde susuz bir sıçrama mekanizmasıyla taşır.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde doktora sonrası araştırmacı olan ilk yazar Sohum Patel: “Bu, lityum iyonlarının zardan geçerken diğer rakip iyonların ve hatta suyun etkili bir şekilde engellendiği anlamına gelir. SSE tabanlı yaklaşımımızın sunduğu aşırı seçicilik, enerjinin yalnızca istenen lityum iyonlarını zardan geçirmek için harcanması nedeniyle lityum hasadı için oldukça verimli bir yöntem haline getiriyor” dedi.

Ayrıca, Rice’daki Elimelech laboratuvarında doktora sonrası araştırmacılar olan Arpita Iddya, Weiyi Pan ve Jianhao Qian’ı da içeren araştırma ekibi, uygulanan bir elektrik alanının lityum iyonlarını membran boyunca sürdüğü bir elektrodiyaliz düzeneği kullanarak bu fenomeni test etti. Sonuçlar çarpıcıydı: Rekabet eden iyonların yüksek konsantrasyonlarında bile, SSE, ürün akışında tespit edilebilir rekabet eden iyonlar olmadan sürekli olarak neredeyse mükemmel lityum seçiciliği gösterdi; bu, geleneksel membran teknolojilerinin başaramadığı bir şeydi.

İşletmeler Agentic AI kullanımını nasıl hızlandırıyor?

1.050 CIO’nun katıldığı yakın tarihli bir anket, BT liderlerinin %93’ünün önümüzdeki iki yıl içinde İşletmeler Agentic AI uygulayacağını ve BT liderlerinin veri ambarlarını ortadan kaldırmaya odaklanarak teknolojiyi uygulamaya çalışacağını ortaya koydu. Katılımcıların kullandığı ortalama uygulama sayısı 897 oldu ve %45’i 1.000 veya daha fazla uygulama kullandığını bildirdi; bu da BT ekiplerinin birleşik bir deneyim oluşturma becerisini engelledi.

Kurumsal uygulamaların yalnızca %29’u entegredir ve işletme genelinde bilgi paylaşıyor. İşletmeler Agentic AI uygulamalarını kullanarak yapay zekanın genişletilmiş kullanımına hazırlanmak için kurumsal BT yöneticileri bütçelerinin %20’sini veri altyapısı ve yönetimine ayırıyor. Bu, yapay zekaya harcadıklarından (%5) dört kat daha fazla.

İşletmeler Agentic AI odaklı strateji benimsiyor

ARK Invest’e göre, İşletmeler Agentic AI ajanları dijital uygulamaların benimsenmesini hızlandırmaya ve insan-bilgisayar etkileşiminde çığır açıcı bir değişim yaratmaya hazır çünkü:

  • Doğal dil aracılığıyla amacı anlayın
  • Mantık ve uygun bağlamı kullanarak plan yapın
  • Amacı gerçekleştirmek için araçları kullanarak harekete geçin
  • Tekrarlama ve sürekli öğrenme yoluyla geliştirin

ARK’ya göre, AI bilgi işini güçlendirecek. ARK, 2030’a kadar bilgi çalışanı başına dağıtılan yazılım miktarının, işletmelerin üretkenlik çözümlerine yatırım yapmasıyla önemli ölçüde artacağını öngörüyor. Benimseme oranlarına bağlı olarak, yazılıma yönelik küresel harcama, son 10 yılda yıllık %14 oranından yıllık %18 ila %48 oranlarına çıkabilir. Peki, işletmeler aracı AI’dan değer elde etme süresini nasıl hızlandırabilir? Teknoloji araştırma şirketi Valoir’a göre, karmaşık görevleri ve etkileşimleri insan müdahalesi olmadan otomatikleştirerek işletmeler Agentic AI aracılığıyla AI’dan katlanarak artan faydalar sağlamayı vaat ediyor.

Ancak, kabul edilebilir performansla karmaşık görevleri halledebilen aracı AI oluşturmak bir zorluktur. Valoir, Salesforce Agentforce gibi aracı AI geliştirme için optimize edilmiş bir platform kullanmanın, kuruluşların diğer yaklaşımlara göre ortalama 16 kat daha hızlı otonom AI aracıları sunmasını sağlarken doğruluğu %75 oranında artırdığını buldu.