Türkiye’nin jeotermal enerji kapasitesi 1.7 GW’ye ulaştı!

Türkiye, jeotermal enerji kullanımı konusunda önemli ilerlemeler kaydederek, kurulu gücünü 1.7 GW seviyesine çıkarmayı başardı. Jeotermal Elektrik Santral Yatırımcıları Derneği (JESDER) Başkanı Ufuk Şentürk, Türkiye’nin jeotermal enerji potansiyelinin 5 GW seviyesine kadar ulaşabileceğini belirtti. Bu büyüme, sadece kurulu güç artışıyla sınırlı kalmayıp, jeotermal enerjinin Türkiye’nin enerji çeşitliliği ve sürdürülebilirlik hedefleri için de büyük bir önem taşıdığını gösteriyor. Şentürk, 2024 sonuna kadar 35 MW’lık iki yeni santralin devreye girmesinin yanı sıra, başka bir santralin de açılmasının beklendiğini vurguladı.

Türkiye’nin jeotermal enerji kapasitesi 1.7 GW’ye çıktı

Jeotermal enerjinin sadece elektrik üretimiyle sınırlı kalmadığı, aynı zamanda sera ve konut ısıtmasında da etkin bir şekilde kullanılabileceği ifade ediliyor. Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri (TDİOSB) projeleri, özellikle tarımsal ısıtma alanında büyük bir potansiyel sunuyor. Bunun yanı sıra, atıl petrol kuyularının jeotermal enerjiye dönüştürülmesi, GAP bölgesinde sera ve konut ısıtmasında kullanılabilecek önemli bir fırsat olarak öne çıkıyor.

Türkiye'nin jeotermal enerji kapasitesi 1.7 GW'ye çıktı.

2024 yılı Ekim sonu itibarıyla Türkiye’nin enerji üretiminde kullanılan kaynakların dağılımı; yüzde 28.1’i hidrolik, yüzde 21.5’i doğal gaz, yüzde 19.1’i kömür, yüzde 10.9’u rüzgar, yüzde 16.6’sı güneş ve yüzde 1.5’i jeotermal enerji kaynaklarından sağlanıyor. Türkiye, jeotermal potansiyeli bakımından Avrupa’da birinci, kurulu güç bakımından ise dünya genelinde dördüncü sırada yer alıyor.

Jeotermal enerjinin yüzde 90’ı doğrudan uygulamalara (ısıtma, termal turizm vb.) uygunken, yüzde 10’u elektrik enerjisi üretimi için kullanılabiliyor. Türkiye’nin muhtemel jeotermal ısı potansiyeli 35.500 MWt, elektrik üretimi potansiyeli ise 4.500 MWe olarak tahmin ediliyor.

Uygun fiyatlı Tesla modeli hakkında yeni bilgiler ortaya çıktı!

0

Tesla’nın ucuz elektrikli otomobili Model Q hakkında yeni detaylar ortaya çıktı. Tesla’nın Yatırımcı İlişkileri Başkanı Travis Axelrod, şirketin bu yeni modeliyle ilgili önemli bilgiler paylaştı. Model Q’nun 2025 yılı itibarıyla piyasaya sürülmesi bekleniyor ve fiyat açısından büyük bir rekabet avantajı sunması hedefleniyor. Axelrod’un verdiği bilgilere göre, Model Q’nun Amerika pazarındaki fiyatı teşviklerle birlikte 30 bin doların altında olacak ve potansiyel olarak 25 bin dolar civarında bir fiyat etiketine sahip olabilir. Bu fiyat aralığı, Tesla’nın daha geniş kitlelere ulaşmak ve özellikle Çinli üreticilerle rekabet etmek için önemli bir fırsat yaratacak.

Uygun fiyatlı Tesla modeli hakkında yeni bilgiler

Model Q, Tesla’nın yeni elektrikli araç platformu üzerine inşa edilecek ve toplam uzunluğu 3.988 mm olacak. Bu, Model 3’ten %15 daha kısa ve %30 daha hafif bir tasarım anlamına geliyor. Yani, daha kompakt ve şehir içi kullanım için daha uygun bir araç olacak. Aynı zamanda, üretim maliyetleri de Model 3’e kıyasla çok daha düşük olacak, bu da Tesla’nın daha uygun fiyatlarla elektrikli araç üretmesini sağlayacak. Bu, şirketin elektrikli araçları daha erişilebilir hale getirme stratejisinin bir parçası olarak değerlendiriliyor.

Model Q, BYD Dolphin ve Volkswagen ID.3 gibi modellerle doğrudan rekabet edecek. Elektrikli araç pazarında Çinli üreticiler hızla büyürken, Tesla’nın bu segmentteki rekabeti artırması bekleniyor. Model Q, tek motorlu ve çift motorlu seçeneklerle sunulacak. Batarya tarafında ise 53 kWsa ve 75 kWsa kapasiteli LFP (lityum demir fosfat) bataryalar kullanılacak. Bu bataryalar, daha düşük maliyetli ve daha güvenli bir alternatif sunuyor. Model Q’nun menzili, batarya seçeneklerine bağlı olarak 500 kilometreye kadar çıkabilecek.

Tesla’nın Model Q’yu üretmek için Berlin’deki fabrikayı kullanması yüksek bir ihtimal olarak öne çıkıyor. Bu durum, Türkiye’ye ithalatını engelleyen vergisel sorunları ortadan kaldırıyor, çünkü Model 3’ün Çin’de üretilmesi nedeniyle ek vergilere tabiydi. Ancak Model Q’nun Avrupa’da üretilmesi, Tesla’nın Türkiye pazarında daha uygun fiyatlarla satış yapabilmesini mümkün kılacak. Bu gelişmeler, Tesla’nın global stratejilerinin bir parçası olarak Avrupa pazarındaki etkisini artırma hedefiyle uyumlu görünüyor.

Altay Tankı, 2025 yazında TSK envanterine girecek!

0

Savunma Sanayii Başkanı Prof. Dr. Haluk Görgün, Altay Tankı’nın 2025 yazında Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine gireceğini duyurdu. Türkiye’nin uzun süredir üzerinde çalıştığı ve büyük bir heyecanla beklenen yerli ana muharebe tankı, seri üretim aşamasına gelmiş durumda. 1996 yılında başlatılan bu projede birçok zorlukla karşılaşılsa da 2025’te Altay Tankı’nın üretimi tamamlanacak ve teslimatlar başlayacak. Şu ana kadar, Türk Silahlı Kuvvetlerine 2 adet teslim edilen Altay Tankı, testlerden geçerek seri üretime alındı.

Altay Tankı, 2025 yazında TSK envanterine giriyor!

Altay Tankı, modern savaş koşullarına uygun şekilde yenilenen bir tasarıma sahip. Lazer Mesafe Ölçer (LRF) ve Görüntü Sabitleyici Stabilizasyon Sistemi gibi ileri teknolojiye sahip atış kontrol sistemleri bulunuyor.

Altay Tankı, 2025 yazında TSK envanterine giriyor!

Ayrıca, gelişmiş zırh modülleri ve AKKOR Aktif Koruma Sistemi ile donatılmış olan tank, 3+ nesil ana muharebe tankı seviyesine yükseltilmiş durumda. Seri üretimle birlikte, 250 adet Altay Tankı üretilecek ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne teslim edilecek. Proje kapsamında yerli üreticilerle iş birliği yapılarak, tankın üretiminde yaklaşık 200 yerli alt yüklenici görev alacak.

Yeni Altay Tankı’nın bazı teknik özellikleri arasında, maksimum hızının 65 km/sa, arazi hızının ise 45 km/sa olması dikkat çekiyor. Tank, 120 mm’lik bir ana silaha ve lazer güdümlü füze atabilme yeteneğine sahip. Ayrıca, tankta termal ve TV görüş yeteneği, otomatik hedef takibi ve elektrikli top/kule takat sistemi gibi özellikler bulunuyor. Beka seviyesi ise AKKOR Aktif Koruma Sistemi, lazer uyarı sistemi ve yakın mesafe gözetleme sistemleriyle artırılmış durumda.

Çin’de hibrit enerji depolama tesisi hizmete başladı!

Çin, batarya ve süper kapasitör teknolojilerinin bir arada kullanıldığı hibrit enerji depolama tesisini devreye soktu. Shandong Eyaleti’nde, Çin’in devlet enerji şirketi CHN Energy’nin yan kuruluşu Longyuan Power tarafından inşa edilen bu tesis, bölgedeki en büyük enerji depolama tesisi olma özelliği taşıyor. 200 MW/400 MWh kapasitesine sahip olan tesis, 170 milyon dolara mal oldu ve 61 dönümlük bir alan üzerine kuruldu. Tesiste, 60 adet batarya sistemi ve bir süper kapasitör bulunuyor. Bataryalar, toplamda 3,35 MW/6,7 MWh kapasite sağlarken, süper kapasitör 3 MW’lık bir kapasiteye ve 6 dakikalık hızlı tepki süresine sahip.

Çin’de hibrit enerji depolama tesisi hizmete girdi

Bu hibrit sistem, özellikle şebeke taleplerine hızlı bir şekilde yanıt verme yeteneği ile dikkat çekiyor. Süper kapasitörler, yüksek güç yoğunluğu ve hızlı şarj-deşarj özellikleriyle şebeke taleplerini hızla karşılayabiliyor. Bunun yanı sıra, 100.000 şarj-deşarj döngüsü kapasitesine sahip olan süper kapasitörler, geleneksel lityum iyon pillerin ömrünün 50 katına kadar dayanabiliyor.

Çin'de hibrit enerji depolama tesisi hizmete girdi.

Bu da uzun ömürlü ve yüksek dayanıklılıkla birlikte sistemin verimliliğini artırıyor. Süper kapasitörler aynı zamanda %90’ı aşan enerji dönüşüm verimliliğiyle çevre dostu bir profil sunuyor. Geleneksel elektrokimyasal depolama sistemleri ile birleşmesi, yüksek enerji yoğunluğu ve hızlı tepki sürelerinin elde edilmesini sağlıyor.

Tesisin devreye girmesiyle birlikte, yıllık 300’den fazla tam şarj-deşarj döngüsü bekleniyor. Bu enerji depolama sistemi, şebeke kararlılığını desteklemek ve yenilenebilir enerjilerin entegrasyonunu kolaylaştırmak için pek çok önemli işlevi yerine getirecek. Bu işlevler arasında pik seviyelerin traşlanması, frekans düzenleme, yedek güç sağlama, sıfırdan başlatma ve anlık taleplere yanıt verme gibi işlemler bulunuyor. Projenin ikinci aşamasında ise 120 MW/240 MWh’lik ek bir kapasite eklenmesi planlanıyor, bu da tesisin kapasitesini daha da artırarak bölgedeki enerji depolama altyapısını güçlendirecek.

Türksat 6A, 2025’in ilk çeyreğinde hizmete başlayacak!

Türksat 6A, Türkiye’nin uzayda elde ettiği önemli bir başarı olarak 2025’in ilk çeyreğinde hizmete girecek. Yüzde 80’in üzerinde yerlilikle üretilen bu uydu, uzaya 2024 yılında gönderilmiş ve birçok testten başarıyla geçmişti. Türksat 6A, 35 bin 786 kilometre yükseklikteki 50 derece Doğu yörüngesine yerleştirildi ve burada 8 farklı sistem üzerinde yüzlerce test yapıldı. Uydu, elektrikli itki sistemiyle yörüngede manevra yapabilen, son derece gelişmiş bir teknolojiye sahip. Bu sayede, ilerleyen günlerde 42 derece Doğu yörüngesine taşınacak ve burada hizmet vermeye başlayacak.

Türksat 6A, 2025’in ilk çeyreğinde resmen hizmete girecek

Türksat 6A, hem Türkiye için büyük bir teknoloji kazancı sağlayacak hem de küresel ölçekte fırsatlar yaratacak. Uydu, yıllık 250 milyon dolar gelir elde etme potansiyeline sahip ve Türkiye’nin uzay teknolojileri konusunda deneyim kazanmasını sağlayacak. Bu uydu, güneydoğu Asya gibi bölgelerde de kullanılacak, Hindistan, Tayland, Malezya ve Endonezya gibi ülkelerden erişim sağlanacak.

Türksat 6A, 2025'in ilk çeyreğinde resmen hizmete girecek.

Türkiye, yıllık 250 milyon dolar gelir hedeflerken, bu başarının uzay teknolojileri alanında dünya çapında ihracat fırsatlarını da beraberinde getireceği belirtiliyor. Türksat 6A’nın devreye girmesiyle birlikte Türkiye’nin uydu hizmeti verdiği nüfus 4,5 milyara ulaşacak.

Türksat 6A’nın teknik özelliklerine bakıldığında, 42 derece doğu boylamında yer sabit yörüngede, 35 bin 786 kilometre yükseklikte hizmet verecek. Uydu, 16 Ku-Bant aktarıcıya sahip ve tasarım ömrü 15 yıldan fazla olacak. Güç üretimi ise 7,5 kW civarında. Kütlesi yaklaşık 4250 kilogram olan Türksat 6A, Türkiye’nin uydu kapasitesini önemli ölçüde artıracak.

Yapay zeka arama kurtarma çalışmalarında kullanılacak

0

Yeni yapay zeka tabanlı kurtarma sistemi, kayıp kişileri daha hızlı bulmak için arama alanlarını yüzde 96 oranında daraltıyor. iSAR sistemi, genel operasyonel verimliliği artıran bir arama destek uygulamasına sahip.

Yapay zeka arama kurtarma görevlerinde yer alacak

Güney Koreli önde gelen teknoloji firması Solvit System, arama alanlarını şaşırtıcı bir şekilde yüzde 96 oranında küçülten iSAR adlı yenilikçi bir yapay zeka tabanlı arama ve kurtarma sistemini tanıttı. CEO Kim Yeong-Goo, 9 Aralık’ta Seul’deki AVING News MIK Basecamp’te düzenlenen Küresel CES Medya Buluşması’nda sisteme ilişkin görüşlerini paylaşarak, sistemin kurtarma operasyonlarını önemli ölçüde iyileştirme potansiyeline vurgu yaptı. iSAR, özellikle mobil iletişimin zayıf olduğu bölgelerde kayıp şahısları etkin bir şekilde tespit etmek için gelişmiş radyo dalgası analizi ve yapay zeka kullanıyor.

Gyeonggi Kuzey İtfaiye ve Afet Karargahı, Nisan 2024’teki lansmanından bu yana sistemi kullanıyor ve ABD ve diğer uluslararası pazarlara erişimini genişletmeyi planlıyor. Bu teknoloji, geleneksel iletişim sistemlerinin sıklıkla başarısız olduğu milli parklar, çöller ve uzak bölgeler gibi zorlu ortamlarda kaybolan kişilerin kurtarılmasına yardımcı olmak için özel olarak tasarlanmıştır.

Mevcut arama operasyonlarının karşılaştığı en büyük zorluklardan biri, bu zorlu arazilerde yer tespitinin doğru bir şekilde yapılamaması ve bu durumun kayıp kişileri bulmada daha düşük başarı oranlarına yol açmasıdır. Ancak iSAR’ın yenilikçi yaklaşımı, arama alanının orijinal boyutunun yirmi beşte birine kadar daraltılmasına olanak sağlıyor ve böylece başarılı bir kurtarma şansını artırıyor.

Mobil iletişim kapsama analizi ve akıllı zaman serisi çıkarımını da içeren Solvit Sistem’in patentli teknolojisi bu ilerlemenin anahtarıdır.Bu yöntemler, kayıp kişilerin muhtemel hareketlerini yansıtarak arama ekiplerinin hızlı ve etkin bir şekilde hareket edebilmesini sağlıyor.

Aramaların yapıldığı alanı büyük oranda küçülten iSAR sistemi, insan gücü ve operasyonel maliyetlerden tasarruf sağlarken, kişileri kurtarmak için kritik “altın saatlerin” güvence altına alınmasına yardımcı oluyor.

Çinli şirketler yerli çiplere geçmekte isteksiz

0

ABD’nin Çin’e yönelik yarı iletken yaptırımları ve Çin hükümetinin yerli üretimi teşvik etme çabalarına rağmen, Çinli şirketler yerli çiplere geçiş konusunda tereddütlü davranıyor. Otomotivden yapay zekaya kadar geniş bir yelpazede kullanılan mikroçipler için hala yabancı üreticilere olan bağımlılık sürüyor.

Uzmanlara göre bu durumun başlıca nedenleri arasında yabancı çiplerin teknik üstünlüğü ve daha uygun fiyatları yer alıyor. Çin hükümeti, özel sektörün yabancı çip alımını kısıtlamamakla birlikte, yerli üretimi desteklemek için çeşitli teşvikler sunuyor. Ancak, ABD yaptırımlarının tam olarak etkili olmaması da Çinli şirketlerin yabancı teknolojilere erişimini kolaylaştırıyor.

Bu durum karşısında uzmanlar, hükümetin daha güçlü müdahaleleri olmadan teknolojik bağımsızlığın sağlanmasının zor olduğunu belirtiyor. Çinli şirketlerin önümüzdeki dönemde de yabancı çiplere olan güvenini koruyacağı öngörülüyor.

Çin’in yarı iletken endüstrisindeki zorlu süreç

Çin’in yarı iletken endüstrisindeki bu gelişme, ülkenin teknolojik bağımsızlık hedeflerine ulaşma çabalarında önemli bir engel olarak görülüyor. ABD ile yaşanan teknolojik rekabet ve yaptırımlar, Çin’i kendi çiplerini üretmeye zorlasa da, yerel şirketlerin tercihleri ve küresel tedarik zincirlerinin karmaşıklığı bu süreci yavaşlatıyor.

Sektör uzmanları, Çin’in yerli çip üretimini artırmak için daha uzun vadeli stratejilere ve güçlü devlet desteklerineihtiyaç olduğunu vurguluyor. Ayrıca, üniversite-sanayi işbirliğinin güçlendirilmesi ve nitelikli insan kaynağı yetiştirilmesinin de büyük önem taşıdığına dikkat çekiliyor.

Çin’in yarı iletken endüstrisindeki bu durumküresel çip tedarik zincirlerinin kırılganlığını bir kez daha ortaya koyuyor. ABD-Çin arasındaki teknolojik rekabet, dünya ekonomisi üzerinde derin etkiler yaratıyor. Önümüzdeki dönemde Çin’in yerli çip üretimindeki başarısı, küresel teknoloji pazarının şekillenmesinde belirleyici bir roloynayacak.

Apple’ın ilk 5G destekli modeli iPhone SE 4 ile geliyor!

Apple, yıllardır üzerinde çalıştığı 5G modemini nihayet piyasaya sürmeye hazırlanıyor. Bloomberg’den Mark Gurman’a göre, şirketin ilk 5G modemi, 2025 yılında tanıtılması beklenen iPhone SE 4 modelinde kullanılacak. Ayrıca bu modem, bazı yeni iPad modellerinde de yer alabilir ve Apple ilk 5G modemi ile yenilik yapacak.

Apple’ın kendi modemini geliştirme çalışmaları, Qualcomm’un 5G modemlerindeki hakimiyetine son vermekamacıyla birkaç yıl önce başladı. Ancak bugüne kadar somut bir adım atılmamıştı. BuApple ilk 5G modemini çıkararak, bu gelişme, Apple’ın mobil bağlantı teknolojilerindeki bağımsızlığı için önemli bir dönüm noktası olacak.

Mark Gurman’ın açıklamalarına göre Apple’ın ilk 5G modemi, performans açısından piyasadaki en üst düzey modemlerle yarışamayacak. İşte öne çıkan özellikler:

  • mmWave desteği yok: Apple’ın modeminde, Qualcomm Snapdragon X80 gibi modemlerde bulunan mmWave desteği bulunmayacak. Bu durum, yüksek frekanslı 5G bantlarının kullanılamaması anlamına geliyor.
  • 4 taşıyıcı birleştirme: Apple’ın modemi, yalnızca 4 taşıyıcı birleştirme desteği sunacak. Qualcomm Snapdragon X80’de ise bu sayı 6.
  • Maksimum hız: Qualcomm Snapdragon X80, 10 Gbps’ye kadar hız sunarken, Apple’ın modeminde bu hız 4 Gbps ile sınırlı olacak.

Yeterli performans ve verimlilik

Apple’ın modeminin öne çıkan diğer avantajları arasında yüksek uydu bağlantısı desteğiçift SIM uyumluluğu ve enerji verimliliği bulunuyor. Bu özellikler, iPhone SE 4 gibi orta segment bir cihaz için fazlasıyla yeterli görünüyor ve Apple ilk 5G modemini bu segmentte kullanarak kullanıcıları memnun etmek istiyor.

Mark Gurman, Apple’ın ilk modeminin amacının yüksek hız yerine verimlilik ve uyumluluk olduğunu belirtiyor. Şirket, uzun vadede daha gelişmiş modemlerle rekabet etmeyi planlıyor.

iPhone SE 4 nasıl olacak?

Apple’ın yeni nesil iPhone SE modelinin, şirketin ilk 5G modemiyle orta segmentte dikkat çekici bir alternatif olması bekleniyor. Kullanıcılar, daha uygun fiyatlı bir iPhone seçeneğinde Apple’ın 5G teknolojisini deneyimleme şansı bulacak ve Apple ilk 5G modemisini piyasaya sunacak.

Apple’ın modem geliştirme çabalarının önümüzdeki yıllarda sektörde nasıl bir etki yaratacağı merakla bekleniyor.

Snapdragon 8 Elite 2 ve Elite 3, maliyetiyle baş ağrıtabilir!

0

Qualcomm’un Snapdragon 8 Elite 2 ve Elite 3 yonga setlerine dair ilk bilgiler sızdı ve bu yeni işlemcilerin geleceğiyle ilgili beklentiler oldukça yüksek. Snapdragon 8 Elite, selefi Snapdragon 8 Gen 3’e kıyasla önemli performans ve enerji verimliliği iyileştirmeleri sunmuştu.

Snapdragon 8 Elite 2 ve Elite 3, maliyetiyle baş ağrıtacak

Bu durum, Elite 2 için de büyük beklentiler oluşturuyor. Ancak, her iki işlemcinin üretim maliyetlerinin Qualcomm için bir sorun teşkil edebileceği söyleniyor. Özellikle TSMC’nin 3nm N3P üretim sürecinin kullanılması beklenen Snapdragon 8 Elite 2, mevcut N3E sürecine göre performans ve verimlilik artışları vaat etse de, bu iyileştirmeler yüksek maliyetlere yol açacak gibi görünüyor. TSMC’nin bu teknolojisinin tek tedarikçi olması, Qualcomm’un alternatif üreticiler arayışını zorlaştırıyor ve bu durumun maliyetleri artırması kaçınılmaz.

Snapdragon 8 Elite 2 ve Elite 3, maliyetiyle baş ağrıtacak.

Snapdragon 8 Elite 2’nin, TSMC ile yapılan işbirliği nedeniyle daha pahalı olacağı öngörülüyor. Samsung gibi diğer üreticilerle çalışma şansı da sınırlı çünkü Samsung’un 3nm GAA sürecinde verim oranı hala %20 civarlarında ve seri üretim için genellikle %60 veya daha yüksek verim oranına ihtiyaç duyuluyor. Snapdragon 8 Elite 3’ün ise 2nm üretim sürecine geçiş yapacak ilk Qualcomm işlemcisi olması bekleniyor.

iPhone 17 Air: yeni tasarım ve özellikleri ortaya çıktı

Ancak, bu geçişin de beraberinde getireceği yüksek maliyetler ve TSMC’nin tek üretici olarak konumlanması, işlemcilerin fiyatlarının daha da artmasına yol açacak. Tüm bu gelişmelerin, Snapdragon 8 Elite 2 ve Elite 3’ün planlanan performans artışlarına değip değmeyeceği ise belirsiz. Şu an için elde edilen bilgiler sadece sızıntılara dayanıyor, bu yüzden kesin açıklamalar için bir süre daha beklemek gerekecek.

Disney Plus, Dolby Atmos desteğini sonlandırıyor!

0

Disney Plus, Türkiye pazarında hizmet vermeye başladığı 2022 yazından bu yana önemli bir kullanıcı kitlesine ulaşmış olsa da son dönemde stratejik değişikliklere yönelmeye başladı. Platform, abonelik ücretlerine ekim ayında yüzde 20 zam yaparken, aynı dönemde şubat ayından itibaren Türkiye’de reklamlı bir abonelik paketi sunacağını duyurdu. Bu değişim sürecine bir yenisi daha eklenerek, 15 Ocak 2025 itibarıyla Disney Plus’ın Dolby Atmos desteğini kaldıracağı açıklandı.

Disney Plus, Dolby Atmos desteğini sonlandıracak

Disney, abonelerine gönderdiği bilgilendirme mesajında bu kararın uygulanmaya başlanacağını bildirirken, üyeliklerini iptal etmek isteyen kullanıcılara orantılı para iadesi yapılacağını belirtti.

Disney Plus, Dolby Atmos desteğini sonlandıracak.

Ancak bu açıklamada Dolby Atmos desteğinin geri dönüşüne dair bir ipucu yer almasa da, sektör analistleri bu adımın platformun premium bir paket hazırlıklarıyla bağlantılı olabileceğini öne sürüyor. Örneğin, daha önce HBO Max ve Prime Video gibi platformlar da reklamlı paketlerin devreye alınmasından önce benzer değişikliklere gitmişti.

Disney Plus’ın Dolby Atmos desteğini reklamsız Premium bir paketin avantajlarından biri hâline getirme ihtimali dikkat çekiyor. Kullanıcılar açısından bu, yüksek kaliteli ses deneyiminin yalnızca daha üst düzey bir abonelik kapsamında sunulacağı anlamına gelebilir. Reklamlı paket ve premium ayrıcalıklar arasındaki bu tür ayrımlar, platformun kullanıcı kitlesini farklı kategorilere ayırarak gelirlerini artırma stratejisinin bir parçası olarak değerlendiriliyor. Bu adımların Türkiye’deki kullanıcıların platforma olan bağlılığı üzerinde nasıl bir etki yaratacağı ise merakla bekleniyor.

Lityum kükürt piller elektrikli araçların geleceğini değiştirecek

Stellantis, elektrikli araçlarda yeni nesil batarya teknolojilerini hayata geçirmek amacıyla ABD merkezli Zeta Energyile iş birliği anlaşması imzaladı. İki şirketin ortak hedefi, 2030 yılına kadar maliyeti yarı yarıya düşen lityum kükürt (Li-S) pilleri piyasaya sürmek. Bu yeni lityum kükürt piller elektrikli araçların menzilini artırma ve üretim maliyetlerini düşürmepotansiyeli taşıyor.

Lityum kükürt pillerin avantajları

kükürt piller, nikel ve kobalt gibi pahalı malzemelere ihtiyaç duymadıkları için daha düşük maliyetlerle üretilebiliyor. Bunun yanı sıra, yüksek enerji yoğunluğu ile dikkat çekiyor. Geleneksel lityum iyon (Li-ion) pillerinyoğunluğu 200-250 Wh/kg arasında değişirken, lityum kükürt piller bu değeri 400-600 Wh/kg aralığına taşıyabiliyor. Bu özellik, lityum kükürt piller elektrikli araçların menzilini önemli ölçüde artırma potansiyelini beraberinde getiriyor.

Ayrıca, pillerin daha basit bir kimyasal yapıya sahip olması, enerji transferlerini hızlandırıyor ve bu sayede daha hızlı şarj imkanı sunuyor. Geleneksel pillerde lityum iyonlarının yavaş hareketine dayalı kimyasal reaksiyonlar yerine, lityum ve kükürt arasında doğrudan reaksiyon gerçekleşiyor. Daha düşük voltajlarda çalışmaları, enerji kaybını minimize ediyor ve güvenlik risklerini azaltıyor.

Üretim planları ve gelecek yatırımları

Stellantis ve Zeta Energy, bu pilleri Avrupa ve Kuzey Amerika’daki mevcut lityum iyon üretim teknolojisiyle üretmeyi hedefliyor. Bu strateji, yerel tedarik zincirlerine uyum sağlayarak maliyetleri daha da düşürecek.

Stellantis, lityum kükürt piller konusundaki çabalarını yalnızca Zeta Energy ile sınırlı tutmuyor. Şirket, 1 milyar dolarlık yatırım ile Nevada’da dünyanın ilk lityum kükürt pil gigafabrikasını inşa etmeye hazırlanan Lyten girişiminin de yatırımcıları arasında bulunuyor. Stellantis ve Zeta Energy, lityum kükürt piller elektrikli araç pazarı için büyük önem taşıyor.

Stellantis ve Zeta Energy, ortak geliştirecekleri lityum kükürt piller sayesinde elektrikli araç pazarında daha uygun maliyetli ve yüksek performanslı bir alternatif sunmayı hedefliyor. Bu yenilik, hem üreticiler hem de tüketiciler için lityum kükürt piller elektrikli araçların geleceğini daha erişilebilir ve sürdürülebilir bir hale getirebilir.

TSMC 2nm çip üretiminde verimlilik rekoru kırdı!

0

Tayvan merkezli yarı iletken üreticisi TSMC, çip endüstrisindeki liderliğini 2nm üretim süreciyle pekiştiriyor. Şirket, deneme üretimlerinde %60’ın üzerinde bir verimlilik oranına ulaşarak sektörde yeni bir başarıya imza attı. Bu verimlilik oranı, TSMC’yi rakiplerinden bir adım öne çıkarıyor ve seri üretim öncesinde büyük bir avantaj sağlıyor. TSMC 2nm çip teknolojisiyle öne çıkıyor.

Seri üretim 2025’de başlayacak

TSMC2nm süreci için seri üretime 2025 yılında geçmeyi planlıyor. Şirket, yeni nesil çip üretim sürecine olan talebin mevcut 3nm düğümünden bile fazla olduğunu belirtiyor. Deneme üretimlerinde ulaşılan %60 verimlilik oranının, seri üretim başladığında %70’e kadar çıkması bekleniyor ve bu TSMC 2nm çip üretim sürecini destekleyecek.

Rakiplerden büyük fark

TSMC’nin en büyük rakipleri Samsung ve Intel2nm ve 1.8nm üretim süreçlerinde ciddi sorunlarla karşı karşıya. Raporlara göre, her iki şirketin de verimlilik oranları %10 seviyelerinde seyrediyor. Bu durum, TSMC’nin pazardaki liderliğini daha da pekiştirecek gibi görünüyor. TSMC 2nm çip üretiminde bu liderlik devam edecek.

Apple ilk müşteri olacak

TSMC’nin 2nm çiplerini üreteceği iki yeni tesisin tam kapasiteyle çalışmasıyla birlikte, aylık 40.000 adetlik bir plaka (wafer) üretim kapasitesine ulaşılması bekleniyor. Yeni teknolojiye sahip çipleri ilk kullanacak müşterinin Apple olacağı bildiriliyor. Ancak ünlü analist Ming-Chi Kuo’ya göre, Apple’ın 2nm çiplerini 2025’te çıkacak iPhone 18 serisiyle birlikte piyasaya sürmesi bekleniyor. Bu süreçte TSMC 2nm çip kullanacak.

2nm üretim sürecindeki bu gelişmeler, çip endüstrisinde devrim niteliğinde bir adım olarak değerlendiriliyor. TSMC’nin başarısı, hem teknoloji dünyasında hem de rekabet ortamında önemli değişimlere yol açabilir.

Tesla ABD’de en yüksek ölümcül kaza oranına sahip marka oldu

Tesla, ABD’de ölümcül trafik kazalarına dair yapılan bir araştırmada dikkat çekici bir şekilde zirveye yerleşti. Araştırma, Tesla’nın güvenli araç algısına rağmen, ölümcül kazalarda neden ön sıralarda yer aldığını sorguluyor. Tesla ABD’de en yüksek ölümcül kaza yaşayan marka olarak dikkat çekiyor.

Oranlar ortalama üzerinde

iSeeCars tarafından gerçekleştirilen ve 2017-2022 yıllarını kapsayan çalışmaya göre, Tesla’nın araçları milyar araç mili başına 5,6 ölüm oranıyla lider konumda. Bu oran, genel ortalamanın neredeyse iki katı. Diğer markalardan Kia 5,5Buick 4,8 ve Dodge ise 4,4 ölüm oranıyla sıralandı.

En yüksek ölüm oranı olan modeller

Araştırma, sadece markaları değil, modelleri de analiz etti. Hyundai Venue, milyar araç mili başına 13,9 ölüm oranıyla listenin en üst sırasında yer aldı. Tesla Model Y ise 10,6 ölüm oranıyla altıncı sırada. Tesla ABD’de en yüksek ölümcül kaza oranlarına sahiptir.

İlk 10 model ve ölüm oranları

SıraModelÖlümcül Kaza Oranı (Milyar Araç Mili Başına)
1Hyundai Venue13,9
2Chevrolet Corvette13,6
3Mitsubishi Mirage13,6
4Porsche 91113,2
5Honda CR-V Hybrid13,2
6Tesla Model Y10,6
7Mitsubishi Mirage G410,1
8Buick Encore GX9,8
9Kia Forte8,1
10Buick Envision8,0

Yüksek riskin sebepleri neler?

Araştırmanın analistleri, yüksek ölüm oranlarının araç tasarımından ziyade sürücü davranışlarından kaynaklandığını belirtiyor. Tesla sürücülerinin agresif sürüş, dikkatsizlik ya da Otopilot’a aşırı güvenme eğilimleri, bu oranların yükselmesinde etkili. Tesla ABD’de en yüksek ölümcül kaza oranlarına sahiptir çünkü sürücüler dikkatli davranmıyor.

Ayrıca, küçük araçların daha büyük araçlara kıyasla çarpışmalarda daha fazla zarar gördüğünü vurgulayan analistler, fiziksel faktörlerin de bu oranlara katkıda bulunduğunu ifade etti. Çarpışma testlerinde yüksek puanlar alan araçların bu listelerde yer alması ise, güvenli araçların bile yanlış kullanımda tehlikeli olabileceğini gösteriyor.

Küçük araçlar daha riskli

Alt kompakt ve kompakt otomobillerin ölüm oranlarında üst sıralarda yer almasının sebebi, bu araçların daha büyük araçlarla çarpışmalarda fiziksel olarak dezavantajlı olması.

Elektrikli araçlar şebekeye güç verecek

Elektrikli otomobiller, yalnızca sürdürülebilir ulaşımın değil, aynı zamanda daha dayanıklı ve ekonomik bir elektrik şebekesinin de anahtarı olacak. Kullanmadığınız zamanlarda aracınızı şarj istasyonuna bağlayarak şebekeye enerji sağlayabilir ve bu sayede gelir elde edebilirsiniz. Bu devrim niteliğindeki teknoloji, araçlardan şebekeye elektrik akışı anlamına gelen V2G (Vehicle-to-Grid) sistemiyle gerçekleşiyor.

CCS standardı ile çift yönlü akım geliyor

V2G teknolojisi daha önce CHAdeMO tipi DC (doğru akım) soketler ile sadece belirli araçlarda, özellikle Nissan Leafmodellerinde kullanılıyordu. Ancak dünya genelinde artık CCS (Combined Charging System) standardı yaygın olarak kullanılıyor. Şimdiye kadar CCS ile çift yönlü akım sağlanamıyordu2025 yılı itibarıyla CCS standardına AC (alternatif akım) üzerinden çift yönlü akış desteği eklenecek.

Elektrikli araçlar şebekeye

Bu gelişme, hem altyapı maliyetlerini önemli ölçüde azaltacak hem de çift yönlü AC şarj cihazlarının tek yönlü cihazlarla aynı maliyette olmasını sağlayacak. Böylece elektrikli araç sahipleri, araçlarını şarj ettikten sonra şebekeye enerji geri aktararak kazanç elde edebilecekler.

Elektrik şebekesine tasarruf

Elektrikli araçların şebekeye enerji sağlama kapasitesi, elektrik ihtiyacındaki ani artışları karşılamak için pahalı bataryalar veya doğalgaz çevrim santralleri kullanma ihtiyacını azaltacak. Bu durum, fosil yakıt tüketimini ve karbon salınımınıdüşürürken elektrik üretim maliyetlerini de azaltacak. Özellikle akşam saatlerinde yüksek talep nedeniyle devreye giren doğalgaz santralleri yerine, araçlardan gelen enerji kullanılabilecek.

İngiltere’de V2G denemeleri başlıyor

İngiltere, bu teknolojiyi ilk uygulayacak ülkelerden biri olacak. Eylül 2024-Mart 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilecek deneme sürecinde, çift yönlü AC şarj cihazları kullanılacak. Bu projeye Kia, Hyundai ve MG marka elektrikli araç sahipleri katılabilecek. En az iki araca sahip olanlar başvuru yapabilecekler.

Deneme kapsamında, JLR firmasının 7 kW gücündeki çift soketli şarj istasyonları kullanılacak. Projenin finansmanı, İngiltere hükümeti tarafından desteklenirken, uygulamayı CrowdCharge firması yönetecek.

Ne Kadar tasarruf sağlanabilir?

Bu sistemle İngiltere’deki elektrikli araç sahiplerinin yıllık 150-500 £ (yaklaşık 7.000-22.000 TL) arasında tasarruf edebileceği öngörülüyor. Türkiye’de elektrik fiyatlarının daha düşük olması nedeniyle tasarruf miktarının daha düşük olabileceği belirtiliyor.

İngiltere’de 1 milyonun üzerinde elektrikli araç bulunuyor. Ortalama 50 kWh bataryaya sahip bu araçlar, toplamda 5 GWh’lik bir depolama kapasitesi sağlıyor. Anlık olarak bir araçtan 11 kW güç çekilebileceği düşünüldüğünde, şebekeye 1.1 GW’lık enerji sağlanabilir. Bu, bir nükleer reaktörün sağladığı güçle eşdeğer.

Elektrikli araçların sayısının artması ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılması halinde, bu potansiyel daha da büyüyecek. Elektrikli araçlar, yalnızca çevre dostu bir ulaşım aracı olmakla kalmayıp, aynı zamanda enerji şebekelerinin daha güvenli ve ekonomik olmasına katkıda bulunacak.

Yapay zeka çevreyi tüketiyor!

Son yıllarda üretken yapay zekâ teknolojilerinin hızlı yükselişi, çevresel etkiler konusunda ciddi soruları beraberinde getiriyor. Yapay zeka çevreyi tüketiyor. Yonga üretimindeki artışenerji tüketiminin devasa boyutlara ulaşması ve su kaynaklarının aşırı kullanımı, doğal kaynakların sürdürülebilirliği açısından büyük endişeler doğurdu.

Bir arama yarım litre su harcıyor

Yapay zekâ sistemlerinin çevresel etkilerine dikkat çeken Avustralyalı uzman Prof. Kate Crawford, popüler yapay zekâ platformu ChatGPT’nin haftalık 300 milyon aktif kullanıcıya ulaştığını ve tek bir aramanın yarım litre su tükettiğini belirtti. Crawford, bu durumun gezegeni gizlice yeniden şekillendirdiğini ve karbon salınımının azaltılmasının kritik bir öneme sahip olduğunu vurguladı. Ancak, yapay zeka çevreyi tüketiyor, bu nedenle dikkatli olunmalı.

Teknoloji devlerinin çevre duyarsızlığı

Yapay zekâ teknolojilerinin popülerleşmesiyle, teknoloji firmalarının çevre duyarlılığını bir kenara bıraktığıgözlemleniyor. Çip üretimi ve enerji talebindeki devasa artışJaponya’nın yıllık enerji tüketimine eş bir seviyeye ulaştı. Ayrıca, üretim süreçlerinde kullanılan tonlarca su, doğayı hızlı bir şekilde tüketmeye devam ediyor. Çünkü yapay zeka çevreyi tüketiyor.

Gelecek için harekete geçilmeli

Crawford, yapay zekâ sistemlerinin insanlığa katkı sağlamak amacıyla tasarlanmasının önemine dikkat çekerken, gelecekte bu teknolojilerin insanlık için yaratacağı problemlerin de analiz edilmesi gerektiğinin altını çizdi. “Bu sorunların çözümü için hızlı ve etkili önlemler alınmalı,” diyen uzman, karbon ayak izini azaltmanın ve doğal kaynakları korumanın acil bir gereklilik olduğunu belirtti. Yapay zeka çevreyi tüketiyor ve hızlı çözüm gerekiyor.

Microsoft Windows 11 batarya simgesini yeniden tasarlıyor

MicrosoftWindows 11 işletim sisteminde yeniden tasarlanmış bir batarya simgesini test etmeye başladı. Yeni simge, şu anda Dev Channel’daki 26120.2510 numaralı derlemede kullanıcıların deneyimine sunuluyor ve bir dizi yenilik içeriyor.

Daha büyük ve renkli tasarım

Yeni batarya simgesi, önceki sürüme kıyasla daha büyük bir tasarıma sahip. Ayrıca, eski siyah-beyaz görünümünden vazgeçilerek artık renkli bir yapıya geçiş yapıldı. Cihaz şarj olurken simge yeşilgüç tasarrufu modu etkinleştirildiğinde ise turuncu renkte görünüyor.

Microsoft Windows 11 batarya

Kullanıcı şikayetlerine yanıt

Windows 11 kullanıcıları, eski batarya simgesinin okunması zor ve kafa karıştırıcı olduğundan şikayetçiydi. Microsoft, bu geri bildirimlere kulak vererek gerekli düzenlemeleri yapma kararı aldı. Ancak, şimdilik yeni simge yalnızca görev çubuğunda görüntüleniyor. Kilit ekranındaki simge ise eski tasarımı koruyor.

Kararlı sürümde ne zaman yayınlanacak?

Yenilenen batarya simgesininWindows 11’in kararlı sürümlerine ne zaman geleceği henüz netleşmiş değil. Şirket, kullanıcı deneyimini geliştirmek için çalışmalarını sürdürüyor.

Windows 11’in bu önemli görsel değişikliği, sistemin genel kullanıcı dostu tasarımına katkı sağlamayı hedefliyor.

Kuantum çip Willow süper bilgisayarları geride bırakıyor

0

Google’ın yeni kuantum çipi ‘Willow’ süper bilgisayarları 10 septilyon yıl geride bırakıyor. Google’ın Willow çipi, kuantum hesaplamayı pratik kullanıma daha da yakınlaştırıyor, standart kıyaslamalarda olağanüstü performans ve hata azaltma gösteriyor.

Kuantum çip Willow

Hesaplama gücünün çarpıcı bir göstergesi olarak, Google’ın en son 105-kübitlik ‘Willow’ kuantum çipi dünyanın en gelişmiş süper bilgisayarlarını geride bıraktı. ‘Willow’, en hızlı süper bilgisayarların evrenin bir katrilyon ömrü boyunca çözmesi gereken şeyi dakikalar içinde çözdü. Ek olarak, gelişmiş çip, sistem genişledikçe hata oranlarını önemli ölçüde azaltarak kuantum gürültüsünü yönetme konusunda olağanüstü bir yetenek sergiliyor. Bu hayati gelişme, kuantum hesaplamalarının doğruluğunu artırıyor ve daha büyük, daha karmaşık sorunları benzeri görülmemiş bir doğrulukla ele almayı mümkün kılıyor.

Uzmanlar, bu başarılara rağmen Willow’un henüz deneysel aşamada olduğunu ve gerçek dünya uygulamalarına yönelik yeteneklerinin henüz tam olarak ortaya çıkmadığını belirtiyor.Kuantum bilgisayarlar doğası gereği “gürültülü” çalışıyor. Yani gelişmiş hata düzeltme teknolojileri olmadan, kuantum bilgisayarlarının temel yapı taşları olan her 1.000 kübitten biri arızalanıyor.

Bu gürültü, paralel işlem hesaplamaları için kritik öneme sahip olan kübitlerin süperpozisyon durumunda kalabilme süresini önemli ölçüde sınırlandırıyor. Ancak Willow, daha fazla kübit ekleyerek hata oranlarını katlanarak azaltma becerisini göstermiştir. Bu atılım, sistemin 3×3’lük bir ızgaradan 5×5’lik bir ızgaraya ve son olarak 7×7’lik bir ızgaraya kadar daha büyük kübit dizilerini işlemesine olanak tanıyan ve her ölçek artışında hata oranını sürekli olarak yarıya indiren gelişmiş kuantum hata düzeltme teknikleri aracılığıyla elde edilmiştir.

Buna karşılık, geleneksel bilişimde, 1 milyar milyar bitin her biri başarısız oluyor. Bu başarı, kuantum hata düzeltmesinin 1995’te Peter Shor tarafından kavramsallaştırılmasından bu yana devam eden bir engeli aşıyor ve kuantum bilgisayarlarını ölçeklendikçe daha az hataya eğilimli hale getiriyor. Willow’un etkinliği, kuantum hesaplama yetenekleri için önemli bir test olan Rastgele Devre Örneklemesi (RCS) kıyaslamasındaki performansıyla çarpıcı bir şekilde vurgulanmaktadır. Bu kıyaslama, kuantum işlemciler için en zorlayıcı olanlardan biridir ve kuantum sistemlerinin belirli görevlerde klasik bilgisayarlardan daha iyi performans gösterip gösteremeyeceğini belirlemek için bir turnusol testi görevi görür.

Panasonic İngiltere’deki fabrikasını %100 yenilenebilir enerjiye geçiriyor!

Panasonic, İngiltere’deki mikrodalga fırın ve diğer ürünlerin üretildiği fabrikasında tamamen yenilenebilir enerjiye geçiş sağlamak için hidrojen yakıt hücrelerinden oluşan yeni bir sistem kurdu. Şirket, fabrikanın enerji ihtiyacını güneş panellerihidrojen yakıt hücreleri ve bataryaların entegre edildiği yenilikçi bir sistemle karşılayacak.

Güneş ve Hidrojenle çalışan bir üretim tesisi

Fabrikaya 21 adet, her biri 5 kW gücünde hidrojen yakıt hücresi jeneratörü kuruldu. Daha önce fabrikanın çatısına yerleştirilen 372 kW’lık güneş panelleri ve 1 MWh kapasiteli batarya sistemiyle birlikte bu altyapı, tesisin enerjisinin %100’ünün yenilenebilir kaynaklardan sağlanmasına olanak tanıyacak.

Şirket, hidrojen yakıt hücrelerinin kullanım sürelerini eşitleyen bir enerji yönetim sistemiyle kesintisiz bakım yapılacağını ve sürdürülebilirliğin artırılacağını belirtti. Ayrıca, İngiltere’de üretilen yeşil hidrojen sayesinde fabrikanın karbon salınımı tamamen sıfırlanacak.

Enerji verimliliğinde yeni seviyeler

Hidrojen yakıt hücreleri, yalnızca elektrik üretmekle kalmayıp, üretim sırasında açığa çıkan ısıyı da değerlendiriyor. Bu ısı, fabrikanın ısıtma, sıcak su ihtiyacı ve su sirkülasyonlu klima sistemleri için kullanılacak. Bu sayede hidrojen sisteminden %95’e varan enerji verimliliği sağlanması hedefleniyor.

Panasonic, bu yenilikçi yaklaşımıyla sadece enerji dönüşümünde bir adım öne geçmekle kalmıyor, aynı zamanda İngiltere’deki hava koşullarına ve fabrikanın enerji talebindeki değişikliklere uyum sağlayan bir enerji yönetim sistemiyle operasyonel verimliliği artırmayı hedefliyor.

Finlandiya nükleer enerjiyle şehiri ısıtacak

Finlandiya merkezli bir girişim olan Steady Energy, dünyanın en basit ticari nükleer reaktörlerini geliştirdiğini duyurdu. Elektrik üretmek yerine yalnızca ısı üretmeye odaklanan bu reaktörler, Finlandiya nükleer şehirlerin merkezi ısıtma sistemlerinde kullanılmak üzere tasarlandı. Şirket, çevre dostu ve maliyet açısından rekabetçi bir çözüm sunduğunu belirterek, bu reaktörlerin yer altında inşa edileceğini açıkladı.

LDR-50: çevreci ve verimli bir ısı kaynağı

“LDR-50” adı verilen bu yenilikçi reaktör, 50 MW termal çıktı sağlayabiliyor ve maksimum 150°C sıcaklıkta çalışıyor. Finlandiya nükleer reaktörü, geleneksel nükleer santrallerin aksine enerji yoğun soğutma sistemlerine ihtiyaç duymayan LDR-50, doğal dolaşım yöntemiyle soğutuluyor. Bu yenilik, enerji tasarrufu ve düşük işletme maliyetleri sağlarken, çevresel etkileri de minimize ediyor.

Steady Energy, suyu 150°C’ye kadar ısıtmanın tek başına küresel karbon emisyonlarının %10‘unu oluşturduğunu belirtiyor. LDR-50’nin bu emisyonları azaltarak, merkezi ısıtma sistemleri, endüstriyel süreçler ve hatta deniz suyu arıtma tesisleri gibi çeşitli alanlarda sürdürülebilir bir çözüm sunması bekleniyor.

Kompakt ve güvenli tasarım

Kargo konteyneri boyutlarında olan reaktör, kompakt tasarımı sayesinde yer tasarrufu sağlıyor. Finlandiya nükleer enerjisi sayesinde şehirlerde güvenliği artırmak ve kıymetli alanları korumak amacıyla tamamen yer altında kurulacak olan LDR-50, inşaat sürecini ve maliyetleri de ciddi ölçüde azaltıyor.

2029 yılında ilk tesis geliyor

Geçen yıl Finlandiya’daki VTT araştırma merkezinden bağımsız bir girişim haline gelen Steady Energy, Finlandiya’da 15 adet LDR-50 reaktörü için anlaşma imzaladı. Finlandiya nükleer projeleri kapsamında ilk reaktörün inşaatına 2029 yılına kadar başlanması hedefleniyor. Şirket, bu süreçte Belçikalı mühendislik firması Tractebel’den tasarım ve güvenlik desteği alıyor.

Reaktörde kullanılacak nükleer yakıt türü hakkında henüz detaylı bir bilgi verilmedi ancak düşük seviyede zenginleştirilmiş uranyumun tercih edileceği tahmin ediliyor. Ulusal ve uluslararası düzenlemeler doğrultusunda bir “ağır kaza yönetim programı” geliştiren şirket, Finlandiya’nın nükleer denetim kurumu tarafından denetleniyor.

Eğer Steady Energy’nin planları başarıyla hayata geçerse, bu yenilikçi nükleer teknoloji, önümüzdeki birkaç yıl içinde Finlandiya’nın mahallelerini çevreci bir şekilde ısıtabilir. Şirketin vizyonu, Finlandiya nükleer teknolojisini küresel enerji sistemine entegre ederek karbon emisyonlarının azaltılmasında önemli bir rol oynamak.

Steady Energy’nin reaktörleri, hem sürdürülebilir enerji çözümlerine hem de nükleer enerji teknolojisinin geleceğine yönelik umut vaat ediyor.