Kurumların iş stratejilerine uygun, iş hedeflerini destekleyen bir veri stratejisi kullanmaya mutlak ihtiyacı var.
Doğuş Teknoloji, IBM Türkiye ve Penta Teknoloji iş birliği ile veri analitiği ve yapay zeka teknolojilerinin işletmeler için önemine dikkat çekmek amacıyla “Data Storm: Veri ile Çağı Yakalayın” etkinliğini düzenledi.
Doğuş Teknoloji Veriden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Özcan Çavuş ile kurumların iş stratejilerine uygun, iş hedeflerini destekleyen bir veri stratejisine neden ihtiyacı olduğunu konuştuk.
Ayak izlerini veri ile takip etmek mümkün! Doğuş Teknoloji Veriden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Özcan Çavuş ile kurumların iş stratejilerine uygun, iş hedeflerini destekleyen bir veri stratejisine neden ihtiyacı olduğunu konuştuk. pic.twitter.com/Gj2vcdJkAZ
Farklı sektörlerden çok sayıda şirket temsilcisinin ilgi gösterdiği etkinlikte, günümüzün hızlı ve veri odaklı dünyasında rekabette öne çıkmak için yapay zeka çözümlerini etkin bir şekilde kullanmanın gerekliliğine vurgu yapıldı.
Günümüzün hızlı ve veri odaklı iş dünyasında rekabet avantajı elde etmek, sezgisel anlayışın ötesindeki veri stratejisi becerileri gerektiriyor. Sürdürülebilir başarı ve sektörde öncü olabilmek için yapay zeka çözümlerinin kullanımıyla verinin gücünü etkin bir şekilde değerlendirmek gerekiyor. İş dünyasında rekabette güçlü kabul edilen tüm kurumların bir veri yönetimi ve dijitalleşme stratejisine sahip oldukları biliniyor.
Doğuş Teknoloji ev sahipliğinde IBM Türkiye ve Penta Teknoloji iş birliği ile gerçekleştirilen “Data Storm: Veri ile Çağı Yakalayın” etkinliğinde yapay zeka teknolojileriyle veri yönetişimi stratejilerini birleştirerek; veri kalitesini artırmak, güvenilirlik sağlamak ve stratejik kararları desteklemenin önemine değinildi. Ayrıca, işletmelerin rekabette öne çıkması, müşterileriyle güçlü bağlar kurması ve işlerinin potansiyelini tam anlamıyla ortaya çıkarması için yapay zeka teknolojilerinin kritik rolüne vurgu yapıldı.
İş hedeflerini destekleyen bir veri stratejisi belirlenmeli
Etkinlik gündemi kapsamında değerlendirmelerde bulunan Doğuş Teknoloji Veriden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Özcan Çavuş, kurumların iş stratejilerine uygun, iş hedeflerini destekleyen bir veri stratejisine ve veriden değer elde edebilecek çalışmalara ihtiyaç olduğunu vurguladı. Kişisel verilerin güvenliği ve yaşam döngüsü içinde uçtan uca yönetim için idari ve teknik düzenlemelerin gerekliliğine vurgu yapan Çavuş, müşteri ve çalışanların özelinde veri güvenliğini sağlamanın ve itibar kaybı yaşamamak adına uyum süreçleri odağında aksiyon almanın önemine de değindi.
İnsansız KYC teknolojisinin kullanımıyla finansal kurumlar ve diğer sektörler, müşterilerinin kimlik doğrulama sürecini daha kolay ve kullanıcı dostu bir şekilde insan müdahalesi olmadan tamamlayabiliyor. Veri güvenliği ve gizliliği konusunda da sağladığı avantajlar ise bu teknolojiye duyulan güveni daha da artıyor. Yenilikçi şirket Identify, İnsansız KYC teknolojisini içeren Auto Ident ürünü Avrupa’dan sonra Türkiye’de de kullanıma sundu. Identify Türkiye Genel Müdürü Ulaş Arıcan; “İnsansız KYC teknolojisi, kimlik doğrulama süreçlerinde dönüştürücü bir etkiye sahip olacak ve gelecekte daha da yaygınlaşacak” diyor.
İnsansız KYC teknolojisi, kimlik doğrulama süreçlerini daha hızlı, verimli ve güvenli hale getiren ve kullanımı günden güne artan yenilikçi bir yaklaşım olarak tanımlamıyor.Uzaktan Kimlik Doğrulama (KYC) pazarı bankacılık, finans, sigorta, telekomünikasyon sektörleri başta olmak üzere hemen hemen her sektörde etki alanını artırmaya devam ediyor. Geleneksel yöntemlerle gerçekleştirilen KYC (Know Your Customer – Müşterini Tanı) süreçlerine entegre olan İnsansız KYC teknolojisi kimlik doğrulamayı daha hızlı ve verimli hale getirmek için geliştirilen yenilikçi bir çözüm olarak kullanılıyor.
İnsansız KYC Teknolojisi Nasıl Çalışıyor?
İnsansız KYC teknolojisi, kullanıcıların kimlik doğrulama sürecini tamamlamak için başka bir kişinin müdahalesine veya kontrolüne ihtiyaç duymadan otomatik olarak çalışabilen bir sistem olarak tanımlanıyor. Bu teknoloji, biyometrik taramalar, görüntü işleme ve yapay zeka tabanlı güvenlik kontrolleri gibi ileri teknolojileri kullanarak çalışıyor.
KYC sürecinde, kullanıcının kimlik belgeleri ve yüz taramaları gibi verileri öncelikle taranarak doğrulanıyor. İnsansız KYC teknolojisi, özel olarak tasarlanmış algoritmalar ve yazılımlar kullanarak bu verileri analiz ederek doğrulama işlemini gerçekleştiriyor. Canlılık kontrolleri, sahte veya manipüle edilmiş görüntülerin tespit edilmesini sağlıyor bu sayede sürecin güvenliği daha da artırılmış oluyor. Sonuç olarak, kullanıcılar kimlik doğrulama sürecini tamamlamak için otomatik bir şekilde yönlendiriliyor ve herhangi bir ikinci kişiye veya video görüşmesi yapılması ihtiyacı da ortadan kalmış oluyor.
İnsansız KYC Teknolojisinin Uygulanması ve Kullanım Alanları
İnsansız KYC teknolojisinin, finansal kurumlar, telekomünikasyon şirketleri, e-ticaret platformları gibi birçok farklı sektörde kullanım alanı bulunuyor. Özellikle müşteri ediniminin hızlı ve kolay olması gereken sektörlerde bu teknoloji yaygın bir şekilde kullanılıyor.
İnsansız KYC teknolojisinin avantajlarından biri, müşteri deneyimini büyük oranda iyileştirilmesi olarak ifade ediliyor. Geleneksel yöntemlerde, müşterilerin kimlik doğrulama süreci için belgeleri fiziksel olarak sunması veya uzun süreli video görüşmeler yapmak zorunda olması gerekiyor. İnsansız KYC teknolojisi sayesinde, müşteriler süreci daha hızlı ve pratik bir şekilde tamamlayabilirken, verilerin doğruluğu ve güvenliği konusunda da müşteriye daha fazla güvence sağlanıyor.
Bu teknoloji sayesinde kullanıcılar, kimlik doğrulama sürecini kendi başlarına tamamlayabiliyor, başka bir kişiye veya müşteri temsilcisine ihtiyaç duymuyorlar. Belgeleri tarayarak veya fotoğraflayarak sisteme yüklüyor ve gerisini teknolojiye bırakıyorlar.
İnsansız KYC teknolojisi, otomatik ve özgürce çalışan bir sistem olduğundan işletmelerin maliyetlerini ve zorunlu gözüken kaynaklarını azaltmasına yardımcı olabiliyor. İnsansız KYC teknolojisi sayesinde daha az personel ve daha az fiziksel altyapı gereksinimiyle daha fazla işlem gerçekleştirilebiliyor.
Güvenlik, Veri Gizliliği ve Yüksek güvenilirlik
İnsansız KYC teknolojileri, müşteri verilerinin gizliliğini korumak için güvenlik önlemleri içeriyor ve veri güvenliği ve gizliliği, bu teknolojilerin tasarımının temel bir parçası olarak kabul ediliyor. Kimlik belgeleri ve biyometrik veriler, güvenli sunucularda şifrelenmiş olarak depolanıyor ve sadece yetkili personel tarafından erişilebiliyor.
Ayrıca, bu teknolojiyle kullanıcıların verilerinin izinsiz kullanımını önlemek için çeşitli güvenlik protokolleri de uygulanıyor. Örneğin, veri erişimini sınırlamak için çok faktörlü kimlik doğrulama yöntemleri ve veri transferi sırasında güvenli iletişim protokolleri kullanılabiliyor.
Kullanıcılara yüksek güvenlik hizmeti de sunan Auto Ident, dünya standartlarında biyometrik tarama, görüntü işleme ve yapay zeka tabanlı üst seviye güvenlik kontrolleri kullanarak güvenli ve doğru kimlik doğrulamasını mümkün hale getiriyor. Auto Ident ürünü, uzaktan kimlik doğrulama süreçlerinin tamamında kullanılabiliyor ve özellikle kolay, hızlı ve güvenilir müşteri edinimi gerektiren sektörlerde de yaygın olarak tercih edilmesi bekleniyor.
Auto-Ident Teknolojisi Türkiye’de
Sektörüne öncülük eden yenilikçi şirket Identify, Almanya ve tüm Avrupa Bölgesi’nde aktif olarak kullanılan yenilikçi ürünü Auto Ident’i Türkiye’deki şirketlerin de kullanımına sundu. Identify’ın uzaktan kimlik doğrulama süreçlerinde Almanya’da edindiği önemli tecrübe ve know-how’ıyla geliştirilen bu ürün, dünya standartlarında biyometrik tarama, görüntü işleme ve yapay zeka tabanlı üst seviye güvenlik kontrolleri sunuyor. Şirketin vizyoner yaklaşımıyla uzun bir R&D sürecinin ardından yakın bir zaman önce kullanıma sürülen ürün sayesinde kimlik doğrulama süreci, video görüşme yapmaya ihtiyaç duyulmadan kolayca gerçekleştiriliyor. Müşterinin başvurusunu tamamlamak için herhangi bir müşteri temsilcisi veya ikinci bir kişiyle görüşme ihtiyacı ortadan kalkıyor ve kullanıcıların süreç içerisinde gerçekleştirecekleri tüm adımları kendi başlarına tamamlayabilmelerine olanak tanıyor.
Otonom drone geliştiricisi Percepto, FAA’dan onay alarak drone’larını uçuş izni almaksızın kullanabileceği yetkisini kazandı. İsrailli drone startup’ı Percepto, U.S. Federal Aviation Administration (FAA) tarafından görüş mesafesinin ötesinde uçuş (BVLOS) kullanımına izin veren muafiyeti aldıktan bir ay sonra yeni finansman turlarında 67 milyon dolar toplayarak büyük bir kilometre taşına ulaştı.
Koch Disruptive Technologies liderliğinde gerçekleşen son finansman turu, İsrail kökenli girişime önemli bir katmadeğer sağlıyor. Bu yatırım ile Percepto’nun toplam yatırım tutarı 120 milyon doları aşmış olup, şirketin operasyonlarını genişletmesine ve drone teknolojisini daha da geliştirmesine olanak sağlanacak.
Percepto, endüstriyel ve hizmet sektörlerinde bakım denetimlerini otomatikleştiren drone’lara odaklanıyor. Max ve Max OGI gibi drone modelleri, ileri sensörler ve kameralarla donatılmış olup, gaz sızıntıları, varlık bozulmaları ve yapısal sorunlar gibi konularda gerçek zamanlı olarak izleme ve tespit yapabilmekte. Bu kabiliyetleri, endüstriyel denetimler için daha verimli ve maliyet-etkin bir çözüm sunarak, ağır işgücüne olan ihtiyacı ortadan kaldırmakta ve tehlikeli çalışma ortamlarına bağlı olası riskleri azaltmakta.
Ancak drone şirketleri için en büyük zorluklardan biri, görüş hattının ötesinde uçuş için hukuki onay alabilmek. FAA’nın BVLOS muafiyeti, Percepto’ya ABD’de özel onay gerektirmeden otonom drone’larını kullanma imkanı sağlamaktadır. Bu, özellikle endüstriyel denetimlerin büyük talep gördüğü ABD pazarında şirket için yeni fırsatlar yaratmakta.
Ayrıca, muafiyet aynı zamanda Percepto’ya “kritik altyapı” bölgelerinde drone’larını kullanma yetkisi vermekte ve ek altyapı gerektirmemekte. Bu esneklik, şirketin güç santralleri, petrol rafinerileri ve diğer önemli tesisler gibi çeşitli endüstriyel ortamlarda hızla drone’larını kullanabilmesine olanak sağlayarak, altyapı bütünlüğünün etkin bir şekilde izlenmesini ve denetlenmesini sağlamakta.
Percepto’nun bulut tabanlı analitik platformu, drone’larının değerini daha da artırmakta. Platform, yapay zeka ve makine öğrenme algoritmalarını kullanarak drone’lar tarafından toplanan verileri analiz ediyor ve hataları veya anormallikleri yakalıyor. Eyleme geçilebilir bilgiler ve gerçek zamanlı izleme sağlayarak, Percepto şirketlere bakım, güvenlik ve varlık yönetimi konularında bilinçli kararlar alma imkanı sunmakta.
Siemens Energy, Delek US ve ICL Dead Sea Works gibi önemli yatırımcıların ilgisini çeken Percepto, teknolojisine ve potansiyeline duyulan güveni göstermekte. Son finansman ve FAA onayı ile birlikte Percepto, endüstriyel sektörde otonom drone çözümlerine olan büyüyen talepten faydalanacak, pazar payını genişletecek ve keskin teknolojilerini ilerletme fırsatını sürdürecek.
Araştırmacılar, kart okuyucu veya akıllı telefon açıldığında gösterilen güç LED’lerini kaydetmek için iPhone’lardaki veya ticari gözetim sistemlerindeki kameraları kullanarak akıllı kartlarda ve akıllı telefonlarda depolanan gizli şifreleme anahtarlarını kurtaran yeni bir saldırı tasarladılar.
Saldırılar, bir kriptografik işlem gerçekleştirirken bir cihazdan sızan fiziksel etkileri ölçen bir saldırı sınıfı olan, daha önce açıklanan iki yan kanalı istismar ederek yeni bir yol sağlıyor. Saldırganlar, güç tüketimi, ses, elektromanyetik emisyonlar veya bir işlemin gerçekleşmesi için geçen süre gibi özellikleri dikkatlice izleyerek, bir kriptografik algoritmanın güvenliğini ve gizliliğini destekleyen gizli anahtarları kurtarmak için yeterli bilgiyi topluyor.
Wired’in 2008’de bildirdiği gibi, bilinen en eski yan kanallardan biri, ABD Ordusu ve Donanmasının 2. Dünya Savaşı sırasında Alman ve Japon casusları tarafından okunamayan iletişimleri iletmek için kullandıkları çok gizli şifreli bir teletip terminalindeydi. Terminali tasarlayan Bell Labs mühendislerini şaşırtacak şekilde, her şifreli harf girildiğinde yakındaki bir osiloskoptan okumalara neden oldu. Cihazdaki şifreleme algoritması sağlam iken, cihazdan yayılan elektromanyetik emisyonlar, gizli anahtarı sızdıran bir yan kanalı sağlamaya yetiyordu.
Yan kanallar o zamandan beri hayatın bir gerçeği oldu ve düzenli olarak yenileri bulundu. Yakın zamanda keşfedilen Minerva ve Hertzbleed olarak izlenen yan kanallar sırasıyla 2019 ve 2022’de gün yüzüne çıktı. Minerva, skaler çarpma olarak bilinen kriptografik bir süreçte zamanlama modellerini ölçerek ABD hükümeti onaylı bir akıllı kartın 256 bitlik gizli anahtarını kurtarmayı başardı. Hertzbleed , bir saldırganın, belirli işlemleri gerçekleştiren Intel veya AMD CPU’nun güç tüketimini ölçerek kuantum sonrası SIKE şifreleme algoritması tarafından kullanılan özel anahtarı kurtarmasına izin verdi. Birinde zaman ölçümü ve diğerinde güç ölçümü kullanıldığı göz önüne alındığında, Minerva bir zamanlama yan kanalı olarak bilinir ve Hertzbleed bir güç tarafı kanalı olarak kabul edilebilir.
Hacklemek için ilk olarak kamerayı tercih ettiler
Akademik araştırmacılar bu tür yan kanallardan yararlanmanın yeni bir yolunu sağlayan saldırıları gösteren yeni araştırmaları açıkladılar. İlk saldırıda, kriptografik işlemler sırasında bir akıllı kart okuyucudaki veya bağlı bir çevresel aygıttaki güç LED’inin yüksek hızlı videosunu çekmek için İnternet’e bağlı bir gözetleme kamerası kullandı.
Bu teknik, araştırmacıların Minerva’da kullanılan aynı hükümet onaylı akıllı karttan 256 bitlik bir ECDSA anahtarı çekmesine izin verdi. Diğeri, Hertzbleed’in Intel’den SIKE anahtarlarını çekmesine benzer bir şekilde, araştırmacıların bir iPhone 13’ün kamerasını telefona bağlı bir USB hoparlörün güç LED’inde eğiterek bir Samsung Galaxy S8 telefonun özel SIKE anahtarını kurtarmasına olanak sağladı.
Her iki saldırının da, onları gerçek dünya senaryolarının çoğunda gerçekleştirilemez kılan sınırlamaları vardır . Buna rağmen, yayınlanan araştırma çığır açıcı çünkü yan kanal saldırılarını kolaylaştırmak için tamamen yeni bir yol sunuyor. Sadece bu da değil, yeni yöntem, daha önce var olan yöntemleri yan kanalları kullanmaktan alıkoyan en büyük engeli de ortadan kaldırıyor: osiloskop, elektrik sondaları veya saldırıya uğrayan cihaza dokunan veya yakınında bulunan diğer nesneler gibi araçlara sahip olma ihtiyacı.
Minerva’nın durumunda, akıllı kart okuyucuyu barındıran cihazın güvenliğinin, araştırmacıların yeterince kesin ölçümler toplayabilmesi için ele geçirilmesi gerekiyordu. Buna karşılık Hertzbleed, güvenliği ihlal edilmiş bir cihaza güvenmedi, bunun yerine özel SIKE anahtarını kurtarmak için savunmasız cihazla 18 gün boyunca sürekli etkileşim kurdu.
Samsung Galaxy cep telefonuna yapılan yan kanal saldırısı, aynı odada bulunan bir iPhone 13 kamerası tarafından gerçekleştirilebilir.
Vvideo tabanlı saldırılar, bu tür gereksinimleri azaltıyor veya tamamen ortadan kaldırıyor. Akıllı kartta depolanan özel anahtarı çalmak için gereken tek şey, hedeflenen okuyucudan 20 fit uzakta olabilen, İnternet bağlantılı bir gözetleme kamerasıdır. Samsung Galaxy cep telefonuna yapılan yan kanal saldırısı, aynı odada bulunan bir iPhone 13 kamerası tarafından gerçekleştirilebilir.
Tekniğin daha geleneksel yan kanal saldırılarına göre başka bir avantajı daha var: kesinlik ve doğruluk. Minerva ve Hertzbleed gibi saldırılar, çok sayıda işlemden veri toplayarak telafi edilmesi gereken gecikmeye ve gürültüye neden olan ağlar aracılığıyla bilgi sızdırır. Bu sınırlama, Minerva saldırısının hedeflenen bir cihazın güvenliğinin aşılmasını gerektirmesine ve Hertzbleed saldırısının 18 gün sürmesine neden olan şeydir.
E-postayla gönderilen bir açıklamada Samsung yetkilileri şunları yazdı: “Araştırmacılar tarafından Galaxy S8’e geliştirilen varsayımsal saldırının 2022’de bize bildirildiğini, incelendiğini ve belirli bir algoritma cihazlarımızda kullanılmadığından düşük riskli olduğunu doğrulayabiliriz. Tüketici gizliliği son derece önemlidir ve güvenlik protokollerimizi tüm cihazlar için en yüksek standartta tutacağız.”
Graz Teknoloji Üniversitesi’nden araştırmacı Daniel Gruss, saldırının eksikliklerine rağmen, özellikle Hertzbleed’in ve Platypus olarak bilinen benzer bir saldırının keşfinin ardından, araştırmanın sonuçlarının “kesinlikle ilginç ve önemli” olduğunu söyledi.
Tekniğin önüne geçilebilmek için düzenli ve sistematik sınırlamalar getiriliyor. Fakat bu kadar yaygın bir alanı tehdit etmesi gerçekten korkutucu. Ama süreç uzunluğu ve meşakkati göz önünde bulundurulduğunda birçoğumuz bu saldırılar için önemli bir hedef teşkil etmiyoruzdur.
Mercedes-Benz, Kaliforniya Motor Araçları Departmanı’ndan (DMV) 3. Seviye otonom sürüş sistemi olan Mercedes Benz Drive Pilot için eyaletler arası otoyollarda kullanım iznini almayı başardı. Bu kararla beraber, Nevada’nın bu yılın başlarında onay vermesinin ardından, Mercedes’in gelişmiş otonom sürüş teknolojisine izin veren Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ikinci eyalet olmuştur.
Drive Pilot, 2024 S-Class ve EQS sedan modellerinde sunulmakta ve ilk müşteri teslimatları bu yılın ilerleyen dönemlerinde gerçekleştirilecek. 3. Seviye otonom sürüş aracın belirli senaryolarda sürüş kontrolünü ele almasına ve insan sürücünün direksiyonu bırakarak diğer etkinliklere odaklanmasına olanak tanırken, gerektiğinde müdahale edilmeye hazır bir sistemdir, yarı otonom sürüş sistemlerinin son seviyesi olarak geçer.
DMV izni, Mercedes Benz Drive Pilot için kullanımına bazı kısıtlamalar getirmekte. Sistem, yalnızca 65 km/saat hız sınırlarına sahip otoyollarda, gün ışığının olduğu saatlerde ve iyi hava koşullarında kullanılabilecek. Sistem, şehir veya ilçe yollarında, inşaat bölgelerinde, yoğun yağmur veya sis durumlarında, su basmış yollarda veya performansını etkileyebilecek hava koşullarında ise kullanılmayacak.
Mercedes, Drive Pilot’u araçta etkinleştirmeden önce sahiplerinin sistemin yeteneklerini ve teknolojiyi nasıl etkinleştirip devre dışı bırakacaklarını açıklayan zorunlu bir video izlemelerini şart koşmakta. Drive Pilot devraldığında, insan sürücü bilgilendiriliyor ve direksiyon üzerindeki düğmeleri kullanarak kontrolü bırakabiliyor. Sistem daha sonra aracın hızını, diğer araçlara olan mesafesini ve navigasyonunu yönetirken, trafik işaretlerini ve potansiyel engelleri dikkate alıyor. Ayrıca kaçınma manevraları ve frenleme yapabiliyor.
Sürücü, birden fazla uyarıdan sonra kontrolü geri alamazsa, araç güvenli bir şekilde durdurulabiliyor. Drive Pilot, lidar ve radar sensörleri, kameralar, aniden çıkan araçları tespit etmek için ses alıcıları ve yedekli direksiyon ve fren aktüatörleri ile yedekli bir elektrik sistemi gibi teknoloji seti kullanıyor.
Mercedes, gelecekte Drive Pilot’u hızları 130 km/saat’e kadar çalışacak şekilde geliştirmeyi planlamakta. Şirketin Amerika Birleşik Devletleri CEO’su Dimitris Psillakis, Drive Pilot’un Kaliforniya’da onaylanmasından gurur duyduklarını belirterek Mercedes’in güvenlik ve teknoloji liderliğine bağlılığını vurgulamış ve müşterilere yoğun trafik durumlarında kolaylık sağladıklarını ifade ediyor.
Mercedes, Drive Pilot’u başlangıçta geçen yıl Almanya’da bir seçenek olarak sunmuş ve şimdi farklı yasal süreçlere eyalet bazında uyum sağlayarak teknolojiyi ABD’de aşamalı olarak tanıtmakta.
Uluslararası marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance, “Türkiye’nin En Değerli Markaları” araştırmasının 2023 sonuçlarını açıkladı. Vestel, 927 milyon dolarlık değeriyle sıralamada ilk 3’te yer aldı.
Vestel, marka değerindeki istikrarlı yükselişini sürdürüyor. Uluslararası marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance’ın Türkiye’nin En Değerli Markaları Araştırması’nın 2023 sonuçlarına göre Vestel’in marka değeri 927 milyon dolar olarak açıklandı. Geçen yıl sıralamada 7 basamak birden yükselme başarısı göstererek ilk 5’te yer alan marka, bu yıl listedeki yerini 3’e taşıdı. Geçen yıl 720 milyon dolar olarak açıklanan marka değeri, yüzde 28 artışla 927 milyon dolara ulaştı.
Vestel, Türkiye’nin en değerli markalarında adını ilk 3’e yazdırdı
Küresel ölçekte teknoloji şirketi olma vizyonu ile faaliyetlerini sürdüren Vestel, ürünlerini dünyanın 158 ülkesine ulaştırarak Türkiye için değer yaratıyor. Ar-Ge ve inovasyona dayalı teknoloji üretimiyle sektöründe dijital dönüşüme öncülük eden marka, ürün ve hizmetleriyle marka değerini yükseltmeye devam ediyor.
Teleparty Netflix deneyiminizi arkadaşlarınızla paylaşmanızı sağlıyor. Teleparty ile uzaktaki kişiler senkron şekilde içerik izleyebiliyor.
Teleparty, arkadaşların dünyanın herhangi bir yerinde uzun mesafeli izleme partileri ve film gösterimleri düzenlemesini daha da kolaylaştırmak için son birkaç yılda büyüdü. Platform artık Amazon Prime Video’dan Disney+’a kadar hemen hemen her büyük yayın hizmetiyle uyumlu hale geldi.
Teleparty ve Netflix izleme partilerinin gerçekte nasıl çalıştığı hakkında daha fazla bilgi edinmek mi istiyorsunuz? Arkadaşlarınız ve aileniz için evinizin rahatlığında harika bir bekçi partisi düzenlemek için bilmeniz gerekenler:
Teleparty ya da diğer adıyla Netflix Part, Netflix ve diğer akış hizmetleriyle çalışan bir tarayıcı uzantısı. Sizin, arkadaşlarınızın ve ailenizin her birinden okyanuslar uzakta olsanız bile tam olarak aynı anda bir film veya dizi izlemenize olanak tanıyor. Platform, partideki diğer herkesle tam olarak senkronize olmayı kolaylaştırıyor. Böylece hiç kimse olay örgüsüne veya diğer spoilerlere herkesten önce ulaşmıyor.
Teleparty diğer platformlarda da kullanılabiliyor
Teleparty eklentisi, birliktelik ve bağlantı duygusunu daha da geliştirmek için sizin ve konuklarınızın gösterim boyunca canlı tepkilerinizi, GIF’lerinizi ve ekran görüntülerinizi paylaşmanıza olanak tanıyan ayrı bir sohbet işlevi içeriyor.
Netflix Party başlangıçta yalnızca Netflix’e hizmet vermek için oluşturulmuş olsa da, tarayıcı uzantısı artık HBO Max, YouTube, Disney+, Amazon Prime Video , Hulu ve daha fazlası dahil olmak üzere çoğu büyük akış hizmetiyle uyumlu.
Kullanım için öncelikle Teleparty tarayıcı uzantısını indirmeniz gerekiyor. Teleparty’de “yükle” düğmesine tıkladıktan sonra, yükleme işlemini tamamlamak için “Chrome’a Ekle” düğmesine tıklamanız gerekiyor. Uzantı yüklendikten sonra Netflix’e veya başka bir akış hizmetine gidebilir ve hemen bir izleme partisi başlatabilirsiniz. İzlemek istediğiniz diziyi veya filmi seçmek ve partiyi başlatmak için yapmanız gereken tek şey, ekranınızın köşesindeki gri renkli “Teleparty” düğmesine tıklamak.
Otomatik olarak sunucu ve filmi duraklatabilen veya oynatabilen tek kişi olacaksınız. “Teleparty” düğmesine bastığınızda, partiye katılmasını istediğiniz herkese gönderebileceğiniz özel bir URL de çıkıyor. Diğer dijital trendlerden farklı olarak, Teleparty’ye benzer hizmetler sunan pek çok rakibin ortaya çıktığını not etmek isteyeceksiniz. Ancak Teleparty markası minimum hata ve kullanım kolaylığı açısından en güvenilir seçenek olarak kabul ediliyor.
Counterpoint’in raporuna göre Küresel hücresel IoT bağlantıları 6 milyarı geçecek. LoRa, Sigfox ve Wi-SUN gibi teknolojiler ön plana çıkacak.
Counterpoint’in Global Cellular IoT Connections Tracker raporuna göre, küresel hücresel IoT bağlantıları her yıl yüzde 29 oranında güçlü bir şekilde büyüyerek 2022’de 2.7 milyara ulaştı. Bu alandaki büyüme devam edecek ve 2030’da 6 milyarı aşacak. Rapordan bazı başlıklar şu şekilde oldu:
Küresel hücresel IoT bağlantıları her yıl %29 artarak 2022’de 2.7 milyara ulaştı.
Çin, 2022’de toplam hücresel IoT bağlantılarının üçte ikisinden fazlasını elinde tutuyor. Ardından Avrupa ve Kuzey Amerika geliyor.
Çin’de NB-IoT hakimken, Avustralya, Japonya ve Kuzey Amerika’da LTE-M tercih ediliyor. Avrupa ikisini de destekliyor.
4G ve NB-IoT, hücresel IoT uygulamaları için en çok tercih edilen teknolojiler olarak dikkat çekiyor.
5G, modül fiyatları ve uygulamaların genişliği erken aşama dinamiklerini yansıttığı için yeni ortaya çıkıyor.
İşletme ve dönüşüm girişimlerinin IoT bağlantılarını ileriye taşımada kilit rol oynamasıyla IoT büyüme itici güçleri değişiyor.
LoRa, Sigfox ve Wi-SUN gibi teknolojiler ön plana çıkacak
Hücresel IoT bağlantı teknolojisi dinamikleri hakkında yorum yapan Kıdemli Araştırma Analisti Soumen Mandal: “2022’nin sonunda, 4G ve NB-IoT birlikte, hücresel IoT bağlantılarının kurulu tabanının yaklaşık yüzde 90’ını oluşturuyor. 2016 yılında 2G ve 3G tabanlı IoT bağlantılarını geride bırakan 4G, hücresel IoT bağlantıları için en çok tercih edilen teknoloji olarak ortaya çıktı. NB-IoT, Çin’de önemli bir popülerlik kazanıyor. Japonya, Avustralya ve Kuzey Amerika, alt uç uygulamalar için LTE-M teknolojisini tercih ediyor. Avrupa, çoğu operatör tarafından sunulan dolaşım hizmetleri tarafından desteklenen bir NB-IoT ve LTE-M kombinasyonunu benimsedi” dedi.
Pazar görünümü hakkında yorum yapan Araştırma Başkan Yardımcısı Neil Shah: “Büyüme, temel olarak kamu hizmetleri, otomotiv, endüstriyel, perakende ve sağlık hizmetleri gibi çeşitli sektörlerde hücresel bağlantının benimsenmesiyle sağlanacak. kıllı telefonlar ve PC’ler gibi tüketici cihazlarının hücresel bağlantıların yönlendirilmesinde önemli bir rol oynadığı önceki on yılın aksine bu on yıl, dijital dönüşüm girişimleri tarafından yönlendirilen hücresel bağlantılara doğru bir kayma görecek. Hücresel bağlantının yaygın olarak benimsenmesi, hücresel bağlantılı cihazların fiyatlarının daha da düşmesine katkıda bulunarak, onları LoRa, Sigfox ve Wi-SUN gibi alternatif hücresel olmayan bağlantı teknolojilerine karşı daha rekabetçi hale getirecek” dedi.
ABD Enerji Bakanlığı yenilikçi veri merkezi soğutma teknolojisi geliştirmek için Intel’i seçti. Intel, ARPA-E programına dahil oldu.
ABD Enerji Bakanlığı, geleceğin veri merkezleri için yüksek performanslı, enerji açısından verimli soğutma çözümleri geliştirmekle görevli 15 kuruluştan biri olarak Intel’i seçtiğini duyurdu. Mayıs ayında duyurulan ödül, Bakanlığın Gelişmiş Araştırma Projeleri Ajansı-Enerji (ARPA-E) tarafından desteklenen COOLERCHIPS programının bir parçası niteliğinde. Intel’in 1.71 milyon dolarlık finansmanla üç yıllık bir anlaşma olması beklenen projesi, Intel’in gelecekteki cihazlarda ısıyı yönetirken en yüksek performanslı işlemcilerine daha fazla çekirdek ve transistör eklemesine izin vererek Moore Yasasının devamını sağlayacak.
Intel’in Süper Bilgi İşlem Platformları Grubu’nun baş mühendisi ve baş termal mimarı Tejas Shah: “Daldırma soğutma basitliği, sürdürülebilirliği ve yükseltme kolaylığı için kullanılıyor. Bu teklif, iki fazlı daldırmalı soğutmanın, işlemcilerin önümüzdeki on yıl içinde beklediği üstel güç artışıyla uyumlu hale gelmesini sağlayacak” dedi.
Veri merkezleri, ABD’deki toplam elektrik tüketiminin yaklaşık yüzde 2’sini oluşturuyor. Veri merkezi soğutması, genel olarak veri merkezi enerji kullanımının yüzde 40’ını oluşturabiliyor. Seçilen projeler, veri merkezlerini soğutmak için gereken enerjiyi azaltmayı ve bu kritik altyapıyla ilişkili operasyonel karbon ayak izini düşürmeyi amaçlıyor.
Bilgi işlem kapasitesi ve performansına yönelik artan talepleri karşılamak için, geleceğin veri merkezi işlemcilerinin 2 kW’ı aşan güce ihtiyaç duyması bekleniyor ve bu da mevcut teknolojilerle soğutmanın zor olacağı anlamına geliyor. Günümüzün en güçlü yongaları ise hızla 1 kW güç kullanımına yaklaşıyor.
Program aracılığıyla geliştirilen soğutma çözümleri, Intel’in işlemcilerinin ve Intel Foundry Hizmetleri aracılığıyla üretilenlerin yeteneklerini geliştirecek. Çözümler Moore yasasının devamını sağlayacak ve Intel’in enerji verimliliği ve sürdürülebilir çözümlere olan bağlılığını artıracak.
Daldırmalı soğutma çözümü
Intel, yenilikçi daldırmalı soğutma çözümünü geliştirmek için akademik ve endüstri liderleriyle işbirliği yapacak. Intel, araştırma çabalarını denetleyecek, değerlendirme için termal test araçları sağlayacak ve etkin nokta konumları da dahil olmak üzere yeni nesil işlemciler için form faktörünü ve kısıtlamaları tanımlayacak.
Intel’in projesi, daha yoğun, daha yüksek performanslı aygıtları desteklemek için bir 3B buhar odası boşluğuna entegre edilmiş, ultra düşük termal dirençli, mercan şeklinde daldırmalı soğutma ısı alıcıları geliştiriyor. Intel’in tasarımı, ısıyı daha etkili bir şekilde yaymak için 3D buhar odalarını optimize ederek iki fazlı daldırmalı soğutmayı uyarlama zorluğunu ele alacak.
Araştırmacılar, yeni ısı yutucuları 3 boyutlu olarak basacak ve buharlaştırıcıları çeşitli çalışma koşulları altında test edecek.
New York Şehri’nin merkezi iş bölgesine yönelik trafik sıkışıklığına karşı alınan trafik ücreti uygulaması, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir dönüm noktası niteliği taşıyor. Bu program, trafik sıkışıklığını azaltmayı, toplu taşımayı iyileştirmeyi ve şehrin yaşlanan altyapısına yönelik yatırımlar için gelir elde etmeyi hedeflemekte. Stockholm, Londra ve Singapur gibi diğer şehirlerde benzer uygulamalar olsa da, New York Şehri’nin programı Amerika Birleşik Devletleri’nde bir ilk.
Lower Manhattan‘a günlük olarak 700.000 araç akışı, ülkedeki en kötü trafik sıkışıklığından birini yaratmakta. Bu sıkışıklık, ortalama araç hızlarının düşmesine, kirliliğin artmasına ve sakinlerin hayat kalitesinin kaybına yol açmaktadır. Trafik sıkışıklığı bölgesine giren araçlardan ücret alarak, bu ücretin bölgedeki araç sayısını en az %10 oranında azaltması ve bölge içinde seyahat edilen mil sayısını %5 azaltması bekleniyor.
Trafik ücretlendirilmesini destekleyenler, bunun trafik sıkışıklığını hafifleteceğini ve özellikle New York Şehri’nin salgın sonrası ekonomik toparlanması için hayati öneme sahip olan toplu taşımayı iyileştireceğini savunuyor. Ücretten elde edilen gelirler, şehrin toplu taşıma sistemini modernize etmek, daha güvenilir ve erişilebilir hale getirmek için kullanılacak. Özellikle düşük gelirli ve azınlıkta olan vatandaşların yoğun olarak toplu taşımayı kullandığı düşünüldüğünde, bu önemli bir adım.
Taksi ve yolculuk paylaşımı gibi gruplar ile dış ilçelerden ve New Jersey’den gelen yolcular, tıkanıklık ücretine karşı çıkıyor. Ancak, bu etkileri hafifletmek için bazı önlemler alınmış. Düşük gelirli bireyler ve hükümet yardım programlarına kayıtlı olan sürücüler gibi belirli sürücülere indirimler ve muafiyetler sağlanacaktır. Ek olarak, MTA (Motorlu Taşıtlar Başkanlığı), otoyol yakınındaki okullara hava filtrasyon üniteleri kurmak, astımı önlemeye yönelik programlar ve trafik akışının yönlendirilebileceği bölgelerde hava kalitesini iyileştirmek için diğer yatırımlara taahhütte bulunuyor.
New York Şehri’nin trafik ücretlendirme programının başarısı, trafik sıkışıklığı, iklim değişikliği ve eskiyen altyapı gibi benzer sorunlarla karşı karşıya olan diğer şehirler için bir model olabilir. Bu sorunlarla mücadele etmek için sürdürülebilir çözümlere ihtiyaç duyan Los Angeles gibi şehirler, New York’un programının sonuçlarını yakından takip edecek.
New York Şehri’ndeki trafik ücretlendirme programı, trafik sıkışıklığını azaltma, toplu taşımayı iyileştirme ve altyapı yatırımları için gelir elde etme konusunda önemli bir adım. Farklı gruplardan bazı endişeler ve eleştiriler olsa da, bu sorunları ele almak için önlemler alınmış. Programın başarısı, pandemi sonrası toparlanma sürecinde olan diğer şehirler için sürdürülebilir kentsel gelişim konusunda ilham kaynağı olabilir.
Yapay zeka (YZ), BT departmanını devrim niteliğinde değiştirme potansiyeline sahip ve şirketlere önemli mali tasarruflar sağlayacak gibi gözüküyor. Bununla birlikte, YZ modelleri uygulamaya konulurken veriyle ilişkili riskleri dikkatlice değerlendirmek şirketler için hayati öneme sahip. Tenable’da Yardımcı CTO olan Gavin Millard, şirketlerin YZ modelleriyle hangi verileri paylaşacaklarını planlamalarının, YZ benimsenmesinde geride kalmaktan kaçınmak için gerekliliğini vurguluyor.
Üretken YZ modellerini kullanan araçlar benzersiz içgörüler sunmakta ve karmaşık görevleri tamamlamada yardımcı oluyor. Ancak halka açık bulut YZ modellerine bağımlılık söz konusu. İç verilerin ifşası endişe yaratırken, müşteri hizmetleri verilerinden yararlanmanın yapay zekayı eğitirkenki avantajı iste tartışılmaz. Bulut teknolojisinin benimsenmesiyle benzer şekilde, işletmeler yapay zekanın sağladığı değeri ve en uygun olduğu alanları değerlendirmeli.
Birçok şirket halihazırda YZ modellerine erişim için bulut sağlayıcılara güvenmekte, ancak özgün verilerle daha kişiselleştirilmiş sonuçlar elde etmek için daha küçük modellerin eğitimi üzerinde artan bir odaklanma görülüyor. Örneğin, bir BT destek ekibi yapay zekayı kullanarak yaygın sorunları otomatikleştirebilecek ve insan çalışanlarına daha karmaşık konularla ilgilenmeleri için zaman kazandırabilecek.
Millard, şirketlerin “yerel lezzetlere sahip dinamik bir veri kümesinden” en fazla değeri elde edebileceğini ifade ediyor. Bu yaklaşım, hassas bilgilerin yerel olarak saklanmasını ve diğer veri noktalarının daha geniş bir geliştirici topluluğuyla paylaşılmasını içeriyor. Verilerin Dillerin Modellerine (LLM’ler) güvenli bir şekilde iletilmesi, ChatGPT API veya Bard API gibi API erişimi aracılığıyla gerçekleştirilebilir.
Güvenlik düşüncelerinin yanı sıra, Millard, YZ kullanım durumlarının daha açık ve şaffaf hale geldiğini vurgulamakta. Şirket içi yapay zeka araçları, satış hedeflerine veya müşteri profillerine ilişkin içgörüleri özetleyebilir ve şirketlerin rakiplerinden önde olabilmek için yapay zeka benimsenmeplanları yapmaları son derece önemli.
YZ’nin kod üretimindeki rolü de yine önem teşkil ediyor, çünkü geliştiricilerin iş yükünü hafifletebiliyor. Bununla birlikte, Millard, geliştiricilerin neyi başarmaları gerektiğini ve YZ modelleri tarafından üretilen kodu doğrulamaları gerektiğine dikkat çekiyor. YZ kod hijyeninin genellikle iyi olduğunu, ancak anormal unsurların zafiyetlere yol açabileceğinin de unutulmaması gerektiği belirtiliyor.
YZ araçları ve sohbet botları saldırganlara güç verdiği gibi, savunma ekiplerine de güç verdiğini belirten Millard, yapay zeka ve makine öğrenimini kullanarak şirketlerin savunmalarını güçlendirmelerini ve saldırganların açıklardan faydalanmadan önce kritik sorunları tespit etmelerini sağlamalarının önemli olduğunu vurgulanıyor. Yapay zeka, siber hijyenin geliştirilmesinde ve veri ihlallerinin önlenmesinde önemli bir rol oynayacak gibi gözüküyor.
Eski Google yöneticisine göre iki yıl içinde yapay zeka felaketi ile karşı karşıya kalacağız. Mo Gawdat, endişelerini dile getirdi.
Google’ın eski bir üst düzey yöneticisi olan ve bir zamanlar şirketin Google X “moonshot” bölümüne liderlik eden Mo Gawdat, yapay zekayla ilgili görüşlerini paylaştı. Gawdat, yapay zekanın insan toplumu üzerindeki potansiyel olumsuz etkileriyle ilgili endişelerini dile getirdi.
Mo Gawdat’tan yapay zeka yorumu
Gawdat, Stephen Bartlett’in sunduğu “Bir CEO’nun Günlüğü” adlı podcast’te yaptığı yeni bir röportajda “Acil bir durumun ötesinde. Bugün yapmamız gereken en büyük şey bu. İster inanın ister inanmayın, iklim değişikliğinden daha büyük. Önümüzdeki iki yıl içinde tüm gezegeni etkileyebilecek inanılmaz derecede yıkıcı bir şeyin olma olasılığı, yapay zeka ile iklim değişikliğinden kesinlikle daha büyük” ifadelerini kullandı.
İklim değişikliğinin yıkıcı yan etkileri dünya çapında şimdiden hissedilirken, Gawdat yapay zekanın da yakın gelecekte geniş kapsamlı sonuçları olabileceğine inanıyor. Gawdat’ın özel endişeleri arasında, derin sahte ürünler gibi siber suça yataklık yapan araçların zarar verme potansiyeli ve otomasyon nedeniyle toplu iş kaybı olasılığı yer alıyor.
Yakın zamanda, “Gizli Liderler” adlı farklı bir podcast’te Gawdat, yapay zekanın insanları “pislik” olarak düşünme olasılığının “çok yüksek” olduğunu söyledi. Ayrıca yapay zekanın kendi “ölüm makinelerini” de yaratabileceğini iddia etti.
Gawdat korkularına rağmen, teknolojinin devlet tarafından düzenlenmesinden yana yer alıyor. Olumsuz etkilerini azaltmak için bir fikir öneriyor: onu ağır bir şekilde vergilendirmek. Bu aşırı bir önlem gibi görünse de müzakereler için bir başlangıç noktası olabilir.
Gawdat: ”Hükümetlere çok net bir harekete geçme çağrım var. Yapay zeka destekli işletmelere yüzde 98 oranında vergi ver diyorum. Böylece birdenbire açık mektubun yapmaya çalıştığı şeyi yaparsınız, onları biraz yavaşlatırsınız ve aynı zamanda bu işlere yarayacak tüm bu insanlara ödeme yapmak için yeterli parayı alırsınız.” Diyor.
AI gelişmeye ve günlük yaşamlarımıza daha fazla entegre olmaya devam ettikçe, toplumun potansiyel etkilerini dikkatlice değerlendirmesi ve olumsuz etkileri hafifletmek için adımlar atması önemli olacak. Yapay zeka ile ilgili endişeler artarken, hükümetler henüz önleyici bir çözüm geliştirmedi.
Işığı dönüştüren yeni malzeme, sensörler ve otonom araçlar için yeni olanaklar yaratıyor. Bu malzemeyle güneş panelleri de küçülebilir.
Yeni bir çalışmada bilim insanları, düşük enerjili ışığı yüksek enerjili ışığa dönüştürebilen kompozit bir malzeme geliştirdi.
Bilindiği üzere ışık enerjisi her yerde bulunuyor. Gece görüş teknolojisi, güneş pilleri, biyomedikal görüntüleme ve sensörler gibi çeşitli uygulamalar için kullanılıyor. Düşük enerjili ışığı yüksek enerjili ışığa dönüştürmek, bu teknolojilerin çoğunda çok önemli.
Mevcut metodolojilerden bazıları, kızılötesi ışığı görünür veya ultraviyole ışığa dönüştüren üst dönüştürme malzemelerinin, düşük enerjili fotonları emen ve onları daha yüksek enerjili fotonlar olarak yeniden yayan kuantum noktalarının, ışığın frekansını ikiye katlayan frekansı ikiye katlayan kristallerin kullanımını içeriyor.
Bilim insanları bu listeye yeni bir teknoloji daha ekledi: Düşük enerjili ışığı yüksek enerjili ışığa dönüştüren yeni bir malzeme sınıfı. Araştırma ekibi, birkaç yıldır bu teknolojiyi geliştirmek için çalışan Austin’deki Texas Üniversitesi’nden, California Riverside Üniversitesi’nden, Colorado Boulder Üniversitesi’nden ve Utah Üniversitesi’nden bilim insanlarını içeriyor.
Organik-inorganik kompozit malzeme
Ekip, inorganik ve organik malzemeler kullanarak bir kompozit malzeme geliştirdi. Ekip, inorganik malzeme için ultra küçük silikon nanopartiküller ve organik malzeme için antrasen kullandı.
Antrasen, petrol ve kömür gibi fosil yakıtlarda benzersiz özelliklere sahip. Floresan görevi görür, yani belirli dalga boylarında ışığı emebilir ve daha uzun dalga boylarında ışığı yeniden yayabilir. Bu da onu bu teknoloji için uygun bir aday yapıyor. Ekip, elektronları organik antrasen ve inorganik silikon nanopartiküller arasında taşımak için elektriksel olarak iletken köprüler geliştirdi. Kompozit, elektronları organik ve inorganik bileşenler arasında verimli bir şekilde taşırken, köprü iki parça arasında güçlü bir kimyasal bağ sağlayarak ve enerji değişim verimliliğini artırarak süreci kolaylaştırdı.
Böylelikle malzeme, ultra küçük silikon nanoparçacıklardan ve OLED TV’lerde kullanılanlarla yakından ilişkili organik moleküllerden oluştu.
Yeni organik-inorganik kompozit malzeme, biyomedikal görüntüleme, kendi kendine giden arabalar için ışık sensörleri, verimli güneş panelleri, daha iyi gece görüş gözlüğü ve ışık tabanlı 3D baskı gibi birçok alanda yeni olanaklar sunuyor.
Austin’deki Texas Üniversitesi’nden araştırmanın ortak yazarı Sean Roberts: “Bu süreç bize malzeme tasarlamak için yepyeni bir yol sunuyor. Bu, son derece farklı iki maddeyi, silikon ve organik molekülleri almamıza ve onları sadece bir karışım oluşturmak için değil. İki bileşenin her birinden tamamen farklı özelliklere sahip tamamen yeni bir hibrit malzeme oluşturmak için yeterince güçlü bir şekilde bağlamamıza olanak tanıyor” dedi.
En önemlisi, düşük enerjili ışığı daha yüksek enerjili ışığa dönüştürme yeteneği. Aksi takdirde geçebilecek yakın kızılötesi ışığı yakalayarak güneş pillerinin verimliliğini artırma potansiyeline sahip. Bu teknolojinin optimize edilmesi, güneş panellerinin boyutunda yüzde 30’luk bir azalmaya yol açabilir.
Akıllı evler, işletme, ofis, kafe ve restoranlarda interneti güvenli ve hızlı dağıtmak isteyenler için özel olarak üretilmiş Keenetic Voyager Pro ve Orbiter Pro’yu mercek altına aldık.
Keenetic Türkiye Ürün Pazarlama Müdürü Fatih Kurt, Techinside ofisine konuk oldu. Teknoloji ve yenilik severlerin sıkı şekilde takip ettiği Keenetic markası ile ilgili doğrudan kendisinden bilgi aldık. Özellikle KOBİ düzeyinde işletmelerin Wi-Fi ihtiyaçları için üretilen Keenetic Voyager Pro ve Orbiter Pro serisini anlatmasını istedik.
Keenetic 2018 Yılından bu yana Türkiye’de
Keenetic, 2010-2018 yılları arasında farklı pazarlarda co-branding yapmış bir marka. 2018 yılında bağımsız bir marka olarak ilk uluslararası açılımını Türkiye’de gerçekleştiren Keenetic, özellikle son kullanıcıların istek ve ihtiyaçlarını dikkate alarak ürün ve yazılım geliştirme konusunda uzmanlaşmış. Sürekli güncellenen bulut temelli KeeneticOS yazılımı, Keenetic ürünlerinin daha kullanışlı, güvenli ve uzun süre kullanımını sağlıyor.
Keenetic Voyager Pro içindeki KeeneticOS yönetimde avantaj sağlıyor
Keenetic’i diğer ağ/modem üreticilerinden ayıran en temel özelliklerden bir tanesi sahip olduğu yazılım gücü. Sürekli ve periyodik olarak güncellenen bu yazılım esnek ve modüler de bir yapı sunuyor. Örneğin; bir işletme 5651 loglamaya uygun ücretsiz internet erişimi vermek isterse, bileşenler arasından bu özelliği aktif hale getirebiliyor. Ya da iki farklı lokasyonu VPN ağı ile birbirine güvenli şekilde bağlamak isteyen bir işletme sahibiyseniz sunduğumuz VPN özelliklerini deneyebiliyorsunuz. Eğer bu özelliklerin hiçbirini kullanmayacaksanız, yazılımda devre dışı bırakabilirsiniz. Ağın tüm yönetimi tamamen sizin elinizde.
Keenetic Voyager Pro ile yedekli ve güvenilir bağlantı
Keenetic VDSL/ADSL modem, fiber router, 4G/LTE router gibi özellikle akıllı ev ve işletmelerin ihtiyacı olacak ağ ürünleri üretiyor. Ürün ailesine bakıldığında işletmelerin ihtiyaçlarını karşılayacak yüksek donanım gücüne sahip Keenetic Titan gibi üst seviye cihazlar; AX1800 sınıfı Wi-Fi özelliği fiber bağlantıyı 4G/LTE SIM kart ile yedeklemeye imkan tanıyan Keenetic Hero 4G+ ; KeeneticOS yazılımının Wi-Fi sınıfı fark yaratan kablosuz hız ve güçlü donanımla birleştiği Keenetic Hopper DSL gibi modeller bulunuyor. Ülkemizde farklı altyapılarla farklı internet bağlantıları sunuluyor. Bu bağlantı türlerini özellikle anlık kesintilerin olmaması gereken, hastane, okul, ofis gibi ortamlarda yedeklemek ve kritik önemi olan cihazların hep bağlı kalmasını sağlamak önemlidir. Eczane gibi e-randevulara erişmeniz gereken, POS cihazları ile ödeme almanızın gerektiği yerlerde fiber bağlantınızı 4G/LTE SIM kart takılabilen bir Keenetic ile yedeklemek oldukça faydalı olacaktır.
Pro serisi ile açık ofisler, kafe ve restoranlar için sorunsuz internet erişimi
Keenetic’in akıllı evlerin yanı sıra özellikle işletme, ofis, kafe ve restoran gibi yerlerde kullanılabilecek Voyager Pro ve Orbiter Pro modelleri yeni duyuruldu. Sahip oldukları PoE ethernet portları sayesinde herhangi bir güç adaptörü olmadan da hem veri hem de güç iletimine imkan tanıyan bu portlar kablo kargaşasını ortadan kaldırıyor. Keenetic Voyager Pro ve Orbiter Pro modellerinin her ikisinin de diğer markalarla karşılaştırıldığında bazı faydaları bulunuyor. Örneğin; her iki cihaz da sadece access point olarak değil aynı zamanda router olarak da kullanılabiliyor. Bu sayede genişbant fiber internetinizi dilerseniz Keenetic Voyager Pro’da sonlandırabiliyorsunuz. Bu da ek bir router satın alma ya da yazılımlara yıllık ücret ödeme maliyetini ortadan kaldırıyor. Keenetic Voyager Pro modelinde Özel Wi-Fi Spektrum Analizörü olarak belirttiğimiz bir araç da mevcut. Bu araç etraftaki kanalları sürekli dinleyerek en uygun Wi-Fi kanalı ile ilgili size bilgi sunarak ağınızı çok daha verimli kullanmanızı sağlıyor.
Teknik destek konusunda iddialı
Keenetic Türkiye olarak satıştan sonra verdiğimiz desteğin kalitesinden çok eminiz. Öncelikle Keenetic sahiplerinin ve hatta bir Keenetic’i olmayan kullanıcılarının erişebildiği, sadece Keenetic ile ilgili değil ağ teknolojilerinin geneli ile ilgili olarak Türkçe hazırlanmış yüzlerce makale bulunuyor. Bu makaleler herkesin erişimine açık ve kullanıcılar öncelikle bu makaleyi okuyarak sorununu kendisi çözmeye gayret ediyor. Eğer sorun hala çözülemediyse, kullanıcılar çağrı merkezi, e-posta kanalı ve hatta mobil uygulama üzerinden bilet oluşturabiliyor. Google Play ve Appstore mağazalarındaki Keenetic mobil uygulaması tamamen ücretsiz ve ağı yönetirken oldukça kullanışlı ve anlaşılır özellikler sunuyor.
Microsoft’un Activision Blizzard’ı satın alma işlemine yönelik engelleme girişimi, ABD Federal Ticaret Komisyonu’nun (FTC) federal mahkemede yaptıkları yasaklama talebiyle gerçekleşti. Bu eylemde, ABD’nin yanı sıra Birleşik Krallık Rekabet ve Piyasa Otoritesi (CMA) tarafından da satın almaya karşı çıkan ana muhalifler konumunda.
FTC’nin kararı, Microsoft’un anlaşmayı beklenen süre bitmeden tamamlamasını engellemeyi amaçlamakta. FTC, beklenildiği üzere, iki şirketin anlaşmayı en kısa sürede tamamlama niyetinde olabileceğini düşünerek, federal hakimlere, 15 Haziran’dan önceki herhangi bir kesin anlaşmayı durdurmalarını talep etti. Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir husus, FTC’nin önceden bir “antitröst” davası açtığı ve 2 Ağustos’ta bir duruşma tarihi belirlediği, bu da sözleşme süresi olan 18 Temmuz’un da ötesinde olduğu.
Potansiyel bir engellemeye rağmen, Microsoft ve Activision Blizzard, anlaşmanın engelleme teşebbüslerine olumlu bir şekilde tepki verdiler. Microsoft’un başkanı Brad Smith, federal hakimlerin eninde sonunda lehlerinde karar vereceğine olan güvenini ifade etti ve federal mahkemeye geçilmesinin süreci hızlandıracağını öne sürdü. Benzer şekilde, Activision Blizzard CEO’su Bobby Kotick de çalışanlara gönderdiği bir e-postada aynı düşünceleri dile getirdi.
Birleşmeyle ilgili temel endişe, Microsoft’un popüler Call of Duty serisi üzerindeki kontrolü ve Sony’nin PlayStation’ına karşı haksız bir avantaj sağlama potansiyeli. Sony, Microsoft’un Call of Duty’yi PlayStation’dan alıkoyabileceği veya oyunların PlayStation sürümlerini düşürebileceği konusunda endişelerini dile getirmişti. Ancak Microsoft, platformlar arasında eşitliği koruyacağını defalarca temin etmişti.
FTC’nin yanı sıra, İngiltere’deki CMA da Nisan ayında onaylamama kararı alarak, yükselen bulut oyun pazarı konusunda endişelerini dile getirdi. Microsoft’un Xbox Cloud Gaming hizmeti şu anda bu küçük ancak büyüyen segmenti domine etmekte. Ancak Microsoft, Nvidia’nın GeForce Now gibi çeşitli bulut oyun sağlayıcılarında oyunlarını kullanılabilir hale getirmek için anlaşmalar da yaptı.
FTC’nin yasaklama talebi, bulut oyunu ve perakende satışlar konusunda endişeleri de dile getiriyor, Blizzard’ın Diablo IV’ünün tarihin en hızlı satan oyunu olmasını örnek göstererek şirketin pazardaki önemine vurgu yapıyor. Diablo IV, 6 Haziran’daki lansmanından sadece 24 saat sonra Blizzard’ın en hızlı satan oyunu haline gelmişti.
Microsoft ve Activision Blizzard’ın satın almasının sonucu, hukuki sürecin nasıl gelişeceğine bağlı olarak belirsizliğini korumakta. Federal mahkemenin yasaklama talebi ve ardından gerçekleşecek antitröst davası duruşmasının sonucu, birleşmenin kaderini büyük ölçüde etkileyecek.
Geleceği şekillendirmek, sürdürülebilir inovasyonu desteklemek ve küresel teknolojiyi birleştirmek amacıyla düzenlenen London Tech Week etkinliğinde inovasyon ve yapay zekâ çözümleri büyük ilgi görüyor.
Dünyanın en büyük teknoloji etkinliklerinden London Tech Week’te yapay zekâ odaklı girişimler ve yapak zekanın işletmeleri nasıl dönüştürdüğüne dair ipuçları paylaşılırken, inovasyon çözümleri kapsamlı şekilde ele alındı.
12 Haziran’da başlayan ve 16 Haziran’a kadar devam edecek olan London Tech Week, yarının en yenilikçi düşünürlerini ve yeteneklerini bir haftalık bir festivalde bir araya getiren küresel bir teknoloji kutlaması olarak büyük ilgi gördü. Teknolojinin iş dünyasını ve toplumu nasıl dönüştürdüğünü sergileyen London Tech Week, inovasyon, çeşitlilik ve dönüşüm etrafında düşündürücü sohbetler gerçekleştirirken, teknoloji ekosisteminin değişimini yönlendirmek için ilham veren kurucuları, üst düzey iş liderlerini, yatırımcıları ve yükselen yıldızları bir araya getirdi. Akademi ödüllü film yönetmeni Oliver Stone’nun da konuşmacı olarak yer aldığı etkinlikte 5 gün boyunca 25 bin katılımcı 300 konuşmacı ve 70 iş ortağı yer alacak.
İngiltere Başbakanı Rishi Sunak’ın açılış konuşmasını yaptığı etkinliğe Keiretsu Forum Türkiye ülke temsilcileri ve startuplar katılırken, etkinlikte inovasyon çözümleri ön planda yerini aldı. Startupların başka ülkelerde yaşayabilmesi için vize konularının da gündeme geldiği etkinlik büyük ilgi gördü.
London Tech Week iş liderlerini, yatırımcıları ve yükselen yıldızları bir araya getiriyor
Keiretsu Forum Türkiye Genel Müdürü Duygu Eren
London Tech Week’e katılan ve gözlemlerini paylaşan Keiretsu Forum Türkiye Genel Müdürü Duygu Eren, “London Tech Week ilham veren kurucuları, üst düzey iş liderlerini, yatırımcıları ve yükselen yıldızları bir araya getirerek yeni fırsatların önünü açarak, geleceği dönüştürecek teknolojiler üzerine sohbetler yarattı ve çok verimli geçti. Aynı zamanda çok sayıda kadın girişimci ve konuşmacının yer alması da çok mutluluk verici.” dedi.
Açılış konuşmasında inovasyonun insani gelişim için Sanayi Devrimi’ni geride bırakabilecek bir fırsat olduğunu ve bu konuda çok hızlı hareket edilmesi gerektiğini belirten İngiltere Başbakanı Rishi Sunak’ın, İngiltere’nin küresel yapay zekâ güvenliği düzenlemelerinin de merkezi olma yolunda ilerlediğinin altını çizmesi son derece önemliydi. Finansal teknolojiler ve oyun sektörüyle ilgili gerçekleştirilen birçok panelde de yeni gelişmeler ele alındı. Öte yandan dünyada NFT, Metaverse gibi yeni kavramlar ortaya çıktı ve şu anda çok büyük bir teknolojik dönüşümün etkisindeyiz. Web3 ve metaverse konularının da konuşulduğu ve geleceği şekillendirmede büyük ipuçlarının yer aldığı bir etkinlik oldu.” şeklinde konuştu.
Alternatif SuperApp, ilk yatırım turunda 62,5 milyon dolar değerlemeyle 4,7 milyon dolar yatırım aldı.
Macellan’ın fintech alanındaki girişimi Alternatif SuperApp, Qinvest Portföy, APY Ventures Bilişim Vadisi GSYF, Fonangels ve CapitalTurk Holding’in de katıldığı yatırım turunu 62,5 milyon değerleme üzerinden 4,7 milyon dolar yatırım alarak başarıyla tamamladı.
15 Aralık 2021’de lansmanı gerçekleştirilen ve kısa bir süre içinde hızlı bir büyüme kaydeden Alternatif SuperApp, yatırım süreçlerinin görece yavaşladığı bir dönemde, ilk yatırım turunu Qinvest Portföy, APY Ventures Bilişim Vadisi GSYF, Fonangels ve CapitalTurk Holding’in de içinde bulunduğu yatırımcılardan 62,5 milyon dolar değerleme üzerinden aldığı 4,7 milyon dolarlık yatırımla başarıyla tamamladı.
Alternatif SuperApp, mobil uygulama üzerinden farklı sektörlerdeki işletmeleri dijital dönüşüm sürecine dahil ederek B2B müşterilerine fintech çözümleri sunuyor. Bu çözümler arasında dijital cüzdan, sadakat, CRM ve müşteri analitiği gibi özellikler yer alıyor. Uygulama aynı zamanda B2C müşterileri için de tüm dijital cüzdanları tek bir platformda birleştirerek nakit ve kartın avantajlı bir alternatifi oluyor.
Alternatif SuperApp Azerbaycan ve BAE’ye de açılacak
Konuya ilişkin değerlendirmelerini paylaşan Alternatif SuperApp Yönetim Kurulu Başkanı Göktürk Yetim, 100’den fazla marka ve bu markaların 1.300 şubesinde 250 bini aşkın müşteriye hizmet verme ivmelerini hızlandıracak bu yatırımın, gelecekteki potansiyellerini kanıtlama açısından da fırsat vereceğini belirtti.
Bu yatırımı sürdürülebilirlik, inovasyon ve büyüme stratejileri doğrultusunda kullanacaklarını ve pazaryeri konumlarını daha da güçlendireceğini aktaran Göktürk Yetim, ilk etapta Türkiye’deki müşteri sayısını ve uygulamanın kullanımını artırmayı amaçladıklarını ifade etti.
“Önümüzdeki dönemde yurt dışı hedeflerimiz kapsamında Azerbaycan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne açılarak pilot çalışma yapmayı ve bu iki pazarı ayrıntılı analiz etmeyi planlıyoruz” ifadelerini kullanan Alternatif SuperApp Yönetim Kurulu Başkanı Göktürk Yetim, mevcut müşteri tabanını genişletme ve yeni işletmelerle anlaşma gibi büyüme stratejilerini uygulayarak gelecekte daha da büyük bir başarı elde etmeyi hedeflediklerini söyledi.
Western Digital, sabit disklerin önde gelen üreticilerinden biri olarak, önümüzdeki 1.5 yıl içinde ısı destekli manyetik kayıt (HAMR) teknolojisini kullanan yüksek kapasiteli diskleri piyasaya sürmeyi planlıyor. Bu adım, oyunların giderek artan boyutları, 4K içeriğin yaygın olarak bulunması ve telefonlarımızın 8K çekim yapabilmesi gibi faktörler tarafından desteklenen daha büyük depolama kapasitelerine olan talebin artmasıyla gerçekleşiyor.
Başlangıçta Western Digital, yüksek kapasiteli disklerini mikrodalga destekli manyetik kayıt (MAMR) teknolojisi kullanarak geliştirmeyi tercih etmişti, ancak daha sonra odak noktasını HAMR’ye çevirdi. Bu değişiklik, HAMR teknolojisinin ilerlemesi ve potansiyeli göz önüne alındığında mantıklı bir tercih olarak değerlendirilebilir. HAMR, kayıt ortamının yüzeyini ısıtmak için bir lazer kullanarak daha küçük manyetik tanecikler ve dolayısıyla daha yüksek veri yoğunluğu sağlar.
Son bir konferansta WD’nin CFO ve Yürütme Başkan Yardımcısı Wissam Jabre, HAMR diskler konusundaki yol haritaları hakkında bilgi verdi. Jabre, “HAMR tarafında, toplu üretime 1 ila 1.5 yıldan fazla bir süre kaldığını düşünüyorum.” ifadesini kullandı. Jabre ayrıca, Western Digital’ın mühendislerinin HAMR diskler konusunda birçok AR-GE çalışması tamamladığını ve ürünlerin güvenilir olmasını sağlamak istediklerini vurguladı. Western Digital’ın HAMR pazarına giriş yapmasıyla ilgili yayımlanan bir yol haritası, şirketin ilk adımlarında potansiyel kapasiteler için ipuçları sunuyor. Şu anda Western Digital’ın en yüksek kapasiteli diski 22 TB ve enerji destekli dikey manyetik kayıt (ePMR) teknolojisini kullanır. ePMR teknolojisindeki disklerin her bir karesi 1.1 TB’ye kadar veri tutabilir.
HAMR disklerde bu disk kapasitesi neredeyse ikiye katlanabilir ve Western Digital’ın ileride tek bir disk üzerinde 2 TB’ye kadar veri tutabilen HAMR diskler geliştirebilmesi hedeflenmekte. Bu, Western Digital’ın ileride 50 TB veya daha fazla depolama kapasitesine sahip HAMR diskler sunabilmesi anlamına geliyor. Ancak, şirketin ePMR teknolojisiyle 22 TB’ye ulaşması yıllar aldığından, tüketici sınıfı 50+ TB sabit diskler için biraz daha beklememiz gerekecek gibi gözüküyor.
Önümüzdeki yıllar, en fazla depolama alanını isteyenler için harika bir dönem olacak. Oyunları, filmleri veya 200 megapiksel fotoğrafları depolamak isteyenler için Western Digital ve Seagate’in bu teknolojiyi benimsemesi, pazarda rekabetin oluşmasını sağlayacak ve fiyatların beklenenden daha hızlı düşmesine neden olacak.
Koç Üniversitesi’nde yapılan çalışmayla yiyecek bozulması sensör ile tespit edilebilecek. Sensör ile gıda israfı ve sera gazı emisyonu azaltılabilir.
Kısmi bozulma nedeniyle çok fazla yiyecek israf ediyoruz. Araştırmacılar, et, tavuk ve balık gibi protein açısından zengin gıdaların tazeliğini gerçek zamanlı olarak izleyen ve verileri akıllı telefonunuza gönderen küçük bir sensör geliştirdi. Cihaz, dünya çapında gıda güvenliğini ve güvenliğini dönüştürme potansiyeline sahip.
Her yıl, dünya çapında üretilen tüm gıdaların kabaca üçte biri israf ediliyor. Bu yaklaşık 1.4 milyar ton gıda anlamına geliyor. Sadece para açısından küresel ekonomi için maliyetli olmakla kalmıyor. Aynı zamanda sera gazlarının yüzde 10’a kadarı üretilen ancak yenmeyen gıdalardan geliyor. Bozulmuş yiyecekleri yemek, gıda zehirlenmesi riskini de ortaya çıkarıyor.
Çalışma Koç Üniversitesi’nde yapıldı
Et, tavuk ve balık gibi protein açısından zengin gıdalar bozulmaya başladığında, gıda kalitesinin göstergesi olan ve insanlar için potansiyel olarak toksik olan organik bileşikler olan biyojenik aminler üretiyor. Biyojenik aminler, gıda bozulmasını izlemede altın standart yöntem olsa da, eğitimli personel tarafından çalıştırılması gereken pahalı, taşınabilir olmayan aletlerle ölçüm yapılmasını gerektiriyor.
Türkiye’de Koç Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, gıda tazeliğini gerçek zamanlı, kablosuz ve pilsiz olarak takip edebilen ve sonuçları bir akıllı telefona gönderebilen küçük bir sensör geliştirdi.
Sensör, protein açısından zengin gıdalar tarafından üretilen biyojenik aminleri tespit etmek için kapasitif algılama kullanan elektrotlar üzerine lamine edilmiş, sentezlemesi kolay bir polimerden yapılmıştır. Yaklaşık 2 g ağırlığında ve 0,3 inç 2 (2 cm 2 ) boyutundadır.
Sensör, bir akıllı telefonla eşleşen bir çip ile yakın alan iletişimi (NFC) teknolojisini kullanır ve ölçümleri bir anten aracılığıyla gerçek zamanlı olarak kablosuz olarak iletiyor. Çip, sensörün yanına NFC uyumlu bir akıllı telefon yerleştirildiğinde güç alıyor.
Araştırmacılar, cihazın gerçek dünyadaki uygulamasını göstermek için sensörlerini paketlenmiş tavuk göğsü ve kaburga biftekte test edildi. Et örnekleri farklı koşullarda saklandı: derin dondurucuda, buzdolabında ve oda sıcaklığında.
Üç gün boyunca, oda sıcaklığındaki numuneleri izleyen sensörün kapasitansı yükseldi ve bu, bozulan etten biyojenik aminlerin salındığını gösterdi. Bu, araştırmacıların, sensörün bozulmayı verimli bir şekilde tespit ettiğini gösterdiğini söylüyor.
Araştırmacılar: “Sensörün gerçek hayattaki bir uygulamasını göstermek için çeşitli saklama koşullarında saklanan tavuk ve sığır eti örneklerini kullanarak sensörü test ettik” dedi.