Meta, yapay zeka modellerini korsan kitaplarla mı eğitiyor?

Meta’nın yapay zeka modellerini korsan kitaplarla eğittiği yönündeki iddialar yeniden gündeme geldi. Komedyen Sarah Silverman ve yazar Ta-Nehisi Coates gibi isimlerin yer aldığı bir grup yazar, Meta’nın yapay zeka eğitimi için telif hakkıyla korunan kitapların korsan versiyonlarını kullandığını ileri sürerek şirketi suçladı.

Meta, yapay zeka modellerini korsan kitaplarla eğitiyor olabilir

İddiaların merkezinde, Meta’nın CEO’su Mark Zuckerberg’ün onayıyla LibGen adlı veri setinin kullanıldığı ve milyonlarca korsan eserin yapay zeka modellerine dahil edildiği öne sürülüyor.

Meta, yapay zeka modellerini korsan kitaplarla eğitiyor olabilir.

Kaliforniya’daki federal mahkemede açılan davaya ait belgeler kamuoyuna sunuldu. Belgelerde, Meta’nın iç yazışmalarına dayanılarak, şirketin bu eserlerin korsan olduğunu bilerek kullandığı ifade ediliyor. Davacılar, bu durumun telif hakkı ihlali olduğunu ve Meta’nın yasa dışı yollarla elde edilen materyalleri AI eğitimi için kullandığını savunuyor. Ayrıca, Meta’nın korsan materyalleri torrentler aracılığıyla yaydığına dair yeni deliller mahkemeye sunuldu.

Bu davanın temelinde, geçen yıl ABD Bölge Yargıcı Vince Chhabria tarafından reddedilen telif hakkı ihlali iddiaları yer alıyor. Yargıç, yazarların, Meta’nın telif hakkı yönetim bilgilerini yasa dışı bir şekilde kaldırdığı ve kitapları izinsiz kullandığı yönündeki iddialarını yetersiz bulmuştu. Ancak davacılar, ellerindeki yeni delillerin bu iddiaları tekrar canlandıracağına inanıyor. Yine de Yargıç Chhabria, davanın dolandırıcılık ve telif hakkı yönetim bilgisi ihlali yönünden güçlü bir hukuki zemine oturup oturmadığı konusunda şüphelerini dile getirdi. Yazarlar ise hukuki mücadelelerini kararlılıkla sürdürmek istediklerini belirtiyor.

Yerli girişim Grand Games, 30 milyon dolar yatırım alıyor!

Grand Games, Türkiye’nin hızla büyüyen mobil oyun sektöründe yeni bir başarı hikayesi yazıyor. 2024 yılında kurulan ve kısa sürede ses getiren bu girişim, Magic Sort! ve Car Match oyunlarıyla küresel anlamda dikkat çekmeyi başardı. Henüz Şubat 2024’te tohum öncesi yatırım turunu tamamlamış olan Grand Games, şimdi de ilk Serie A yatırım turunda tam 30 milyon dolarlık yatırım alarak bu alanda ülkenin en hızlısı olmayı başardı.

Yerli girişim Grand Games, tam 30 milyon dolar yatırım aldı

Bu yatırım turu, sektörün deneyimli yatırımcıları olan Dream Games’in ortağı Balderton Capital ve Peak Games’in yatırımcısı Bek Ventures’ı bir araya getirdi. Grand Games’in, Türkiye’den daha önce çıkan iki unicorn ile bağlantılı olan bu önemli yatırımcıları çekmeyi başarması, sektörün potansiyelini ve Grand Games’in büyüme kapasitesini ortaya koyuyor.

Yerli girişim Grand Games, tam 30 milyon dolar yatırım aldı.

Magic Sort! ve Car Match oyunları, oyuncu tutma ve gelir metriklerinde sektörün en üst düzeyi olan yüzde 1’lik dilime ulaşarak aylık 1 milyon doları aşan gelir elde etti. Alınan bu yeni yatırım, özellikle daha büyük oyun türlerinin geliştirilmesine olanak tanıyacak yeni stüdyoların kurulması için kullanılacak. Grand Games, bu yatırımla, mobil oyun sektöründe yeni hitler yaratmayı hedeflerken aynı zamanda Türkiye’nin bu alandaki küresel oyuncular arasındaki konumunu güçlendirecek gibi görünüyor.

Peki siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Yanıtlarınızı aşağıdaki yorumlar kısmından bizimle kolayca paylaşabilirsiniz.

DLSS 4.0 teknolojisi, tüm RTX ekran kartlarıyla kullanılabilecek!

0

Nvidia, CES 2025 etkinliğinde tanıttığı DLSS 4.0 teknolojisiyle tüm RTX ekran kartlarına destek sunacağını duyurarak oyuncular ve teknoloji meraklıları için önemli bir haber paylaştı. Ancak DLSS 4.0’ın sunduğu tüm yenilikler eski nesil ekran kartları için tamamen erişilebilir olmayacak. DLSS 4’ün en dikkat çeken özelliği olan Multi Frame Generation (Çoklu Kare Üretimi), yalnızca yeni RTX 50 serisine özgü olarak kalacak. Bu teknoloji, üretilen her kare için üç ek kare oluşturma yeteneği sunarak FPS performansını üç kata kadar artırıyor ve bu özelliğin eski kartlara sunulmayacak olması yeni nesil kartların farkını daha da vurguluyor.

DLSS 4.0 teknolojisi, tüm RTX ekran kartlarıyla kullanılabiliyor

Yine de RTX 30 ve RTX 20 serisi kullanıcıları için DLSS 4 büyük avantajlar getirecek. Nvidia, DLSS Ray Reconstruction, Super Resolution ve DLAA gibi özellikleri geliştirerek görsel kaliteyi artırmayı ve hareketli sahnelerde detayları daha belirgin hâle getirmeyi hedefliyor. Bu yenilikler, daha akıcı bir oyun deneyimi ve daha az görsel kirlilik sunarak mevcut nesil kartların performansını yükseltecek.

DLSS 4 teknolojisi, çıkış tarihi itibarıyla 75 oyun ve uygulamada desteklenecek. Alan Wake 2 ve Cyberpunk 2077 gibi halihazırda popüler olan oyunlarda DLSS 4 teknolojisinin avantajları hissedilirken, yakında çıkacak Black Myth: Wukong, Doom: The Dark Ages ve Dune: Awakening gibi oyunların da bu teknolojiyi entegre edeceği belirtildi. Bu hamle, Nvidia’nın teknolojiyi hızlı bir şekilde yaygınlaştırma stratejisinin bir parçası olarak öne çıkıyor.

RTX 50 serisinin Multi Frame Generation sayesinde ciddi bir performans avantajı sunması, eski nesil kartları gölgede bırakabilir. Ancak Nvidia’nın DLSS 4’ü tüm RTX GPU’larına getirme kararı, mevcut kullanıcı tabanını desteklemeye devam ettiğini de gösteriyor. Bu da eski nesil GPU sahiplerinin daha gelişmiş görsel kaliteye erişebilmesini sağlayarak marka bağlılığını artırabilir.

Xiaomi, Güney Kore pazarına giriş yapıyor!

0

Xiaomi, akıllı telefon sektöründe küresel ölçekte büyümeye devam ederken, Samsung’un ana vatanı olarak bilinen Güney Kore pazarına cesur bir adım atıyor. Şirket, ilk olarak açtığı online mağaza aracılığıyla akıllı telefon, giyilebilir teknoloji ürünleri ve akıllı ev cihazlarını Güney Koreli tüketicilerle buluşturmaya başladı.

Xiaomi, resmen Güney Kore pazarına giriş yapacak

Ancak Xiaomi’nin hedefi yalnızca dijital kanallarla sınırlı değil. Yerel medya raporlarına göre, başkent Seul’de bir fiziksel mağaza açmayı planlayan şirket, bu hamlesini 15 Ocak’ta düzenleyeceği basın toplantısıyla resmiyete dökecek. Bu toplantıda, Xiaomi’nin Güney Kore pazarı için uzun vadeli hedefleri ve genişleme planlarına dair ayrıntılar da açıklanacak.

Xiaomi, resmen Güney Kore pazarına giriş yapacak.

Xiaomi’nin Güney Kore’deki varlığı, fiyat-performans oranı açısından sunduğu avantajlarla dikkat çekerken, bu adım teknoloji pazarındaki rekabetin boyutunu da değiştirebilir. Özellikle Xiaomi’nin Samsung ve Apple gibi devlere kıyasla daha uygun fiyatlarla yüksek teknoloji ürünleri sunması, Güney Koreli tüketiciler için cazip bir alternatif yaratabilir. Ancak Güney Kore pazarında rekabet yalnızca fiyatla sınırlı değil. Sektör analistleri, Çin menşeli teknoloji ürünlerine yönelik güvenlik ve güvenilirlik konusundaki tereddütlerin Xiaomi’nin büyüme potansiyelini sınırlayabileceğine dikkat çekiyor.

Güney Kore pazarındaki bu yeni oyuncunun stratejisi, farklı tüketici segmentlerini hedef almayı içeriyor. Özellikle uygun fiyatlı cihaz kategorisinde, ikincil telefon arayışında olan kullanıcılar ve çocuklar için alternatif ürün seçenekleri sunmak, Xiaomi’nin öncelikleri arasında yer alıyor. Pazar uzmanları, bu rekabetin Güney Kore’de yalnızca tüketicilere fayda sağlamakla kalmayıp teknoloji sektöründeki dinamikleri de yeniden şekillendireceğini belirtiyor. Bu gelişme, Xiaomi’nin uluslararası pazardaki konumunu güçlendirmek adına atılmış önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.

Entertech İstanbul Teknokent yeni bina açılış töreni gerçekleştirildi

0

Entertech İstanbul Teknokent’in yeni binasının temel atma töreni, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır’ın katılımıyla 13 Ocak 2025 tarihinde düzenlendi. İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa’nın ortaklığında hayata geçirilen Entertech, Türkiye’nin teknoloji ve inovasyon vizyonunda önemli bir yere sahip. Yeni bina, girişimciler için daha geniş olanaklar sunacak modern bir altyapıya sahip olacak.

Teknoloji girişimciliğinde uluslararası başarı hikâyeleri yazmamıza yardımcı olacak!

İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa’nın ortaklığında hayata geçirilen Entertech İstanbul Teknokent yeni bina açılış töreninde Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır ve Entertech İstanbul Teknokent Genel Müdürü Dr. Muhammed Kasapoğlu’ndan çok önemli açıklamalar geldi!

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, törende yaptığı konuşmada Türkiye’nin teknoloji üretimindeki hedeflerine dikkat çekti. Kacır, “Türkiye, Milli Teknoloji Hamlesi vizyonu ile devler liginde yer almak için önemli adımlar atıyor. Entertech gibi projeler, bu vizyonun bir parçası olarak, teknoloji girişimciliğinde uluslararası başarı hikâyeleri yazmamıza yardımcı olacak,” ifadelerini kullandı.

Yeni bina, 12 bin metrekarelik kapalı alanıyla girişimcilere modern bir çalışma ortamı sunmayı hedefliyor. Entertech, bu yatırımla sadece fiziksel kapasitesini artırmakla kalmayacak, aynı zamanda girişimcilerin fikirlerini hayata geçirebilecekleri yenilikçi bir ekosistem sağlayacak.

Törende, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Bülent Zülfikar ve İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Rektörü Prof. Dr. Nuri Aydın, teknoparkların akademik bilgi ve girişimcilik arasında köprü oluşturduğunu belirtti. Entertech İstanbul Teknokent Genel Müdürü Dr. Muhammed Kasapoğlu ise, yeni binanın girişimcilerin yenilikçi projelerini geliştirmesi için önemli bir katkı sağlayacağını ifade etti.

Bakan Kacır, Türkiye’nin girişimcilik ekosisteminde elde ettiği başarıları vurguladı. Elektrikli ve bağlantılı yerli otomobil Togg’un başarısından, insansız hava araçlarıyla elde edilen dünya liderliğine kadar pek çok alanda yapılan yatırımların meyve verdiğini söyledi. Türkiye’nin 2030 yılına kadar 100 bin teknoloji girişimi hedefi doğrultusunda “Turcorn 100 Programı” gibi projelerle girişimcilere kapsamlı destekler sunulduğunu belirtti.

Yeni binanın inşaatının 2025 yılı sonuna kadar tamamlanması planlanıyor. Bu bina, modern altyapısıyla teknoloji ekosistemine kazandırılacak ve girişimcilerin projelerini geliştirmelerine olanak sağlayacak. Entertech İstanbul Teknokent, yeni yatırımlarıyla Türkiye’nin teknoloji alanındaki liderliğini pekiştirmeye devam edecek.

Bazı Amerikalılar, Elon Musk yüzünden Tesla almak istemiyor!

Elon Musk’ın politik tavırları, Tesla’nın satış rakamları ve marka algısı üzerinde ciddi bir etki yaratmaya devam ediyor. İlk yıllarında çevre bilincine duyarlı kitlenin desteğiyle hızla büyüyen Tesla, son dönemlerde özellikle Musk’ın siyasete artan müdahalesi nedeniyle birçok müşteri kaybetti.

Bazı Amerikalılar, Elon Musk yüzünden Tesla almaktan vazgeçiyor

Özellikle Musk’ın ABD’de Cumhuriyetçi Parti’ye yakın duruşu ve Donald Trump’a olan açık desteği, daha önce Tesla’yı tercih eden geniş bir kitlenin tavrını tamamen değiştirdi. Twitter’ı satın almasının ardından daha da görünür hale gelen bu politik duruş, ABD’de Musk’ın popülerliğini ciddi şekilde zedeledi ve Tesla satışlarına doğrudan yansıdı. Bugün gelinen noktada, Elon Musk’tan hoşlanmadığı için Tesla almayı reddeden Amerikalıların oranı yüzde 25’e ulaştı.

Bazı Amerikalılar, Elon Musk yüzünden Tesla almaktan vazgeçiyor.

JW Surety Bonds’un raporuna göre, Tesla’nın başarısını borçlu olduğu çevreye duyarlı müşteri profili, Musk’ın politik hamleleri nedeniyle markadan uzaklaşıyor. Bu durum, Tesla’nın 2024 yılında ilk kez bir önceki yılın altında kalan satış rakamlarıyla kendini göstermiş durumda. Tesla, 11 yıllık kesintisiz büyüme trendini bu şekilde kaybederken, bunun nedenlerinden biri artan rekabet olsa da, Musk’ın şirketin algısını olumsuz etkileyen tutumlarının önemli bir payı olduğu görülüyor. Özellikle Donald Trump’ın 2024 sonunda Musk’ın desteğiyle tekrar ABD başkanı seçilmesi, bu kesimin Elon Musk’a olan tepkisini daha da derinleştirdi.

Elon Musk’ın yalnızca ABD’de değil, Birleşik Krallık ve Almanya gibi Avrupa ülkelerinde de politik meselelere karışmaya başlaması, Tesla’nın bu pazarlarda da zorlanacağının sinyallerini veriyor. Rekabetin artışıyla birlikte satış baskısını artıran bu durum, Tesla için 2025 yılında daha fazla sorun anlamına gelebilir. Üstelik, marka kimliği bir yandan çevre dostu teknolojileri temsil ederken, diğer yandan Elon Musk’ın politik figürüyle çelişmeye devam ediyor. Bu karmaşanın, Tesla’nın hem ABD’de hem de global pazarda daha büyük zorluklarla karşılaşmasına yol açabileceği tahmin ediliyor.

Denizin derinliklerinden içilebilir su elde edilecek!

0

Denizin derinliklerinden düşük maliyetle içme suyu elde etmek ve aynı zamanda soğutma teknolojisinde kullanmak amacıyla geliştirilen yeni bir sistem, büyük bir yenilik sunuyor. OceanWell isimli Kaliforniya merkezli firma, denizden ters ozmoz yöntemiyle tatlı su üretme hedefiyle, dünya genelindeki su krizine ekonomik ve çevre dostu bir çözüm getirmeye hazırlanıyor. Sistemin temelinde, yaklaşık 400 metre derinlikte yerleştirilen ve tuzlu suyu içilebilir hale dönüştüren podlar yer alıyor. Her bir pod, günlük olarak 4000 metreküp tatlı su üreterek Türkiye’deki yaklaşık 250 evin su ihtiyacını karşılayabilecek bir kapasite sunuyor.

Denizin derinliklerinden içilebilir su elde edilebiliyor

Bu yenilikçi sistemin en dikkat çekici özelliği, derin deniz basıncını kullanarak diğer ters ozmoz teknolojilerine kıyasla yüzde 40 oranında daha az enerji harcaması. Deniz tabanına yerleştirilen ters ozmoz ünitesi sayesinde, geleneksel tuzlu su arıtma tesislerinin yüksek enerji maliyetlerine etkili bir alternatif oluşturuluyor. Ayrıca sistem, dünya genelinde kullanılan mevcut tuzlu su arıtma yöntemlerinde metreküp başına harcanan enerji miktarını en az 3 kWs’den 2 kWs’nin altına düşürmeyi hedefliyor.

Bu teknolojinin pratik bir örneği, Kaliforniya eyaletinde gerçekleştirilecek projede ortaya çıkacak. İlk tesis, günde 220.000 metreküp tatlı suyu şehir şebekesine sağlayarak, İstanbul’un en büyük barajı olan Ömerli’nin kapasitesine eş bir düzeyde hizmet sunacak. Özellikle eyaletin uzun yıllardır karşı karşıya olduğu su kıtlığı sorununa bu şekilde bir çözüm sunulması bekleniyor. Sistem ayrıca, soğuk deniz suyunun doğal bir ısı değiştirici olarak kullanılmasıyla elektrik ya da yakıt tüketmeden merkezi soğutma ihtiyaçlarına da çözüm sunabiliyor. Bu yenilik, sıcak bölgelerde klima kullanımını azaltarak elektrik tüketimini ve soğutma maliyetlerini düşürmeyi vaat ediyor.

OceanWell’in çevresel etkilere yönelik yaklaşımı da övgüye değer. Tuzdan arındırma sürecinde ortaya çıkan yoğun tuzlu su miktarının, mevcut sistemlerden çok daha az zararlı olduğu belirtiliyor. Normal tuzlu suya oranla yalnızca %10-15 daha yoğun olan bu suyun, çevresel etkileri en aza indireceği öngörülüyor. Geleneksel tuzlu su arıtma tesislerinde elde edilen fazla tuzlu suyun canlılar üzerindeki olumsuz etkilerini minimuma indirme vaadi, sistemi çevresel sürdürülebilirlik açısından da önemli bir konuma yerleştiriyor. Bu yeni teknolojinin, dünya genelinde daha fazla ülkede yaygınlaştırılmasıyla, su ve enerji krizine etkili çözümler sunması hedefleniyor.

Meta, Covid paylaşımlarını kaldırmadığı için yoğun baskı altında!

Meta CEO’su, aşıların genel olarak olumlu etkileri olduğunu ifade etse de, aşı programını teşvik ederken karşıt görüşlerin de sansürlenmeye çalışıldığını belirtti.

Zuckerberg, Meta’nın, üçüncü taraflara dayalı bilgi doğrulama sistemini bırakarak kullanıcıların içeriklere yorum eklemesine olanak tanıyan “community notes” modeline geçeceğini açıkladı. Bu adım, Elon Musk’ın sahibi olduğu X’in (eski adıyla Twitter) stratejisine benzer bir yaklaşıma işaret ediyor.

Ayrıca, Meta’nın politika değişiklikleri ve Trump’a yönelik adımları, yaklaşan Trump yönetimine yönelik stratejik bir yeniden pozisyon alma olarak değerlendiriliyor.

Biden yönetimi ve Meta’nın Covid politikaları

Zuckerberg, Biden yönetiminin, aşıların yan etkilerinden bahseden içerikleri kaldırmak için “aşırı baskı” yaptığını ifade etti. Özellikle, “aşıların yan etkileri olabileceğini söyleyen içeriklerin kaldırılması gerektiği” yönünde baskı gördüklerini ifade etti. Ancak Meta’nın, “kesinlikle doğru olan içerikleri kaldırmayacağı” yanıtını verdiğini de ekledi. Zuckerberg, bu görüşmelerin kimler tarafından yürütüldüğüne dair ayrıntı vermedi ve kendisinin doğrudan dahil olmadığını belirtti.

FDA, 2021 yılında, Johnson & Johnson’ın tek dozluk Covid aşısının yaygın yan etkilerinin baş ağrısı, yorgunluk, kas ağrıları, mide bulantısı ve ateş olduğunu açıklamıştı. Dünya genelinde Covid aşılarının, pandeminin zirve yaptığı dönemde milyonlarca hayatı kurtardığına inanılıyor.

Zuckerberg, ABD hükümetinin teknoloji endüstrisini yeterince koruyamadığını, düzenleyicilere aşırı güç verildiğini savundu ve Avrupa Birliği’nin son 20 yılda teknoloji şirketlerine 30 milyar dolardan fazla ceza verdiğini belirtti. Zuckerberg, Trump yönetiminin bu konuda daha güçlü bir duruş sergileyebileceğine dair iyimser olduğunu dile getirerek, “Trump’ın Amerika’yı kazandırmak istediğini düşünüyorum.” dedi.

Biden, Meta’nın bilgi doğrulama politikasındaki değişikliğe ilişkin olarak yaptığı açıklamada, platformlarda yayılan doğrulanmamış bilgilerin zararlarına dikkat çekerek, bu durumu “utanç verici” olarak nitelendirdi.

Metanın Covid içerik politikaları ve bilgi doğrulama stratejisindeki değişiklikler, şirketin hem siyasi hem de toplumsal açıdan eleştiriler almasına neden oluyor. Bu tartışmalar, teknoloji devlerinin bilgi akışını düzenleme konusundaki sorumluluklarının yeniden sorgulanmasına yol açıyor.

Blue Origin, New Glenn fırlatmasını erteledi!

Blue Origin, bu duyuruyu sosyal medya platformu X üzerinden yaptı. Fırlatma penceresi sabah 01.00 ile 04.00 arasında açık kalacak.

Şirket, New Glenn roketinin güçlendirici kısmını geri kazanmayı hedefliyor ve bu durum, hava koşullarının fırlatma planları üzerindeki etkisini artırıyor. Blue Origin, tamamen yeniden kullanılabilir bir roket modeliyle rekabete güçlü bir giriş yapmayı hedefliyor. Ancak bu, yüksek risk içeren bir adım; çünkü fırlatmanın tüm unsurları kusursuz şekilde işlemezse, bu kritik görev başarısızlıkla sonuçlanabilir.

Blue Origin, ilk fırlatmada büyük zorluklarla karşı karşıya

Yeni bir roketin ilk fırlatması genellikle yüksek risk taşır. Roketin birçok bileşeni, daha önce hiç çalıştırılmadığı koşullarda test edilir ve bu, olası başarısızlık riskini artırır. SpaceX’in bu alandaki yaklaşımı, donanım zenginliği kavramına dayanır; şirket, fırlatma sırasında başarısızlık riskini göze alarak öğrenme sürecini hızlandırmayı hedefler. Blue Origin ise daha temkinli bir yaklaşım sergiliyor ve bu ilk fırlatmanın başarısını, ABD Uzay Kuvvetleri’nden sertifika almak için kritik bir adım olarak görüyor.

Fırlatmanın yükü, Blue Ring Pathfinder olarak adlandırılan bir uydu test platformu olacak. Bu platform, Blue Origin’in gelecekteki uydu, ticari uzay istasyonları ve diğer uzay projelerine yönelik planları için bir temel oluşturacak.

Gelecek planları ve riskler

Şirketin bu görevden sonraki hedefleri oldukça büyük. Şu an için hedefler, iki Ay yüzeyi iniş görevini başlatmak, NASA için Mars’a uydu göndermek ve Amazon’un Kuiper uydularını taşımak. Ancak, ilk fırlatmanın başarısız olması, bu projelerin tamamını geciktirebilir. Özellikle NASA’nın ESCAPADE görevindeki olası bir gecikme, Ay yüzeyi iniş aracı Blue Moon’un geliştirilme sürecini de etkileyebilir.

Sonuç olarak, New Glenn roketiyle yapılacak bu ilk fırlatma, yalnızca Blue Origin’in değil, uzay endüstrisinin geleceği açısından da önemli bir kilometre taşı olacak. Bu fırlatma başarılı olursa, rakibi SpaceX’in baskın olduğu piyasada Blue Origin’in rekabet gücünü artıracak ve yeni ticari ve ulusal güvenlik sözleşmelerine kapı açacak.

Türkiye, güneş enerjisi kapasitesinde sıçrama yaşıyor!

2024 yılı, Türkiye’nin güneş enerjisi alanında büyük bir sıçrama gerçekleştirdiği bir dönem oldu. Güneş enerjisindeki kurulu güç, yüzde 70’i aşan bir artış kaydederek enerji sektöründe dikkat çekici bir başarıya imza attı. Bu büyümede özellikle lisanssız santrallerin rolü büyük oldu ve sağlanan teşvikler ile bürokratik kolaylıklar, enerji kapasitesindeki artışı hızlandırdı.

Türkiye, güneş enerjisi kapasitesinde sıçrama yaşadı

Enerji Piyasaları İşletme A.Ş. (EPİAŞ) tarafından açıklanan 2024 yıl sonu verilerine göre, Türkiye’nin elektrik üretimindeki toplam kurulu gücü, önceki yıla kıyasla 8.747 MW artarak 115.382 MW seviyesine ulaştı. Güneş enerjisindeki kapasite artışı ise oldukça dikkat çekiciydi. 2023 yılı sonunda 11.312 MW olan güneş enerjisi kurulu gücü, 2024’te yüzde 73 oranında artış göstererek 19.618 MW seviyesine yükseldi. Bu artışın yüzde 92,5’inin, lisanssız güneş enerjisi santralleri sayesinde gerçekleşmesi ise bu alandaki teşvik politikalarının ne kadar etkili olduğunu ortaya koydu.

Türkiye, güneş enerjisi kapasitesinde sıçrama yaşadı.

Rüzgar enerjisi tarafında ise daha sınırlı bir büyüme kaydedildi. 2023 sonunda 11.790 MW olan rüzgar enerjisi kurulu gücü, yüzde 6’lık bir artışla 12.576 MW seviyesine ulaştı. Güneş ve rüzgar enerjisine kıyasla, toplam kurulu güç içerisinde doğal gaz en yüksek payı almaya devam etti. Doğal gaz kaynaklı elektrik üretimi, 24.673 MW’lık kurulu güç ile yüzde 21’lik bir paya sahip oldu.

Barajlı santraller 23.863 MW ile ikinci sırayı alırken, güneş enerjisi 19.618 MW kapasitesiyle üçüncü sırada yer aldı. Böylece, güneş enerjisinin toplam kurulu güç içindeki payı yüzde 17’ye ulaştı ve Türkiye’nin yenilenebilir enerji alanındaki kararlılığı bir kez daha gözler önüne serildi.

Elaphe Sonic 1: elektrikli araçların motor teknolojisinde yeni dönem

Elektrikli araçların (EV) motor teknolojisinde önemli bir adım, Slovenya merkezli Elaphe Propulsion Technologies’den geldi. Şirket, CES 2025 kapsamında tanıttığı Sonic.1 adlı yeni nesil tekerlek içi motoruyla, elektrikli araçlarda performans ve verimlilik standartlarını yeniden tanımlamaya hazırlanıyor.

Dünyanın ilk fren entegreli tekerlek içi notoru

Sonic.1, standart 21 inçlik bir jantın içerisine 400 mm çapında bir fren diski entegre edecek şekilde tasarlandı. Bu özellik, Sonic.1’i sektördeki diğer çözümlerden ayırarak, yüksek performanslı frenlerle uyumlu, dünyanın ilk doğrudan tahrikli tekerlek içi motoru haline getiriyor. Şirket, yeni motorunu CES 2025 fuarında Italdesign Quintessenza aracı üzerinde sergiledi. İtalyan üreticinin belirttiğine göre, bu araç kombine olarak 2.145 beygir güce (1.600 kW) ulaşabiliyor.

Performans rakamlarıyla dikkat çekiyor

Sonic.1, tekerlek başına sürekli olarak 272 beygir güç (200 kW), zirve noktada ise 347 beygir güç (255 kW)üretebiliyor. Tork değerleri ise bir hayli etkileyici: Sürekli olarak tekerlek başına 1.000 Nm, zirve noktada ise 1.700 Nm’ye kadar çıkabiliyor. Bu özellikleriyle, arkadan çekişli bir elektrikli araç konfigürasyonunda toplamda 1 MW’a kadar güç sunabiliyor.

Motorun bir diğer öne çıkan yönü, yalnızca 40 kg ağırlığında olması. Fren sistemiyle entegre yapısı, kontrol kabiliyetini artırırken, aracın daha hızlı hızlanmasına ve daha kısa mesafede durmasına olanak tanıyor. Elaphe’ye göre, Sonic.1 geleneksel elektrik aks sistemlerine kıyasla yüzde 10 daha hızlı hızlanma ve yüzde 15 daha kısa durma mesafesi sağlıyor.

Elektrikli araçların geleceği için büyük bir adım

Tekerlek içi motorlar, merkezi tahrik ünitelerine olan ihtiyacı ortadan kaldırarak daha az hareketli parçayla çalışıyor. Bu sayede bakım maliyetlerini düşürme ve üretim süreçlerini sadeleştirme potansiyeli taşıyor. Bu da üreticilerin, daha uygun fiyatlı elektrikli araçlar geliştirmesini mümkün kılabilir.

Sonic.1’in sunduğu avantajlar, özellikle ticari araçlar, teslimat kamyonları ve traktörler gibi uygulamalarda öne çıkabilir. Bu nedenle Ford’un, Sonic.1 teknolojisini gelecekteki F-150 Lightning modellerinde kullanmayıplanladığına dair söylentiler de gündemde.

Elaphe Sonic.1, hem performansı hem de verimliliğiyle elektrikli araç teknolojisinde devrim yaratabilecek bir çözümolarak dikkat çekiyor. Gelecekte bu teknolojinin yaygınlaşması, elektrikli araçların daha hızlı, verimli ve ekonomik hale gelmesini sağlayabilir.

Çin lityum rezervlerini üç katına çıkardı

Çin, son yaptığı keşiflerle lityum rezervini üç katına çıkararak, dünyanın en büyük ikinci lityum rezervine sahip ülke konumuna yükseldi. Şili’nin ardından ikinci sırayı alan Çin, bu gelişmeyle küresel lityum pazarındaki payını %6’dan %16,5’e çıkardı.

Küresel rekabette öne çıkıyor

Çin devlet haber ajansı Xinhua‘nın bildirdiğine göre, bu keşifler Avustralya, Arjantin ve Bolivya’yı geride bırakmalarını sağladı. Çin’in lityum rezervlerindeki bu büyük artışın ardında, yeni yatakların keşfi ve gelişmiş çıkarma yöntemleri bulunuyor. Özellikle Tibet’te bulunan 2.800 kilometre uzunluğundaki spodümen madeni, önemli bir lityum kaynağı olarak öne çıkıyor. İlk tahminler, bu bölgenin 6,5 milyon tondan fazla lityum içerebileceğinive potansiyel rezervlerin 30 milyon tona kadar çıkabileceğini gösteriyor.

Ayrıca, Tibet Platosu’ndaki keşiflerde14 milyon tondan fazla lityum içerdiği tahmin edilen ve türünün üçüncü en büyüğü olan tuz gölleri de bulunmuş durumda. Bu keşiflerin, Qinghai, Sichuan ve Xinjiang gibi çevre bölgelerde de yeni rezervlerin keşfedilmesine zemin hazırlayabileceği belirtiliyor.

Yeni teknolojiler çıkarmayı kolaylaştırıyor

Çinli araştırmacılar, daha önce çıkarılması teknik olarak zor ve maliyetli bir mineral olan lepidolitin işlenmesinde önemli ilerlemeler kaydetti. Bu teknoloji sayesinde, Jiangxi bölgesinde ek 10 milyon ton lityumun çıkarılmasının yanı sıra Hunan ve İç Moğolistan’daki rezervlerin de değerlendirilebilmesi bekleniyor.

Enerji sektöründe stratejik bir avantaj

Dünya lityum iyon pil üretiminin %75’ini karşılayan Çin, bu yeni keşiflerle hammadde konusunda dışa bağımlılığını azaltmayı ve kendi kendine yeterli hale gelmeyi hedefliyor. Lityum, Çin’in elektrikli araçlar ve yenilenebilir enerji sektörlerindeki hızlı büyümesinin temel unsurlarından biri olarak görülüyor.

Çin’in bu keşiflerle enerji sektöründeki rekabet gücünü daha da artırması ve küresel piyasalarda etkisini genişletmesi bekleniyor.

Neuralink üçüncü hastaya beyin çipi yerleştirdi

Elon Musk’ın kurucusu olduğu Neuralink, çağ atlatan beyin implantı teknolojisiyle bir kez daha gündemde. Şirket, üçüncü bir hastaya beyin çipi yerleştirme operasyonunu başarıyla tamamladı. Bu heyecan verici gelişme, Musk tarafından Las Vegas’ta düzenlenen bir etkinlik sırasında duyuruldu. Neuralink tarafından geliştirilen çipler, şu anda üç farklı hastada aktif olarak kullanılıyor ve hepsinin de sorunsuz bir şekilde çalıştığı bildiriliyor.

İlk ameliyat Ocak 2024’te gerçekleşti

Neuralink’in ilk implant operasyonu Ocak 2024’te gerçekleştirildi. Bu çip, sekiz yıldır alt ekstremite felci yaşayan Noland Arbo’ya yerleştirildi. Bu yenilikçi cihaz sayesinde Arbo, akıllı telefonunu ya da bilgisayarını söz konusu teknolojiyi kullanarak zihniyle kontrol edebiliyor. Neuralink’in bu ılımlı başlangıcı, şirketin tıp alanında ne kadar ileri gidilebileceğini göstermesi açısından dikkat çekiyor.

İkinci hasta Counter-Strike oynadı

Ağustos 2024’te şirket, çipin ikinci bir hastaya başarıyla yerleştirildiğini duyurdu. Omurilik yaralanması olan bu hasta, cihazı kullanarak zihniyle Counter-Strike 2 oynamayı başarabildi. Bu örnek, Neuralink teknolojisinin sadece tıbbi değil, aynı zamanda insan-teknoloji etkileşimi üzerinde yaratabileceği potansiyel etkileri de gözler önüne serdi.

2025 planlarında 20-30 yeni implant

Elon Musk, Neuralink’in 2025 yılı için oldukça iddialı hedefleri olduğunu belirtti. Şirket, bu süreçte 20 ila 30 yeni çipi daha hastalara yerleştirmeyi planlıyor. Neuralink’in uzun vadeli hedefi ise çok daha büyük: On yıl içinde milyonlarca insana beyin implantı takılması ve bu teknolojinin yaygın hale gelmesi.

Musk’a göre, beyin implantları, gelecek yıllarda ciddi hastalıkların tedavisini mümkün kılacak ve insanların teknolojiyle etkileşiminde yeni bir dönem başlatacak. Neuralink, sürekli geliştirdiği bu yenilikçi teknolojilerle bilim ve teknoloji dünyasında devrim yaratmaya devam ediyor.

OpenAI yapay zekalı robotlar üretecek!

OpenAI, robotik departmanını yeniden kurarak bu alandaki hedeflerini net bir şekilde ortaya koydu. Şirketin yayımladığı yeni iş ilanları, OpenAI robotik konusunda yapay zekâ ve sensörlerle donatılmış robotlar geliştirme planlarını doğrularken, bu projelerin dinamik gerçek dünya koşullarında çalışabilecek şekilde tasarlandığını ortaya çıkardı.

İnsan Benzeri zeka ve özel sensörler

Yeni iş ilanlarına göre OpenAI, insan benzeri zekâya sahip robotlar geliştirmeye odaklanacak. Bu robotlar, şirketin yapay zekâ modelleriyle entegre çalışacak ve özel sensörler ile gelişmiş hesaplama bileşenleriyle donatılacak. Şirket, bu robotların yalnızca yazılım değil, aynı zamanda özel donanım sistemlerine de sahip olacağını belirtti. Bu donanımlar sayesinde OpenAI robotik sistemlerle donatılmış robotlar, daha karmaşık görevleri yerine getirebilecek kapasiteye sahip olacak.

Seri üretim ve özel tasarımlar

OpenAI, gelecekte bu robotları seri üretime sokmayı planladığını açıkladı. Şirket, bu doğrultuda yüksek hacimli mekanik sistem tasarımı konusunda deneyimli mühendisler arıyor. Ayrıca, OpenAI robotik sistemlerinin fiziksel kısıtlamalarına uygun bir şekilde yüksek seviyede yapay zekâ entegrasyonu sağlanması hedefleniyor. Bu süreçte, robotların üretim maliyetlerini optimize etmek ve dayanıklılığı artırmak gibi konular da öncelikli hedefler arasında yer alıyor.

Prototip test süreci başlıyor

Şirketin yayımladığı ilanlar, robot prototiplerinin test edilmesi için sözleşmeli çalışanlar arandığını ve bu robotların kolları olabileceği ihtimaline işaret ediyor. OpenAI, aynı zamanda bu robotlar için özel sensörler tasarlamayı da planlıyor. Böylece robotlar, daha geniş kullanım alanlarına hitap edebilecek şekilde geliştirilecek. Bu kullanım alanlarının lojistik, üretim, sağlık hizmetleri ve kişisel asistanlık gibi sektörleri kapsayabileceği belirtiliyor.

OpenAI’ın bu adımı, şirketin yapay zekâ teknolojisini fiziksel dünyada da ön plana çıkarmak istediğini ve robotik alanındaki varlığını güçlü bir şekilde OpenAI robotik çalışmalarıyla sürdürme hedefini ortaya koyuyor. Bu projelerin, endüstriyel otomasyon ve insan-robot iş birliğinde önemli bir dönüm noktası olması bekleniyor.

WhatsApp kişiselleştirilebilir yapay zeka sohbet botları üzerinde çalışıyor

Dünyanın önde gelen mesajlaşma uygulamalarından WhatsApp, Android için yayımladığı 2.25.1.26 beta güncellemesiyle dikkat çekici bir yeniliğe işaret etti. Uygulama, kısiselleştirilebilir yapay zekâ sohbet botları geliştirme üzerinde çalıştığını ortaya koydu. Bu yenilik, kullanıcılara kendi botlarını oluşturma ve bunları çeşitli şekillerde küllanma imkânı sağlayacak. WhatsApp kişiselleştirilebilir özelliklerle daha kullanıcı dostu olacak.

WhatsApp, daha önce yayınladığı 2.25.1.24 beta sürümünde yapay zekâ destekli sohbetler için özel bir sekme üzerinde çalıştığını duyurmuştu. Bu sekmenin, hem Meta tarafından geliştirilen hem de üçüncü taraf içerik üreticileri tarafından sunulan yapay zekâ araçlarını bir araya getirerek kullanıcılara kolayca erişim sağlaması hedefleniyor. Böylece, WhatsApp kişiselleştirilebilir sohbetleriyle öne çıkmayı hedefliyor.

Kullanıcıların ihtiyaçlarına göre şekillenen botlar

Yeni özellik, kullanıcılara teknik bilgi gerektirmeden kendi yapay zekâ sohbet botlarını oluşturma imkânı tanıyacak. Kullanıcılar, botlarının kişiliğini ve işlevini ihtiyaçlarına uygun olarak tanımlayabilecekler. Bu botlar, belirli bir konuya odaklanabilecek ya da önceden tanımlı şablonlarla hızlı bir şekilde oluşturulabilecek. Örneğin, bir bot belirli bir konu hakkında bilgi sağlarken diğeri sohbet tabanlı bir asistan olarak tasarlanabilecek. Bu da, hem bireysel kullanımda hem de şirketler için çeşitli yenilikler sunabilecek. WhatsApp kişiselleştirilebilir botları ile kullanıcılara esneklik sunacak.

Özellik ne zaman kullanıma sunulacak?

WhatsApp’ın bu özelliği henüz geliştirme aşamasında. Özelliğin yaygın kullanıma ne zaman sunulacağı ise kesinleşmiş değil. Ancak bu yeniliğin ilerleyen güncellemelerde daha geniş kitlelere ulaşması bekleniyor. Kullanıcılardan gelen geri bildirimlerle WhatsApp kişiselleştirilebilir özelliklerle daha etkili olacak şekilde geliştirilmesi de muhtemel.

Yapay zekânın gün geçtikçe hayatımıza daha fazla entegre olduğu bu dönemde, WhatsApp’ın sunduğu bu yenilik, hem bireysel kullanıcılar hem de şirketler için çok sayıda yeni imkânı beraberinde getirebilir. Bunun ötesinde, bu yenilik diğer mesajlaşma uygulamaları için de öncül bir adım olabilir.

Arm Ampere Computing’i satın almayı düşünüyor

Yarı iletken dünyasında dikkat çeken gelişme: Teknoloji devi Arm, veri merkezlerine yönelik yüksek performanslı işlemciler geliştiren Ampere Computing’i satın almak için harekete geçti. Ancak görüşmeler henüz erken aşamada.

Çip tasarımında dünya liderlerinden biri olan Arm, Kaliforniya merkezli yarı iletken girişimi Ampere Computing’i satın alma veya stratejik ortaklık seçeneklerini değerlendirdiği bildiriliyor. Ampere, enerji verimliliği ve performansıyla dikkat çeken işlemciler geliştirmesiyle tanınıyor ve bu alandaki amiral gemisi ürünleri, özellikle bulut hizmet sağlayıcıları arasında yoğun talep görüyor.

Ampere ve Arm ortaklığı mı, yoksa satın alma mı?

Ampere ComputingArm mimarisi üzerine inşa edilmiş işlemcileriyle, Intel ve AMD’nin x86 çiplerine güçlü bir alternatif sunuyor. Şirketin en bilinen ürünleri Altra ve Altra Max işlemcileri, enerji verimliliği ve ölçeklenebilirlik özellikleriyle öne çıkıyor. Oracle’ın yüzde 29’luk hissesine sahip olduğu Ampere, 2021 yılında SoftBank’ın değerlendirmesi sırasında 8 milyar dolarlık bir piyasa değerine ulaşmıştı. Ancak güncel piyasa değeri konusunda belirsizlik sürüyor.

Arm, CEO Rene Haas’ın liderliğinde, geleneksel çip tasarım lisanslama modelinin ötesine geçerek veri merkezi pazarında daha fazla yer edinmeyi hedefliyor. Ampere’in satın alınması, bu stratejiyi hızlandırabilecek bir adım olarak görülüyor. Ampere’nin mühendislik ekibi, büyük ölçüde Intel’in sunucu çipi departmanından gelen deneyimli isimlerden oluşuyor.

Riskler ve engeller

Bununla birlikte, olası bir satın alma bazı riskleri de beraberinde getiriyor. Arm, teknolojisini lisansladığı diğer şirketlerle tarafsızlık politikası izliyor. Ancak Ampere’nin satın alınması, bu politikanın sorgulanmasına yol açabilir.Ayrıca Arm’ın sahibi SoftBank, böyle bir anlaşmanın düzenleyici kurumların sıkı denetimine tabi tutulabileceğiendişesini taşıyor.

Oracle’ın Ampere üzerindeki hisselerinin artırılabileceği ihtimali de görüşmeleri karmaşıklaştıran bir başka unsur. Teknoloji devinin, Ampere üzerindeki kontrolünü artırmak için fırsat kolladığı konuşuluyor.

Arm ve Ampere arasında bir satın alma veya stratejik ortaklık gerçekleşip gerçekleşmeyeceği henüz belirsizliğini koruyor. Ancak bu gelişme, çip endüstrisindeki rekabeti daha da artıracak gibi görünüyor.

Biyoinformatik ve genomik devriminde son trendler

0

Biyoteknoloji şirketleri, hayat değiştiren tedaviler ve teknolojiler geliştirerek tıbbi atılımların ön saflarında yer alır. Bu sektör, başarılı ilaç keşifleri ve klinik denemelerle yönlendirilen önemli getiri potansiyeliyle yüksek oynaklığıyla biliniyor. Ancak, sektör aynı zamanda devam eden araştırma ve geliştirme için büyük ölçüde fonlamaya güvenir. İşte son ekonomik eğilimlerin devreye girdiği yer burası. Biyoinformatik ve genomik çalışmalar da bu bağlamda önem kazanmaktadır. Yavaşlayan enflasyonla biyoteknoloji şirketleri için sermayeyi önemli ölçüde daha erişilebilir hale getirebiliyor. Bu, daha fazla yeniliği teşvik edecek ve potansiyel olarak geliştirme hattını hızlandıracak.

Biyoinformatik ve genomik

Kısa vadeli ekonomik artışların ötesinde, biyoteknoloji sektörü önemli uzun vadeli büyümeye hazır. Son bir Precedence Research raporu, küresel biyoteknoloji pazarı için 2033’e kadar %11,8 bileşik yıllık büyüme oranı öngörüyor. Potansiyel olarak 4,25 trilyon ABD doları değerine ulaşıyor. Bu büyümenin tıbbi araştırmalardaki ilerlemeler, artan yatırımlar ve kronik hastalıkların artan görülme sıklığı nedeniyle beklenmesi. Ayrıca, biyoinformatik ve genomik alanındaki gelişmeler de bu büyümeyi destekleyecektir.

Biyoteknoloji ETF’leri, bireysel hisse senetlerinden ziyade yüksek potansiyelli sektöre yatırım yapmanın bir yolunu sunar. Sektörün zengin ödüllerinden yararlanırken riski dağıtan çeşitlendirilmiş bir portföy sağlıyor. Mevcut ekonomik iyimserlik ve güçlü büyüme projeksiyonları göz önüne alındığında, biyoteknoloji ETF’ler çeşitlendirmeyi hedefleyen yatırımcılar için cazip bir seçenek haline geliyor.

Global X Genomics & Biotechnology UCITS ETF – USD (GNOM) : Bu ETF, gen düzenleme, genom dizilimi, genetik tıp/terapi, hesaplamalı genomik ve biyoteknoloji dahil olmak üzere genomik ve biyoteknoloji alanlarındaki şirketlere yatırım yapan Solactive Genomics v2 Endeksini takip eder. Biyoinformatik ve genomik araştırmalarına odaklanan bu ETF, yatırımcılar için önemli fırsatlar sunar.

WisdomTree BioRevolution UCITS ETF Acc – USD (WDNA) : Bu ETF, genetik ve biyoteknolojideki gelişmelerden faydalanmak üzere konumlandırılmış şirketlere odaklanan WisdomTree BioRevolution ESG Taramalı Endeksini takip eder. WDNA, ESG standartlarını karşılamayan şirketleri hariç tutarak, varlıklarına çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) kriterlerini uygular. Biyoinformatik ve genomik odaklı araştırmaları teşvik eder.

Yapay zeka destekli tarım ve gıda teknolojileri

0

Tarımda yapay zekanın 2023’te 1,7 milyar dolar olan değerinin 2028’de 4,7 milyar dolara çıkması bekleniyor. Tarımda yapay zeka finansal bir fırsat olmasının yanı sıra sürdürülebilirliğin artırılması için bir vaat taşıyor. Politika yapıcılar, işletmeler, çiftçilerin finansal ve teknolojik ihtiyaçlarını karşılamak için iş birliği yapmalıdır.

Yapay zeka destekli tarım

Yenileyici tarım, sadece statükoyu korumaktan öteye geçen bütünsel bir çiftçilik yaklaşımını temsil eder. Yapay zeka destekli tarım ile toprak sağlığını aktif olarak iyileştirmeyi sağlıyor. Biyolojik çeşitliliği artırmayı, ekosistem hizmetlerini geliştirmeyi ve topraktaki karbonu yakalamayı amaçlar. Yenileyici tarımın temel prensipleri, toprak işleme ve toprağı yıl boyunca mahsul veya artıklarla örtülü tutarak toprak bozulmasını en aza indirmeyi vurguluyor. Ayrıca, ürün rotasyonu ve örtü bitkileri yoluyla bitki çeşitliliğini artırmayı teşvik ediyor. Ayrıca zamanla sentetik girdileri kademeli olarak azaltır.

Yenileyici ve hassas tarım yöntemlerini benimseyen çiftçiler zamanla önemli finansal faydalar elde edebiliyor. Bazı çalışmalar kar artışlarının %120’ye kadar çıkabileceğini öne sürmektedir. Bu sürdürülebilir uygulamaları dünyanın tarım arazilerinin %40’ını kapsayacak şekilde genişletmek gerekiyor. Ayrıca iklim değişikliğini sınırlamada, gıda üretim sistemlerimizin dayanıklılığını güçlendirmede rol oynuyor. Ayrıca hem ekolojik çeşitliliği hem de çiftçilik topluluklarının ekonomik refahını korumada önemli bir rol oynayabiliyor. Yapay zeka destekli tarım, bu hedeflere ulaşmada kritik bir bileşendir.

Özünde, rejeneratif tarım doğaya karşı değil, doğayla birlikte çalışmakla ilgilidir. Şimdi bunu daha etkili bir şekilde yapmamıza yardımcı olacak dijital araçlara sahibiz.

Gelişmiş izleme sistemleri ve hassas tarım, çiftçilerin iyileştirmeleri izlemesini ve sorunları benzeri görülmemiş bir doğrulukla tespit etmesini sağlayan çok boyutlu çözümlere dönüşmüştür. Yapay zeka destekli tarım teknolojileri, uydulardan, dronlardan ve toprak haritalarından gelen verileri entegre ederek bitki koruma ürünlerinin hedeflenen uygulamasını yönlendirir ve hastalıkları ve zararlıları erken tespit eder.

Tahmini performans analitiği, yapay zeka ve makine öğrenimi aracılığıyla geçmiş verileri kullanarak çiftlik yönetiminde devrim yaratıyor. Bu, yapay zeka destekli tarım sayesinde çiftçilerin gelecekteki koşulları ve sonuçları tahmin etmelerine, reaktif çiftçilik uygulamalarını proaktif tarımsal yönetim stratejilerine dönüştürmelerine olanak tanır.

Uzay teknolojisi alanında yeni frontierlar

0

Yapay zeka ve makine öğrenimi, uzay araştırmalarını hızla dönüştürerek yeni bir keşif çağını başlatıyor. AMD CEO’su Lisa Su’nun yakın zamanda belirttiği gibi, AI her şeyin bir parçası olacak. Bu durum özellikle uzayda geçerlidir. Burada yapay zeka gelişmeleri otonom görevlere, gerçek zamanlı veri işleme ve karar almaya olanak tanır. NASA’nın David Salvagnini’yi baş yapay zeka sorumlusu olarak ataması, teknolojinin artan etkisini vurgular.

Uzay teknolojisi uygulamaları

Yapay zeka, Dünya’da çevresel izleme, hassas tarım ve afet yönetiminde ilerlemeleri yönlendiriyor. Ayrıca küresel zorluklarla mücadele için zorunlu hale getiriyor. Yapay zekanın gelişen dünyamızdaki önemi, endüstri liderlerinin dönüştürücü potansiyelini keşfediyor. DeepFest ve Dünya Yapay Zeka Zirvesi gibi küresel konferanslarda vurgulanıyor. Dünya çapındaki yapay zeka girişimleri ve uzay ajansları ile özel şirketler arasındaki iş birlikleri artıyor. Bu sayede yapay zeka, hem uzay araştırmalarında hem de Dünya uygulamalarında çığır açan ilerlemeyi yönlendiriyor. Ayrıca inovasyon ve keşiflerle dolu bir gelecek sağlamaya hazırlanıyor.

Yapay zeka, uzay görevlerinde otonom navigasyonu ve karar vermeyi dönüştürüyor. Ayrıca uzay araçlarının ve gezginlerin sürekli insan girdisi olmadan çalışmasını sağlıyor. NASA’nın Mars’taki Perseverance Rover’ı, otonom bir şekilde gezinmek, kaya örnekleri seçmek ve engellerden kaçınmak için yapay zekayı kullanıyor. Dünya ile iletişim gecikmelerinin üstesinden geliyor. Yapay zeka, gezginin çevresini gerçek zamanlı olarak analiz etmesine yardımcı oluyor. Kritik kararları Dünya’dan herhangi bir insanın yapabileceğinden daha hızlı veriyor. Benzer şekilde, Avrupa Uzay Ajansı’nın Mars Express görevi, bellek çakışmalarını önlemeyi amaçlıyor. Bunun için değerli bilimsel veri güvenliği ve görev iş yükünü %50 oranında azaltma için yapay zekaya güveniyor. ESA Uzay Operasyonları Merkezi’nden Alessandro Donati, yapay zekanın kaynak maliyetlerini düşürürken bilimsel getirileri artırdığını vurguluyor.

Yapay zeka, NASA’nın James Webb (JWST) ve Hubble gibi uzay teleskopları tarafından üretilen muazzam miktardaki verilerin analizinde de dönüştürücü bir rol oynar. Bu araçlar, gürültüyü filtrelemek ve dış gezegenleri tespit etmek gibi kalıpları belirlemek için yapay zeka algoritmaları gerektiren devasa veri kümeleri üretir. Penn State profesörü Joel Leja, makine öğreniminin astronomların verileri işleme biçimini tamamen değiştirdiğini, yıldız parlaklığındaki değişikliklerin hızlı bir şekilde analiz edilmesini ve yörüngedeki gezegenlerin ortaya çıkarılmasını sağladığını açıklıyor. Bu, yapay zekanın astronomideki artan önemini vurgular.