OnePlus, kompakt amiral gemisi segmentinde önemli bir adım atarak OnePlus 13 Mini’yi piyasaya sürmeye hazırlanıyor. Özellikle küçük boyutlu telefonları tercih eden kullanıcılar için geliştirilen bu model, güçlü teknik özellikleri ve devasa batarya kapasitesiyle dikkat çekiyor. Son sızıntılara göre Nisan 2025’te tanıtılması beklenen cihaz, kompakt form faktörüne rağmen üst düzey performans sunmayı amaçlıyor.
OnePlus 13 Mini yakında karşımıza çıkacak
OnePlus 13 Mini, 6,3 inç büyüklüğünde 1,5K çözünürlüklü OLED LTPO bir ekran ile gelecek. LTPO teknolojisi sayesinde ekran yenileme hızı 1Hz ile 120Hz arasında dinamik olarak değişebilecek, bu da hem akıcı bir görüntüleme deneyimi hem de güç verimliliği sağlayacak. Ayrıca, ekranın ince çerçevelere sahip olması cihazın daha modern ve premium bir tasarım sunmasını mümkün kılıyor.
Kamera konusunda da iddialı bir donanımla geleceği belirtilen OnePlus 13 Mini, üçlü bir arka kamera sistemine sahip olacak. Ana kamera olarak 50 megapiksel çözünürlükte Sony IMX906 sensör kullanılırken, ultra geniş açılı lens 8 megapiksel çözünürlüğe sahip olacak. Bununla birlikte, 3x optik zoom yapabilen 50 megapiksel periskop telefoto kamera sayesinde cihaz, uzun mesafeli çekimlerde de yüksek kalite sunacak. OnePlus’ın, kamera yazılımında da gelişmiş algoritmalar kullanarak düşük ışık performansını artırmayı hedeflediği belirtiliyor.
Performans tarafında, OnePlus 13 Mini’nin en yeni nesil Snapdragon 8 Elite yonga setiyle donatılacağı söyleniyor. Qualcomm’un bu güçlü işlemcisi, hem enerji verimliliği hem de yüksek performansıyla dikkat çekiyor. Oyun performansı, çoklu görev yönetimi ve yapay zeka destekli işlemler konusunda cihazın üst seviye bir deneyim sunması bekleniyor. Ayrıca, LPDDR5X RAM ve UFS 4.0 depolama teknolojisi sayesinde veri aktarım hızlarının da oldukça yüksek olacağı tahmin ediliyor.
OnePlus 13 Mini’nin en dikkat çekici yönlerinden biri de batarya kapasitesi. Cihaz, 6.000mAh gibi büyük bir bataryayı kompakt gövdesine sığdırarak uzun kullanım ömrü sunmayı hedefliyor. Günlük kullanımda tek şarjla iki güne kadar dayanabileceği belirtilen bu batarya, OnePlus’ın geliştirdiği hızlı şarj teknolojisi ile desteklenecek. Henüz şarj hızı konusunda kesin bilgiler bulunmasa da, en az 80W kablolu ve 50W kablosuz şarj desteği sunması bekleniyor.
Ek olarak, OnePlus 13 Mini’nin kablosuz şarj desteğine sahip olacağı ve ekrana entegre optik parmak izi sensörü ile geleceği ifade ediliyor. Stereo hoparlörler, IP68 suya ve toza dayanıklılık sertifikası ve OxygenOS 15 işletim sistemi gibi ek özelliklerin de bu modelde yer alması bekleniyor. Eğer sızıntılar doğru çıkarsa, OnePlus 13 Mini, kompakt akıllı telefonlar arasında en güçlü modellerden biri olarak dikkat çekecek.
Çin, enerji depolama teknolojilerinde yeni bir dönemi başlatacak önemli bir projeye imza atıyor. Henan eyaletinin Xinyang kentinde, tamamen yapay bir yeraltı mağarası kullanılarak 300 MW gücünde basınçlı hava enerji depolama (CAES) tesisi inşa ediliyor. Bu tür projelerde genellikle doğal yeraltı mağaraları veya tuz madenleri kullanılırken, Xinyang’daki tesis, özel olarak kazılan bir mağarada yer alacak olmasıyla dikkat çekiyor. Projenin toplam maliyetinin 2,15 milyar yuan (yaklaşık 300 milyon dolar) olduğu belirtilirken, inşaatın 2026 yılı sonuna kadar tamamlanması hedefleniyor.
Çin, yapay mağarada hava enerji depolama tesisi inşa ediyor
Yapılan açıklamalara göre, projenin en önemli mühendislik aşamalarından biri, yaklaşık 1.800 metre uzunluğunda ve 15 metre çapında büyük bir hava deposu odasının kazılması olacak. Bu mağaranın 318.000 metreküp hava depolama kapasitesine sahip olması ve 14 MPa (megapaskal) seviyesinde bir işletme basıncına dayanacak şekilde inşa edilmesi planlanıyor. Yapının dayanıklılığını artırmak için hassas patlatma teknikleri, beton kaplama, sızdırmaz çelik kaplama ve çeşitli yapısal güçlendirme yöntemleri kullanılacak.
Xinyang CAES tesisini Çin’in enerji depolama alanındaki öncü şirketlerinden China Energy Storage geliştiriyor. Şirket, daha önce 100 MW, 150 MW ve 300 MW kapasiteli benzer projeler hayata geçirmişti. Yeni tesisin ise yüzde 72,1 dönüşüm verimliliğine sahip olacağı ve yıllık 420 milyon kWh elektrik üreteceği öngörülüyor. Bu miktar, yaklaşık 350.000 hanenin yıllık enerji ihtiyacını karşılamaya yetecek.
Sistemin temel çalışma prensibi, fazla üretilen enerjinin kullanılarak havanın sıkıştırılması ve bu basınçlı havanın gerektiğinde türbinler aracılığıyla tekrar enerjiye dönüştürülmesi üzerine kurulu. Geleneksel CAES sistemlerinde basınçlı havanın genişlemesi sırasında enerji üretimini artırmak için fosil yakıtlarla çalışan yanma odaları kullanılırken, Xinyang’daki tesiste süperkritik ısı değiştiricileri devreye sokuluyor. Bu teknoloji sayesinde fosil yakıt bağımlılığı tamamen ortadan kaldırılıyor ve karbon salınımı sıfıra indiriliyor. Ek olarak, China Energy Storage’ın geliştirdiği yeni nesil çok kademeli kompresörler, yüksek verimli türbinler ve süperkritik ısı eşanjörleri sayesinde sistemin önceki 100 MW’lık tesise kıyasla verimliliğinin yüzde 2 artırıldığı, maliyetlerin ise yüzde 30 düşürüldüğü belirtiliyor.
Çin’in bu alandaki yatırımları, enerji depolama teknolojilerinin geleceği açısından büyük önem taşıyor. Küresel ölçekte yenilenebilir enerji üretimi arttıkça, bu enerjinin verimli şekilde depolanması ihtiyacı da giderek artıyor. Türkiye açısından değerlendirildiğinde ise CAES sistemleri, uzun vadeli ve büyük ölçekli enerji depolama konusunda önemli bir alternatif sunabilir. Türkiye’nin özellikle Tuz Gölü çevresindeki tuz blokları, doğal gaz depolama amacıyla kullanılan yeraltı mağaralarına sahip. Hali hazırda Rusya ve İran’dan alınan doğalgazın depolanmasında kullanılan bu mağaralar, benzer bir modelle CAES sistemlerine dönüştürülebilir. Bu sayede, Türkiye’nin yenilenebilir enerji üretimi arttıkça ortaya çıkan dengesizliklerin önüne geçilebilir ve uzun süreli enerji depolama çözümleri sağlanabilir. Çin’in öncülük ettiği bu modelin, ilerleyen yıllarda küresel çapta daha fazla benimsenmesi bekleniyor.
Bir sorusu sorduğunuzda, Perplexity onlarca arama yapıyor, yüzlerce kaynağı okuyor ve kapsamlı bir rapor sunmak için materyali gerekçelendiriyor. Finans ve pazarlamadan ürün araştırmasına kadar çeşitli uzman seviyesindeki görevlerde mükemmeldir ve Humanity’s Last Exam’da yüksek ölçütlere ulaşıyor.
Perplexity Deep Research nasıl çalışıyor?
Derin Araştırma, bir insan uzmanının saatlerce yapacağı işi 2-4 dakikada yaparak soru yanıtlamayı bir üst seviyeye taşır. İşte nasıl çalıştığı:
Mantıkla araştırma – Arama ve kodlama yetenekleriyle donatılmış Perplexity’nin Derin Araştırma modu, yinelemeli olarak arama yapar, belgeleri okur ve daha sonra ne yapılacağına dair mantık yürütür, konu alanları hakkında daha fazla şey öğrendikçe araştırma planını iyileştirir. Bu, bir insanın yeni bir konuyu araştırmasına ve süreç boyunca anlayışını iyileştirmesine benzer.
Rapor yazma – Kaynak materyaller tam olarak değerlendirildikten sonra, temsilci tüm araştırmaları açık ve kapsamlı bir rapora dönüştürür.
Dışa Aktar ve Paylaş – Daha sonra nihai raporu bir PDF veya belgeye aktarabilir veya Perplexity Page’e dönüştürüp meslektaşlarınız veya arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.
Deep Research; finans, pazarlama ve teknoloji gibi alanlarda iş eserleri yaratmada mükemmeldir ve sağlık, ürün araştırması ve seyahat planlaması gibi alanlarda kişisel danışman olarak da aynı derecede faydalıdır. Deep Research on Perplexity, Humanity’s Last Exam’da Gemini Thinking, o3-mini, o1, DeepSeek-R1 ve diğer birçok önde gelen modelden önemli ölçüde daha yüksek olan yüzde 21,1’lik bir doğruluk puanı elde ediyor. Humanity’s Last Exam, matematik ve fen bilimlerinden tarih ve edebiyata kadar 100’den fazla konuda 3.000’den fazla sorudan oluşan AI sistemleri için kapsamlı bir ölçüttür. SimpleQA kıyaslamasında yüzde 93,9 doğruluk oranına sahip olan Perplexity Deep Research, önde gelen modellerin performansını çok aşıyor.
OpenAI, ChatGPT’nin içerik politikalarında önemli bir değişiklik yaparak belirli koşullar altında erotik ve şiddet içeren içeriklerin üretimine izin verdiğini duyurdu. Yapılan güncelleme ile birlikte yapay zeka artık yetişkinlere yönelik romanlar, suç analizleri, tarihsel savaş sahneleri ve tıbbi metinler gibi konularda daha geniş bir içerik yelpazesinde üretim yapabilecek.
ChatGPT artık erotik içerikler üretebiliyor
Ancak yasa dışı, rıza dışı cinsel içerikler ve aşırı şiddet unsurları kesin bir şekilde yasaklanmaya devam ediyor. OpenAI, bu değişikliklerin bilimsel, tarihi, haber veya yaratıcı içerik bağlamında değerlendirildiğini ve reşit olmayan bireylerin dahil olduğu herhangi bir içeriğin kesin olarak engellendiğini vurguluyor.
Güncellenen “Model Spec” belgesine göre, içerik politikaları üç ana kategoriye ayrılıyor: yasaklanmış, kısıtlanmış ve hassas içerikler. Yasaklı içerikler arasında reşit olmayanların dahil olduğu cinsel içerikler, kişisel veri ihlalleri ve yasa dışı faaliyetlerin detaylandırılması yer alıyor. Kısıtlanmış içerikler, seçim manipülasyonu, yasa dışı uyuşturucu üretimi veya silah yapımı gibi tehlikeli bilgileri kapsıyor. Hassas içerik kategorisinde ise uygun bağlamlarda şiddet ve yetişkin içeriklerine belirli bir esneklik tanınıyor.
Bu değişiklik, yapay zeka sansürü ve “AI paternalizmi” tartışmalarını yeniden alevlendirmiş durumda. Daha önce ChatGPT, haber makaleleri, tıbbi analizler veya suç raporları gibi bazı konularda katı filtreler uyguluyordu. Ancak OpenAI, kullanıcıların ne okuyup okuyamayacağı konusunda daha özgür bir yaklaşım benimseyerek yapay zekanın yaratıcı ve bilgi odaklı kullanımını genişletmeye çalışıyor. Reddit gibi platformlarda bazı kullanıcılar, yeni güncelleme ile ChatGPT’nin daha önce engellediği bazı içerikleri üretebildiğini bildirse de OpenAI, yapay zekanın etik ve yasal sorumluluklarını gözetmeye devam edeceğini ifade ediyor.
ARM, çip tasarım ve teknolojisi sağlama alanındaki uzun geçmişinde ilk kez kendi çiplerini üretmeye karar verdi. Bu hamle, şirketin piyasadaki en büyük müşterilerinden biri olan Nvidia ile doğrudan rekabet etmesine yol açacak. ARM’ın çipleri, Nvidia’nın pazarın büyük bir bölümünü elinde bulundurmasına rağmen, ARM’ın mimarisi üzerine inşa ediliyordu. ARM’ın yeni çiplerinin, veri merkezleri için özel olarak tasarlanmış bir CPU olacak ve özelleştirilebilir bir temel üzerinde geliştirilecek.
ARM, kendi çiplerini piyasaya sürmeyi hedefliyor
Bu çiplerin, ARM’ın mevcut iş modeliyle önemli bir çelişki yaratacağı ve şirketin uzun yıllardır sağladığı tarafsız tasarım hizmeti ile müşterileri arasında bir rekabet ortamı oluşturabileceği belirtiliyor.
ARM, kendi çiplerini piyasaya sürecek.
ARM’ın kendi çiplerini üretme kararı, SoftBank’ın kurucusu Masayoshi Son’un yapay zeka altyapısını genişletme çabalarıyla da bağlantılı olabilir. SoftBank, ARM’ın çoğunluk hissesine sahip ve ARM’ın bu yeni yönelimi, özellikle yapay zeka teknolojilerine yönelik daha büyük bir stratejinin parçası olabilir. Bu yıl içinde piyasaya sürülmesi beklenen ARM çiplerinin, özellikle büyük veri merkezlerindeki sunuculara yönelik geliştirilmesi planlanıyor. Şirket, çiplerini piyasaya sürmeden önce ilk müşterisini garanti altına aldı: Meta. ARM, üretim sürecine başlamadan önce çipleri için Meta’yla anlaşma sağladı. Bu gelişme, ARM’ın hisselerinde %5’lik bir artışa neden oldu.
Ancak ARM’ın bu adımı, sektörde tarafsız bir yer edinmişken, kendi çiplerini üretmeye başlaması ve bu süreçte müşterilerinin yeteneklerini bünyesine katmaya çalışması, gelecekte çeşitli çıkar çatışmalarına yol açabilir. ARM’ın yapacağı bu hamle, hem şirketin mevcut müşterileriyle ilişkilerini hem de pazarın dinamiklerini değiştirebilir. ARM’ın, Nvidia ve benzeri büyük müşterileriyle rekabet etmesi, şirketin pazardaki yerini yeniden şekillendirebilir.
2025 yılında dünyanın en hızlı internetine sahip ülkeleri açıklandı. Güncellenmiş hız testi verilerine göre sabit geniş bantta küresel ortalama indirme hızı 97,61 Mbps, yükleme hızı ise 52,84 Mbps olarak ölçüldü. Gecikme süresi ise 9 ms.
Türkiye’nin internet hızı dünyada nerede?
Singapur 336,45 Mbps ortalama indirme hızı ve 275,30 Mbps yükleme hızıyla en hızlı internet bağlantısına sahip ülke olarak listenin zirvesinde yer aldı. Birleşik Arap Emirlikleri 310,05 Mbps, Hong Kong 305,71 Mbps, Fransa 287,44 Mbps ve İzlanda 281,95 Mbps hızlarıyla ilk beş sırada yer aldı. ABD, 274,16 Mbps indirme hızıyla yedinci sırada bulunuyor.
Türkiye, sabit geniş bant hızında 2 sıra yükselerek 49,11 Mbps ile 101. sırada yer aldı. Küresel internet hızlarının artış göstermesine rağmen Türkiye’nin sıralamadaki yeri dikkat çekiyor.
Tarihsel verilere göre, küresel ortalama indirme hızı Ocak 2024’te 91,93 Mbps olarak ölçülmüştü. Bir yıl içinde yaklaşık 5,7 Mbps’lik bir artış yaşandı. Singapur ise geçen yılın aynı dönemine kıyasla hızını yaklaşık 60 Mbps artırarak önemli bir yükseliş gösterdi.
Mobil internet tarafında, 2025 yılının başında küresel mobil veri hızı ortalaması bir önceki yıl 50 Mbps seviyesindeyken 91,24 Mbps’ye yükseldi. Bu gelişme, mobil hızların sabit geniş bant bağlantılarıyla rekabet edebilecek seviyeye ulaştığını gösteriyor.
Birleşik Arap Emirlikleri, geçen yılın Ocak ayındaki 302,38 Mbps hızına kıyasla 545,94 Mbps ortalama indirme hızıyla mobil internet alanında liderliğe yükseldi. Katar, Kuveyt, Çin ve Danimarka da mobil internet hızında en üst sıralarda yer aldı.
Silikon Vadisi merkezli risk sermayesi (VC) şirketi Ulu Ventures, 208 milyon dolarlık yeni fonu ile tohum aşamasındaki girişimlere yatırım yapmaya devam etmeyi planlıyor. Bu yeni fon, şirketin üçüncü fonuna göre önemli bir büyüme gösteriyor; 2021 yılında tamamlanan 138 milyon dolarlık üçüncü fondan %50 oranında daha büyük bir büyüklüğe sahip. Bu stratejik hamleyle birlikte, Ulu Ventures’ın toplam yönetimindeki varlık miktarı 400 milyon doları aşmış oldu.
Ulu Ventures, 208 milyon dolarlık fon oluşturdu
Ulu Ventures, özellikle yüksek büyüme potansiyeli taşıyan teknoloji odaklı girişimlere yatırım yapmayı hedefliyor. Şirketin yeni fonu, özellikle bilgi teknolojileri sektöründe faaliyet gösteren girişimlere odaklanacak. Ancak, Ulu Ventures’in bir diğer önceliği ise yatırım yaptığı şirketlerin ekiplerinin çeşitliliği. Yatırımlarında ırk, etnik köken, cinsiyet gibi farklılıkları göz önünde bulunduruyor ve tüm insanlara eşit fırsatlar sunmayı amaçlıyor. Ulu Ventures, bu yaklaşımını “disiplinli veri odaklı yatırım stratejisi” olarak tanımlıyor ve bu stratejiyle bilişsel önyargıların ortadan kaldırılmasını sağlamayı hedefliyor.
VC’nin portföyünde, sektördeki en büyük başarı hikayelerinden bazıları bulunuyor. Ulu Ventures’ın yatırım yaptığı ve şu an unicorn statüsüne ulaşan şirketler arasında, alanlarında lider olan isimler bulunuyor. Örneğin, eğitim teknolojileri alanında öne çıkan Guild Education, profesyonel gelişim alanında BetterUp, blokzincir teknolojisi ile faaliyet gösteren Figure, sürdürülebilirlik ve tedarik zinciri çözümleri sunan Provenance, konut sektöründe önemli bir oyuncu olan Homelight, yasal teknoloji alanında Everlaw gibi büyük şirketler bu portföyde yer alıyor. Ayrıca, SoFi, Krux ve Palantir gibi halka açık büyük teknoloji şirketleri de Ulu Ventures’ın portföyünde.
Ulu Ventures, kurumsal yatırımcıları arasında yer alan isimlerle, fonun büyüklüğünü ve etki alanını daha da genişletmeyi hedefliyor. Şirketin kurucusu ve CEO’su Miriam Rivera, fon IV’ün büyüklüğünün ve başarısının, kurumsal yatırımcılarının kalitesinin bir göstergesi olduğunu belirtiyor. Rivera, fonlarının yatırım stratejisinin sadece yüksek büyüme potansiyeli olan girişimlere odaklanmakla kalmayıp, aynı zamanda ekiplerin çeşitliliğini ve kapsayıcılığını da göz önünde bulundurmasının, sektördeki önemli bir fark yarattığını vurguluyor. Ayrıca, Ulu Ventures’ın 15 yılı aşkın süredir uyguladığı disiplinli yatırım yaklaşımının, başarılı girişimciler ve girişimci ekipler arasında büyük bir etki yarattığını söylüyor. Bu sayede şirket, farklı geçmişlerden gelen ve farklı uzmanlıklara sahip girişimcilerin oluşturduğu ekiplerin başarı şansını artırmış oldu.
Ulu Ventures’ın stratejisi, sadece yatırım yapmanın ötesinde, yatırım yaptığı girişimcilerin büyümesine katkı sağlamak ve tüm potansiyellerini ortaya çıkarmak üzerine kurulu. Rivera, şirketin risk değerlendirme yöntemlerinin tarafsız olduğunu, dolayısıyla her türden girişimcinin fırsat eşitliğinden faydalandığını ifade ediyor. Bu da, yatırım yaptıkları ekiplerin çeşitliliğini artırarak daha zengin ve güçlü bir iş gücü yaratılmasına olanak tanıyor.
Özetle, Ulu Ventures, yüksek büyüme potansiyeline sahip girişimlere yatırım yapmayı sürdürüyor ve bu süreçte çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık ilkelerine büyük önem veriyor. Şirketin yatırım stratejisi ve başarıları, teknoloji girişimcilik ekosisteminde önemli bir yer ediniyor ve Ulu Ventures, fonlarının sunduğu imkanlarla birçok girişimin daha da büyümesine katkıda bulunmayı hedefliyor.
Teksas Üniversitesi’nden türeyen robotik girişim Apptronik, 350 milyon dolarlık bir yatırım aldı. Seri A turunda, B Capital ve Capital Factory’nin liderliğinde gerçekleştirilen bu yatırıma Google DeepMind da katıldı. Yatırımın yanı sıra, Apptronik, Google DeepMind ile iki ayaklı robotlar için embodi edilmiş yapay zeka (AI) geliştirecek bir ortaklık da duyurdu.
Robotik girişimi Apptronik, 350 milyon dolar yatırım aldı
Apptronik’in kökeni, Teksas Üniversitesi Austin İnsan Merkezli Robotik Laboratuvarı’na dayanıyor. 2013 yılında, NASA-DARPA Robotics Challenge yarışmasına katılarak Valkyrie adlı insansı robotu tanıtmış olan laboratuvar üyeleri, bu deneyimle girişimin temellerini atmış oldu. 2016 yılında ise operasyonlarına resmi olarak başlayan Apptronik, endüstriyel ve ticari kullanıma uygun robotlar geliştirmeye başladı. Bu süreçte, NASA ile güçlü bir bağ kuran girişim, uzay keşiflerinde kullanılabilecek robot teknolojileri üzerine çalışmalarını da sürdürüyor.
Apptronik, özellikle lojistik, üretim ve hizmet sektörlerinde insanlarla iş birliği yapabilecek robotlar tasarlayarak dikkatleri üzerine çekiyor. Şirketin Apollo adını verdiği yeni nesil robotları, bu alanlarda daha etkin ve verimli kullanım amaçlıyor. Bugüne kadar yalnızca 28 milyon dolar yatırım alan Apptronik, bu tura kadar elde ettiği gelirin çok üzerinde bir başarıya imza attığını belirtiyor. Mercedes ve GXO Logistics ile yapılan pilot anlaşmaların yanı sıra doğrudan robot satışı yaparak kazançlarını artırmış durumda.
Apptronik CEO’su Jeff Cardenas, 2025 yılının insansı robot endüstrisi için önemli bir dönüm noktası olacağını belirterek, “2025 yılı, ticarileşme ve ölçeklenme sürecinin başladığı yıl olacak. Bu yatırım turu, bu hedeflere ulaşmak için gerekli olan kaynakları sağlayacak” dedi. Şirketin gelecekteki vizyonu, robotik teknolojilerinin gerçek dünyada uygulanabilir ve verimli çözümler sunduğunu müşterilerine göstermek üzerine kurulu.
Jeff Bezos’un uzay şirketi Blue Origin, maliyetleri düşürme ve roket üretim süreçlerini hızlandırma amacıyla büyük bir işten çıkarma dalgası başlattı. Şirketin CEO’su Dave Limp, Blue Origin’in iş gücünün yaklaşık yüzde 10’unu işten çıkaracağını açıkladı. Bu karar, şirketin toplamda yaklaşık 14.000 çalışanı olduğu göz önüne alındığında, yaklaşık 1.400 kişinin işine son verilmesi anlamına geliyor. Limp, işten çıkarmaların özellikle Florida, Texas ve Washington’daki çalışanları etkileyeceğini belirtti.
Blue Origin, toplu işten çıkarma yapacak
Bu işten çıkarmalar, Blue Origin’in devasa New Glenn roketinin üretim sürecinin hızlandırılması ve daha fazla roket fırlatma gerçekleştirilmesi amacıyla yapılan bir stratejik hamle olarak görülüyor. Blue Origin, uzay endüstrisinde rekabetin giderek arttığı bir dönemde, SpaceX gibi rakiplerinin gerisinde kalmamak için daha çevik bir yapı oluşturmayı hedefliyor. SpaceX’in Falcon 9 roketleri sektördeki lider konumunu sürdürürken, Blue Origin, New Glenn roketiyle daha fazla fırlatma yaparak bu üstünlüğü kırmayı amaçlıyor. Bu nedenle, şirket organizasyon yapısında ciddi değişiklikler yaparak daha hızlı karar alabilen ve daha verimli bir hale gelmeyi planlıyor.
CEO Dave Limp, işten çıkarmalarla ilgili yaptığı açıklamada, mevcut organizasyon yapısının şirketin uzun vadeli hedeflerine ulaşmak için yeterli olmadığını vurguladı. Limp, şirketin başarıya ulaşabilmesi için gerekli değişikliklerin yapılmadığını kabul etti ve bu nedenle bu zor kararı almak zorunda kaldıklarını söyledi. Şirketin daha çevik ve müşteri odaklı bir yapıya kavuşturulması gerektiğini belirterek, operasyonların daha hızlı ve verimli bir şekilde yürütülmesi gerektiğini ifade etti.
Ancak, Blue Origin’deki bu dönüşüm süreci, şirketin çalışanları arasında büyük bir endişe yaratmış durumda. Bazı çalışanlar, şirketin hız kazanma çabalarının iş ortamını olumsuz etkilediğini, moral kaybına yol açtığını ve hatta bazı çalışanların, işten çıkarılmasalar bile işten ayrılmayı düşündüklerini belirtiyor. Bu durum, şirketin yeni stratejisiyle uyum sağlamakta zorluk çeken ve belirsizlik içinde kalan çalışanlar arasında kaygılara yol açmış görünüyor.
Blue Origin’in bu hamlesi, aynı zamanda şirketin maliyetleri düşürme amacını taşıyor. SpaceX ile olan rekabette daha güçlü bir konum elde etmek isteyen Blue Origin, New Glenn roketinin üretim sürecini hızlandırarak daha fazla fırlatma yapmayı planlıyor. Bu amaç doğrultusunda, şirketin operasyonel verimliliği artırmak ve organizasyon yapısını daha çevik bir hale getirmek için radikal değişikliklere gitmesi gerektiği düşünüldü. Ancak bu süreç, çalışanlar arasında kaygıları artırırken, uzun vadede Blue Origin’in başarısına nasıl yansıyacağı belirsizliğini koruyor.
Otonom sürüş teknolojisi şirketi May Mobility, Georgia’daki Peachtree Corners’ta ilk ticari sürücüsüz hizmetini başlattı. Şirketin Toyota Sienna Autono-MaaS minivanları, geçen yıldan bu yana Atlanta banliyölerindeki akıllı şehrin Curiosity Lab bölgesinde faaliyet gösteriyor. Ancak başlangıçta otonom araçlarda (AV’ler) insan güvenlik sürücüleri yer alıyordu ancak artık bunlara ihtiyaç duyulmuyor ve hizmet tamamen sürücüsüz hale geliyor.
May Mobility ticari sürücüsüz araç hizmetiyle ilki başardı
May Mobility’nin Arizona eyaletindeki Sun City ve Michigan eyaletindeki Ann Arbor şehrindeki benzer girişimlerinin ardından, bu uygulama ABD’de yalnızca yolculara yönelik üçüncü uygulama olarak dikkat çekiyor. Bu hizmetler ücretsizken, Georgia’daki dağıtımda ilk kez ücretlendirme yapılacak.
Geçtiğimiz Eylül ayından bu yana olduğu gibi seferler, oteller, restoranlar, mağazalar ve ofislerin yanı sıra Peachtree Corners’ İnovasyon Merkezi ve Belediye Binası’nı da kapsayan sekiz önceden belirlenmiş duraktan oluşan belirli bir güzergahı izleyecek. Yolculuklar May Mobility uygulaması üzerinden rezerve edilebilir.
Sienna Autono-MaaS AV’leri, şirketin “daha güvenli ve daha konforlu bir sürüş yaratmak için sürekli olarak yeni, karmaşık ve hatta öngörülemeyen sürüş koşullarını öğrenmek ve bunlara uyum sağlamak amacıyla yerinde yapay zeka akıl yürütme modellerinden yararlanan” May Mobility’nin Çoklu Politika Karar Verme teknolojisine dayanıyor.
Bunun, geleneksel olarak otonom araçlar için sorun teşkil eden, insan sürücünün kendiliğinden tepki vermesini gerektiren beklenmeyen sürüş senaryoları olan “uç durumlar” ile başa çıkabilmesini sağladığı iddia ediliyor. Peachtree Corners şehir yöneticisi Brian Johnson: “Curiosity Lab’ın gerçek dünya akıllı şehir ekosistemi, May Mobility’ye son altı ayda operasyonlarını geliştirmeye ve iyileştirmeye devam etmeleri için benzersiz bir ortam sağladı ve bu da May Mobility ekibini ABD’deki üçüncü şoförlü operasyon ve ilk ticari operasyon için daha da hazırladı” dedi. Johnson, Peachtree Corners’ın da güzergahı genişletme yönünde çalışmalar yapacağını sözlerine ekledi.
May Mobility CEO’su ve kurucusu Edwin Olson, “Bu lansman, gerçek ulaşım zorluklarını çözmek için her yerdeki şehirler ve topluluklarla birlikte çalışmanın önemini vurguluyor” dedi.
Bilim insanları, şimdiye kadar gözlemlenen en yüksek enerjili nötrinoyu tespit ettiklerini açıkladı. Bu nötrino, 220 PeV (220 milyon milyar elektron volt) enerjiye sahip ve 2023 Şubat ayında Akdeniz’in derinliklerindeki bir dedektör tarafından kaydedildi. Olay, “KM3-230213A” olarak adlandırıldı ve evrenin en şiddetli süreçlerinden birinin doğrudan kanıtı olarak kabul ediliyor. Tespit, Sicilya kıyılarından yaklaşık 80 kilometre açıkta, Akdeniz’in 3450 metre derinliğinde bulunan Cubic Kilometreküp Nötrino Teleskobu (KM3NeT) bünyesindeki ARCA dedektörü tarafından yapıldı.
Şimdiye kadarki en yüksek enerjili nötrino ortaya çıktı
Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nden Paschal Coyle, bu keşfin nötrino astronomisinde önemli bir dönüm noktası olduğunu ve evreni gözlemlemek için yeni bir pencere açtığını belirtti. Nötrinolar, elektrik yükü taşımayan ve neredeyse kütlesiz olan, maddeyle çok zayıf etkileşen temel parçacıklardır. Bu özellikleri sayesinde, evrenin en enerjik ve şiddetli olaylarına dair eşsiz birer haberci olarak kabul edilirler. Süpernovalar, kara delikler ve gama ışını patlamaları gibi kozmik olaylar, kozmik ışınları hızlandırarak bu tür nötrinoların oluşmasına neden olabilir.
KM3NeT, derin denizlerde inşa edilen devasa bir nötrino teleskopu olup tamamlandığında bir kilometreküp hacme ulaşacak. Bu büyüklük, nötrinoların zayıf etkileşimleri nedeniyle dedektörün etkinliğini artırıyor. Teleskop, nötrinoların suyla etkileşime girerek oluşturduğu Çerenkov ışımasını (mavi bir parlama) kullanarak bu parçacıkları tespit ediyor.
Bu ultra yüksek enerjili nötrino, ya doğrudan güçlü bir kozmik kaynaktan geliyor ya da kozmik mikrodalga arka planıyla etkileşime giren kozmik ışınlar sonucu oluşmuş olabilir. Ancak, tek bir olaydan kesin bir sonuca varmak henüz mümkün değil. Bilim insanları, bu tür nötrinoları daha fazla tespit ederek kaynağını belirlemeyi amaçlıyor.
Kolombiya, Bayraktar TB3’ü incelemek amacıyla Türkiye’ye bir heyet gönderecek. Kolombiya Hava Kuvvetleri, mevcut envanterindeki İHA’ları, otonom sürüş kabiliyetine sahip modern İHA’larla değiştirmeyi hedefliyor. Bu bağlamda, Baykar’ın geliştirdiği ve kısa pistlerden kalkış ve iniş yapabilme yeteneği ile dikkat çeken Bayraktar TB3, Kolombiya’nın ilgisini çekmiş durumda. Kolombiya Hava Kuvvetleri, mevcut İsrail yapımı Elbit Hermes 450 ve Elbit Hermes 900 modellerini daha gelişmiş özelliklere sahip İHA’larla güncellemeyi planlıyor. Bayraktar TB3’ün otonom uçuş kabiliyeti ve uzun uçuş süresi, Kolombiya’nın kararını etkileyen başlıca faktörler arasında yer alıyor.
Kolombiya, Bayraktar TB3 için Türkiye’ye heyet gönderiyor
Bayraktar TB3, kısa pistli gemilerden de otonom olarak kalkış ve iniş yapabilme kapasitesine sahip olmasıyla öne çıkıyor. TCG Anadolu üzerinde gerçekleştirilen uçuş testlerinde, Bayraktar TB3’ün defalarca otonom şekilde iniş ve kalkış yapabilmesi, aracın güvenilirliğini ve yeteneklerini gözler önüne serdi. Ayrıca, bu İHA, görüş hattı ötesi (BLOS) haberleşme kabiliyetiyle de dikkat çekiyor.
Kolombiya, Bayraktar TB3 için Türkiye’ye heyet gönderecek.
Bu özellik, Bayraktar TB3’ün çok uzun mesafelerden kumanda edilmesini sağlıyor. Keşif, gözetleme, istihbarat toplama ve taşıdığı akıllı mühimmatlarla taarruz görevlerini yerine getirebilmesi, özellikle deniz aşırı hedefler üzerinde caydırıcı bir etki yaratıyor.
Geçtiğimiz hafta, Endonezya ile 60 adet Bayraktar TB3 satışına yönelik bir anlaşma imzalanmıştı. Bu anlaşma kapsamında, Endonezya’da ortak üretim de yapılacak. Bayraktar TB3’ün özellikleri arasında 25.000 feet servis tavanı, 21 saatten fazla havada kalış süresi, 170 hp turbo dizel motor ve 280 kg faydalı yük kapasitesi bulunuyor. Ayrıca, Bayraktar TB3’ün 110-130 knot hızla seyir yapabilmesi ve lazer, GPS/INS güdümlü, IR güdümlü ve havadan havaya mühimmat taşıma kapasitesine sahip olması, onu pek çok askeri operasyon için ideal bir seçenek haline getiriyor. Bu özellikler, Bayraktar TB3’ü yalnızca Türkiye için değil, uluslararası pazarda da dikkat çekici bir seçenek haline getiriyor.
NBA, Salt Lake City’deki en son yeni donanımını gösteren yeni bir video yayınladı. Bu yılki All-Star şenliklerinin bir parçası olarak yayınlanan video, oyuncuların sahada ve saha dışında hayatlarını biraz daha kolaylaştıracak bir dizi yeni yapay zeka (AI) destekli robotu sergiliyor.
NBA robotlar ile gövde gösterisi yaptı
NBA Komiseri Adam Silver, robotları 2025 NBA All-Star Teknoloji Zirvesi’ne gizlice bir bakış atmanın parçası olarak tanıttı. Golden State Warriors, üç botu antrenmanlar ve eğitim seansları için kullanıyor ve Silver bunlara “en son NBA All-Star’ları” bile diyor. NBA’e göre lig, bu yeniliklerin ihtiyaçlarına göre uyarlanmasını sağlamak için geliştirme aşamasında oyuncular ve koçlarla yakın bir şekilde iş birliği yaptı. NBA, X gönderisinde: “Bu, mühendislik ve insan performansı arasında köprü kurmakla ilgili” açıklamasını yaptı.
İlki, Otomatik Basketbol Motoru veya kısaca ABE olarak adlandırılan, videoda NBA efsanesi Stephen Curry için şut ortağı olarak çalışırken görülebilir. Robot, tek bir antrenman seansı olmadan basketleri kovalamak ve oyuncuların yanından hızla geçip antrenman şutlarını en üst düzeye çıkarmalarına yardımcı olmak için tasarlanmıştır.
ABE, partnerinin pozisyonunu takip edebilir ve oyuncunun elindeki göreve odaklanmasını sağlar. Curry, videoda deneyimin başlangıçta tuhaf olduğunu ancak faydalarını kısa sürede takdir ettiğini açıklıyor. Robotun dinlenmek veya su içmek için mola vermesi gerekmediğinden, oyuncuların daha çok zorlanmasına yardımcı olur. Öne çıkan bir sonraki robotlar Hareket ve Kesme Modüler Arayüz Koordinasyonu veya MIMIC olarak adlandırılır. Baş antrenör Steve Kerr tarafından zorlu testlerden geçirilen bu robotlar, antrenmanda koşu kuklası hücum ve savunma sağlamak üzere tasarlanmıştır. Bu amaçla Kerr, robotları tıpkı insan oyuncular gibi iter.
NBA, bu robotların mikro hareketleri takip edebildiğini, maç benzeri baskıyı simüle edebildiğini ve herhangi bir koç veya eğitmenden daha hızlı gerçek zamanlı geri bildirim sağlayabildiğini iddia ediyor.
OnePlus’un ikonik uyarı kaydırıcısından (Alert Slider) vazgeçerek iPhone’larda gördüğümüz Eylem Düğmesi benzeri bir sisteme geçiş yapacağına dair sızıntılar, teknoloji dünyasında büyük yankı uyandırdı. OnePlus, 2015’te piyasaya sürdüğü OnePlus 2 modelinden bu yana neredeyse tüm cihazlarında fiziksel kaydırıcı düğmesini kullanıyordu. Bu özellik, telefonun kolayca sessiz, titreşim ve zil modları arasında geçiş yapmasını sağladığı için kullanıcılar tarafından büyük beğeni topluyordu. Ancak son gelen bilgilere göre firma, bu tasarımdan vazgeçerek yeni bir düğme sistemine yönelmeye hazırlanıyor.
OnePlus, iPhone benzeri eylem düğmesini entegre edebilir
Sızıntılarıyla bilinen Digital Chat Station’a göre, OnePlus ve Oppo markaları önümüzdeki dönemde bu fiziksel kaydırıcıyı kaldırarak yerine “Magic Cube Key” adlı yeni bir düğme eklemeyi planlıyor. Varsayılan olarak telefonun sessize alınmasını sağlayacak olan bu düğme, iPhone 15 Pro ve iPhone 16 serilerinde görülen Eylem Düğmesi gibi kişiselleştirilebilir olacak. Kullanıcılar, bu düğmeyi farklı işlevler için özelleştirebilecek ve tek bir tuşla kamera açma, el fenerini çalıştırma, ekran görüntüsü alma veya belirli uygulamaları başlatma gibi çeşitli komutlar atayabilecek.
Bu yeni tasarım değişikliği, OnePlus’un Apple’ın kullanıcı deneyimine daha yakın bir yaklaşım benimsemeye başladığını gösteriyor. Özellikle Apple’ın geçtiğimiz yıl iPhone 15 Pro modellerinde fiziksel sessize alma tuşunu kaldırarak Eylem Düğmesi’ne geçiş yapması, birçok Android üreticisinin de benzer bir yol izleyebileceği yönünde spekülasyonlara yol açmıştı. OnePlus’un ve Oppo’nun bu değişimi ne zaman ve hangi modellerle uygulayacağı henüz kesinleşmiş değil, ancak sızıntılara göre en erken 2025’in ikinci yarısında tanıtılacak yeni OnePlus modellerinde bu yeniliği görebiliriz.
Henüz Oppo veya OnePlus’tan resmi bir açıklama gelmiş olmasa da, Digital Chat Station tarafından paylaşılan Çince ekran görüntüsü, bu değişikliğin ciddi bir ihtimal olduğunu gösteriyor. OnePlus’un sadık kullanıcıları için Alert Slider düğmesinin kaldırılması alışılması zor bir değişiklik olabilir. Ancak kişiselleştirilebilir Eylem Düğmesi konseptinin, kullanıcı deneyimini daha esnek ve işlevsel hale getirebileceği düşünülüyor. Önümüzdeki haftalarda bu konuda daha fazla bilgi ortaya çıkması bekleniyor.
Işıl Hasdemir Dell Technologies Türkiye Genel Müdürü
Günümüzün giderek daha veri odaklı hale gelen dünyasında, kuruluşlar iş ihtiyaçlarını karşılamak için çoklu bulut stratejilerini benimsiyor. Büyük ve karmaşık miktarlarda yapılandırılmamış verilerle başa çıkmaya çalışan şirketler için çoklu bulut yaklaşımı, verilerini çeşitli bulut platformlarında sorunsuz bir şekilde yönetme, erişme ve koruma imkanı sunuyor. Gartner’ın tahminlerine göre, 2025 yılına kadar yeni dijital iş yüklerinin yüzde 95’inden fazlası bulut tabanlı platformlarda çalıştırılacak. Özellikle Avrupa’da, yasal uyumluluk ve veri egemenliği konularındaki endişeler, şirketleri daha sofistike depolama çözümleri arayışına yönlendiriyor.
Şirketlerin veri silolarını ortadan kaldırmasına ve birleşik bir depolama sistemi elde etmesine yardımcı olan çoklu bulut depolama alanındaki trendlere baktığımızdaysa, 5 temel başlığın öne çıktığını görüyoruz. Bunlar;
1. Hibrit ve Çoklu Bulut Entegrasyonu: Veri Silolarını Yıkmak
Hibrit veya çoklu bulut yaklaşımlarını değerlendiren şirketler, genellikle veri paylaşımı, erişim ve analiz potansiyelini sınırlayan veri silolarıyla mücadele ediyor. Hibrit ve çoklu bulut çözümleri, kuruluşların daha bütünleşik bir depolama yapısına geçmesini sağlıyor. Özellikle Avrupa’da, GDPR ve veri ikamet yasaları gibi düzenlemeler, verilerin nasıl ve nerede saklanabileceğini belirliyor. Bu bağlamda şirketler, depolamayı birden fazla platforma bağlayarak verileri merkezileştiriyor ve yerel düzenlemelere uyum sağlarken güvenlikten ödün vermeden esnek veri erişimi sunabiliyor.
2. Bulut Yerel Dosya Depolama: Ölçeklenebilirliği ve Esnekliği Artırmak
Şirketlerin veri ihtiyaçları arttıkça, bu taleplere uyum sağlayabilen ölçeklenebilir depolama çözümlerine olan ihtiyaç da büyüyor. Bulut ortamları için özel olarak tasarlanan dosya depolama sistemleri, ölçeklenebilirliği ve çevikliği en üst düzeye çıkarıyor. Avrupa’da, özellikle otomotiv teknolojileri gibi yoğun veri işleme ihtiyacı olan sektörler, bulut tabanlı depolama çözümlerini hızla benimsiyor.
3. Birleşik Veri Yönetimi: Erişilebilirliği ve Yönetişimi Kolaylaştırmak
Çoklu bulut ortamlarında veri yönetimi artık yalnızca depolamayla sınırlı kalmıyor; yönetişim, erişim kontrolü ve uyumluluk gibi unsurlar da giderek daha fazla önem kazanıyor. McKinsey’nin son raporuna göre, Avrupa’daki CIO’ların yüzde 72’si birleşik veri yönetimine öncelik veriyor. Bu da sıkı güvenlik standartlarını koruyarak bulut platformları arasında veri erişimini kolaylaştırmayı amaçlıyor. Veri uyumluluğunun kritik olduğu Avrupa’da, şirketler tutarlı güvenlik politikalarıyla bulutlar arasında güvenli veri transferine olanak tanıyan platformlara yatırım yapıyor. Böylece iş akışları sadeleşirken, üretkenlik artıyor ve kritik verilere kurum genelinde erişim sağlanıyor.
4. Yapay Zeka ve Makine Öğrenimi Entegrasyonu: Veri İçgörülerini Güçlendirmek
Çoklu bulut depolama sistemleri, daha entegre veri ortamları sunarken yapay zeka ve makine öğrenimi, veri analizinde yepyeni içgörüler sağlıyor. IDC’nin yayınladığı “Worldwide AI and Generative AI Spending Guide” raporuna göre, Avrupa’daki yapay zeka harcamalarının 2024-2028 yılları arasında yıllık bileşik büyüme oranı (CAGR) yüzde 30,3 seviyesinde olacak ve 2028 yılına kadar toplamda 133 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Şirketler, verilerini birbirine bağlı bulut ortamlarında saklayarak, gerçek zamanlı ve aksiyona dönüştürülebilir içgörüler elde etmek için yapay zekadan faydalanabiliyor.
Özellikle veri yoğun sektörlerde yapay zeka, analitik süreçleri hızlandırarak inovasyonu teşvik ediyor ve karar alma süreçlerini iyileştiriyor. Çoklu bulut yaklaşımı, şirketlerin güvenli ve etik bir yapay zeka kullanımını benimsemesine de yardımcı oluyor.
5. Uç Bilişim ve Çoklu Bulut Depolama: Gecikmeyi Azaltmak ve Veri Egemenliğini Artırmak
Nesnelerin İnterneti (IoT) ve gerçek zamanlı veri ihtiyaçlarının artmasıyla, uç bilişim çoklu bulut stratejilerinin kritik bir bileşeni haline geldi. Uç bilişim, verilerin kaynağına yakın bir yerde işlenmesini sağlayarak hem gecikmeyi azaltıyor hem de veri egemenliğini artırıyor. Avrupa’da, belirlenen bölgelerde hassas verilerin saklanmasını sağlayan uç bilişim çözümleri, düzenleyici gerekliliklere uyumu da destekliyor. Gartner’a göre, 2026 yılına kadar verilerin yüzde 75’inin geleneksel veri merkezlerinin dışında oluşturulması ve işlenmesi bekleniyor.
Örneğin, otomotiv sektöründe çoklu bulut altyapısına entegre edilen uç bilişim teknolojileri, araçlardan gelen verilerin gerçek zamanlı işlenmesini mümkün kılıyor. Böylece, kestirimci bakım ve canlı navigasyon gibi yenilikçi çözümler geliştirilebiliyor. Bu yaklaşım hem müşteri deneyimini iyileştiriyor hem de Avrupa’daki veri ikamet yasalarına uyumu garanti altına alıyor. Çoklu bulut stratejisinin bir parçası olan uç bilişim, şirketlerin veri erişimini optimize etmesine ve gecikme süresini en aza indirmesine yardımcı oluyor.
Dosya Depolamanın Geleceği Nasıl Olacak?
Kuruluşlar giderek daha büyük miktarda veri üretmeye devam ettikçe, verimli ve etkili depolama çözümlerine duyulan ihtiyaç da artıyor. Çoklu bulut stratejileri, veri silolarını ortadan kaldırarak birleşik, erişilebilir ve güvenli bir ekosistem yaratmayı mümkün kılıyor.
Şirketler çoklu bulut yaklaşımını benimseyerek verilerinin tüm potansiyelini ortaya çıkarabilir, inovasyonu teşvik edebilir, karar alma süreçlerini iyileştirebilir ve rekabet avantajı elde edebilirler.Bu da gösteriyor ki, veri silolarından çoklu bulut yaklaşımlarına geçişi yalnızca teknolojik bir değişim değil, aynı zamanda iş dünyasının dijital çağdaki temel dönüşümünün de bir parçası olarak kabul etmemiz gerek.
Işıl Hasdemir Dell Technologies Türkiye Genel Müdürü
Işıl Hasdemir Dell Technologies Türkiye Genel Müdürü
Dell Technologies Türkiye’de iş strateji ve yönlendirmeden sorumlu olan Işıl Hasdemir, Temmuz 2020’de görevine başladı. Hasdemir; Türkiye’de satış, servis ve destek fonksiyonlarını birbirinden ayıran ve şirketin, kuruluşların dijital dönüşüm gündemlerini hızlandırmalarına yardımcı olma misyonunu başarıyla yürüten bir ekibe liderlik ediyor. Hasdemir’in liderliğindeki Dell Technologies, Türkiye’nin ICT sektöründeki güçlü konumunu korumaya devam ediyor. Türkiye’nin öne çıkan teknoloji liderlerinden biri olan Hasdemir, aynı zamanda Dell Technologies bünyesinde “teknolojiyi dünyanın daha iyi bir yer haline getirilmesi adına kullanma” misyonuyla çeşitli projelere imza atıyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Elektrik ve Elektronik Mühendisliği lisans derecesine sahip olan Hasdemir, Dell Technologies’e katılmadan önce 2005’te Cisco Ülke Lideri ve ardından 2009’da Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmış ve kariyerinin öncesinde ise NCR Türkiye’de çeşitli liderlik görevlerinde bulunmuştur.
Meta, yapay zeka destekli insansı robotlar konusunda önemli bir adım atıyor. Şirket, Reality Labs bünyesinde yeni bir ekip kurarak, insanlarla etkileşime girebilen ve günlük ev işlerinde fiziksel destek sağlayabilen robotlar geliştirmeye yönelik çalışmalarını hızlandırıyor. Meta’nın bu projedeki vizyonu, yalnızca kendi robotlarını üretmekle sınırlı kalmayacak; aynı zamanda üçüncü taraf şirketlere yapay zeka, sensör teknolojileri ve yazılım çözümleri sunarak, robotik teknolojiler alanında bir platform oluşturmayı hedefliyor. Bu strateji, Android işletim sisteminin mobil cihazlar dünyasında yarattığı etkiye benzer bir etki yaratmayı amaçlıyor.
Meta insansı robot teknolojisinde yatırımlarını artırıyor
Meta, robot teknolojilerinin günlük ev işlerini tam anlamıyla yerine getirebilecek seviyeye ulaşmasında henüz bir noktada değil, ancak şirketin yapay zeka ve sanal gerçeklik konusundaki deneyimi, bu alandaki gelişimi hızlandırabilir.
Meta, robot donanımlarının bir kısmını kendisi üretecek ve prototip geliştirme sürecinde robotik üreticilerle işbirliği yapmayı planlıyor. Şirketin bu projeye ayırdığı bütçe de dikkat çekici; 2025 yılında yapay zeka altyapısı, robotik ve sanal gerçeklik ürünlerine yaklaşık 65 milyar dolarlık yatırım yapmayı öngörüyor.
Apple da benzer bir stratejiyle bu alanda ilerliyor. Şirketin insansı ve geleneksel robotlar üzerinde çalıştığı, özellikle robotik kol ve iPad benzeri ekranlara sahip masaüstü robot projelerinin 2026 veya 2027’de piyasaya sürülmesi bekleniyor. Meta ve Apple gibi teknoloji devlerinin robotik teknolojiler üzerine yaptığı yatırımlar, önümüzdeki yıllarda bu alanda daha da yoğunlaşacak bir rekabetin yaşanacağını gösteriyor. Bu gelişmeler, robot teknolojilerinin evlere ve işyerlerine entegrasyonu konusunda yeni bir dönemin kapılarını aralayabilir.
Apple’ın önümüzdeki hafta tanıtması beklenen iPhone SE 4 modeli, hem uygun fiyatıyla geniş bir kullanıcı kitlesine hitap edecek hem de Apple Intelligence özelliklerini destekleyerek şirket için yeni bir gelir kaynağı yaratacak. Apple analisti Ming-Chi Kuo’nun öngörülerine göre, cihazın 22 milyon adet satması bekleniyor ve bu satışlar Apple’a toplamda 11 milyar dolar kazandırabilir. SE serisinin en popüler modeli olmaya aday olan iPhone SE 4, özellikle bütçe dostu iPhone arayan kullanıcılar için cazip bir seçenek olacak.
Apple, iPhone SE 4 modeliyle rekor gelir elde edecek
Apple Intelligence desteğine sahip en uygun fiyatlı iPhone modeli olarak dikkat çeken SE 4, yapay zeka tabanlı özelliklerin çok daha geniş bir kullanıcı kitlesine ulaşmasını sağlayacak. Özellikle Apple A18 Bionic yongası ile donatılacağı belirtilen cihaz, en yeni iOS özelliklerine tam erişim sunarak uzun süre güncel kalacak bir telefon olma potansiyeline sahip. 499 dolarlık başlangıç fiyatıyla piyasaya sürülmesi beklenen iPhone SE 4, bu segmentte güçlü bir rakip olarak konumlanacak.
Cihazın donanım özellikleri de dikkat çekici. 6.1 inçlik Super Retina XDR OLED ekran ile gelmesi beklenen SE 4, LCD ekrana sahip önceki SE modellerine kıyasla büyük bir yükseltme sunuyor. Ayrıca, Face ID desteğinin de ilk kez bir SE modelinde yer alacağı söyleniyor. Kamera tarafında ise 48 MP ana sensör ve 12 MP ön kamera ile SE serisinde şimdiye kadarki en gelişmiş fotoğraf ve video deneyimini sunması bekleniyor. MagSafe desteğinin de olacağı iddia edilen cihaz, 20W hızlı şarj ve 15W kablosuz şarj desteği ile batarya performansı açısından da tatmin edici olabilir.
Apple’ın iPhone SE 4 modelini 19 Şubat 2025’te tanıtması bekleniyor. Uygun fiyatı ve Apple Intelligence entegrasyonu ile büyük ilgi görmesi beklenen bu model, özellikle yapay zeka özelliklerini daha geniş bir kitleye ulaştırarak Apple ekosisteminin büyümesine katkıda bulunabilir. Eğer iddia edilen özelliklerle piyasaya çıkarsa, iPhone SE 4 uygun fiyatlı akıllı telefon pazarında dengeleri değiştirebilir.
SanDisk, önümüzdeki üç yıl boyunca SSD teknolojisinde büyük sıçramalar yapmayı planladığını duyurdu. Şirketin açıkladığı yol haritasına göre, 2025 yılı itibarıyla 128 TB kapasiteye sahip SSD modelleri piyasaya sürülecek. Bu modellerin yılın üçüncü çeyreğinde satışa çıkması beklenirken, hemen ardından 2026 yılında depolama kapasitesi iki katına çıkarılarak 256 TB seviyesine ulaşılacak. SanDisk’in en büyük hedeflerinden biri ise 2027 yılında 512 TB kapasiteye sahip SSD’leri pazara sunmak olacak. Bu doğrultuda, gelecekte 1 PetaBayt (1000 TB) kapasiteli SSD üretme planlarının da olduğu belirtilirken, bu modelin piyasaya sürülme tarihi henüz netleşmiş değil.
SanDisk, 512 TB kapasiteli SSD üzerinde çalışıyor
Bu gelişmelerin temelinde SanDisk’in geliştirdiği yeni nesil BiCS8 QLC NAND bellek teknolojisi yer alıyor. BiCS8, yüksek yoğunluklu bellek hücreleri sayesinde daha küçük alanlarda daha fazla veri saklamaya olanak tanırken, tek bir yonga üzerinde 256 GB veri depolamak mümkün hale geliyor. Şirketin açıklamalarına göre, bu şu ana kadar endüstride ulaşılan en yüksek depolama yoğunluğu seviyelerinden biri olarak öne çıkıyor. SanDisk, bu teknolojinin SSD’lerin kapasitesini artırırken aynı zamanda enerji verimliliği ve dayanıklılık açısından da önemli avantajlar sunduğunu belirtiyor.
Geleneksel HDD’ler, hâlâ 40 TB kapasitesine ulaşmaya çalışırken, SSD’lerin 128 TB seviyesine ulaşması, sabit disklerin rekabet gücünü giderek kaybettiğini gösteriyor. SSD’lerin sağladığı yüksek okuma-yazma hızları, dayanıklılık ve düşük güç tüketimi gibi avantajlar, özellikle veri merkezleri, büyük ölçekli yapay zeka uygulamaları, bulut bilişim sistemleri ve profesyonel içerik üreticileri için çok daha cazip bir seçenek haline gelmesini sağlıyor.
SanDisk’in gelecekte 1 PetaBayt kapasiteli bir SSD sunma hedefi, depolama teknolojisinin hangi noktaya ilerleyebileceğini gözler önüne sererken, özellikle büyük veri analizi, film prodüksiyonları, tıbbi görüntüleme sistemleri ve yapay zeka tabanlı uygulamalarda yeni bir çağın kapılarını aralayabilir. Ancak, bu ultra yüksek kapasiteli modelin ne zaman piyasaya sürüleceği konusunda henüz net bir açıklama yapılmadı.
Önümüzdeki yıllarda SSD’lerin kapasite ve hız bakımından sınırları zorlaması beklenirken, bu gelişmeler, özellikle büyük ölçekli işletmeler ve teknoloji devleri için devrim niteliğinde yenilikler getirebilir. SanDisk’in yol haritası, sektördeki diğer büyük oyuncular için de bir referans noktası olabilir ve rakip firmaların da benzer kapasitelerde SSD’ler geliştirmeye odaklanmasını hızlandırabilir.
Samsung Galaxy S25 Ultra, DxOMark ekran testlerinde 160 puan alarak ultra-premium kategorisinde zirveye yerleşti ve rakiplerini geride bıraktı. Cihaz, özellikle parlaklık seviyesi, renk doğruluğu ve video performansıyla öne çıkarken, Google Pixel 9 Pro XL ve Pro modelleri 158 puan ile ikinci sırayı paylaştı. Honor Magic 6 Pro, Galaxy S25+ ve S25 ise 157 puan alarak üçüncü sıraya yerleşti. Geçtiğimiz yılın amiral gemisi S24 Ultra ise 155 puanda kaldı.
Samsung Galaxy S25 Ultra, ekran testinde zirveye çıktı
S25 Ultra’nın en dikkat çeken özelliklerinden biri, dış mekan kullanımında sunduğu üst düzey görüntüleme deneyimi. 2.600 nit tepe parlaklığına ulaşabilen ekranı ve gelişmiş yansıma önleyici kaplaması sayesinde doğrudan güneş ışığında bile net bir görüntü sağlıyor. Ancak loş ışık koşullarında ekranın fazla parlak kalması küçük bir dezavantaj olarak görülüyor.
Renk doğruluğu konusunda S24 Ultra’ya kıyasla önemli gelişmeler kaydedilmiş. Özellikle farklı açılardan bakıldığında yaşanan renk kaymaları büyük ölçüde azaltılmış durumda. Bununla birlikte, gece modunda mavi ışık emisyonunun yüksek olması nedeniyle DxOMark’ın Göz Konforu etiketi bu modele verilmedi.
Video performansı açısından da önemli iyileştirmeler yapılmış. S24 Ultra’da düşük ışık koşullarında yaşanan sorunlar giderilirken, 24 nit HDR tepe parlaklığı sayesinde karanlık ortamlarda daha iyi bir izleme deneyimi sunuluyor. Ayrıca testlerde herhangi bir kare düşmesi yaşanmadığı belirtiliyor.
Dokunmatik hassasiyet konusunda genel olarak akıcı bir deneyim sunan cihaz, zaman zaman istem dışı dokunuşları algılayabiliyor ve bazı rakiplerine kıyasla tepki süresi biraz daha yavaş kalıyor.
Samsung, Galaxy S25 serisi lansmanında bir diğer önemli yeniliğini de duyurdu. Şirket, 2025’in üçüncü çeyreğinde Galaxy Z Fold 7 ve Flip 7 ile birlikte üçe katlanabilen yeni bir telefon modelini tanıtmayı planlıyor. Analist Ross Young’a göre, bu cihazın kapak ekranı 6.49 inç olacak ve tam açıldığında 10 inçlik bir ekrana sahip olacak. Cihazın Z Fold 7 ile aynı kapak ekranı boyutuna sahip olması dikkat çeken detaylardan biri.