Ulu Ventures, 208 milyon dolarlık fon oluşturuyor!

0

Silikon Vadisi merkezli risk sermayesi (VC) şirketi Ulu Ventures, 208 milyon dolarlık yeni fonu ile tohum aşamasındaki girişimlere yatırım yapmaya devam etmeyi planlıyor. Bu yeni fon, şirketin üçüncü fonuna göre önemli bir büyüme gösteriyor; 2021 yılında tamamlanan 138 milyon dolarlık üçüncü fondan %50 oranında daha büyük bir büyüklüğe sahip. Bu stratejik hamleyle birlikte, Ulu Ventures’ın toplam yönetimindeki varlık miktarı 400 milyon doları aşmış oldu.

Ulu Ventures, 208 milyon dolarlık fon oluşturdu

Ulu Ventures, özellikle yüksek büyüme potansiyeli taşıyan teknoloji odaklı girişimlere yatırım yapmayı hedefliyor. Şirketin yeni fonu, özellikle bilgi teknolojileri sektöründe faaliyet gösteren girişimlere odaklanacak. Ancak, Ulu Ventures’in bir diğer önceliği ise yatırım yaptığı şirketlerin ekiplerinin çeşitliliği. Yatırımlarında ırk, etnik köken, cinsiyet gibi farklılıkları göz önünde bulunduruyor ve tüm insanlara eşit fırsatlar sunmayı amaçlıyor. Ulu Ventures, bu yaklaşımını “disiplinli veri odaklı yatırım stratejisi” olarak tanımlıyor ve bu stratejiyle bilişsel önyargıların ortadan kaldırılmasını sağlamayı hedefliyor.

VC’nin portföyünde, sektördeki en büyük başarı hikayelerinden bazıları bulunuyor. Ulu Ventures’ın yatırım yaptığı ve şu an unicorn statüsüne ulaşan şirketler arasında, alanlarında lider olan isimler bulunuyor. Örneğin, eğitim teknolojileri alanında öne çıkan Guild Education, profesyonel gelişim alanında BetterUp, blokzincir teknolojisi ile faaliyet gösteren Figure, sürdürülebilirlik ve tedarik zinciri çözümleri sunan Provenance, konut sektöründe önemli bir oyuncu olan Homelight, yasal teknoloji alanında Everlaw gibi büyük şirketler bu portföyde yer alıyor. Ayrıca, SoFi, Krux ve Palantir gibi halka açık büyük teknoloji şirketleri de Ulu Ventures’ın portföyünde.

Ulu Ventures, kurumsal yatırımcıları arasında yer alan isimlerle, fonun büyüklüğünü ve etki alanını daha da genişletmeyi hedefliyor. Şirketin kurucusu ve CEO’su Miriam Rivera, fon IV’ün büyüklüğünün ve başarısının, kurumsal yatırımcılarının kalitesinin bir göstergesi olduğunu belirtiyor. Rivera, fonlarının yatırım stratejisinin sadece yüksek büyüme potansiyeli olan girişimlere odaklanmakla kalmayıp, aynı zamanda ekiplerin çeşitliliğini ve kapsayıcılığını da göz önünde bulundurmasının, sektördeki önemli bir fark yarattığını vurguluyor. Ayrıca, Ulu Ventures’ın 15 yılı aşkın süredir uyguladığı disiplinli yatırım yaklaşımının, başarılı girişimciler ve girişimci ekipler arasında büyük bir etki yarattığını söylüyor. Bu sayede şirket, farklı geçmişlerden gelen ve farklı uzmanlıklara sahip girişimcilerin oluşturduğu ekiplerin başarı şansını artırmış oldu.

Ulu Ventures’ın stratejisi, sadece yatırım yapmanın ötesinde, yatırım yaptığı girişimcilerin büyümesine katkı sağlamak ve tüm potansiyellerini ortaya çıkarmak üzerine kurulu. Rivera, şirketin risk değerlendirme yöntemlerinin tarafsız olduğunu, dolayısıyla her türden girişimcinin fırsat eşitliğinden faydalandığını ifade ediyor. Bu da, yatırım yaptıkları ekiplerin çeşitliliğini artırarak daha zengin ve güçlü bir iş gücü yaratılmasına olanak tanıyor.

Özetle, Ulu Ventures, yüksek büyüme potansiyeline sahip girişimlere yatırım yapmayı sürdürüyor ve bu süreçte çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık ilkelerine büyük önem veriyor. Şirketin yatırım stratejisi ve başarıları, teknoloji girişimcilik ekosisteminde önemli bir yer ediniyor ve Ulu Ventures, fonlarının sunduğu imkanlarla birçok girişimin daha da büyümesine katkıda bulunmayı hedefliyor.

Robotik girişimi Apptronik, 350 milyon dolar yatırım alıyor!

Teksas Üniversitesi’nden türeyen robotik girişim Apptronik, 350 milyon dolarlık bir yatırım aldı. Seri A turunda, B Capital ve Capital Factory’nin liderliğinde gerçekleştirilen bu yatırıma Google DeepMind da katıldı. Yatırımın yanı sıra, Apptronik, Google DeepMind ile iki ayaklı robotlar için embodi edilmiş yapay zeka (AI) geliştirecek bir ortaklık da duyurdu.

Robotik girişimi Apptronik, 350 milyon dolar yatırım aldı

Apptronik’in kökeni, Teksas Üniversitesi Austin İnsan Merkezli Robotik Laboratuvarı’na dayanıyor. 2013 yılında, NASA-DARPA Robotics Challenge yarışmasına katılarak Valkyrie adlı insansı robotu tanıtmış olan laboratuvar üyeleri, bu deneyimle girişimin temellerini atmış oldu. 2016 yılında ise operasyonlarına resmi olarak başlayan Apptronik, endüstriyel ve ticari kullanıma uygun robotlar geliştirmeye başladı. Bu süreçte, NASA ile güçlü bir bağ kuran girişim, uzay keşiflerinde kullanılabilecek robot teknolojileri üzerine çalışmalarını da sürdürüyor.

Apptronik, özellikle lojistik, üretim ve hizmet sektörlerinde insanlarla iş birliği yapabilecek robotlar tasarlayarak dikkatleri üzerine çekiyor. Şirketin Apollo adını verdiği yeni nesil robotları, bu alanlarda daha etkin ve verimli kullanım amaçlıyor. Bugüne kadar yalnızca 28 milyon dolar yatırım alan Apptronik, bu tura kadar elde ettiği gelirin çok üzerinde bir başarıya imza attığını belirtiyor. Mercedes ve GXO Logistics ile yapılan pilot anlaşmaların yanı sıra doğrudan robot satışı yaparak kazançlarını artırmış durumda.

Apptronik CEO’su Jeff Cardenas, 2025 yılının insansı robot endüstrisi için önemli bir dönüm noktası olacağını belirterek, “2025 yılı, ticarileşme ve ölçeklenme sürecinin başladığı yıl olacak. Bu yatırım turu, bu hedeflere ulaşmak için gerekli olan kaynakları sağlayacak” dedi. Şirketin gelecekteki vizyonu, robotik teknolojilerinin gerçek dünyada uygulanabilir ve verimli çözümler sunduğunu müşterilerine göstermek üzerine kurulu.

Blue Origin, toplu işten çıkarmalara başladı!

Jeff Bezos’un uzay şirketi Blue Origin, maliyetleri düşürme ve roket üretim süreçlerini hızlandırma amacıyla büyük bir işten çıkarma dalgası başlattı. Şirketin CEO’su Dave Limp, Blue Origin’in iş gücünün yaklaşık yüzde 10’unu işten çıkaracağını açıkladı. Bu karar, şirketin toplamda yaklaşık 14.000 çalışanı olduğu göz önüne alındığında, yaklaşık 1.400 kişinin işine son verilmesi anlamına geliyor. Limp, işten çıkarmaların özellikle Florida, Texas ve Washington’daki çalışanları etkileyeceğini belirtti.

Blue Origin, toplu işten çıkarma yapacak

Bu işten çıkarmalar, Blue Origin’in devasa New Glenn roketinin üretim sürecinin hızlandırılması ve daha fazla roket fırlatma gerçekleştirilmesi amacıyla yapılan bir stratejik hamle olarak görülüyor. Blue Origin, uzay endüstrisinde rekabetin giderek arttığı bir dönemde, SpaceX gibi rakiplerinin gerisinde kalmamak için daha çevik bir yapı oluşturmayı hedefliyor. SpaceX’in Falcon 9 roketleri sektördeki lider konumunu sürdürürken, Blue Origin, New Glenn roketiyle daha fazla fırlatma yaparak bu üstünlüğü kırmayı amaçlıyor. Bu nedenle, şirket organizasyon yapısında ciddi değişiklikler yaparak daha hızlı karar alabilen ve daha verimli bir hale gelmeyi planlıyor.

CEO Dave Limp, işten çıkarmalarla ilgili yaptığı açıklamada, mevcut organizasyon yapısının şirketin uzun vadeli hedeflerine ulaşmak için yeterli olmadığını vurguladı. Limp, şirketin başarıya ulaşabilmesi için gerekli değişikliklerin yapılmadığını kabul etti ve bu nedenle bu zor kararı almak zorunda kaldıklarını söyledi. Şirketin daha çevik ve müşteri odaklı bir yapıya kavuşturulması gerektiğini belirterek, operasyonların daha hızlı ve verimli bir şekilde yürütülmesi gerektiğini ifade etti.

Ancak, Blue Origin’deki bu dönüşüm süreci, şirketin çalışanları arasında büyük bir endişe yaratmış durumda. Bazı çalışanlar, şirketin hız kazanma çabalarının iş ortamını olumsuz etkilediğini, moral kaybına yol açtığını ve hatta bazı çalışanların, işten çıkarılmasalar bile işten ayrılmayı düşündüklerini belirtiyor. Bu durum, şirketin yeni stratejisiyle uyum sağlamakta zorluk çeken ve belirsizlik içinde kalan çalışanlar arasında kaygılara yol açmış görünüyor.

Blue Origin’in bu hamlesi, aynı zamanda şirketin maliyetleri düşürme amacını taşıyor. SpaceX ile olan rekabette daha güçlü bir konum elde etmek isteyen Blue Origin, New Glenn roketinin üretim sürecini hızlandırarak daha fazla fırlatma yapmayı planlıyor. Bu amaç doğrultusunda, şirketin operasyonel verimliliği artırmak ve organizasyon yapısını daha çevik bir hale getirmek için radikal değişikliklere gitmesi gerektiği düşünüldü. Ancak bu süreç, çalışanlar arasında kaygıları artırırken, uzun vadede Blue Origin’in başarısına nasıl yansıyacağı belirsizliğini koruyor.

May Mobility ticari sürücüsüz araç hizmetini başlattı

Otonom sürüş teknolojisi şirketi May Mobility, Georgia’daki Peachtree Corners’ta ilk ticari sürücüsüz hizmetini başlattı. Şirketin Toyota Sienna Autono-MaaS minivanları, geçen yıldan bu yana Atlanta banliyölerindeki akıllı şehrin Curiosity Lab bölgesinde faaliyet gösteriyor. Ancak başlangıçta otonom araçlarda (AV’ler) insan güvenlik sürücüleri yer alıyordu ancak artık bunlara ihtiyaç duyulmuyor ve hizmet tamamen sürücüsüz hale geliyor.

May Mobility ticari sürücüsüz araç hizmetiyle ilki başardı

May Mobility’nin Arizona eyaletindeki Sun City ve Michigan eyaletindeki Ann Arbor şehrindeki benzer girişimlerinin ardından, bu uygulama ABD’de yalnızca yolculara yönelik üçüncü uygulama olarak dikkat çekiyor. Bu hizmetler ücretsizken, Georgia’daki dağıtımda ilk kez ücretlendirme yapılacak.

Geçtiğimiz Eylül ayından bu yana olduğu gibi seferler, oteller, restoranlar, mağazalar ve ofislerin yanı sıra Peachtree Corners’ İnovasyon Merkezi ve Belediye Binası’nı da kapsayan sekiz önceden belirlenmiş duraktan oluşan belirli bir güzergahı izleyecek. Yolculuklar May Mobility uygulaması üzerinden rezerve edilebilir.

Sienna Autono-MaaS AV’leri, şirketin “daha güvenli ve daha konforlu bir sürüş yaratmak için sürekli olarak yeni, karmaşık ve hatta öngörülemeyen sürüş koşullarını öğrenmek ve bunlara uyum sağlamak amacıyla yerinde yapay zeka akıl yürütme modellerinden yararlanan” May Mobility’nin Çoklu Politika Karar Verme teknolojisine dayanıyor.

Bunun, geleneksel olarak otonom araçlar için sorun teşkil eden, insan sürücünün kendiliğinden tepki vermesini gerektiren beklenmeyen sürüş senaryoları olan “uç durumlar” ile başa çıkabilmesini sağladığı iddia ediliyor. Peachtree Corners şehir yöneticisi Brian Johnson: “Curiosity Lab’ın gerçek dünya akıllı şehir ekosistemi, May Mobility’ye son altı ayda operasyonlarını geliştirmeye ve iyileştirmeye devam etmeleri için benzersiz bir ortam sağladı ve bu da May Mobility ekibini ABD’deki üçüncü şoförlü operasyon ve ilk ticari operasyon için daha da hazırladı” dedi. Johnson, Peachtree Corners’ın da güzergahı genişletme yönünde çalışmalar yapacağını sözlerine ekledi.

May Mobility CEO’su ve kurucusu Edwin Olson, “Bu lansman, gerçek ulaşım zorluklarını çözmek için her yerdeki şehirler ve topluluklarla birlikte çalışmanın önemini vurguluyor” dedi.

Şimdiye kadarki en yüksek enerjili nötrino bulundu!

0

Bilim insanları, şimdiye kadar gözlemlenen en yüksek enerjili nötrinoyu tespit ettiklerini açıkladı. Bu nötrino, 220 PeV (220 milyon milyar elektron volt) enerjiye sahip ve 2023 Şubat ayında Akdeniz’in derinliklerindeki bir dedektör tarafından kaydedildi. Olay, “KM3-230213A” olarak adlandırıldı ve evrenin en şiddetli süreçlerinden birinin doğrudan kanıtı olarak kabul ediliyor. Tespit, Sicilya kıyılarından yaklaşık 80 kilometre açıkta, Akdeniz’in 3450 metre derinliğinde bulunan Cubic Kilometreküp Nötrino Teleskobu (KM3NeT) bünyesindeki ARCA dedektörü tarafından yapıldı.

Şimdiye kadarki en yüksek enerjili nötrino ortaya çıktı

Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nden Paschal Coyle, bu keşfin nötrino astronomisinde önemli bir dönüm noktası olduğunu ve evreni gözlemlemek için yeni bir pencere açtığını belirtti. Nötrinolar, elektrik yükü taşımayan ve neredeyse kütlesiz olan, maddeyle çok zayıf etkileşen temel parçacıklardır. Bu özellikleri sayesinde, evrenin en enerjik ve şiddetli olaylarına dair eşsiz birer haberci olarak kabul edilirler. Süpernovalar, kara delikler ve gama ışını patlamaları gibi kozmik olaylar, kozmik ışınları hızlandırarak bu tür nötrinoların oluşmasına neden olabilir.

KM3NeT, derin denizlerde inşa edilen devasa bir nötrino teleskopu olup tamamlandığında bir kilometreküp hacme ulaşacak. Bu büyüklük, nötrinoların zayıf etkileşimleri nedeniyle dedektörün etkinliğini artırıyor. Teleskop, nötrinoların suyla etkileşime girerek oluşturduğu Çerenkov ışımasını (mavi bir parlama) kullanarak bu parçacıkları tespit ediyor.

Bu ultra yüksek enerjili nötrino, ya doğrudan güçlü bir kozmik kaynaktan geliyor ya da kozmik mikrodalga arka planıyla etkileşime giren kozmik ışınlar sonucu oluşmuş olabilir. Ancak, tek bir olaydan kesin bir sonuca varmak henüz mümkün değil. Bilim insanları, bu tür nötrinoları daha fazla tespit ederek kaynağını belirlemeyi amaçlıyor.

Kolombiya, Bayraktar TB3 için Türkiye’ye gelecek!

Kolombiya, Bayraktar TB3’ü incelemek amacıyla Türkiye’ye bir heyet gönderecek. Kolombiya Hava Kuvvetleri, mevcut envanterindeki İHA’ları, otonom sürüş kabiliyetine sahip modern İHA’larla değiştirmeyi hedefliyor. Bu bağlamda, Baykar’ın geliştirdiği ve kısa pistlerden kalkış ve iniş yapabilme yeteneği ile dikkat çeken Bayraktar TB3, Kolombiya’nın ilgisini çekmiş durumda. Kolombiya Hava Kuvvetleri, mevcut İsrail yapımı Elbit Hermes 450 ve Elbit Hermes 900 modellerini daha gelişmiş özelliklere sahip İHA’larla güncellemeyi planlıyor. Bayraktar TB3’ün otonom uçuş kabiliyeti ve uzun uçuş süresi, Kolombiya’nın kararını etkileyen başlıca faktörler arasında yer alıyor.

Kolombiya, Bayraktar TB3 için Türkiye’ye heyet gönderiyor

Bayraktar TB3, kısa pistli gemilerden de otonom olarak kalkış ve iniş yapabilme kapasitesine sahip olmasıyla öne çıkıyor. TCG Anadolu üzerinde gerçekleştirilen uçuş testlerinde, Bayraktar TB3’ün defalarca otonom şekilde iniş ve kalkış yapabilmesi, aracın güvenilirliğini ve yeteneklerini gözler önüne serdi. Ayrıca, bu İHA, görüş hattı ötesi (BLOS) haberleşme kabiliyetiyle de dikkat çekiyor.

Kolombiya, Bayraktar TB3 için Türkiye’ye heyet gönderecek.

Bu özellik, Bayraktar TB3’ün çok uzun mesafelerden kumanda edilmesini sağlıyor. Keşif, gözetleme, istihbarat toplama ve taşıdığı akıllı mühimmatlarla taarruz görevlerini yerine getirebilmesi, özellikle deniz aşırı hedefler üzerinde caydırıcı bir etki yaratıyor.

Geçtiğimiz hafta, Endonezya ile 60 adet Bayraktar TB3 satışına yönelik bir anlaşma imzalanmıştı. Bu anlaşma kapsamında, Endonezya’da ortak üretim de yapılacak. Bayraktar TB3’ün özellikleri arasında 25.000 feet servis tavanı, 21 saatten fazla havada kalış süresi, 170 hp turbo dizel motor ve 280 kg faydalı yük kapasitesi bulunuyor. Ayrıca, Bayraktar TB3’ün 110-130 knot hızla seyir yapabilmesi ve lazer, GPS/INS güdümlü, IR güdümlü ve havadan havaya mühimmat taşıma kapasitesine sahip olması, onu pek çok askeri operasyon için ideal bir seçenek haline getiriyor. Bu özellikler, Bayraktar TB3’ü yalnızca Türkiye için değil, uluslararası pazarda da dikkat çekici bir seçenek haline getiriyor.

NBA robotlar ile şov yaptı

0

NBA, Salt Lake City’deki en son yeni donanımını gösteren yeni bir video yayınladı. Bu yılki All-Star şenliklerinin bir parçası olarak yayınlanan video, oyuncuların sahada ve saha dışında hayatlarını biraz daha kolaylaştıracak bir dizi yeni yapay zeka (AI) destekli robotu sergiliyor.

NBA robotlar ile gövde gösterisi yaptı

NBA Komiseri Adam Silver, robotları 2025 NBA All-Star Teknoloji Zirvesi’ne gizlice bir bakış atmanın parçası olarak tanıttı. Golden State Warriors, üç botu antrenmanlar ve eğitim seansları için kullanıyor ve Silver bunlara “en son NBA All-Star’ları” bile diyor. NBA’e göre lig, bu yeniliklerin ihtiyaçlarına göre uyarlanmasını sağlamak için geliştirme aşamasında oyuncular ve koçlarla yakın bir şekilde iş birliği yaptı. NBA, X gönderisinde: “Bu, mühendislik ve insan performansı arasında köprü kurmakla ilgili” açıklamasını yaptı.

İlki, Otomatik Basketbol Motoru veya kısaca ABE olarak adlandırılan, videoda NBA efsanesi Stephen Curry için şut ortağı olarak çalışırken görülebilir. Robot, tek bir antrenman seansı olmadan basketleri kovalamak ve oyuncuların yanından hızla geçip antrenman şutlarını en üst düzeye çıkarmalarına yardımcı olmak için tasarlanmıştır.

ABE, partnerinin pozisyonunu takip edebilir ve oyuncunun elindeki göreve odaklanmasını sağlar. Curry, videoda deneyimin başlangıçta tuhaf olduğunu ancak faydalarını kısa sürede takdir ettiğini açıklıyor. Robotun dinlenmek veya su içmek için mola vermesi gerekmediğinden, oyuncuların daha çok zorlanmasına yardımcı olur. Öne çıkan bir sonraki robotlar Hareket ve Kesme Modüler Arayüz Koordinasyonu veya MIMIC olarak adlandırılır. Baş antrenör Steve Kerr tarafından zorlu testlerden geçirilen bu robotlar, antrenmanda koşu kuklası hücum ve savunma sağlamak üzere tasarlanmıştır. Bu amaçla Kerr, robotları tıpkı insan oyuncular gibi iter.

NBA, bu robotların mikro hareketleri takip edebildiğini, maç benzeri baskıyı simüle edebildiğini ve herhangi bir koç veya eğitmenden daha hızlı gerçek zamanlı geri bildirim sağlayabildiğini iddia ediyor.

OnePlus, iPhone benzeri eylem düğmesine geçiş yapacak!

0

OnePlus’un ikonik uyarı kaydırıcısından (Alert Slider) vazgeçerek iPhone’larda gördüğümüz Eylem Düğmesi benzeri bir sisteme geçiş yapacağına dair sızıntılar, teknoloji dünyasında büyük yankı uyandırdı. OnePlus, 2015’te piyasaya sürdüğü OnePlus 2 modelinden bu yana neredeyse tüm cihazlarında fiziksel kaydırıcı düğmesini kullanıyordu. Bu özellik, telefonun kolayca sessiz, titreşim ve zil modları arasında geçiş yapmasını sağladığı için kullanıcılar tarafından büyük beğeni topluyordu. Ancak son gelen bilgilere göre firma, bu tasarımdan vazgeçerek yeni bir düğme sistemine yönelmeye hazırlanıyor.

OnePlus, iPhone benzeri eylem düğmesini entegre edebilir

Sızıntılarıyla bilinen Digital Chat Station’a göre, OnePlus ve Oppo markaları önümüzdeki dönemde bu fiziksel kaydırıcıyı kaldırarak yerine “Magic Cube Key” adlı yeni bir düğme eklemeyi planlıyor. Varsayılan olarak telefonun sessize alınmasını sağlayacak olan bu düğme, iPhone 15 Pro ve iPhone 16 serilerinde görülen Eylem Düğmesi gibi kişiselleştirilebilir olacak. Kullanıcılar, bu düğmeyi farklı işlevler için özelleştirebilecek ve tek bir tuşla kamera açma, el fenerini çalıştırma, ekran görüntüsü alma veya belirli uygulamaları başlatma gibi çeşitli komutlar atayabilecek.

Bu yeni tasarım değişikliği, OnePlus’un Apple’ın kullanıcı deneyimine daha yakın bir yaklaşım benimsemeye başladığını gösteriyor. Özellikle Apple’ın geçtiğimiz yıl iPhone 15 Pro modellerinde fiziksel sessize alma tuşunu kaldırarak Eylem Düğmesi’ne geçiş yapması, birçok Android üreticisinin de benzer bir yol izleyebileceği yönünde spekülasyonlara yol açmıştı. OnePlus’un ve Oppo’nun bu değişimi ne zaman ve hangi modellerle uygulayacağı henüz kesinleşmiş değil, ancak sızıntılara göre en erken 2025’in ikinci yarısında tanıtılacak yeni OnePlus modellerinde bu yeniliği görebiliriz.

Henüz Oppo veya OnePlus’tan resmi bir açıklama gelmiş olmasa da, Digital Chat Station tarafından paylaşılan Çince ekran görüntüsü, bu değişikliğin ciddi bir ihtimal olduğunu gösteriyor. OnePlus’un sadık kullanıcıları için Alert Slider düğmesinin kaldırılması alışılması zor bir değişiklik olabilir. Ancak kişiselleştirilebilir Eylem Düğmesi konseptinin, kullanıcı deneyimini daha esnek ve işlevsel hale getirebileceği düşünülüyor. Önümüzdeki haftalarda bu konuda daha fazla bilgi ortaya çıkması bekleniyor.

Veri Silolarından Birleşik Depolamaya: Çoklu Bulut Stratejileri

Işıl Hasdemir
Dell Technologies Türkiye Genel Müdürü

Günümüzün giderek daha veri odaklı hale gelen dünyasında, kuruluşlar iş ihtiyaçlarını karşılamak için çoklu bulut stratejilerini benimsiyor. Büyük ve karmaşık miktarlarda yapılandırılmamış verilerle başa çıkmaya çalışan şirketler için çoklu bulut yaklaşımı, verilerini çeşitli bulut platformlarında sorunsuz bir şekilde yönetme, erişme ve koruma imkanı sunuyor. Gartner’ın tahminlerine göre, 2025 yılına kadar yeni dijital iş yüklerinin yüzde 95’inden fazlası bulut tabanlı platformlarda çalıştırılacak. Özellikle Avrupa’da, yasal uyumluluk ve veri egemenliği konularındaki endişeler, şirketleri daha sofistike depolama çözümleri arayışına yönlendiriyor.

Şirketlerin veri silolarını ortadan kaldırmasına ve birleşik bir depolama sistemi elde etmesine yardımcı olan çoklu bulut depolama alanındaki trendlere baktığımızdaysa, 5 temel başlığın öne çıktığını görüyoruz. Bunlar;

1. Hibrit ve Çoklu Bulut Entegrasyonu: Veri Silolarını Yıkmak

Hibrit veya çoklu bulut yaklaşımlarını değerlendiren şirketler, genellikle veri paylaşımı, erişim ve analiz potansiyelini sınırlayan veri silolarıyla mücadele ediyor. Hibrit ve çoklu bulut çözümleri, kuruluşların daha bütünleşik bir depolama yapısına geçmesini sağlıyor. Özellikle Avrupa’da, GDPR ve veri ikamet yasaları gibi düzenlemeler, verilerin nasıl ve nerede saklanabileceğini belirliyor. Bu bağlamda şirketler, depolamayı birden fazla platforma bağlayarak verileri merkezileştiriyor ve yerel düzenlemelere uyum sağlarken güvenlikten ödün vermeden esnek veri erişimi sunabiliyor.

2. Bulut Yerel Dosya Depolama: Ölçeklenebilirliği ve Esnekliği Artırmak

Şirketlerin veri ihtiyaçları arttıkça, bu taleplere uyum sağlayabilen ölçeklenebilir depolama çözümlerine olan ihtiyaç da büyüyor. Bulut ortamları için özel olarak tasarlanan dosya depolama sistemleri, ölçeklenebilirliği ve çevikliği en üst düzeye çıkarıyor. Avrupa’da, özellikle otomotiv teknolojileri gibi yoğun veri işleme ihtiyacı olan sektörler, bulut tabanlı depolama çözümlerini hızla benimsiyor.

3. Birleşik Veri Yönetimi: Erişilebilirliği ve Yönetişimi Kolaylaştırmak

Çoklu bulut ortamlarında veri yönetimi artık yalnızca depolamayla sınırlı kalmıyor; yönetişim, erişim kontrolü ve uyumluluk gibi unsurlar da giderek daha fazla önem kazanıyor. McKinsey’nin son raporuna göre, Avrupa’daki CIO’ların yüzde 72’si birleşik veri yönetimine öncelik veriyor. Bu da sıkı güvenlik standartlarını koruyarak bulut platformları arasında veri erişimini kolaylaştırmayı amaçlıyor. Veri uyumluluğunun kritik olduğu Avrupa’da, şirketler tutarlı güvenlik politikalarıyla bulutlar arasında güvenli veri transferine olanak tanıyan platformlara yatırım yapıyor. Böylece iş akışları sadeleşirken, üretkenlik artıyor ve kritik verilere kurum genelinde erişim sağlanıyor.

4. Yapay Zeka ve Makine Öğrenimi Entegrasyonu: Veri İçgörülerini Güçlendirmek

Çoklu bulut depolama sistemleri, daha entegre veri ortamları sunarken yapay zeka ve makine öğrenimi, veri analizinde yepyeni içgörüler sağlıyor. IDC’nin yayınladığı “Worldwide AI and Generative AI Spending Guide” raporuna göre, Avrupa’daki yapay zeka harcamalarının 2024-2028 yılları arasında yıllık bileşik büyüme oranı (CAGR) yüzde 30,3 seviyesinde olacak ve 2028 yılına kadar toplamda 133 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Şirketler, verilerini birbirine bağlı bulut ortamlarında saklayarak, gerçek zamanlı ve aksiyona dönüştürülebilir içgörüler elde etmek için yapay zekadan faydalanabiliyor.

Özellikle veri yoğun sektörlerde yapay zeka, analitik süreçleri hızlandırarak inovasyonu teşvik ediyor ve karar alma süreçlerini iyileştiriyor. Çoklu bulut yaklaşımı, şirketlerin güvenli ve etik bir yapay zeka kullanımını benimsemesine de yardımcı oluyor.

5. Uç Bilişim ve Çoklu Bulut Depolama: Gecikmeyi Azaltmak ve Veri Egemenliğini Artırmak

Nesnelerin İnterneti (IoT) ve gerçek zamanlı veri ihtiyaçlarının artmasıyla, uç bilişim çoklu bulut stratejilerinin kritik bir bileşeni haline geldi. Uç bilişim, verilerin kaynağına yakın bir yerde işlenmesini sağlayarak hem gecikmeyi azaltıyor hem de veri egemenliğini artırıyor. Avrupa’da, belirlenen bölgelerde hassas verilerin saklanmasını sağlayan uç bilişim çözümleri, düzenleyici gerekliliklere uyumu da destekliyor. Gartner’a göre, 2026 yılına kadar verilerin yüzde 75’inin geleneksel veri merkezlerinin dışında oluşturulması ve işlenmesi bekleniyor.

Örneğin, otomotiv sektöründe çoklu bulut altyapısına entegre edilen uç bilişim teknolojileri, araçlardan gelen verilerin gerçek zamanlı işlenmesini mümkün kılıyor. Böylece, kestirimci bakım ve canlı navigasyon gibi yenilikçi çözümler geliştirilebiliyor. Bu yaklaşım hem müşteri deneyimini iyileştiriyor hem de Avrupa’daki veri ikamet yasalarına uyumu garanti altına alıyor. Çoklu bulut stratejisinin bir parçası olan uç bilişim, şirketlerin veri erişimini optimize etmesine ve gecikme süresini en aza indirmesine yardımcı oluyor.

Dosya Depolamanın Geleceği Nasıl Olacak?

Kuruluşlar giderek daha büyük miktarda veri üretmeye devam ettikçe, verimli ve etkili depolama çözümlerine duyulan ihtiyaç da artıyor. Çoklu bulut stratejileri, veri silolarını ortadan kaldırarak birleşik, erişilebilir ve güvenli bir ekosistem yaratmayı mümkün kılıyor.

Şirketler çoklu bulut yaklaşımını benimseyerek verilerinin tüm potansiyelini ortaya çıkarabilir, inovasyonu teşvik edebilir, karar alma süreçlerini iyileştirebilir ve rekabet avantajı elde edebilirler.Bu da gösteriyor ki, veri silolarından çoklu bulut yaklaşımlarına geçişi yalnızca teknolojik bir değişim değil, aynı zamanda iş dünyasının dijital çağdaki temel dönüşümünün de bir parçası olarak kabul etmemiz gerek.

Işıl Hasdemir Dell Technologies Türkiye Genel Müdürü
Işıl Hasdemir
Dell Technologies Türkiye Genel Müdürü

Işıl Hasdemir
Dell Technologies Türkiye Genel Müdürü

Dell Technologies Türkiye’de iş strateji ve yönlendirmeden sorumlu olan Işıl Hasdemir, Temmuz 2020’de görevine başladı. Hasdemir; Türkiye’de satış, servis ve destek fonksiyonlarını birbirinden ayıran ve şirketin, kuruluşların dijital dönüşüm gündemlerini hızlandırmalarına yardımcı olma misyonunu başarıyla yürüten bir ekibe liderlik ediyor. Hasdemir’in liderliğindeki Dell Technologies, Türkiye’nin ICT sektöründeki güçlü konumunu korumaya devam ediyor. Türkiye’nin öne çıkan teknoloji liderlerinden biri olan Hasdemir, aynı zamanda Dell Technologies bünyesinde “teknolojiyi dünyanın daha iyi bir yer haline getirilmesi adına kullanma” misyonuyla çeşitli projelere imza atıyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Elektrik ve Elektronik Mühendisliği lisans derecesine sahip olan Hasdemir, Dell Technologies’e katılmadan önce 2005’te Cisco Ülke Lideri ve ardından 2009’da Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmış ve kariyerinin öncesinde ise NCR Türkiye’de çeşitli liderlik görevlerinde bulunmuştur.

Meta insansı robot teknolojisinde gaza basıyor!

Meta, yapay zeka destekli insansı robotlar konusunda önemli bir adım atıyor. Şirket, Reality Labs bünyesinde yeni bir ekip kurarak, insanlarla etkileşime girebilen ve günlük ev işlerinde fiziksel destek sağlayabilen robotlar geliştirmeye yönelik çalışmalarını hızlandırıyor. Meta’nın bu projedeki vizyonu, yalnızca kendi robotlarını üretmekle sınırlı kalmayacak; aynı zamanda üçüncü taraf şirketlere yapay zeka, sensör teknolojileri ve yazılım çözümleri sunarak, robotik teknolojiler alanında bir platform oluşturmayı hedefliyor. Bu strateji, Android işletim sisteminin mobil cihazlar dünyasında yarattığı etkiye benzer bir etki yaratmayı amaçlıyor.

Meta insansı robot teknolojisinde yatırımlarını artırıyor

Meta, robot teknolojilerinin günlük ev işlerini tam anlamıyla yerine getirebilecek seviyeye ulaşmasında henüz bir noktada değil, ancak şirketin yapay zeka ve sanal gerçeklik konusundaki deneyimi, bu alandaki gelişimi hızlandırabilir.

Meta'dan insansı robot teknolojisinde yatırımlarını artırıyor.

Meta, robot donanımlarının bir kısmını kendisi üretecek ve prototip geliştirme sürecinde robotik üreticilerle işbirliği yapmayı planlıyor. Şirketin bu projeye ayırdığı bütçe de dikkat çekici; 2025 yılında yapay zeka altyapısı, robotik ve sanal gerçeklik ürünlerine yaklaşık 65 milyar dolarlık yatırım yapmayı öngörüyor.

Apple da benzer bir stratejiyle bu alanda ilerliyor. Şirketin insansı ve geleneksel robotlar üzerinde çalıştığı, özellikle robotik kol ve iPad benzeri ekranlara sahip masaüstü robot projelerinin 2026 veya 2027’de piyasaya sürülmesi bekleniyor. Meta ve Apple gibi teknoloji devlerinin robotik teknolojiler üzerine yaptığı yatırımlar, önümüzdeki yıllarda bu alanda daha da yoğunlaşacak bir rekabetin yaşanacağını gösteriyor. Bu gelişmeler, robot teknolojilerinin evlere ve işyerlerine entegrasyonu konusunda yeni bir dönemin kapılarını aralayabilir.

Apple, iPhone SE 4’le rekor gelir elde edebilir!

0

Apple’ın önümüzdeki hafta tanıtması beklenen iPhone SE 4 modeli, hem uygun fiyatıyla geniş bir kullanıcı kitlesine hitap edecek hem de Apple Intelligence özelliklerini destekleyerek şirket için yeni bir gelir kaynağı yaratacak. Apple analisti Ming-Chi Kuo’nun öngörülerine göre, cihazın 22 milyon adet satması bekleniyor ve bu satışlar Apple’a toplamda 11 milyar dolar kazandırabilir. SE serisinin en popüler modeli olmaya aday olan iPhone SE 4, özellikle bütçe dostu iPhone arayan kullanıcılar için cazip bir seçenek olacak.

Apple, iPhone SE 4 modeliyle rekor gelir elde edecek

Apple Intelligence desteğine sahip en uygun fiyatlı iPhone modeli olarak dikkat çeken SE 4, yapay zeka tabanlı özelliklerin çok daha geniş bir kullanıcı kitlesine ulaşmasını sağlayacak. Özellikle Apple A18 Bionic yongası ile donatılacağı belirtilen cihaz, en yeni iOS özelliklerine tam erişim sunarak uzun süre güncel kalacak bir telefon olma potansiyeline sahip. 499 dolarlık başlangıç fiyatıyla piyasaya sürülmesi beklenen iPhone SE 4, bu segmentte güçlü bir rakip olarak konumlanacak.

Cihazın donanım özellikleri de dikkat çekici. 6.1 inçlik Super Retina XDR OLED ekran ile gelmesi beklenen SE 4, LCD ekrana sahip önceki SE modellerine kıyasla büyük bir yükseltme sunuyor. Ayrıca, Face ID desteğinin de ilk kez bir SE modelinde yer alacağı söyleniyor. Kamera tarafında ise 48 MP ana sensör ve 12 MP ön kamera ile SE serisinde şimdiye kadarki en gelişmiş fotoğraf ve video deneyimini sunması bekleniyor. MagSafe desteğinin de olacağı iddia edilen cihaz, 20W hızlı şarj ve 15W kablosuz şarj desteği ile batarya performansı açısından da tatmin edici olabilir.

Apple’ın iPhone SE 4 modelini 19 Şubat 2025’te tanıtması bekleniyor. Uygun fiyatı ve Apple Intelligence entegrasyonu ile büyük ilgi görmesi beklenen bu model, özellikle yapay zeka özelliklerini daha geniş bir kitleye ulaştırarak Apple ekosisteminin büyümesine katkıda bulunabilir. Eğer iddia edilen özelliklerle piyasaya çıkarsa, iPhone SE 4 uygun fiyatlı akıllı telefon pazarında dengeleri değiştirebilir.

SanDisk, 512 TB kapasiteli SSD piyasaya sürecek!

0

SanDisk, önümüzdeki üç yıl boyunca SSD teknolojisinde büyük sıçramalar yapmayı planladığını duyurdu. Şirketin açıkladığı yol haritasına göre, 2025 yılı itibarıyla 128 TB kapasiteye sahip SSD modelleri piyasaya sürülecek. Bu modellerin yılın üçüncü çeyreğinde satışa çıkması beklenirken, hemen ardından 2026 yılında depolama kapasitesi iki katına çıkarılarak 256 TB seviyesine ulaşılacak. SanDisk’in en büyük hedeflerinden biri ise 2027 yılında 512 TB kapasiteye sahip SSD’leri pazara sunmak olacak. Bu doğrultuda, gelecekte 1 PetaBayt (1000 TB) kapasiteli SSD üretme planlarının da olduğu belirtilirken, bu modelin piyasaya sürülme tarihi henüz netleşmiş değil.

SanDisk, 512 TB kapasiteli SSD üzerinde çalışıyor

Bu gelişmelerin temelinde SanDisk’in geliştirdiği yeni nesil BiCS8 QLC NAND bellek teknolojisi yer alıyor. BiCS8, yüksek yoğunluklu bellek hücreleri sayesinde daha küçük alanlarda daha fazla veri saklamaya olanak tanırken, tek bir yonga üzerinde 256 GB veri depolamak mümkün hale geliyor. Şirketin açıklamalarına göre, bu şu ana kadar endüstride ulaşılan en yüksek depolama yoğunluğu seviyelerinden biri olarak öne çıkıyor. SanDisk, bu teknolojinin SSD’lerin kapasitesini artırırken aynı zamanda enerji verimliliği ve dayanıklılık açısından da önemli avantajlar sunduğunu belirtiyor.

Geleneksel HDD’ler, hâlâ 40 TB kapasitesine ulaşmaya çalışırken, SSD’lerin 128 TB seviyesine ulaşması, sabit disklerin rekabet gücünü giderek kaybettiğini gösteriyor. SSD’lerin sağladığı yüksek okuma-yazma hızları, dayanıklılık ve düşük güç tüketimi gibi avantajlar, özellikle veri merkezleri, büyük ölçekli yapay zeka uygulamaları, bulut bilişim sistemleri ve profesyonel içerik üreticileri için çok daha cazip bir seçenek haline gelmesini sağlıyor.

SanDisk’in gelecekte 1 PetaBayt kapasiteli bir SSD sunma hedefi, depolama teknolojisinin hangi noktaya ilerleyebileceğini gözler önüne sererken, özellikle büyük veri analizi, film prodüksiyonları, tıbbi görüntüleme sistemleri ve yapay zeka tabanlı uygulamalarda yeni bir çağın kapılarını aralayabilir. Ancak, bu ultra yüksek kapasiteli modelin ne zaman piyasaya sürüleceği konusunda henüz net bir açıklama yapılmadı.

Önümüzdeki yıllarda SSD’lerin kapasite ve hız bakımından sınırları zorlaması beklenirken, bu gelişmeler, özellikle büyük ölçekli işletmeler ve teknoloji devleri için devrim niteliğinde yenilikler getirebilir. SanDisk’in yol haritası, sektördeki diğer büyük oyuncular için de bir referans noktası olabilir ve rakip firmaların da benzer kapasitelerde SSD’ler geliştirmeye odaklanmasını hızlandırabilir.

Galaxy S25 Ultra, ekran testinde zirveye yerleşti!

0

Samsung Galaxy S25 Ultra, DxOMark ekran testlerinde 160 puan alarak ultra-premium kategorisinde zirveye yerleşti ve rakiplerini geride bıraktı. Cihaz, özellikle parlaklık seviyesi, renk doğruluğu ve video performansıyla öne çıkarken, Google Pixel 9 Pro XL ve Pro modelleri 158 puan ile ikinci sırayı paylaştı. Honor Magic 6 Pro, Galaxy S25+ ve S25 ise 157 puan alarak üçüncü sıraya yerleşti. Geçtiğimiz yılın amiral gemisi S24 Ultra ise 155 puanda kaldı.

Samsung Galaxy S25 Ultra, ekran testinde zirveye çıktı

S25 Ultra’nın en dikkat çeken özelliklerinden biri, dış mekan kullanımında sunduğu üst düzey görüntüleme deneyimi. 2.600 nit tepe parlaklığına ulaşabilen ekranı ve gelişmiş yansıma önleyici kaplaması sayesinde doğrudan güneş ışığında bile net bir görüntü sağlıyor. Ancak loş ışık koşullarında ekranın fazla parlak kalması küçük bir dezavantaj olarak görülüyor.

Renk doğruluğu konusunda S24 Ultra’ya kıyasla önemli gelişmeler kaydedilmiş. Özellikle farklı açılardan bakıldığında yaşanan renk kaymaları büyük ölçüde azaltılmış durumda. Bununla birlikte, gece modunda mavi ışık emisyonunun yüksek olması nedeniyle DxOMark’ın Göz Konforu etiketi bu modele verilmedi.

Video performansı açısından da önemli iyileştirmeler yapılmış. S24 Ultra’da düşük ışık koşullarında yaşanan sorunlar giderilirken, 24 nit HDR tepe parlaklığı sayesinde karanlık ortamlarda daha iyi bir izleme deneyimi sunuluyor. Ayrıca testlerde herhangi bir kare düşmesi yaşanmadığı belirtiliyor.

Dokunmatik hassasiyet konusunda genel olarak akıcı bir deneyim sunan cihaz, zaman zaman istem dışı dokunuşları algılayabiliyor ve bazı rakiplerine kıyasla tepki süresi biraz daha yavaş kalıyor.

Samsung, Galaxy S25 serisi lansmanında bir diğer önemli yeniliğini de duyurdu. Şirket, 2025’in üçüncü çeyreğinde Galaxy Z Fold 7 ve Flip 7 ile birlikte üçe katlanabilen yeni bir telefon modelini tanıtmayı planlıyor. Analist Ross Young’a göre, bu cihazın kapak ekranı 6.49 inç olacak ve tam açıldığında 10 inçlik bir ekrana sahip olacak. Cihazın Z Fold 7 ile aynı kapak ekranı boyutuna sahip olması dikkat çeken detaylardan biri.

Meta CTO’su, şirket politikalarını eleştiren çalışanlara gözdağı verdi!

0

Meta CTO’su Andrew Bosworth, şirketin DEI (Diversity, Equity, and Inclusion – Çeşitlilik, Eşitlik ve Kapsayıcılık) departmanını kapatma kararına karşı çıkan çalışanlara, eğer bu durumdan memnun değillerse istifa edebileceklerini belirtti. Business Insider’ın şirket içi yazışmalara dayandırdığı habere göre, Bosworth, DEI departmanının kapatılmasının ardından şirket içindeki eleştirilerle ilgili bir konuşmada, politikalarla uyumsuz olan çalışanların başka bir yerde çalışmayı düşünmesi gerektiğini ifade etti.

Meta CTO’su, şirket politikalarını eleştiren çalışanları hedef aldı

DEI, iş dünyasında çeşitliliği artırmak, farklı geçmişlerden gelen bireylerin eşit fırsatlar bulmasını sağlamak ve daha kapsayıcı bir çalışma ortamı oluşturmak amacıyla kurulmuş bir programdı. Çalışanların işe alım süreçlerinde, terfi ve gelişim fırsatlarında eşitlik sağlanması, çeşitliliği destekleyen tedarikçilerle çalışılması gibi hedeflerle faaliyet gösteriyordu. Ancak geçtiğimiz ay Meta, DEI departmanını kapatma kararı aldı. Şirket, bu kararı, ABD’deki yasal ve politik ortamın değişmesini gerekçe göstererek aldı.

Meta CTO'su, şirket politikalarını eleştiren çalışanları hedef aldı.
Meta CTO’su, şirket politikalarını eleştiren çalışanlara taviz vermedi.

Bu karar, Meta içinde bazı çalışanların tepkisini çekti ve işyerinde karışıklıklara neden oldu. Birçok çalışan, bu tür bir değişikliğin kendilerini dışlanmış hissettirdiğini belirtti. Bosworth ise, DEI programının kapanmasına karşı çıkan ve medyaya bilgi sızdıran çalışanlarla ilgili bir yazışmada, “Eğer böyle hissediyorsanız bırakmalısınız, bunu kastediyorum” diyerek, eleştirilen çalışanlara sert bir yanıt verdi.

Bir çalışan ise, suçlamaların bir çözüm olmadığını ve Meta çalışanlarının kendilerine saygısızlık yapıldığını hissettiklerini ifade etti. Bu açıklama, şirket içindeki moralin bozulduğunu ve çalışanların yönetimle olan ilişkilerinde gerginlikler yaşandığını gösteriyor.

Akira’dan ilham alan retro-fütüristik motosiklet tasarlandı!

Japon tasarım firması Ichiban, ünlü manga ve anime Akira’nın ikonik motosikletinden esinlenerek retro-fütüristik bir konsept elektrikli motosiklet geliştirdi. Bu tasarım, Akira’nın yaratıcısı Katsuhiro Otomo’nun 1982 tarihli orijinal manga çizimlerine dayanarak oluşturuldu ve Ukraynalı endüstriyel tasarımcı Ivan Zhurba tarafından modernize edilerek teknik olarak uygulanabilir hale getirildi. Şu an için konsept aşamasında olan motosikletin kısa süre içinde prototip üretimine geçmesi planlanıyor.

Akira’dan ilham alan retro-fütüristik motosiklet görücüye çıktı

Ichiban’ın geliştirdiği bu elektrikli motosiklet, Akira filmindeki ikonik motosikletin birebir kopyası olmasa da silüeti, salıncak kolu tasarımı ve en önemlisi kırmızı-beyaz renk şemasıyla oldukça benzer bir estetiğe sahip. Cyberpunk futurizmi ile 80’lerin keskin hatlara sahip tasarım anlayışını birleştiren motosiklet, geometrik motor kapağı panelleri, koltuk panelleri ve gövde panelleriyle kendine özgü köşeli bir yapıya sahip. Tekerleklerde kullanılan jant kapakları da klasik telli jantlardan ayrışarak motosiklete daha modern ve akıcı bir görünüm kazandırıyor.

Akira'dan ilham alan retro-fütüristik motosiklet görücüye çıktı.

Konsept elektrikli motosiklet, 5 kW gücünde çift elektrik motoruna sahip ve 0’dan 100 km/s hıza sadece 3,5 saniyede ulaşabiliyor. Kötü yol koşullarında daha güvenli bir sürüş deneyimi sunmak amacıyla motosiklete gelişmiş ABS ve çekiş kontrol sistemleri entegre edilmiş durumda. Batarya kapasitesi henüz açıklanmasa da, motosikletin tam şarjla 250 kilometre menzil sunacağı ve hızlı şarj teknolojisi sayesinde yalnızca 30 dakikalık şarjla %70 doluluk oranına ulaşabileceği belirtiliyor.

Ichiban’ın retro-fütüristik elektrikli motosikleti şu an için konsept aşamasında olsa da, firmanın yakın gelecekte prototip üretim sürecine geçmeyi hedeflediği ifade ediliyor. Eğer bu proje başarılı olursa, Akira’nın kült motosikletinin modern bir versiyonunu yollarda görmek mümkün olabilir.

iyzico, Paynet’i 87 milyon dolara satın aldı!

Türkiye’nin öncü fintech şirketlerinden biri olan iyzico, Arena Bilgisayar’dan Paynet’i 87 milyon dolara satın alarak önemli bir stratejik hamle gerçekleştirdi. Bu satın alım süreci, Paynet’in bilançosunda yer alan 82.7 milyon TL’lik net nakit varlıkla birlikte tamamlandı. iyzico’nun CEO’su Orkun Saitoğlu, yapılan bu yatırımın Türkiye finansal teknolojiler sektöründeki konumlarını daha da güçlendireceklerini belirtti. Saitoğlu, iyzico’nun vizyonunun, üye işyerlerinin büyüme ve dijitalleşme yolculuklarına katkı sağlamak, kullanıcıların uçtan uca alışveriş deneyimlerini zenginleştirmek olduğunu vurguladı. Bu hedef doğrultusunda, iyzico, Prosus ile ortaklaşa olarak, Paynet’in B2B ve B2B2C ödeme çözümlerindeki deneyimini kendi yenilikçi ürün portföyüne dahil ederek hizmet yelpazelerini daha geniş hale getirmeyi amaçlıyor. Bu birleşimin, finansal hizmetleri daha demokratik bir şekilde erişilebilir kılma ve herkes için ulaşılabilir hale getirme misyonlarını daha da pekiştireceğini ifade etti. Ayrıca, sektördeki lider konumlarını daha da güçlendireceklerini belirterek yüksek bir sinerji ile bu birleşmenin başarılı olacağına inandıklarını söyledi.

iyzico, Paynet’i 87 milyon dolara resmen satın alıyor

Paynet’in kurucusu ve Arena Grup CEO’su Serkan Çelik, Paynet’in sektördeki en büyük güçlü yönlerinden birinin B2B ve B2B2C alanlarındaki uzmanlık ve tecrübe olduğunu söyledi. Çelik, iyzico’nun B2C alanındaki deneyimi ve Paynet’in B2B ile B2B2C alanlarındaki güçlü altyapısının birleşmesiyle, Türkiye’de küresel bir başarı hikayesi oluşturulacağına inandığını ifade etti. Paynet, üye işyerlerine temassız ödeme alma, QR kod ve PayPOS ile ödeme alma, kredi ile ödeme alma ve kart saklama gibi çeşitli ödeme çözümleri sunarak sektörde önemli bir yer edinmiş durumda.

Paynet’in sunduğu hizmetlerin temeli, işletmelerin ödeme işlemlerini kolaylaştırmak ve dijitalleşmeye ayak uydurmalarına yardımcı olmaktır. Bu tür ödeme çözümleri, hem küçük işletmelerin hem de büyük şirketlerin dijital ödeme altyapılarına kolayca entegre olabilmelerini sağlar. Paynet’in hizmetlerinin özellikle B2B ve B2B2C alanlarındaki güçlü altyapısı, iyzico için önemli bir değer sunuyor ve şirketin küresel pazarlara açılma yolunda önemli bir adım olarak görülüyor.

Bu satın alım, Türkiye’deki fintech sektörü için büyük bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Rekabet Kurumu ve Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın onayıyla tamamlanan süreç, iki Türk fintech şirketi arasındaki en büyük satın alımlardan biri olma özelliğini taşıyor. İyzico’nun, sektördeki güçlü konumunu daha da pekiştirmek amacıyla gerçekleştirdiği bu hamle, sadece Türkiye’de değil, global alanda da fintech ekosisteminde önemli bir yer edinmelerine olanak sağlayacak. Bu birleşme ile birlikte iyzico, B2B ve B2B2C alanlarında daha geniş bir hizmet sunarak, finansal teknolojiler sektöründeki öncülüğünü pekiştirecek.

Yerli girişim Mundi, 2.5 milyon dolar yatırım aldı!

2022 yılında Göksenin Akdeniz ve Ömer Paksoy tarafından kurulan yerli fintech girişimi Mundi, Speedinvest liderliğinde gerçekleşen yatırım turunda 2.5 milyon dolar yatırım aldı. Tura, Barbaros Özbuğutu’nun kurucusu olduğu DeBa Ventures’ın yanı sıra yüksek profilli melek yatırımcılar da katıldı.

Yerli girişim Mundi, 2.5 milyon dolar yatırım almayı başardı

Mundi, holding büyüklüğündeki şirketlere sunulan özel yatırım fırsatlarını KOBİ’lerin erişimine açarak, işletmelerin TL ve USD birikimlerini yetkili kurumlar üzerinden güvenli bir şekilde sermaye piyasası ürünlerinde değerlendirmesini sağlıyor. Ayrıca, şirket hesaplarında kalan bakiyelerin avantajlı oranlarla nemalandırılmasına imkan tanıyor. Bu sayede KOBİ’ler, atıl durumda bekleyen birikimlerini finansal piyasalarda değerlendirerek daha iyi getiriler elde edebiliyor.

Platform, kullanıcılarına şirket bakiyelerini günlük olarak yönetme olanağı sunarken, işletmelerin hazine ihtiyaçlarına göre değişen uzun vadeli yatırım ürünlerine erişim imkanı da sağlıyor. Yatırımla birlikte yeni ticari müşteriler edinmeyi hedefleyen Mundi, aynı zamanda ürün geliştirme süreçlerine odaklanarak yeni sermaye piyasası ve yatırım ürünleri sunmayı planlıyor.

Yatırım sonrası değerlendirmelerde bulunan Mundi kurucu ortaklarından Göksenin Akdeniz, KOBİ’lerin yatırımlarını yönetmelerine yardımcı olacak yenilikçi ürünler geliştirerek ticari segmentlerde sermaye piyasalarını dönüştürmeye kararlı olduklarını belirtti. Ömer Paksoy ise, temel hedeflerinin KOBİ’lerin finansal hizmetlere erişimini kolaylaştırarak onları sermaye piyasalarına entegre etmek olduğunu ifade etti. Geliştirdikleri yenilikçi çözümlerin yalnızca işletmelerin büyümesine katkı sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda daha kapsayıcı ve sürdürülebilir bir ekonomi inşa edilmesine yardımcı olacağını vurguladı.

Toyota, yeni nesil hidrojen yakıt hücresi sistemini tanıttı!

0

Toyota, hidrojenle çalışan aktarma organları konusundaki çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor. Japon otomotiv devi, üçüncü nesil hidrojen yakıt hücresi sistemini tanıtarak bu teknolojide önemli bir ilerleme kaydettiğini duyurdu. Yeni nesil sistemin önceki versiyona kıyasla daha küçük boyutlara sahip olduğu, daha hafif ve daha dayanıklı olduğu belirtilirken, verimlilik açısından da önemli gelişmeler sunduğu ifade ediliyor. Şirketin verdiği bilgilere göre, üçüncü nesil hidrojen yakıt hücresi, selefine kıyasla iki kat daha dayanıklı olup, dizel motorlarla benzer bir ömre sahip. Ayrıca, bu yeni sistemle donatılmış araçların menzili önceki modele kıyasla %20 oranında artırılmış durumda. Toyota, hücre tasarımı ve üretim süreçlerinde yapılan yenilikler sayesinde bu yeni yakıt hücresi sisteminin üretim maliyetlerinin de önemli ölçüde düşürüldüğünü vurguluyor.

Toyota, yeni nesil hidrojen yakıt hücresi sistemini görücüye çıkardı

Hidrojen yakıt hücreli araçların satış rakamlarına bakıldığında, Toyota’nın geçtiğimiz yıl dünya genelinde yalnızca 1.778 adet hidrojen yakıt hücreli elektrikli araç satabildiği görülüyor. Üstelik bu rakam, bir önceki yıla kıyasla %55,8 oranında bir düşüşe işaret ediyor. Ancak bu olumsuz tabloya rağmen Toyota, hidrojen teknolojisine yatırım yapmaya devam ediyor.

Şirketin yalnızca binek otomobillerle sınırlı kalmadığı ve hidrojen yakıt hücresi sistemlerini ticari araçlarda da geniş çapta uyguladığı biliniyor. Toyota’nın bu sistemleri şimdiye kadar sabit jeneratörlerden trenlere ve otobüslere kadar toplamda 2.700’den fazla araca entegre ettiği ifade ediliyor. Hidrojen yakıt hücreleri, içten yanmalı motorların veya bataryalı elektrikli sistemlerin verimli olmadığı alanlarda alternatif bir çözüm sunmaya devam ediyor.

Toyota, en yeni nesil hidrojen yakıt hücresi sisteminin önümüzdeki hafta Tokyo’da düzenlenecek Uluslararası Hidrojen ve Yakıt Hücresi Fuarı’nda sergileneceğini duyurdu. Şirket, bu teknolojinin ilk ticari uygulamalarına 2026 yılında başlanmasını planlıyor. Hidrojen yakıt hücreli sistemlerin düşük satış rakamlarına rağmen Toyota, özellikle ağır vasıtalar ve endüstriyel uygulamalar için hidrojen teknolojisinin büyük bir potansiyele sahip olduğuna inanıyor. Bu yeni sistemin daha dayanıklı, verimli ve uygun maliyetli hale gelmesi, hidrojenli araçların gelecekte daha geniş bir kullanım alanına yayılmasına katkı sağlayabilir.

Figure AI, OpenAI ile işbirliğini sonlandırdı! Peki neden?

Figure AI’nin OpenAI ile olan iş birliğini sonlandırması, yapay zeka ve robotik dünyasında büyük yankı uyandırdı. Şirketin CEO’su Brett Adcock, bu ayrılığın arkasında “robot zekasında büyük bir atılım” olduğunu belirterek önümüzdeki 30 gün içinde “daha önce hiç görülmemiş” bir gelişmenin duyurulacağını açıkladı. OpenAI ile ortaklık kurarak geliştirilen Figure 02 insansı robotu, 675 milyon dolarlık yatırım ve 2,6 milyar dolarlık şirket değerlemesiyle büyük ilgi görmüştü. Ancak Adcock’un son açıklamaları, OpenAI ile yolların ayrılmasının ardında sadece stratejik bir değişiklik olmadığını, şirketin kendi yapay zeka modellerinde devrim niteliğinde ilerlemeler kaydettiğini gösteriyor.

Figure AI, OpenAI ile işbirliğini resmen bitirdi

Adcock, attığı tweet’te, “Figure, tamamen şirket içinde inşa edilen uçtan uca robot yapay zekası konusunda büyük bir atılım yaptı” diyerek, büyük dil modellerine (LLM) bağımlılığı azalttıklarını ve robotlarını tamamen kendi geliştirdikleri sistemlerle eğitebildiklerini vurguladı. OpenAI ile bağların koparılması, şirketin dışa bağımlı olmadan robotlarını daha akıllı hale getirebilmesi açısından büyük bir adım olarak değerlendiriliyor. CEO’nun “LLM’ler artık en küçük sorunlarımızdan biri” açıklaması, yapay zeka ekosisteminde büyük değişimlerin yaşandığını gösteriyor. Son dönemde büyük dil modelleri giderek daha erişilebilir hale gelirken, Figure AI gibi şirketler artık daha ileri seviye yapay zeka ve robotik sistemlere yöneliyor.

Bu gelişmeler yaşanırken OpenAI da boş durmuyor. Şirket, kısa süre önce “insansı robotlar” ile ilgili ticari marka başvurusu yaptı ve robotik ekibini yeniden inşa etmeye başladı. Aynı zamanda artırılmış gerçeklik (AR), sanal gerçeklik (VR) ve otonom ajanlar gibi alanlara yöneldiği biliniyor. OpenAI’nin bu hamleleri, yapay zeka tabanlı robotların geleceği açısından yeni bir rekabetin kapıda olduğunu gösteriyor.

Figure AI’nin OpenAI ile yollarını ayırmasına rağmen büyük ticari ortaklıklarını sürdürmesi de dikkat çekici. Şirket, BMW Manufacturing ile üretim hatlarında insansı robotları kullanmak için önemli bir anlaşmaya imza attı. Bunun yanında, kimliği açıklanmayan büyük bir Amerikan şirketiyle de iş birliği yapıldı. Adcock’un açıklamalarına göre, bu anlaşmalar sayesinde Figure AI önümüzdeki dört yıl içinde 100.000 robot üretme hedefini gerçekleştirebilecek. CEO, LinkedIn’de yaptığı açıklamada, “Bu bize yüksek hacimli sevkiyat yapma potansiyeli veriyor; böylece maliyetleri düşürebilir ve yapay zeka verilerini daha geniş ölçekte toplayabiliriz” ifadelerini kullandı. Bu gelişmeler, şirketin ölçeklenebilir bir üretim modeli kurarak yapay zeka destekli robotların endüstride yaygınlaşmasını hedeflediğini gösteriyor.

Öte yandan Figure AI, “somutlaştırılmış yapay zeka” olarak adlandırılan bir veri motoru geliştirerek robotlarının bulut bilişim ve uç bilişim sistemleri aracılığıyla gerçek zamanlı olarak öğrenmesini ve çevreye uyum sağlamasını mümkün kıldı. Bu teknoloji sayesinde şirketin robotları yalnızca dil komutlarını yerine getirmekle kalmayıp, görüş, hareket ve karar verme yetilerini birleştirerek daha kompleks görevleri bağımsız olarak gerçekleştirebilecek. Ayrıca Figure AI, büyük ölçekli işe alımlar yaparak ekibini genişletmeye devam ediyor.

Tüm bu gelişmeler ışığında, Figure AI’nin CEO’su Brett Adcock’un işaret ettiği “büyük atılım” için beklenti oldukça yüksek. Eğer gerçekten yapay zeka ve robotik entegrasyonunda devrim niteliğinde bir yenilik duyurulursa, bu durum yalnızca Figure AI ve OpenAI arasındaki rekabeti değil, tüm yapay zeka ekosistemindeki güç dengelerini değiştirebilir. Özellikle endüstriyel robotların hızla benimsenmesi, maliyetlerin düşmesi ve otonom yapay zeka sistemlerinin daha yaygın hale gelmesi, bu teknolojinin iş dünyasındaki etkisini önemli ölçüde artırabilir. Şimdi gözler, Figure AI’nin önümüzdeki 30 gün içinde açıklayacağı bu büyük gelişmeye çevrildi.