Bu karar, yaklaşık 500 çalışanın işini kaybetmesi anlamına geliyor. CrowdStrike, bu hamleyi verimlilik artışı ve stratejik ölçeklenme hedefleri doğrultusunda attığını duyurdu.
CrowdStrike, ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu’na (SEC) yaptığı 8-K bildiriminde, işten çıkarmaların şirketin yıllık yinelenen gelir (Annual Recurring Revenue – ARR) hedefi olan 10 milyar dolara ulaşma planının bir parçası olduğunu belirtti. CEO George Kurtz, çalışanlara gönderdiği mektupta, “Bu değişiklikler, daha hızlı hareket etmemizi, daha verimli çalışmamızı ve siber güvenlik alanındaki liderliğimizi sürdürmemizi sağlayacak.” dedi.
Ancak işten çıkarmalara rağmen, şirket bazı stratejik alanlarda işe alımlara devam edeceğini de bildirdi. Bu açıklama, firmanın tamamen küçülmeye gitmek yerine operasyonlarını yeniden yapılandırmayı ve önceliklerini değiştirmeyi planladığını gösteriyor.
CrowdStrike’ın finansal durumu, kararın eleştirilmesine sebep oldu
CrowdStrike’ın bu kararı, geçen yıl elde ettiği güçlü finansal performansla çelişkili bulundu. Şirket 2023 yılı boyunca 1.38 milyar dolarlık faaliyet nakit akışı ve 1.07 milyar dolarlık serbest nakit akışı bildirmişti. Bu güçlü gelir tablosuna rağmen yapılan işten çıkarmalar, çalışanlar ve sektördeki bazı gözlemciler tarafından eleştirildi.
Ayrıca CEO George Kurtz’ün geçtiğimiz yıl 46 milyon doların üzerinde bir gelir elde etmiş olması, işten çıkarmalarla birlikte kamuoyunda ayrı bir tartışma yarattı. ABD işçi sendikaları federasyonu AFL-CIO, bu tür yüksek yönetici maaşlarının çalışan çıkarımlarıyla aynı döneme denk gelmesini kurumsal dengesizlik örneği olarak değerlendiriyor.
CrowdStrike, 2016 yılında ABD Demokratik Ulusal Komitesi (DNC) hack olayını araştırması ve saldırının Rus hükümetiyle bağlantılı olduğunu ortaya koymasıyla büyük ün kazanmıştı. Ancak şirket, geçtiğimiz yıl dünya çapında büyük bir krizle sarsıldı. Yazılımlarına yapılan hatalı bir güncelleme, dünya genelinde 8.5 milyon Windows cihazını etkiledi; havaalanları kapandı, bankalar ve oteller dâhil birçok sektörde ciddi aksaklıklar yaşandı.
Bu olayın ardından CrowdStrike, yazılım güvenilirliği ve kriz yönetimi konusunda yoğun eleştirilere maruz kaldı. Şimdi ise şirket, daha çevik ve odaklı bir yapıya kavuşarak hem teknik hem de kurumsal olarak itibarını yeniden inşa etmeye çalışıyor.
İşten çıkarmalar, büyüme hedefleriyle çelişen bir adım olarak algılansa da, CrowdStrike gibi teknoloji devleri için bu tür yeniden yapılandırmalar genellikle piyasa beklentilerini ve rekabet avantajını koruma hamleleri olarak yorumlanıyor. Ancak uzun vadede şirketin hem çalışan motivasyonunu hem de kamuoyundaki algısını nasıl yöneteceği, başarısını belirleyecek en kritik faktörlerden biri olacak.
Choose Europe (Avrupa’yı Seçin) adını taşıyan bu yeni program, özellikle ABD’deki politik atmosferden rahatsız olan bilim insanlarını Avrupa’ya çekmeyi amaçlıyor. Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen, Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada, bilimin özgür ve sürdürülebilir olduğu bir Avrupa vizyonunu ortaya koydu.
Von der Leyen, 2025-2027 yılları arasında 500 milyon euro bütçeye sahip olacak finansman paketinin, Avrupa’yı bilim insanları için bir mıknatıs haline getireceğini açıkladı. Ayrıca, Avrupa Araştırma Konseyi (ERC) aracılığıyla yedi yıllık süper burs planı da gündemde. Bu burs, dünyanın dört bir yanındaki en parlak bilim insanlarına uzun vadeli destek sunmayı hedefliyor.
Konuşmasında, “Bilim, ilerlemenin ve büyümenin yakıtıdır. Bilime yatırım yapılmazsa, ilerleme durur.” diyen Von der Leyen, bilimsel araştırmaların sorgulandığı bir dönemde bu girişimin önemini vurguladı. ABD’de Trump yönetimi sırasında yaşanan bilimsel fon kesintileri, NASA ve Ulusal Bilim Vakfı gibi kurumların bütçelerinde yapılan kısıtlamalar ve eşitlik girişimlerine yönelik engellemeler, Avrupa’nın bu çıkışını daha da anlamlı hale getiriyor.
Avrupa, Amerikalı bilim insanlarına güvenli bir liman sunacak
Von der Leyen, konuşmasında doğrudan ABD’yi hedef göstermese de mesaj açıktı: Avrupa, özgür ve güvenli bilim için doğru adres. Daha önce Fransa’daki Aix-Marseille Üniversitesi, benzer bir adım atarak Safe Place for Science programını başlatmış ve doğrudan ABD’li bilim insanlarına yönelik davette bulunmuştu.
Bu teklifler rastgele dağıtılmıyor; araştırmacıların nitelikleri değerlendiriliyor ve genellikle üç yıla kadar sözleşmeli çalışma imkânı sunuluyor. Avrupa Komisyonu da nitelikli adaylara ulaşmak ve başvuru sürecini kolaylaştırmak için yeni bir göç politikası ve dijital platform üzerinde çalışıyor.
Von der Leyen, Avrupa’da bilim insanlarının sıkça şikâyet ettiği karmaşık bürokratik süreçlerin sadeleştirileceği sözünü verdi. Ayrıca, Avrupa İnovasyon Yasası ve Startup ve Scaleup Stratejisi ile girişimcilerin sermayeye daha kolay ulaşmaları sağlanacak. Araştırma ve geliştirmeye (Ar-Ge) yapılan yatırımların, 2030 itibarıyla AB ülkelerinde gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) %3’üne ulaşması hedefleniyor.
ABD hükümeti ise Avrupa’nın bu çağrısına kısa sürede yanıt verdi. Beyaz Saray Sözcüsü Anna Kelly, “Amerika, bilim ve araştırmada en iyi yetenekleri çekmeye ve geliştirmeye devam edecek.” dedi. Ancak Nature dergisinin Mart sonunda yaptığı bir ankete göre, 1.200’den fazla Amerikalı bilim insanının %75’i ülkeden ayrılmayı düşünüyor ve en çok tercih edilen yerler arasında Avrupa ve Kanada öne çıkıyor.
Trump yönetiminin etkileriyle sarsılan Amerikan akademik dünyası, şimdi yeni bir yön arayışında. Avrupa’nın sunduğu bu elverişli ortam, bilim insanları için sadece bir alternatif değil, belki de yeni bir başlangıç olabilir.
Apple yöneticisi, ifadesi sırasında yalnızca arama pazarının değil, mobil teknolojilerin de yapay zekâ devrimiyle köklü bir değişim geçireceğini söyledi. En dikkat çekici ifadesi ise “10 yıl içinde bir iPhone’a ihtiyaç duymayabilirsiniz.” oldu.
Cue’nun açıklamaları, esasen yapay zekânın arama motoru pazarındaki etkilerine odaklanmıştı. Ancak asıl tartışma yaratan bölüm, AI teknolojilerinin mobil cihazlara olan ihtiyacı nasıl ortadan kaldırabileceği yönündeki öngörüsüydü. Cue, teknolojide yaşanan büyük sıçramaların doğal olarak yeni rekabet alanları oluşturduğunu vurguladı ve AI’ın bu yeni dönemin merkezinde yer aldığını söyledi.
Ancak bu yorum, birçok uzmana göre fazla spekülatif. Özellikle bir Apple yöneticisinin, halka açık bir duruşmada böyle iddialı bir tahminde bulunması, teknoloji dünyasında yeni tartışmaları tetikledi. Zira Apple’ın uzun süredir gelirinin büyük kısmını iPhone satışlarından elde ettiği göz önünde bulundurulduğunda, bu tür bir gelecek öngörüsünün gerçekçi olup olmadığı sorgulanıyor.
Apple yöneticisi, iPhone’un sonuna mı işaret ediyor?
Gerçekçi bir perspektiften bakıldığında, Apple’ın iPhone’u 2035’e kadar tamamen ortadan kaldırması pek olası değil. Ancak cihazın rolünün değişmesi, daha çok bir dönüşüm geçirmesi mümkün. AI destekli sesli asistanlar, giyilebilir teknolojiler, artırılmış gerçeklik gözlükleri ve bulut tabanlı kişisel asistan sistemleri, önümüzdeki yıllarda akıllı telefonların yerini alabilecek potansiyele sahip.
Cue’nun bu yorumları aynı zamanda Apple’ın AI stratejisine dair ipuçları da sunuyor. Safari’de AI tabanlı arama sağlayıcılarına geçişin planlandığını doğrulaması, şirketin bu alanda daha agresif hamleler yapabileceğini gösteriyor. Yani bu açıklama yalnızca bir öngörü değil, aynı zamanda regülatörlere verilmiş ince ayarlı bir mesaj olarak da okunabilir.
Cue’nun sözleri kimileri tarafından vizyoner bir çıkış olarak değerlendirilse de, eleştirmenler bunun daha çok pazarlama amaçlı bir hamle olduğunu düşünüyor. Özellikle davanın bağlamı göz önüne alındığında, bu tür bir iddia, Apple’ın kendi pazar gücünü meşrulaştırma çabası olarak da görülebilir.
iPhone’un tamamen ortadan kalkacağı bir gelecek hâlâ uzak bir ihtimal. Ancak yapay zekânın hızlı gelişimi, bu ikonik cihazın bugünkü formuyla varlığını sürdürmesini de zorlaştırabilir. Apple’ın kendi yöneticisinin ağzından çıkan bu tür cümleler ise, hem tüketici alışkanlıklarının hem de teknoloji şirketlerinin önceliklerinin önümüzdeki on yılda ciddi şekilde değişebileceğini gösteriyor.
Vulcan adlı bu iki kollu robot, depo içi işlemleri daha hassas ve verimli şekilde gerçekleştirebilecek şekilde tasarlandı. Şirketin açıklamasına göre, Vulcan halihazırda ABD’nin Spokane ve Almanya’nın Hamburg kentindeki Amazon tesislerinde aktif olarak kullanılıyor.
Vulcan’ın en dikkat çekici özelliği, nesnelere temas ettiğinde bunu algılayabilmesi. Robot, bu yeteneğini kollarına entegre edilen kuvvet sensörleri sayesinde kazanıyor. Bu sensörler, Vulcan’ın dokunduğu nesneleri ne zaman ve nasıl tuttuğunu algılamasına olanak tanıyor. Robotun bir kolu depo bölmelerindeki ürünleri düzenlerken, diğer kolu kamera ve vakumlu bir tutucu ile ürünleri kavrayıp çıkarıyor.
Amazon, Vulcan’ın depo stoklarının %75’ini kapsayacak şekilde fiziksel veri ve dokunma geri bildirimleriyle eğitildiğini belirtiyor. Dahası, robot zamanla kendi performansını geliştirerek daha doğru ve hızlı hale geliyor. Şu ana kadar yarım milyondan fazla siparişi başarıyla işlediği bildirildi.
Amazon, robotların insan işçilerin yerini almadığını, onlara yardımcı olduğunu savunuyor
Amazon, yıllardır depo robotları konusunda yaptığı yatırımlarla dikkat çekiyor. Şirketin dünya genelindeki tesislerinde yüz binlerce robot sipariş süreçlerinde aktif rol alıyor. Ancak bu durum, insan iş gücünün yerini robotların alacağına dair eleştirileri de beraberinde getiriyor.
Eleştirmenler, bu tür gelişmiş robotların istihdamı tehdit ettiğini savunurken, Amazon bu iddiaları reddediyor. Şirket, Vulcan gibi robotların amacıyla ilgili şunları söylüyor: “Bu sistemler insanları işten çıkarmak için değil, çalışanların iş güvenliğini artırmak ve ağır, tekrar eden görevlerde onlara destek olmak için geliştirildi.”
Depo otomasyonunda yeni bir dönem başlıyor
Vulcan, Amazon’un robotik sistemlerinde ulaştığı teknolojik düzeyin en son örneği. Şirketin halihazırda kullandığı robotlar genellikle paket taşıma ve yönlendirme görevleriyle sınırlıyken, Vulcan daha karmaşık bir görev olan nesne tanıma ve düzenleme yeteneklerine sahip.
Robotun dokunma hissi ile çalışması, depo operasyonlarında daha hassas ve özenli işlem yapabilmesine imkân tanıyor. Bu da, kırılabilir ürünlerin taşınmasından, karmaşık stok yerleşimlerine kadar pek çok alanda fayda sağlayabilir.
Amazon’un Vulcan ile başlattığı bu yeni dönem, sadece şirketin değil, genel anlamda depo ve lojistik sektörünün geleceğini de şekillendirecek nitelikte. İnsan-robot iş birliği, giderek daha sofistike hale gelirken, bu gelişmelerin toplumsal ve ekonomik etkileri önümüzdeki yıllarda daha da netleşecek.
OpenAI for Countries adı verilen bu program, ülkelerin kendi içinde yapay zekâ altyapısını geliştirmelerine katkı sunmayı hedefliyor.
Program kapsamında şirket, iş birliği yaptığı ülkelerde veri merkezi kapasitesi oluşturmak, ChatGPT gibi ürünleri yerel dillere ve ihtiyaçlara uyarlamak gibi çeşitli desteklerde bulunacak. Bu sadece teknoloji transferi değil, aynı zamanda kültürel ve dilsel uyarlamayı da içeren çok yönlü bir ortaklık modeli sunuyor.
Finansman konusunda ise program hem OpenAI tarafından hem de yerel hükümetlerin katkılarıyla desteklenecek. İlk etapta 10 ülkeyle proje başlatılması planlansa da, bu ülkelerin hangileri olacağı henüz açıklanmadı.
OpenAI, bu girişimin yalnızca bir altyapı hamlesi olmadığını, aynı zamanda politik ve stratejik bir vizyon taşıdığını da vurguluyor. Şirketin açıklamasına göre, amaç demokratik yapay zekâyı yaymak; yani Batılı değerler çerçevesinde geliştirilmiş AI modellerinin, başta Çin merkezli alternatifler olmak üzere, diğer ekosistemlere karşı cazip bir seçenek olarak sunulması.
Bu bağlamda program, yalnızca teknolojik değil, jeopolitik bir rekabetin de parçası hâline geliyor. OpenAI, yapay zekâ alanındaki liderliğini küresel ölçekte pekiştirmek istiyor.
OpenAI for Countries girişimi, şirketin büyük çaplı veri merkezi yatırımlarını kapsayan Project Stargate programıyla da örtüşüyor. Stargate projesi, yalnızca ABD içinde değil, uluslararası ölçekte de yapay zekâ için özel olarak inşa edilen dev veri merkezlerini kapsıyor. OpenAI for Countries, bu altyapıyı doğrudan kullanabileceği gibi, Stargate yatırımcılarından ek finansal destek de alabilir.
OpenAI’nin bu adımı, yapay zekâ yarışının artık şirketler arası rekabetten öteye geçerek devlet destekli bir boyut kazandığını gösteriyor. Ülkeler, yalnızca yapay zekâ teknolojisini tüketen değil, aynı zamanda onu şekillendiren aktörler hâline geliyor.
OpenAI for Countries, teknolojiyi yerelleştirme vaadiyle sadece ekonomik bir iş birliği değil, aynı zamanda kültürel ve stratejik bir ortaklık modeli sunuyor. Önümüzdeki dönemde hangi ülkelerin bu programa katılacağı, programın etkisini ve uluslararası yapay zekâ ekosistemindeki dengeleri büyük ölçüde belirleyecek.
Daha önce yalnızca iPhone için sunulan Gemini uygulaması, artık iPad’de tam ekran deneyimi sunan optimize edilmiş bir versiyona sahip. Bu adım, Google’ın mobil ve tablet cihazlarda Gemini deneyimini daha bütüncül hâle getirme çabalarının son halkası oldu.
Güncellenen uygulama, iPad’in yatay ve dikey ekranlarında tam genişlikte çalışan, tablet uyumlu bir arayüz sunuyor. Gemini, geçmişte iPad’de iPhone arayüzünün dar ekranlı bir sürümünü içerdiği için kullanıcılar küçük klavye ve sıkışık görüntüyle sınırlı kalıyordu. Şimdi ise Android tabletlerdeki kullanıcı arayüzü iPad’e de taşınmış durumda. Geniş ekran desteği sayesinde sohbetleri okumak daha rahat, Gemini Live özelliği ise daha akıcı bir deneyim sunuyor.
Uygulama artık iPad’in Split View çoklu görev özelliğini de destekliyor. Bu sayede kullanıcılar Gemini’yi kullanırken aynı anda başka bir uygulamayla çalışabiliyor. Ayrıca ana ekrana widget olarak eklenebiliyor olması, hızlı erişim açısından büyük kolaylık sağlıyor.
Gemini, Google Fotoğraflar ile entegre olarak yeni özellikler kazanacak
Yeni sürüm (v1.2025.1770102) ile gelen diğer özellikler arasında Google Fotoğraflar entegrasyonu dikkat çekiyor. Kullanıcılar, Gemini üzerinden doğrudan kendi fotoğraf kütüphanelerine ulaşabiliyor, içerikler üzerinden yorum ya da bilgi taleplerinde bulunabiliyor.
Bir başka önemli gelişme ise Sesli Özetler özelliğinin küresel çapta genişletilmesi oldu. Mart ayında yalnızca İngilizce olarak başlatılan bu özellik, artık 45’ten fazla dilde kullanılabiliyor. Podcast tarzında, yüklediğiniz dosyalar ya da araştırma içerikleri üzerine sesli özetler sunan bu özellik, Google’ın metin dışı yapay zekâ etkileşimlerini geliştirme yönündeki stratejisinin bir parçası.
Google’ın geçen hafta NotebooksLM hizmetini genişletmesi ve Deep Research gibi özellikleri kullanıma açmasıyla birlikte, Gemini’nin üretken yapay zekâ alanındaki yetenekleri dikkat çekici biçimde artıyor. Artık belgelerle daha kapsamlı analizler yapabilen, sesli anlatımlarla bilgi sunabilen ve farklı cihazlarda tutarlı bir deneyim sunan bir sistem haline geliyor.
iPad kullanıcıları için sunulan bu güncelleme, Gemini’nin yalnızca mobil değil, aynı zamanda tablet odaklı üretkenlik araçları arasında da yer alacağının sinyali. Geliştirilen arayüz ve dil seçenekleri sayesinde, Gemini’nin daha geniş bir kullanıcı kitlesine ulaşması bekleniyor.
Uygulama şu anda App Store’da ücretsiz olarak indirilebiliyor.
Kiro kod adıyla geliştirilen bu araç, Amazon’un yazılım geliştirme süreçlerine yapay zekâyı daha derinlemesine entegre etme stratejisinin önemli bir parçası olarak görülüyor. Business Insider’ın ele geçirdiği şirket içi belgelere göre, Kiro kodu neredeyse gerçek zamanlı olarak üretme kapasitesine sahip olacak.
Kiro’nun öne çıkan özelliklerinden biri, kullanıcıdan aldığı yönlendirmelerle (prompt) ve mevcut verilerle, çok kısa süre içerisinde çalışır durumda kodlar üretebilmesi. Web ve masaüstü uygulamalar aracılığıyla erişilebilecek olan bu sistemin, çok modlu (metin, görsel vb.) çalışabileceği ve üçüncü parti yapay zekâ ajanlarıyla da entegre edilebileceği bildiriliyor. Ayrıca Kiro, sadece kod üretmekle kalmayacak; teknik tasarım belgeleri oluşturabilecek, potansiyel sorunları önceden tespit edebilecek ve mevcut kodları optimize etme görevlerini de üstlenecek.
Amazon’un halihazırda Q Developer isimli bir yapay zekâ destekli kodlama asistanı bulunuyor. Q Developer, GitHub’ın Copilot aracıyla benzerlik gösteriyor. Ancak Kiro’nun bu asistanın ötesine geçerek daha kapsamlı bir deneyim sunması bekleniyor. Business Insider’a göre, Amazon başlangıçta Kiro’yu Haziran ayı sonlarında piyasaya sürmeyi planlıyordu, ancak bu tarihin değişmiş olabileceği de belirtiliyor.
Yapay zekâ ile kodlama yarışı kızışıyor
Kiro, yalnızca Amazon’un değil, tüm teknoloji dünyasının giderek daha fazla yöneldiği bir alanın temsilcisi. AI destekli kodlama araçlarına olan ilgi, yatırım ve satın alma haberleriyle kendini açıkça gösteriyor. Örneğin, Cursor isimli araçla tanınan Anysphere şirketinin 9 milyar dolarlık bir değerlemeyle yatırım aldığı, OpenAI’nın ise Windsurf isimli rakip bir aracı 3 milyar dolara satın almak üzere olduğu iddia ediliyor.
Amazon’un Kiro projesi, yazılım geliştirme süreçlerini hızlandırmayı, daha güvenilir kod üretimini teşvik etmeyi ve mühendislerin iş yükünü azaltmayı amaçlıyor. Eğer planlandığı gibi hayata geçirilirse, bu araç yalnızca Amazon geliştiricileri için değil, tüm yazılım dünyası için oyunun kurallarını değiştirebilecek bir teknoloji olabilir.
Yapay zekânın kod yazma konusundaki bu yükselişi, önümüzdeki dönemde yazılım mühendisliği mesleğini nasıl dönüştüreceğine dair yeni tartışmaları da beraberinde getirecek gibi görünüyor.
Netflix tarafından geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen teknoloji ve ürün etkinliğinde duyurulan bu özellik, kullanıcıların içerik arayışlarını daha doğal bir dil kullanarak gerçekleştirmelerine olanak tanıyor.
Şirketin yeni arama aracı, OpenAI’nın geliştirdiği ChatGPT teknolojisinden yararlanıyor. Bu sayede kullanıcılar, “Neşeli ve komik bir şeyler izlemek istiyorum.” ya da “Korkutucu ama çok da değil, biraz komik ama kahkaha attırmasın.” gibi doğal ifadelerle içerik önerisi alabilecek. Sistem, bu ifadeleri anlayarak kullanıcının beklentilerine uygun film ve dizi önerilerinde bulunuyor.
Özelliğin ilk aşamada iOS kullanıcılarına, isteğe bağlı bir beta sürümü olarak sunulacağı belirtildi. Bloomberg’in daha önceki haberine göre, Avustralya ve Yeni Zelanda’daki bazı aboneler bu yeni deneyime daha önceden erişim sağlamıştı. Bu test süreci, Netflix’in küresel kullanıcı alışkanlıklarını anlaması açısından önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.
Netflix, rakiplerine de örnek olabilir
Netflix’in bu hamlesi, sektördeki rekabeti de yeniden şekillendirebilir. Amazon, Fire TV cihazlarında kullanıcıların açık uçlu içerik sorguları yapabildiği yapay zekâ destekli bir sesli arama deneyimi sunuyor. Benzer şekilde, Tubi platformu da daha önce ChatGPT destekli bir arama özelliğini hayata geçirmiş, ancak beklenen ilgiyi göremediği için bu hizmeti sonlandırmıştı.
Netflix ise bu tarz olası zorlukları göze alarak, arama deneyimini daha kullanıcı dostu ve sezgisel hale getirmeyi hedefliyor. Şirket, etkinlikte yaptığı açıklamalarda yapay zekâ teknolojisinin sadece arama alanıyla sınırlı kalmayacağını, içerik başlık kartlarının abonelerin tercih ettiği dillere göre güncellenmesinde de kullanılacağını duyurdu.
Bu gelişmeler, dijital platformların sadece içerik üretiminde değil, içerik keşfinde de yapay zekâyı nasıl daha etkin kullanmaya başladığını gösteriyor. Netflix’in bu yeni özelliğinin kullanıcılar tarafından nasıl karşılanacağı ise önümüzdeki dönemde netleşecek.
The Information tarafından elde edilen mali belgelerde yer alan bilgilere göre, OpenAI 2030 yılına kadar Microsoft’a ödediği payı mevcut seviyesinden daha düşük bir orana çekmeyi planlıyor.
Şu anda şirket, elde ettiği brüt gelirin %20’sini Microsoft ile paylaşmakta. Ancak OpenAI, on yılın sonunda bu oranı %10’a kadar indirmeyi hedefliyor. Bu değişim, yalnızca Microsoft’u değil, OpenAI’nın diğer iş ortaklarını da kapsayacak şekilde planlanıyor. Söz konusu hedef, şirketin bağımsızlığını artırma ve finansal sürdürülebilirliğini güçlendirme stratejisinin bir parçası olarak değerlendiriliyor.
OpenAI ile Microsoft arasındaki mevcut anlaşma 2030’a kadar geçerli ve iki şirket arasında karşılıklı gelir paylaşımı esasına dayanıyor. Microsoft, bu ortaklık kapsamında OpenAI teknolojilerini kendi ürünlerine entegre etme hakkına sahip. Ayrıca, OpenAI’nın API hizmetleri yalnızca Microsoft’un Azure platformu üzerinden sunuluyor.
OpenAI, büyük bir değişim sürecinde
Bu haber, OpenAI’nın kurumsal yapısında planladığı önemli bir değişiklikle aynı döneme denk geldi. Şirketin kâr amacı güden birimi, kamu yararını gözeten bir kuruluş (Public Benefit Corporation – PBC) olarak yeniden yapılandırılmak isteniyor. Ancak bu yapı altında kontrolün hâlâ kâr amacı gütmeyen ana kuruluşta kalması planlanıyor.
Bloomberg’in aktardığına göre, Microsoft henüz bu yeni yapıyı onaylamış değil. Teknoloji devi, milyarlarca dolarlık yatırımının güvence altına alınması adına yeni yapının yasal ve mali etkilerini dikkatle değerlendirmek istiyor.
Microsoft ve OpenAI, kamuoyunun merakla takip ettiği bu süreç hakkında henüz resmi bir açıklama yapmadı. Ancak şirketler arasındaki ilişkinin, yapay zekâ ekosisteminin yönünü belirleyecek denli stratejik olduğu göz önüne alındığında, bu müzakerelerin uzun soluklu olabileceği değerlendiriliyor.
OpenAI’nin gelir paylaşımı politikasındaki bu değişim, şirketin önümüzdeki yıllarda finansal bağımsızlığını artırma ve teknoloji geliştirme süreçlerinde daha esnek hareket etme isteğinin bir yansıması olarak görülüyor.
Seagate Ticari İşler Sorumlusu BS Teh, verdiği bir röportajda 2030 yılına kadar 100 terabayt kapasiteli bir sabit diski piyasaya sürmeyi hedeflediklerini açıkladı.
Seagate’in şu anda sunduğu en büyük sabit disk, 36 TB kapasiteye sahip Exos M modeli ve 100 TB’lık hedef, bu kapasitenin neredeyse üç katına denk geliyor. Teh’e göre bu tür yüksek kapasiteli sürücülere olan ihtiyaç, artık hayal değil.
Yapay zekâ modellerinin eğitilmesi ve daha gelişmiş sonuçlar üretmesi için milyarlarca veriye ihtiyaç duyuluyor. Bu nedenle veri merkezleri, hem daha fazla kapasiteye hem de daha verimli çözümlere yöneliyor. Nitekim Microsoft, 2025 mali yılı sona erene kadar veri merkezlerine 80 milyar dolarlık yatırım yapmayı planladığını duyurmuştu.
Seagate, çevre dostu üretimi ve verimliliği yüksek ürünleri öne çıkarıyor
Artan depolama kapasitesi ihtiyacının çevresel etkileri de gündemde. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre, bir ChatGPT sorgusu ortalama 2.9 watt-saat enerji harcıyor. Bu rakam, bir Google aramasının yaklaşık 10 katı. Günde yapılan 9 milyar aramanın tamamı yapay zekâ tabanlı olsaydı, yıllık yaklaşık 10 terawatt-saatlik ek bir elektrik tüketimi ortaya çıkacaktı.
Bu bağlamda Seagate, çevre dostu üretim süreçlerini ve enerji verimliliği yüksek ürünleri öne çıkarıyor. Teh, şirketin üretim tesislerinin tamamen yenilenebilir enerjiyle çalışmasını hedeflediklerini belirtirken, geliştirdikleri sürücülerin de birim terabayt başına daha az enerji tüketmesini amaçladıklarını ekledi.
Öte yandan Seagate, yalnız değil. Flash bellek teknolojisiyle çalışan SSD’ler, hız avantajlarıyla piyasada ciddi bir rekabet oluşturuyor. Ancak Teh, HDD teknolojisinin çevresel açıdan daha sürdürülebilir olduğunu savunuyor.
Seagate’in bu iddialı hedefi, veri depolama teknolojilerinde hem teknik hem de çevresel açıdan yeni bir dönemin habercisi olabilir. Yapay zekâ çağında bilgiye olan açlık arttıkça, bu verilerin nerede ve nasıl saklanacağı da giderek daha kritik bir hale geliyor.
Nice Medya tarafından 12 yıldır aralıksız düzenlenen Müşteri Deneyimi & Teknolojileri Zirvesi, bu yıl konseptini yenileyerek deneyim profesyonelleri için bire bir görüşmelere dayalı etkileşim odaklı bir yapıya geçiş yaptı. Türkiye’nin müşteri deneyimi alanındaki en köklü etkinliği olan zirve, 27 Mayıs’ta İstanbul Point Hotel’de gerçekleştirilecek.
12. Müşteri Deneyimi & Teknolojileri Zirvesi yapılacak
Etkinlikte bu yıl klasik konferans ve fuaye etkileşimlerinin ötesine geçilerek, özel olarak tasarlanan toplantı odalarında bire bir görüşmeler yapılacak. Böylece katılımcılar, sektörün önde gelen temsilcileriyle daha doğrudan, derinlikli ve iş birliğine açık bağlantılar kurabilecek.
Bankacılık, sigorta, perakende, e-ticaret, otomotiv, kamu, enerji, ödeme sistemleri ve çalışan deneyimi gibi geniş bir sektörel yelpazeyi kapsayan zirvede, müşteri deneyimi alanında başarı elde eden kurumların liderleri ve bu başarılara katkı sunan teknoloji sağlayıcıları bir araya gelecek. Etkinlik, yalnızca sektörel panellerle değil, aynı zamanda yeni nesil müşteri deneyimi teknolojilerine dair sunumlar ve başarı hikâyeleriyle de katılımcılara kapsamlı bir içerik sunacak.
Bu yılki programda yapay zekâ, omnichannel stratejiler, proaktif hizmet yaklaşımları ve gelişmiş analitik uygulamalar ön plana çıkıyor. Yapay zekânın müşteri davranışlarını analiz etme, kişiselleştirilmiş deneyimler sunma ve müşteri yolculuklarını dönüştürme konularındaki rolü detaylı şekilde ele alınacak. Chatbot ve sanal asistanların müşteri hizmetlerine katkıları ile proaktif destek sistemlerinin operasyonel verimlilik üzerindeki etkileri de oturumlarda işlenecek.
Etkinliğin gündem başlıkları arasında müşteri verilerinin toplanması, analiz edilmesi ve süreç iyileştirme stratejilerine entegrasyonu da yer alıyor. Bu veriye dayalı stratejilerin, müşteri deneyimini daha tutarlı ve sürdürülebilir hale getirmedeki rolü farklı sektörlerden vaka analizleriyle değerlendirilecek.
Zirvede ayrıca çalışan deneyiminin müşteri memnuniyeti üzerindeki etkisi tartışılacak. Katılımcılar, mutlu çalışanların sağladığı yüksek kaliteli hizmet anlayışının, kurumsal müşteri deneyimi stratejilerine nasıl entegre edilebileceğini farklı kurum örnekleri üzerinden inceleyebilecek. Bunun yanında, müşteri verilerinin etik kullanımı, gizliliğin korunması ve uzun vadeli müşteri sadakati oluşturmada sürdürülebilir uygulamaların önemi de etkinlik kapsamında gündeme alınacak.
12 yıldır sektörün değişen ihtiyaçlarına yanıt vererek gelişen zirve, bu yılki bire bir görüşme modeliyle katılımcıların iş ağlarını büyütmelerine ve doğrudan iş birlikleri kurmalarına olanak sağlıyor. Zirve, müşteri deneyimi stratejilerinin geleceğini şekillendirmek isteyen profesyoneller için güçlü bir paylaşım ve bağlantı platformu oluşturmayı sürdürüyor.
Dassault Systèmes, kişiye özel olarak uyarlanabilen yeni nesil Yaşayan Kalp modelinin beta test sürecine başlandığını duyurdu. Şirket, bu gelişmeyle birlikte tıbbi cihaz araştırma-geliştirme süreçlerini kolaylaştırmayı ve yeni tedavi yöntemlerinin düzenleyici onay süreçlerini hızlandırmayı hedefliyor. Yapay zekâ destekli sanal ikiz teknolojisiyle geliştirilen bu model, binlerce sanal hasta üzerinde gerçek zamanlı analiz yapılmasına olanak tanıyor.
Dassault Systemes, yapay zekalı sanal kalp modeli ile karşımızda
Yeni model, doku özellikleri, yapısal farklılıklar ve bireysel hasta parametreleri gibi değişkenlerin tek bir komutla özelleştirilebildiği parametrik bir yapıya sahip. Gerçek hasta verilerine dayalı olarak geliştirilen bu sistem, sadece insan fizyolojisine dair kapsamlı bir içgörü sunmakla kalmıyor, aynı zamanda üretken yapay zekâ modelleri için yüksek kaliteli bir eğitim veri tabanı da oluşturuyor. Bu sayede araştırmacılar ve klinisyenler, fiziksel denemelere ihtiyaç duymadan hastalıkların tedaviye verdiği tepkileri analiz edebiliyor.
Dassault Systèmes Yaşam Bilimleri ve Sağlık Sektörü Başkan Yardımcısı Claire Biot, Yaşayan Kalp Projesi’nin bundan on yıl önce insan kalbinin sanal ikizini geliştiren ilk program olduğunu hatırlatarak, bugün ise tamamen kişiye özel uyarlanabilen bir tam kalp simülasyonu sunduklarını belirtti. Biot, bu yeni model sayesinde tıbbi cihaz üreticilerinin ürünlerini daha hızlı geliştirebileceğini, onay süreçlerini kısaltabileceğini ve cihazların hasta anatomisine entegrasyonunu önceden görebileceğini ifade etti. Geliştirmenin arkasında Dassault Systèmes’in 3DEXPERIENCE platformu yer alıyor.
Yeni nesil Yaşayan Kalp modelinin duyurusu, kısa süre önce yayımlanan “Enrichment El Kitabı”nın ardından geldi. ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ile sürdürülen beş yıllık iş birliği sonucu hazırlanan bu rehber, sanal ikizlerin tıbbi cihaz geliştirme süreçlerinde nasıl etkili kullanılabileceğini ortaya koyuyor. Rehberde, sanal ortamda yapılan klinik simülasyonların maliyetleri düşürdüğü, doğrulama süreçlerini hızlandırdığı ve hasta sonuçlarını iyileştirdiği vurgulanıyor.
Dassault Systèmes, sanal ikiz teknolojilerindeki deneyimini endüstriyel uygulamalardan sağlık sektörüne taşıyarak bu alandaki küresel liderliğini pekiştiriyor. Houston’da düzenlenen 3DEXPERIENCE World etkinliğinde tanıtılan yeni modelle birlikte, sanal ikiz uygulamalarının kalp dışındaki organlara da yaygınlaştırılması planlanıyor. Şirket, bu genişleme sayesinde daha fazla tıbbi soruna çözüm sunmayı ve kişiselleştirilmiş tıbbı küresel ölçekte ölçeklendirmeyi amaçlıyor.
Türkiye’nin önde gelen teknoloji dağıtıcılarından Penta Teknoloji, 2025 yılının ilk çeyreğine ait finansal sonuçlarını açıkladı. Şirket, geçen yıl elde ettiği başarılı finansal performansı bu yılın ilk üç ayında da sürdürdü. 2025’in ilk çeyreğinde konsolide cirosu yüzde 15 artarak 6,9 milyar TL’ye ulaşan Penta Teknoloji, aynı dönemde 35,9 milyon TL net kâr elde etti.
Penta Teknoloji, 2025 yılının ilk çeyreğine kar ederek başladı
Finansal verilere göre, şirketin brüt kârı yüzde 17 artışla 506,7 milyon TL oldu. Faiz, amortisman ve vergi öncesi kâr (FAVÖK) ise yüzde 3,1 artarak 266,2 milyon TL’ye yükseldi. FAVÖK marjı yüzde 3,8 olarak kaydedildi. 2025 yılının ilk üç ayında elde edilen vergi öncesi kâr 101,3 milyon TL’ye ulaştı. Bu sonuçlarla birlikte şirket, 35. yaşına adım attığı 2025 yılına finansal anlamda güçlü bir başlangıç yaptı.
Penta Teknoloji, 2025 yılının ilk çeyreğine kar ederek başladı
Penta Teknoloji, 40’tan fazla global ve yerel teknoloji markasının Türkiye dağıtımını gerçekleştiriyor. Geniş müşteri portföyü ve sunduğu uçtan uca bilişim çözümleriyle sektörün öncü şirketleri arasında yer alan Penta, operasyonel verimliliğini artırarak kârlılığını sürdürüyor.
Penta Teknoloji Genel Müdürü Fatih Erünsal, açıklamasında şirketin 1990 yılından bu yana katma değerli teknoloji dağıtımı alanında faaliyet gösterdiğini hatırlattı. Erünsal, 35 yıllık kurumsal birikimle dijital dönüşüme yatırım yapmaya devam ettiklerini ve sektöre yön veren hizmetler geliştirdiklerini belirtti. Şirketin sağlam IT altyapısı ve güçlü dağıtım ağı sayesinde iş ortaklarına rekabet avantajı sağladığını vurgulayan Erünsal, 2025’in ilk çeyreğinde yakalanan büyüme ivmesini sürdürmeyi hedeflediklerini söyledi.
Fatih Erünsal, önümüzdeki dönemde iş birliklerini daha da genişleterek yeni projelerle teknolojinin geleceğinde söz sahibi olmaya devam edeceklerini ifade etti. Penta Teknoloji’nin katma değerli hizmetleri ve süreç yönetimiyle iş ortaklarının geleceklerini şekillendirmelerine destek sunduğunu da sözlerine ekledi.
Eğitim teknolojileri alanında yapay zeka destekli çözümler geliştiren Madlen, altyapı sağlayıcısı olarak Amazon Web Services’i (AWS) tercih ettiğini duyurdu. Türkiye’de 2.000’den fazla öğretmen ve 50.000’den fazla öğrenciye doğrudan hizmet veren platform, AWS servisleriyle yüksek performanslı, güvenli ve ölçeklenebilir bir sistem kurdu. Yapay zeka tabanlı dijital öğretmen asistanı olarak konumlanan Madlen, öğretmenlerin zaman yönetimini kolaylaştırırken, öğrencilere de kişiselleştirilmiş öğrenme imkânı sunuyor.
Madlen, AWS altyapısıyla öğretmenlerin iş yükünü azaltıyor
K12 düzeyindeki öğretmenler için geliştirilen Madlen, ders planlamadan ölçme-değerlendirme süreçlerine kadar tüm eğitim sürecini kapsayan dijital araçlar sağlıyor. Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı müfredatıyla uyumlu çalışan sistem, aynı zamanda AP gibi uluslararası programlara da destek veriyor. B2B SaaS modeliyle çalışan platform, büyümesini özel okul ağları ve eğitim kurumlarıyla kurduğu doğrudan iş birlikleri üzerinden sürdürüyor.
Altyapı tarafında, Madlen’in sistemi Amazon EKS, Amazon RDS ve AWS Lambda gibi hizmetlerle inşa edildi. Bu sayede olaya dayalı iş akışlarıyla sistem yanıt süreleri hızlandı. İçerik dağıtımında kullanılan Amazon CloudFront, görsel ve belge tabanlı içerikleri kullanıcıların konumuna en yakın sunucudan ileterek gecikmeyi azaltıyor ve erişim performansını artırıyor. Madlen, bu entegrasyonlarla öğretmenlerin operasyonel yükünü azaltmayı ve kullanıcı deneyimini kesintisiz hale getirmeyi başardı.
Platformun yapay zeka altyapısının temelini Amazon SageMaker oluşturuyor. Bu servis sayesinde Madlen, içerik üretimini otomatikleştiriyor, büyük veri setleri üzerinde analiz yapabiliyor ve gerçek zamanlı kişiselleştirme sunabiliyor. Yapay zeka modelleri kısa sürede eğitilip ölçeklendirilebiliyor. Bu sayede öğretmenlerin sınıf içi uygulamalarında kullanabilecekleri içerikler, minimum insan müdahalesiyle oluşturuluyor ve yüksek doğruluk oranıyla sunuluyor.
Madlen Kurucusu Atakan Özkaya, platformun gelişimiyle ilgili yaptığı açıklamada, temel amaçlarının öğretmenlerin iş yükünü azaltmak, öğrencilerin öğrenme deneyimini zenginleştirmek ve okulların dijitalleşme sürecini hızlandırmak olduğunu belirtti. AWS’in sunduğu teknik altyapı ve büyüme desteği sayesinde, pedagojik derinliği olan yapay zekâ tabanlı içerik üretim platformlarından biri haline geldiklerini ifade etti. Türkiye’nin en büyük özel okul ağlarıyla çalıştıklarını vurgulayan Özkaya, diğer servis sağlayıcıların yalnızca teknik çözüm sunduğu noktada AWS’in stratejik bir büyüme ortağı gibi hareket ettiğini belirtti.
AWS Türkiye Genel Müdürü Berrin Özselçuk da Madlen’in sunduğu katkıya dikkat çekerek, platformun sınav ve ödev dönemlerinde sunduğu kesintisiz hizmetle öğretmenlerin ve öğrencilerin ihtiyaçlarına etkili şekilde yanıt verdiğini söyledi. AWS olarak bu büyüme yolculuğunda Madlen’e destek vermekten memnuniyet duyduklarını belirtti.
Eğitim sürecinde öğretmeni merkeze alan bir yapı üzerine kurulan Madlen, pedagojik yaklaşımı sayesinde öğrencinin öğrenme yolculuğunu etkili hale getirirken, öğretmenin üzerindeki yükü de azaltıyor. Şu anda Türkiye’deki ölçeklenmesini sürdüren platform, yakın gelecekte İngiltere ve MENA (Orta Doğu ve Kuzey Afrika) bölgelerinde faaliyet göstermeye hazırlanıyor.
Ürün geliştirme tarafında ise Madlen, öğretmenlerin daha fazla zaman kazanmasını sağlayacak içerik üretim araçları, veri odaklı sınıf yönetimi çözümleri ve kişiselleştirilmiş öğretim önerileri sunan yapay zeka sistemleri üzerinde çalışmaya devam ediyor. Platformun uzun vadeli vizyonu, dünya genelinde öğretmenlerin en çok güvendiği dijital asistanlardan biri haline gelmek ve küresel ölçekte eğitim teknolojileri alanında referans bir ürün olarak yer almak.
Eski Google CEO’su Eric Schmidt, yapay zekanın giderek artan enerji ihtiyacını karşılamak için radikal bir çözüm üzerinde çalışıyor. Schmidt, kısa süre önce uzay girişimi Relativity Space’in en büyük hissedarı oldu ve şirketin CEO’luk görevini üstlendi.
Eski Google CEO’su, uzayda veri merkezi kurmak istiyor
Schmidt yeni proje kapsamında, yapay zeka sistemlerini besleyecek veri merkezlerini uzaya taşımak istiyor. Proje, Dünya üzerindeki enerji kaynaklarının yetersiz kalacağı öngörüsüne dayanıyor. Çünkü yapay zekaya güç sağlayan veri merkezlerinin enerji tüketimi her geçen yıl katlanarak artıyor.
Günümüzde bazı veri merkezleri 10 gigawatt’a kadar enerjiye ihtiyaç duyuyor. Bu rakam, ABD’deki ortalama bir nükleer santralin kapasitesinin 10 katına karşılık geliyor. Mevcut eğilim sürerse, 2030 yılına kadar bu ihtiyacın 75 gigawatt seviyesini aşacağı tahmin ediliyor.
Enerji talebinin bu kadar hızlı artması, mevcut altyapının sınırlarını zorlarken, teknoloji dünyasını alternatif çözümler aramaya yönlendirdi. Eric Schmidt’in ilk çözüm önerisi ise Dünya dışına çıkmak oldu. Schmidt’e göre Dünya yörüngesinde kurulacak veri merkezleri, Dünya’daki merkezlere göre çok daha verimli bir şekilde güneş enerjisi toplayabilecek.
Çünkü yörüngeye yerleştirilen güneş panelleri, atmosfer kaynaklı ışık kaybından etkilenmiyor ve kesintisiz şekilde 7/24 Güneş ışığına maruz kalabiliyor. Bu sayede toplanan enerjinin, Dünya yüzeyine kıyasla 8 ila 9 kat daha fazla olacağı hesaplandı.
Peki siz bu proje hakkında ne düşünüyorsunuz? Görüşlerinizi aşağıdaki yorumlar kısmından bizimle paylaşabilirsiniz.
GEN Türkiye tarafından organize edilen, büyüme aşamasına geçmiş ve ölçeklenme sürecine başlamış ‘Scale-up’ girişimler için tasarlanan GENUp Hızlandırma Programı gerçekleştirilen lansmanla duyuruldu. Yatırım almış, globalleşme vizyonu olan, büyüme sürecine girmiş girişimlerin ihtiyaç duyduğu stratejik bilgi ve iş bağlantılarına erişimi sağlamak amacıyla tasarlanan programın lansmanında jüri tarafından seçilen 8 Scale-up ekibi de açıklandı.
GEN Türkiye tarafından organize edilen GENUp Hızlandırma Programı, girişimcileri küresel pazarlara taşıyacak! GEN Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi Tal Garih, GENUp Hızlandırma Programı’nı, girişimcilere verilen destekleri ve yapay zekanın girişimleri nasıl değiştirdiğini anlatıyor.… pic.twitter.com/6bqTHUHmxJ
GEN Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi Tal Garih, GENUp Hızlandırma Programı’nı, girişimcilere verilen destekleri ve yapay zekanın girişimleri nasıl değiştirdiğini anlatıyor.
8 Scale-up ekibi küresel pazarlara açılacak
Girişimciliği dünya genelinde yaygınlaştırmayı amaçlayan ve 200’den fazla ülkeyi kapsayan küresel girişimcilik ağı GEN Global’in (Global Entrepreneurship Network) Türkiye ayağı GEN Türkiye, girişimcilik ekosisteminin önde gelen liderlerini, markalarını ve kurumlarını bir araya getiren projeler geliştirmeyi sürdürüyor.
GEN Türkiye’nin girişimcilere küresel fırsatlar sunmak ve Türkiye’den dünyaya açılan başarı hikayelerine katkı sağlamak amacıyla hayata geçirdiği GENUp Hızlandırma Programı’na kabul edilen 8 Scale-up ekibi düzenlenen lansmanda açıklandı. Programa en çok; yapay zekâ, sürdürülebilirlik, paylaşım ekonomisi, perakende, sağlık ve eğitim teknolojileri sektörlerinden başvuru yapıldı.
500 bin ile 1 milyon dolar aralığında yatırım turuna çıkmış, 5 ya da üzeri çalışanı bulunan, küreselleşme projeksiyonu olan ve yurt dışına satış yapan veya şirketleşmiş ekiplerin başvurabildiği programa katılmaya hak kazanan girişimler; güvenli bir şekilde eşyaların kiraya verilerek para kazanılabilen ve ihtiyaç duyulan ürünlerin kiralanabildiği bir uygulama olan Varsapp, eğitim ve yetkinlik süreçlerini dijitalleştiren, akıllı sertifika ve rozet yönetim platformu Sertifier, tekstil atıklarından sürdürülebilir ısı yalıtım malzemeleri üreten, patentli çevre dostu ve yenilikçi girişim Harcy, çocuk gelişimi, psikoloji, beslenme ve eğitim alanlarında ailelere uzman desteği sunan dijital danışmanlık platformu Kidolog, dünyada ilk kez filizlendirme ve fermantasyon tekniklerini birleştirerek, yüksek proteinli, sindirimi kolay, bağırsak dostu ve çevre dostu bitki bazlı ürünler üreten The Good Wild, tekstil atıklarının dijital sınıflandırılması, izlenmesi ve geri dönüşüm raporlaması gibi alanlarda sürdürülebilir ve döngüsel ekonomi odaklı çözümler sunan bir teknoloji girişimi Swatchloop, çok şubeli markalar için saha operasyonlarını, çalışan performansını ve dijital pazarlama faaliyetlerini tek platformda yöneten, veri odaklı yönetim çözümü Branchsightve devrelerin hızlı, çevre dostu şekilde üretilmesini sağlayan bir teknoloji girişimi olan Ar-Ge süreçlerini %40 oranında hızlandırarak, prototipleme süresini saatler seviyesine indiren Beespenser oldu.
Küresel pazarlara açılma yolculuğuna eşlik edecek
GEN Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Nevzat Aydın
Türkiye girişimcilik ekosisteminde erken aşama girişim desteklerine odaklı birçok program bulunmasına rağmen, ölçeklenme (scale-up) aşamasına ulaşan girişimlere özel kurgulanmış destek yapılarının oldukça sınırlı olduğunu belirten GEN Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Nevzat Aydın, “Programımızla, yatırım ve ekip yönetiminden küresel pazarlara açılmaya kadar uzanan kritik konularda GEN Türkiye üyelerinin bilgi birikimi, mentorluk desteği ve uluslararası ağıyla girişimcilerin büyüme yolculuğuna eşlik edeceğiz. Programla küresel vizyon taşıyan girişimlere yalnızca mentorluk ve eğitim sunmakla kalmayacağız. Kurucu ortaklar arası deneyim paylaşımını teşvik eden Case Studio oturumlarıyla da girişimcilerin karşılaştığı sorunlara çözüm üretmelerini sağlayan bir etkileşim ortamı sunacağız.” dedi.
GEN Türkiye üyeleri girişimlere birebir destek verecek
Bugüne dek GEN Türkiye olarak gerçekleştirdikleri 1.250’den fazla etkinlikle, 350’den fazla startup’a mentorluk desteği sağladıklarını ve bu projelerle 4 yılda 130.000’den fazla katılımcıya ulaştıklarının altını çizen Aydın, “GENUp Hızlandırma Programı’na başvuran girişimler, jüri tarafından birçok kriter gözetilerek seçildi. Uluslararası pazarlara açılma potansiyeli taşıyan ya da yurt dışına açılmış ve müşteri ağını genişletebileceğine inandığımız girişimleri programa dahil ettik. Programımız, benzerlerinden farklı olarak yalnızca klasik mentorluk ve eğitim modelleriyle sınırlı kalmıyor. Hızlandırma programını benzersiz kılan en önemli unsur, GEN Türkiye üyelerinin doğrudan birebir mentorluk süreçlerine dahil olması. Her biri kendi sektöründe deneyim sahibi olan bu isimler, girişimcilerle doğrudan çalışarak uygulamalı, strateji odaklı ve çözüm üretmeye yönelik birebir destek sağlayacaklar. Bu eğitim ve oturumların ardından 6 aylık periyotlarda girişimlerin elde ettikleri metrikleri de yakından takip edeceğiz.” şeklinde konuştu.
Yatırım turlarının hızlandırılması hedefleniyor
GEN Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi Tal Garih
Programdan beklenen somut çıktılar hakkında açıklamalarda bulunan GEN Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi Tal Garih ise “Girişimler, GEN Türkiye üyeleri ve iş dünyası temsilcileriyle iş birliği yaparak PoC (Proof of Concept) ve pilot projeler gerçekleştirme fırsatı yakalayabilecekler, ayrıca program sürecinde alınan eğitimler, mentorluk desteği ve oluşturulan iş bağlantıları sayesinde girişimlerin uluslararası pazarlara açılma süreçleri de hızlanacak. Sağladığımız birebir mentorluk desteğiyle girişimlerin satış süreçlerinde doğrudan ölçülebilir artışlar hedefliyoruz. Program sonunda girişimcilerin yatırım turlarını hızlandırabileceklerini düşünüyoruz. Girişimciliği desteklemek, girişimcileri ulusal ve uluslararası ağlarla buluşturmak ve girişimcilik kültürünün yaygınlaşmasına katkı sağlayacak projeler geliştirmeye devam edeceğiz.” dedi.
GENUp Hızlandırma Programı eğitim başlıkları
Program kapsamında girişimlere; pazarlama ve büyüme stratejileri, ekip ve ortaklık yönetimi, yatırım ve finans yönetimi, vergi ve hukuki süreçler, ürün ve teknoloji yönetimi, küresel pazarlara açılma ve uluslararası büyüme gibi konularda eğitimler verilecek. Bu eğitimlerin yanında her ekibe GEN Türkiye üyeleri tarafından toplamda 10 saatlik birebir mentorluk desteği de sağlanacak.
80 saatlik mentorluk oturumları sonrasında girişimciler, Case Studio adı verilen özel oturumlarda bir araya gelecek ve iş dünyasında karşılaştıkları zorlukları deneyim paylaşımı yoluyla çözmeye çalışacaklar. Case Studio özel oturumlarında girişimciler kendi belirledikleri bir konu üzerine çalışarak sektörde karşılaştıkları gerçek problemleri ele alacak ve diğer kurucu ortaklarla çözüm yolları üretecekler.
Visa; Samsung, Klarna ve IBM ile iş birliği yaparak ticarette yapay zeka araçlarının kullanımını genişletiyor. Visa AI alışveriş hamlesiyle, dijital çağda tüketicilerin alışveriş ve ödeme yapma biçimini “yeniden tanımlayacağını” söylediği bir hamleyle, yapay zeka destekli yeni alışveriş acenteleri paketi ve bir dizi yeni ortaklık duyurdu.
Visa AI alışveriş temsilcileri ile süreci ilerletiyor
Şirketin Global Product Drop etkinliğinde tanıtılan ve Visa Intelligent Commerce olarak adlandırılan ana girişim, Visa’nın ödeme altyapısını yapay zeka alışveriş acenteleri oluşturan geliştiricilere açıyor. Visa AI alışveriş sistemleri sayesinde aracılar, yakında kullanıcılar adına otonom bir şekilde ürün taraması, seçimi ve satın alımı yapabileceklerini, bunun da tüketicilerin çevrimiçi ticaretle etkileşim biçiminde önemli bir değişime yol açacağını söyledi.
Visa’nın baş ürün ve strateji sorumlusu Jack Forestell duyuruda: “Visa AI alışveriş ajanlarının ticarette oynayacağı rol için muazzam bir potansiyel görüyoruz. Bu, tüketici deneyimine daha fazla sihir ve kolaylık getirecek ve alışveriş ve satın alma şeklimizi sonsuza dek değiştirecek yeni bir dünya yaratacak dönüştürücü bir değişim olacak” dedi.
Visa aynı zamanda daha fazla insana ve coğrafyaya ulaşmak için yeni stablecoin ortaklıklarını duyurdu ve Flex Credential platformunun ödüller ve ticari kartları da kapsayacak şekilde genişletildiğini duyurdu, böylece Visa yapay zeka alışveriş sistemleri daha erişilebilir olacak.
Visa, ticaret alanında yapay zeka araçlarının hızlandırılmasına yardımcı olmak için Anthropic , IBM, Microsoft, Mistral AI, OpenAI, Perplexity, Stripe ve Samsung gibi yapay zeka platformları ve satıcılarla iş birliği yapıyor. Visa CEO’su Ryan McInerney: “Tarihsel olarak Visa, tüketicileri korumak için yapay zekayı kullandı ve dolandırıcılıkla mücadeleye yardımcı olmak için kullandı. Şimdi, yapay zekanın tüketicileri güçlendirmesini sağlayarak Visa AI alışveriş sistemlerini temelden daha kişisel, daha alakalı ve daha keyifli hale getireceğiz” dedi.
Uber tarafından bu hafta açıklanan son anlaşmayla, Guangzhou merkezli Pony.ai ile birlikte Orta Doğu’daki önemli bir pazarda robotaksi hizmeti başlatılması hedefleniyor. Bu gelişme, şirketin Çinli firmalarla bu alandaki üçüncü iş birliği oldu.
Pony.ai, geçen yıl Nasdaq’ta 5.25 milyar dolarlık bir değerlemeyle halka açılmıştı. Uber’in bu firma ile yaptığı ortaklık, şirketin halihazırda güçlü olduğu Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi ülkelerdeki konumunu daha da güçlendirmeyi amaçlıyor. Uber, 2019 yılında Orta Doğu’daki rakibi Careem’i satın alarak bu bölgedeki etkinliğini artırmıştı.
Bu anlaşma, Uber’in önceki gün duyurduğu iki başka iş birliğini takip ediyor: Çinli WeRide ve Momenta şirketleriyle yapılan anlaşmalar kapsamında, WeRide ile önümüzdeki beş yıl içinde Avrupa ve Orta Doğu’da 15 şehirde yayılmayı, Momenta ile ise 2026’da Avrupa’da robotaksi hizmeti başlatmayı planlıyor. Uber ve WeRide hali hazırda Abu Dabi’de ticari bir robotaksi servisini faaliyete geçirmiş durumda.
Rekabet kızışıyor ve Uber hızlanıyor
Uber’in agresif büyüme adımları, Tesla’nın gelecek ay Austin’de başlatacağı ilk robotaksi servisi, şirketin abonelik uygulamaları hakkında açılan federal soruşturmalar ve 2025’te beklenen tüketici harcamalarında daralma gibi zorluklara karşı bir önlem olarak görülüyor. Şirket, yatırımcılara hâlâ büyüme potansiyelinin yüksek olduğunu göstermek istiyor.
Çinli otonom araç firmaları, halihazırda uluslararası pazarlarda etkinlik göstermeye başlamış durumda. WeRide, Pekin ve Fransa’da ticari hizmet verirken, Pony.ai Çin’de üç şehirde ücretli robotaksi hizmeti sunuyor ve Lüksemburg’da da testlere başladı. Bu şirketlerin uluslararası tecrübeleri, şirket için küresel genişleme stratejisinde kritik rol oynuyor.
Anlaşmalar kapsamında robotaksiler, pilot aşamada güvenlik operatörleriyle birlikte çalışacak. Ticari lansman sonrasında araçlar tamamen sürücüsüz olarak hizmet verecek. Uber kullanıcıları, seyahatlerinde otonom araç seçeneğini tercih edebilecek.
Apple, geçmişte yalnızca iPhone 14 ve daha yeni modellerde kullanılabilen bu özelliği, iOS 18.5 sürümüyle birlikte iPhone 13 serisine de getiriyor.
Böylece iPhone 13, iPhone 13 mini, iPhone 13 Pro ve iPhone 13 Pro Max kullanıcıları da, T-Mobile gibi operatörlerin sunduğu Starlink destekli uydu hizmetlerinden yararlanabilecek.
Bu yenilik sayesinde kullanıcılar, geleneksel hücresel kapsamanın olmadığı bölgelerde de bağlantıda kalabilecek. Ancak bunun için uyumlu bir operatör planına sahip olmak gerekiyor. iOS 18.5 sürümünün önümüzdeki hafta yayınlanması bekleniyor ve bu güncellemeyle birlikte iPhone 13 kullanıcıları da, iPhone 14 ile başlayan bu avantajlı altyapıya dahil olacak.
Apple güncellemesi Acil Durum SOS özelliğini kapsamıyor
Öte yandan Apple’ın özel donanım gerektiren Acil Durum SOS özelliği bu güncellemeyle gelmiyor. Bu özellik yalnızca iPhone 14 ve sonraki modellerde yer alan özel bileşenler sayesinde çalışabiliyor ve operatör bağımsız bir yapıya sahip. Yani iOS 18.5, iPhone 13 modellerine sadece operatör üzerinden sağlanan uydu hizmetlerini getiriyor; doğrudan Apple’ın uydu çözümünü değil.
T-Mobile, ABD’de SpaceX ortaklığıyla Starlink uydu internet hizmetini ağ kapsama dışı alanlara taşımayı amaçlıyor. Şu anda beta sürecinde olan bu hizmet, Temmuz ayına kadar test edilebilecek. Üstelik iPhone kullanıcıları, bağlı oldukları operatör fark etmeksizin bu teste katılabiliyor. T-Mobile, resmi lansman sonrasında da bu hizmeti tüm iPhone kullanıcılarına sunmayı planlıyor.
Bu güncelleme ile birlikte Apple, iPhone kullanıcılarına daha fazla bağlantı seçeneği sunarak, mobil deneyimi daha kapsayıcı hale getiriyor. Uydu bağlantısının artık daha geniş bir kullanıcı kitlesine ulaşacak olması, özellikle kırsal ve zayıf kapsama alanlarında yaşayan kullanıcılar için önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.
Bu yeni araç, Google tarafından geliştirilen yapay zekâ modeli Gemini ile çalışıyor ve web sayfalarındaki yoğun, zorlayıcı metinleri sadeleştirerek kullanıcıya sunuyor. Özellikle bilgiye hızlı, doğru ve sade bir şekilde ulaşmak isteyen kullanıcılar için geliştirilen bu özellik, dijital okuryazarlık açısından önemli bir gelişme olarak görülüyor.
Kullanıcılar, Google uygulamasında bir metin seçtiklerinde beliren Simplify simgesine dokunarak, mevcut metnin daha sade bir versiyonunu anında görüntüleyebiliyor. Bu işlem sırasında kullanıcı web sayfasını terk etmek zorunda kalmadan, içerik üzerinde derinlemesine bilgi sahibi olabiliyor.
Google’ın açıklamasına göre sistem, metindeki temel kavramları ve önemli detayları koruyarak yeniden ifade ediyor. Böylece bilginin doğruluğu ve içeriğin bütünlüğü bozulmadan sade bir anlatım sunuluyor.
Google Research tarafından geliştirilen bu sadeleştirme teknolojisi, metinleri yalnızca kısaltmakla kalmıyor; aynı zamanda dil bariyerini azaltmayı, uzmanlık gerektiren konuları herkesin anlayabileceği bir seviyeye indirmeyi amaçlıyor. Google, gerçekleştirdiği kullanıcı testlerinde, bu özelliğin öğrenme sürecini olumlu yönde etkilediğini ve bilginin daha kolay akılda kaldığını belirtiyor.
Şirket, bu özelliği geliştirerek kullanıcıların üçüncü taraf araçlara, özellikle de OpenAI’nın ChatGPT gibi yapay zekâ destekli hizmetlerine yönelme ihtiyacını azaltmayı planlıyor. Google, böylece kullanıcıları kendi ekosistemi içinde tutarak hem bilgi erişimini merkezileştirmek hem de rekabet avantajı sağlamak istiyor.
Simplify özelliği, ilk aşamada yalnızca iOS kullanıcılarına sunulsa da, kısa süre içinde Android cihazlara da gelmesi bekleniyor. Google, bu tür araçlarla karmaşık bilgilerin daha erişilebilir hale gelmesini sağlayarak öğrenmeyi demokratikleştirmeyi ve herkes için daha kapsayıcı bir internet deneyimi sunmayı hedefliyor.