Fransa merkezli dünyanın en büyük video oyun şirketlerinden Ubisoft, önemli kararlar almaya devam ediyor. Şirket, bu yılın Mayıs ayında yayınlanan ve ücretsiz bir FPS oyunu olan XDefiant‘ın geliştirilmesini durdurduğunu açıkladı. Bu karar doğrultusunda, San Francisco ve Osaka’daki stüdyolarını kapatacak olan Ubisoft, ciddi işten çıkarmalar gerçekleştirecek.
XDefiant’ın serüveni kısa sürdü
XDefiant, büyük bir heyecanla beklenmesine rağmen yayınlandıktan sadece birkaç ay sonra geliştirme sürecine son verildi. Bu karar, yalnızca oyun severleri değil, aynı zamanda Ubisoft’un küresel operasyonlarını da etkiledi. Şirket, San Francisco’da 143, Osaka ve Sidney’de ise toplam 134 çalışanın iş kaybı yaşayacağını duyurdu. Sidney’deki üretim faaliyetlerinin ise önemli ölçüde azaltılacağı bildirildi.
Bazı çalışanlar sirkette kalacak
Ubisoft, XDefiant ekibinin yarısına farklı projelerde yeni roller sunmayı planladığını belirtti. Şirketin yaptığı açıklamada, bu kararın detaylı bir pazar analizi, oyunun performansı ve kârlılık değerlendirmesi sonrasında alındığı vurgulandı. Ubisoft, ilerleyen dönemde daha seçici bir yatırım stratejisi benimsemek istediğini de ifade etti.
Oyunun mevcut oyuncu topluluğunu hayal kırıklığına uğratmamak için Ubisoft, XDefiant’ın üçüncü sezonunu yayımlayacağını ve oyun sunucularını 3 Haziran 2025 tarihine kadar aktif tutacağını açıkladı.
Servis oyunları stratejisi sürüyor
Ubisoft, XDefiant’tan elde edilen tecrübeleri gelecekteki projelerine aktaracağını ve şirketin “Games-as-a-Service” (Servis oyunları) stratejisinin merkezde kalmaya devam edeceğini duyurdu. Şirket, bu alanda Rainbow Six, The Crew ve For Honor gibi başarılı yapımlarla tanınıyor. Ancak, son dönemde Ubisoft’un yalnızca XDefiant değil, diğer büyük projelerde de zorluklar yaşadığı görülüyor. Ağustos ayında piyasaya sürülen Star Wars Outlaws gibi oyunlar, satış beklentilerinin gerisinde kalırken, şirket hisseleri yıl başından bu yana değerinin yarısını kaybetti.
Ubisoft’un aldığı bu radikal kararların, oyun sektöründeki dalgalanmalar ve şirketin gelecekteki stratejileri üzerinde nasıl bir etkisi olacağı merakla bekleniyor.
OpenAI, yapay zeka modeli o1’i önizleme aşamasından çıkararak tüm ChatGPT kullanıcılarına sundu. Hem daha hızlı hem de daha güçlü düşünme yeteneklerine sahip olan o1; kodlama, matematik ve yazma alanlarında önemli geliştirmelere yer veriyor.
OpenAI o1 kararlı sürümü yayınlandı
OpenAI, önizleme sürümüne kıyasla o1’in artık daha akıcı ve kapsamlı yanıtlar üretebildiğini ifade etti. Buna göre kullanıcılardan gelen karmaşık problemleri daha detaylı şekilde çözebilecek. Belki de en dikkat çekici yenilik, o1’in artık görsel yükleyebilme özelliği oldu.
OpenAI o1 is now out of preview in ChatGPT.
What’s changed since the preview? A faster, more powerful reasoning model that’s better at coding, math & writing.
o1 now also supports image uploads, allowing it to apply reasoning to visuals for more detailed & useful responses. pic.twitter.com/hrLiID3MhJ
Görsel yükleyebilme desteği sayesinde kullanıcılar, ChatGPT’ye resim göndererek daha detaylı yanıtlar alabilecek. o1 modeli görselleri analiz ederek içeriklerini anlayabiliyor ve bilgiyi kullanarak soruları yanıtlayabiliyor. Öte yandan açıklama yapıp yaratıcı içerikler de üretebilecek.
Bu özellik, ChatGPT’nin kullanım alanlarını genişleterek, eğitimden tasarıma kadar birçok farklı alanda potansiyel uygulamalar sunuyor. Yeni model aslında önceki versiyonlardan farklı olarak, soruları yanıtlamadan önce daha fazla “düşünme” süreci geçiriyor, yani adeta bir insan gibi strateji geliştiriyor.
o1 ailesi özellikle matematik, fizik, kimya ve kodlama gibi karmaşık konularda önemli gelişmeler sunuyor. Mesela, geçtiğimiz gün yapılan bir testte o1 modeli, Uluslararası Matematik Olimpiyatı sınavında yüzde 83 başarı oranına ulaştı.
Yeni nesil yapay zeka modeline, Uluslararası Matematik Olimpiyatı’nda çıkan zorlu birkaç soru soruldu. OpenAI o1, bu soruların yüzde 83’ünü doğru çözerken, GPT-4o, aynı sorularda yalnızca yüzde 13 başarı oranı yakalayabildi.
OpenAI, yapay zeka teknolojisini bir adım öteye taşıyan yeni ürünü ChatGPT Pro’yu tanıtarak dikkatleri üzerine çekti. 12 gün sürecek büyük etkinliğin ilk duyurusu olan ChatGPT Pro, özellikle araştırmacılar, mühendisler ve ileri düzey kullanıcılar için geliştirildi. Bu hizmet, daha karmaşık sorunlara derinlemesine çözümler sunmak için tasarlanmış ve daha yüksek bilgi işlem gücü gereksinimi nedeniyle standart ChatGPT Plus’a kıyasla daha yüksek bir fiyatla sunuluyor.
ChatGPT Pro görücüye çıktı
ChatGPT Pro, OpenAI’nin en güçlü modelleri olan o1, o1-mini, GPT-4o ve Advanced Voice gibi seçeneklere sınırsız erişim sağlıyor. Özellikle “o1 pro modu,” daha yüksek işlem gücü sayesinde karmaşık problemlere daha doğru ve kapsamlı yanıtlar sunmayı hedefliyor. OpenAI CEO’su Sam Altman, o1 modelinin halihazırda en gelişmiş yapay zeka modeli olduğunu belirtirken, o1 pro modunun bu standardı daha da yukarı taşıdığını ifade etti. Geliştirilen bu model, veri bilimi, yazılım geliştirme ve hukuk gibi profesyonel alanlarda derinlemesine analiz yapma kapasitesi ile dikkat çekiyor. O1 pro modu, yalnızca doğru sonuçları değil, aynı zamanda “4/4 güvenilirlik” olarak adlandırılan ölçütle her denemede doğru sonuç üretebilme yeteneğini de vurguluyor.
ChatGPT Pro’nun fiyatlandırması ise aylık 200 dolar olarak belirlendi. Türkiye’de ise yüzde 20 KDV eklendiğinde toplam maliyet 240 dolara ulaşıyor. Standart kullanıcılar için daha ekonomik bir seçenek olan ChatGPT Plus ise 20 dolar karşılığında sunuluyor. OpenAI, bu yeni hizmet ile özellikle profesyonel kullanıcı kitlesini hedefliyor. CEO Altman’a göre, günlük ihtiyaçları karşılamak için ChatGPT Plus yeterli olabilirken, daha yüksek işlem gücü ve karmaşıklık gerektiren işler için ChatGPT Pro, benzersiz bir çözüm sunuyor.
ChatGPT Pro, yalnızca hız ve doğruluk açısından değil, aynı zamanda güvenilirlik ve kapsamlı analiz yetenekleri ile de dikkat çekiyor. O1 pro modunun bilim, matematik ve kodlama gibi alanlarda sunduğu performans, ileri düzey kullanıcılar için büyük bir avantaj olarak öne çıkıyor. Ancak bu detaylı analizler, daha uzun yanıt sürelerini de beraberinde getiriyor. OpenAI, bu yeni ürün ile kullanıcıların yapay zekadan beklentilerini yeniden tanımlamayı hedefliyor.
Küresel iklim değişikliği ile mücadele ve karbon emisyonlarını azaltma çabalarının arttığı günümüzde, enerji üretimi için alternatif ve sürdürülebilir çözümler ön plana çıkıyor. Bu bağlamda, küçük hidroelektrik türbinleri, büyük barajlar inşa etmeye gerek kalmadan, çevreye zarar vermeden enerji üretimi sağlayan yenilikçi bir çözüm olarak dikkat çekiyor. Belçikalı Turbulent şirketi tarafından geliştirilen ve “Vortex” adı verilen türbinler, 15 ila 70 kW arasında enerji üretebiliyor.
Barajsız hidroelektrik dönemi yakında geliyor
Bu türbinler, balıkların güvenli geçişini sağlarken, nehirlerin kinetik enerjisinden sürekli elektrik enerjisi elde edebiliyor. Doğal nehir akışlarını bozmadan çalışan bu sistemler, daha az altyapı gerektiriyor, dolayısıyla kurulum süreçleri daha hızlı ve basit. Bu özellikleriyle, özellikle uzak ve enerjiyi temin etmekte zorluk çeken topluluklar için büyük bir potansiyel taşıyor.
Dünyadaki nehirlerin yalnızca küçük bir kısmının enerji üretimi için kullanıldığı göz önüne alındığında, bu türbinlerin sunduğu fırsatlar oldukça büyük. Örneğin, ABD’de 16 kilometre arayla 30 kW’lık türbinler kurulursa, yılda 59 milyar kWh elektrik üretmek teorik olarak mümkün; bu da yaklaşık 5,6 milyon evin yıllık elektrik ihtiyacını karşılamaya yetiyor. Geleneksel hidroelektrik sistemlerinin devasa barajlar gerektirdiği ve bu yapılar nedeniyle yerel ekosistemlerin tahrip olduğu göz önüne alındığında, küçük hidroelektrik türbinleri bu tür olumsuz etkiler yaratmıyor.
Ayrıca, bu türbinlerin enerji üretim alanlarında yerel altyapıya doğrudan aktarım yapmaları, uzun mesafeli enerji iletimini gereksiz hale getiriyor. Ancak, küçük hidroelektrik türbinlerinin büyük ölçekli üretim için belirli aralıklarla kurulması gerektiği ve sınırlı üretim kapasiteleri gibi bazı dezavantajları da bulunuyor. Yine de, ekosisteme zarar vermeden sürdürülebilir enerji sağlama potansiyeli bu türbinleri geleceğin enerji çözümleri arasında önemli bir konuma getiriyor.
Işıl Hasdemir Dell Technologies Türkiye Genel Müdürü
Sektörler hızla dijital dönüşümden geçerken herkesin aklından “Yapay zekâ işimi elimden alacak mı?” sorusu geçiyor. Bu soruya basit bir “evet” veya “hayır” ile cevap vermek mümkün değil. Yapay zekâ, meslekleri yeniden şekillendiriyor ancak insanları tamamen devre dışı bırakmaktan ziyade, yeni fırsatlar yaratıyor. Bazı geleneksel görevler otomatik hâle geliyor olsa da yapay zekâ, veri ve dijital uzmanlık gerektiren tamamen yeni rollerin ortaya çıkmasına vesile oluyor.
Yapay Zekâyla Şekillenen Dünyada Mesleklerin Geleceği
Pek çok kişi, yapay zekânın bazı meslekleri ortadan kaldırabileceği gerçeği kadar yeni meslekler de yaratabileceğini öğrendiğinde şaşırıyor. Dünya Ekonomik Forumu, önümüzdeki beş yıl içinde yapay zekâ konusunda derin bilgiye ihtiyaç duyulan alanlarda 69 milyon yeni iş rolünün oluşacağını öngörüyor.
Yapay zekâ, sadece iş yapış biçimlerini değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda başarılı olmak için gereken becerileri de kökten dönüştürüyor. Örneğin, yapay zekâ eğitmenleri, veri mühendisleri ve yapay zekâ stratejistleri gibi roller, farklı sektörlerde kritik bir öneme sahip hâle gelecek. Yapay zekânın hızlı yükselişi, traktörlerin ve bilgisayarların iş gücünü yeniden şekillendirdiği geçmiş teknolojik devrimleri andırıyor. Bu da işleri daha verimli ve tatmin edici hâle getirmek için çalışma anlayışımızı yeniden ele almak ve yeniden şekillendirmek adına büyük bir fırsat sunuyor.
İnsan Potansiyelini ve Becerilerini Güçlendirme
Yapay zekâ çağında en değerli çalışanlar; eleştirel düşünme, yaratıcılık, iletişim ve ahlaki yargı gibi insana özgü niteliklerini yapay zekâ yeteneklerini tamamlayacak şekilde kullanabilenler olacak. Yapay zekâ eğitmenleri, yapay zekâ dilbilimcileri, veri bilimcileri ve yapay zekâ stratejistleri gibi ortaya çıkan yeni rollerin, yapay zekâ teknolojilerine yönelik uzmanlığı eleştirel düşünme ve etik hususlarla birleştirmeleri gerektiriyor. Bu insan içgörüsü odaklı roller, yapay zekâ ile genişletildiğinde gelecekteki iş fırsatlarının en ideal kesişim noktasını temsil ediyor. Bunun sonucu, insanların ve yapay zekânın bir arada çalışarak daha karmaşık sorunları çözdüğü, daha dinamik ve tatmin edici bir iş ortamı oluyor.
Ortaya çıkan yeni roller, yapay zekâ yeterliliğiyle sektörlere özgü uzmanlığın birleşimini gerektiren birçok farklı alanı da kapsayacak. Örneğin, yapay zekâ politika yapıcıları, yapay zekânın faaliyet gösterdiği etik çerçeveleri tanımlayarak teknolojinin topluma sorumlu bir şekilde hizmet etmesini sağlayacak. Siber güvenlik gibi alanlarda yapay zekâ mühendisleri, kodlama görevlerinden tehdit analizi yapmaya ve hassas bilgileri korumaya yönelik stratejiler geliştirmeye yönelecek. Nihayetinde yapay zekânın temel gücü, tekrar eden ve veri odaklı görevleri üstlenebilme yeteneğinde yatıyor. Bu da profesyonellere stratejik ve yaratıcı işlere odaklanma imkânı sunuyor ve iş gücünün daha yenilikçi ve ileriye dönük hâle gelmesine olanak tanıyor.
Yapay Zekâ Dünyasında Yeni Meslekler
Yapay zekâ yalnızca mevcut işleri dönüştürmekle kalmıyor, tamamen yeni mesleklerin doğmasına da zemin hazırlıyor. Bu değişimi yansıtan bazı mesleklere baktığımızda, öne çıkanları şöyle sıralayabiliriz:
Termal Tesisat Uzmanları: Yapay zekâ veri merkezlerinde enerji ve ısı yönetimini optimize ederek performansı artırır ve sürdürülebilirliği destekler.
Yapay Zekâ Aracı Yöneticileri: Yapay zekâ destekli araçlar (chatbotlar gibi) daha karmaşık görevler üstlendikçe yapay zekâ araç yöneticileri bu araçları tasarlayacak ve yönetecek, insan ve yapay zekâ ekipleri arasında sorunsuz etkileşimler yaratacak.
Veri Mühendisleri: Veri, yapay zekânın temel yakıtı olduğundan veri mühendisleri, karmaşık sistemlerin kurumsal verilerle etkili bir şekilde etkileşim kurmasını sağlar ve bu süreçte verilerin doğruluğunu ve kullanılabilirliğini korur.
Yapay Zekâ Politika Yapıcıları: Yapay zekâ daha yaygın hâle geldikçe politika yapıcılar, özellikle sağlık ve finans gibi hassas alanlarda, yapay zekâ sistemleri için etik standartlar ve yönergeler belirlemede kritik bir rol oynayacak.
Yapay Zekâ Sistem Destek Teknisyenleri: Bu uzmanlar, yapay zekânın sorunsuz çalışmasını ve bakımını sağlamak için otomotiv endüstrisindeki oto tamircilerine benzer bir rolü yerine getirerek yapay zekâ teknolojilerini yapılandırır, izler ve sorun giderir.
Bu yeni meslekler, yapay zekânın farklı alanlar üzerindeki etkisini anlamanın, ortaya çıkan ihtiyaçları öngörmenin ve bu ihtiyaçları karşılayacak beceriler geliştirmenin ne kadar kritik olduğunu ortaya koyuyor. Bu süreçte başarıyı yakalamak isteyen profesyoneller ve kuruluşlar için kritik önem taşıyan noktalar da var. Onları da şöyle sıralamakta fayda var:
Kritik Beceriler ve Uyum Yeteneği
Yapay zekâ destekli bir dünyada başarılı olmak isteyen profesyoneller ve liderlerin, teknik bilgiyle insan odaklı becerilerin birleşimini sağlayacak yatırımlar yapması gerekiyor. Örneğin, makine öğrenmesi, doğal dil işleme (NLP) ve yapay zekâ etiği, geleceğin meslekleri için en kritik yetkinlikler arasında yer alıyor. Aynı derecede önemli olan uyum sağlama yeteneği, etik muhakeme ve kapsayıcı liderlik, yapay zekânın sorumlu bir şekilde entegre edilmesinde kilit rol oynuyor.
Yapay zekâ yalnızca meslekleri dönüştürmekle kalmıyor, ekiplerin yapılanma şekillerini de değiştiriyor. Veri bilimciler, yapay zekâ uzmanları ve iş stratejistlerinden oluşan çapraz fonksiyonlu ekipler, yapay zekânın iş süreçlerine entegrasyonu için kritik öneme sahip olacak. Örneğin, sağlık sektöründe veri bilimciler ve klinik uzmanlar birlikte çalışarak yapay zekâ destekli teşhis araçları geliştirebilir ve hasta bakımını iyileştirebilir. Finans sektöründe ise ekipler, yapay zekâ yeteneklerini sektöre özel bilgiyle harmanlayarak dolandırıcılığı daha etkili bir şekilde tespit edebilir.
Kapsayıcı Liderlik
Yapay zekâ geliştikçe, insan yaratıcılığı ve etik muhakeme daha da önemli hâle geliyor. Kapsayıcı liderlik, yapay zekânın iş yerindeki rolünü yönlendirecek ve inovasyonu teşvik eden çeşitli bakış açılarına sahip ortamlar yaratacak. Bu durum, yapay zekâ odaklı zorluklara zengin kültürel çeşitlilik ve yenilikçi bakış açıları sunan EMEA (Avrupa, Orta Doğu ve Afrika) gibi bölgelerde özellikle büyük önem taşıyor.
Liderlerin, sürekli öğrenmeyi ve uyum sağlamayı öncelik hâline getirerek çalışanların yapay zekâ araçlarını benimsemelerini destekleyen bir kültür oluşturmaları gerekiyor. Örneğin Dell’de yürütülen eğitim çalışmaları, tüm çalışanların yapay zekâ temellerini anlamasını sağlayarak onları dijital iş ortamında başarıya hazırlıyor. Kapsayıcı bir ortam oluşturan liderler, yapay zekânın güçlü yönlerini, yalnızca çeşitliliğe sahip ekiplerin sağlayabileceği içgörülerle dengeleyerek yeni fikirlerin önünü açabilir.
Kendi Kendine Öğrenme ve Sürekli Gelişim
Yapay zekâ çağında, kendi kendine öğrenme sadece değerli değil, aynı zamanda bir gereklilik hâline geliyor. Sürekli öğrenmeye açık olan ve yapay zekânın etkilerini anlamaya yönelik çaba gösteren bireyler, geleceğin iş dünyasına liderlik edecek. Kuruluşların, çalışanlarını sertifikalar almaları, yapay zekâ seminerlerine katılmaları ve yeni teknolojilerle ilgili güncel kalmaları konusunda desteklemeleri gerekiyor. Unutulmamalı ki proaktif bir öğrenme yaklaşımı, profesyonellerin rekabetçi ve yenilikçi kalmasını sağlar.
Sonuç: Yapay Zekâ Destekli Geleceğe Liderlik Etmek
Özetle; yapay zekâ iş dünyasının geleceğini şekillendirirken, bireylerin ve kuruluşların yapay zekâ uzmanlığına yatırım yapmaları ve kapsayıcı, ileri görüşlü kültürler oluşturmaları gerekiyor. Profesyoneller açısından, bilgili ve uyum sağlayabilen bireyler yalnızca değişime ayak uydurmakla kalmayacak, aynı zamanda yapay zekâ iş piyasasında diğerlerinden önde olacaklar. Kuruluşlar açısından bakıldığındaysa, temel becerileri geliştiren ve yapay zekâyı kapsayan bir kültürü benimsemenin insan potansiyelinin ve yapay zekâ yeteneklerinin büyük fırsatlar yarattığı bir dünyada liderlik etmelerini sağlayacağını söyleyebiliriz.
Işıl Hasdemir Dell Technologies Türkiye Genel Müdürü
Işıl Hasdemir Dell Technologies Türkiye Genel Müdürü
Dell Technologies Türkiye’de iş strateji ve yönlendirmeden sorumlu olan Işıl Hasdemir, Temmuz 2020’de görevine başladı. Hasdemir; Türkiye’de satış, servis ve destek fonksiyonlarını birbirinden ayıran ve şirketin, kuruluşların dijital dönüşüm gündemlerini hızlandırmalarına yardımcı olma misyonunu başarıyla yürüten bir ekibe liderlik ediyor. Hasdemir’in liderliğindeki Dell Technologies, Türkiye’nin ICT sektöründeki güçlü konumunu korumaya devam ediyor. Türkiye’nin öne çıkan teknoloji liderlerinden biri olan Hasdemir, aynı zamanda Dell Technologies bünyesinde “teknolojiyi dünyanın daha iyi bir yer haline getirilmesi adına kullanma” misyonuyla çeşitli projelere imza atıyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Elektrik ve Elektronik Mühendisliği lisans derecesine sahip olan Hasdemir, Dell Technologies’e katılmadan önce 2005’te Cisco Ülke Lideri ve ardından 2009’da Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmış ve kariyerinin öncesinde ise NCR Türkiye’de çeşitli liderlik görevlerinde bulunmuştur.
Intel, tarihinin en zorlu dönemlerinden birini yaşamaya devam ederken, CEO Pat Gelsinger’in görevden alınması şirketi derinden etkiledi. Gelsinger’in görevden alınmasının ardından şirketin hisseleri Salı günü %6 oranında düşerek Eylül ayından bu yana en büyük kaybını yaşadı. Zaten yıl başından beri piyasa değerinin yarısından fazlasını kaybeden Intel için belirsizlikler artmış durumda. Yönetim kurulu, CFO David Zinsner ve Intel Ürünleri CEO’su MJ Holthaus’un geçici olarak ortak CEO görevini üstleneceğini duyururken, kalıcı bir CEO bulmak için hem iç hem dış adaylar üzerinde çalıştıklarını belirtti. Şirketin bugüne kadar CEO pozisyonları genellikle iç kaynaklardan doldurulmuştu, ancak bu kez dışarıdan isimlerin de değerlendirildiği söyleniyor.
Intel’de CEO görevden alınınca hisseler düştü
Pat Gelsinger, 2021 yılında CEO görevine başladığından bu yana, Intel’i Nvidia’nın hızlı yükselişi ve AMD’ye karşı kaybedilen pazar payıyla mücadele ettiği çetin bir dönemde yönetti. Yapay zeka devrimiyle Nvidia, 3 trilyon doları aşan piyasa değeriyle yükselirken, Intel aynı süreçte PC ve veri merkezi sektörlerinde gelir kayıpları yaşadı. Şirketin gelirleri son 11 çeyreğin 9’unda yıllık bazda düşüş gösterirken, son çeyrekte %6’lık bir gelir kaybı yaşandı. Gelsinger, Intel’in büyük bir kısmını diğer çip üreticileri için dökümhane hizmeti sunmaya odakladı ve bu alana büyük yatırımlar yaptı. Ancak bu strateji, şirketin kârlılığını olumsuz etkiledi ve her çeyrekte milyarlarca dolar zarar edilmesine neden oldu. Bu iş kolunun bağımsız bir yan kuruluş haline getirilmesi planlanıyor.
Gelsinger’in CEO’luk döneminde en büyük darbe, Ağustos ayındaki mali sonuçlarla geldi. Şirketin hisseleri %26 oranında düşerek, 50 yılın en büyük kaybını yaşadı. Gelsinger bu süreçte 10 milyar dolarlık maliyet azaltma planı kapsamında işgücünün %15’ini azalttığını açıklamıştı. Ancak tüm bu çabalar, şirketin yapısal sorunlarını çözmeye yetmedi.
Intel’in geleceği şu anda büyük bir belirsizlik içinde. Akıllı telefon devrimini kaçıran, kalite kontrol sorunlarıyla mücadele eden ve Apple gibi önemli müşterilerini kaybeden şirket, şimdi de yapay zeka yarışını kaçırma riskiyle karşı karşıya. Ancak Intel’in tamamen batması pek olası görünmüyor. ABD, Intel’i ulusal güvenlik açısından stratejik bir unsur olarak değerlendiriyor. Şirket, hem tasarım hem de üretim süreçlerini Asya dışına bağımlı olmadan yürütebilen tek Batılı çip üreticisi olarak kritik bir konumda. Intel’in gelecekte AMD’nin izlediği yolu takip ederek üretim işini ayrı bir birime dönüştürmesi olasılığı konuşuluyor. Ancak bu stratejinin hayata geçip geçmeyeceğini zaman gösterecek.
Automated Reasoning Checks adlı bu hizmet, modellerin yanıtlarını doğrulamak için müşterilerin sağladığı veri setlerini kullanıyor. AWS, bu aracın sektör için bir ilk olduğunu belirtiyor, ancak benzer teknolojilerin Microsoft ve Google gibi rakipler tarafından daha önce sunulduğu biliniyor.
AWS’nin Las Vegas’taki konferansında tanıtılan Automated Reasoning Checks, AWS’nin Bedrock platformundaki Guardrails aracı üzerinden erişilebilir durumda. Müşteriler, bir modelin doğru yanıtlar üretip üretmediğini değerlendirmek için bir “gerçeklik zemini” oluşturuyor. Sistem, bir model yanıt ürettiğinde bu yanıtı doğrulamak için bu zemine başvuruyor ve olası hatalı bilgileri işaretliyor.
Sistem, şüpheli bir durum algıladığında doğru cevabı sağlıyor ve kullanıcıya modelin ne kadar yanıldığına dair bir karşılaştırma sunuyor. AWS, bu çözümün PwC gibi şirketler tarafından halihazırda müşteri odaklı yapay zeka asistanları geliştirmek için kullanıldığını belirtti.
AWS Başkan Yardımcısı Swami Sivasubramanian, bu tür araçların Bedrock platformunun hızla büyümesine katkıda bulunduğunu söyledi. Bedrock’un müşteri tabanının geçen yıl içinde 4,7 kat arttığını ve artık on binlerce müşteriye hizmet verdiğini ekledi.
Model Distilasyonu ve Çoklu Ajan İş Birliği
AWS ayrıca, büyük dil modellerini daha küçük, daha ekonomik modellere dönüştürmeyi amaçlayan Model Distillation hizmetini tanıttı.
Bu araç, müşterilerin daha düşük maliyetli sistemlerde büyük modellerin yeteneklerini kullanmasına olanak tanıyor. Ancak bu süreç, yalnızca Bedrock’ta barındırılan Anthropic ve Meta modelleriyle sınırlı.
Ayrıca, büyük modelden küçük modele geçiş sırasında az da olsa doğruluk kaybı yaşanabiliyor.
Bir diğer yenilik ise Çoklu Ajan İş Birliği aracı oldu. Bu özellik, yapay zeka modellerine birden fazla alt görev atayarak daha karmaşık projelerde kullanılmasını sağlıyor. Örneğin, bir süpervizör ajan tüm görevleri düzenleyip dağıtabiliyor ve alt ajanların verimli bir şekilde çalışmasını koordine edebiliyor.
Gerçek Dünya Performansı Bekleniyor
AWS’nin bu yeni araçları, generatif yapay zekanın üretime geçişindeki büyük sorunları çözmeyi hedefliyor. Ancak yapay zeka halüsinasyonlarının tamamen ortadan kaldırılması zor bir hedef olarak değerlendiriliyor. Bu nedenle, AWS’nin çözümlerinin gerçek dünyada ne kadar etkili olacağı zamanla anlaşılacak.
AWS’nin yenilikleri, yapay zekayı daha güvenilir ve verimli bir araç haline getirmek isteyen şirketler için önemli bir adım olarak dikkat çekiyor.
İngiltere’deki araştırmacılar, binlerce yıl boyunca çalışabilme kapasitesine sahip olan dünyanın ilk karbon-14 elmas pilini geliştirdiklerini duyurdu. Bu yenilikçi teknoloji, yalnızca uzun ömürlü bir enerji kaynağı sunmakla kalmayıp, aynı zamanda güvenli ve sürdürülebilir bir çözüm olarak dikkat çekiyor. Bristol Üniversitesi ve İngiltere Atom Enerjisi Kurumu (UKAEA) bilim insanlarının ortak çalışmasıyla ortaya çıkan bu pil, geleceğin enerji ihtiyaçlarına yönelik devrim niteliğinde bir alternatif olarak öne çıkıyor.
Binlerce yıl çalışabilen karbon-14 elmas pil tasarlandı
Karbon-14 elmas pili, radyoaktif bir izotop olan karbon-14’ün radyoaktif bozunma sürecini temel alarak çalışıyor. Radyasyon, elmasla çevrili yapı sayesinde güvenli bir şekilde tutulurken düşük seviyede elektrik üretimi sağlanıyor. Bu teknoloji, radyokarbon tarihlemesinde de kullanılan karbon-14’ün kısa menzilli radyasyon yayma özelliğinden faydalanıyor. Elmas kaplama, hem radyasyonu absorbe ederek güvenliği artırıyor hem de bu süreçten enerji üretimine olanak tanıyor. Karbon-14’ün yarı ömrünün 5.700 yıl olması, pilin binlerce yıl boyunca kesintisiz çalışabileceği anlamına geliyor. Güneş panellerine benzer bir prensiple işleyen bu pil, ışık yerine radyoaktif bozunmadan kaynaklanan elektron hareketini enerjiye dönüştürüyor.
Bu ileri teknoloji, yalnızca uzun ömürlülüğüyle değil, aynı zamanda geniş uygulama alanlarıyla da dikkat çekiyor. Elmas piller, kalp pilleri, işitme cihazları ve göz implantları gibi medikal cihazlara güç sağlayarak sağlık alanında devrim yaratabilir. Geleneksel pillerin sık sık değiştirilmesi gereken durumların aksine, bu piller onlarca yıl dayanarak hasta konforunu ve cihazların güvenilirliğini artırabilir. Bunun yanı sıra, uzay araçları, uydular ve radyo frekansı etiketleri gibi alanlarda da uzun vadeli enerji kaynağı olarak büyük avantajlar sunabilir. Özellikle uzay görevlerinde bu pillerin kullanımı, operasyonel süreleri uzatabilir ve maliyetleri azaltabilir.
Elmas pillerin bir diğer çarpıcı özelliği, nükleer atık yönetimine katkı sağlamasıdır. Pilin üretiminde kullanılan karbon-14, nükleer reaktörlerde kullanılan grafit bloklarından elde ediliyor. Bu sayede radyoaktif atıkların yeniden değerlendirilmesi mümkün hale geliyor. Aynı zamanda, nükleer atıkların depolanmasıyla ilgili sorunlara sürdürülebilir bir çözüm sunarak çevresel fayda sağlıyor. Bu yönüyle karbon-14 elmas pil, hem enerji sektörü hem de çevre açısından çığır açıcı bir teknoloji olarak geleceğe ışık tutuyor.
Apple ve Baidu mühendisleri, Baidu’nun büyük dil modellerinin iPhone kullanıcıları için uygun hale gelmesi adına yoğun bir şekilde çalışıyor. Ancak, bazı kaynaklara göre, modeller kullanıcılara doğru ve anlaşılır yanıtlar verme konusunda zorlanıyor.
Bu durum, Apple’ın kullanıcı deneyimini iyileştirmek için karşılaştığı en büyük engellerden biri olarak görülüyor.
Baidu ortaklığı neden bu kadar endişe yaratıyor?
Apple, kullanıcı gizliliğine büyük önem veren bir şirket olarak biliniyor. Ancak Baidu’nun, AI tabanlı aramalar yapan iPhone kullanıcılarının verilerini saklama isteği, Apple’ın gizlilik politikasıyla ciddi bir çelişki oluşturuyor.
Baidu’nun verileri saklama talebi, Apple’ın ‘Apple Intelligence’ ve ‘Private Cloud Compute’ gibi gizlilik odaklı teknolojilerine ters düşüyor. Apple, Çin pazarına uyum sağlamak adına çeşitli tavizler verse de, kullanıcıların kişisel verilerini koruma konusunda taviz verme konusunda isteksiz.
Apple’ın, Çin hükümetinin yerli yapay zeka modellerini tercih etmesi nedeniyle Baidu ile ortaklık kurma kararı, aynı zamanda şirketin bu pazarda rekabetçi kalma çabasını da yansıtıyor. Baidu, Ernie 4.0 modelini Ekim 2023’te tanıtmış ve bu modelin, anlayış, üretim, akıl yürütme ve hafıza gibi dört temel yetenekle donatıldığını duyurmuştu. Ancak, bu modelin Apple ürünlerine entegrasyonu sırasında, gizlilik endişelerinin yanı sıra teknik zorluklar da yaşanıyor.
Apple, bu sorunları aşmak için kullanıcı gizliliğini ve gelişmiş teknolojiyi dengeleme konusunda bir çözüm geliştirmeye çalışacak. Ancak Çin pazarındaki büyüklüğü ve rekabet gücü göz önüne alındığında, Apple’ın bu zorluğu aşması bekleniyor.
Elektrikli araçların şarj edilmesinde yaşanan karmaşıklıkların çözülmesine yönelik büyük bir adım olarak değerlendirilen evrensel “tak ve şarj et” sistemi, 2025 yılının başlarında ABD’de hizmete girmeye hazırlanıyor. SAE International tarafından geliştirilen bu sistem, şarj işlemini daha kolay ve kullanıcı dostu hale getirmek için ISO 15118 protokolüne dayanıyor. Hâlihazırda Tesla araçlarında Supercharger istasyonlarında kullanılan bu sistem, tüm elektrikli araçlar için standart bir özellik haline gelecek.
Elektrikli araçlar için evrensel bir şarj sistemi devreye girebilir
Yeni sistem sayesinde, elektrikli araç sahipleri şarj istasyonunda herhangi bir uygulama indirme, kayıt oluşturma veya ödeme bilgisi girme gerekliliği olmadan şarj işlemini başlatabilecek. Araçlar ve şarj cihazları arasında doğrudan bir iletişim kurulmasını sağlayan bu teknoloji, ödeme işlemlerini otomatik olarak gerçekleştiriyor. Bu da elektrikli araç kullanıcıları için daha hızlı, güvenli ve pratik bir şarj deneyimi sunuyor.
Projenin uygulanması, otomobil üreticileri ile şarj istasyonu operatörleri arasında teknik uyumluluğun sağlanmasını gerektiriyor. SAE konsorsiyumunda Tesla, Ford, General Motors, Rivian, Toyota, BMW gibi büyük otomobil üreticilerinin yanı sıra BP Pulse, Electrify America ve ChargePoint gibi önde gelen şarj operatörleri yer alıyor. Zamanla daha fazla şirketin bu ekosisteme katılması bekleniyor.
Sistemin diğer önemli bir avantajı ise çift yönlü şarj ve araçtan şebekeye (V2G) enerji iletişimini desteklemesi. Bu özellik, elektrikli araçların enerji talebinin yoğun olduğu dönemlerde şebekeye enerji geri göndermesine imkân tanıyor ve enerji sisteminin daha dayanıklı bir yapıya kavuşmasına yardımcı oluyor. Böylelikle hem enerji altyapısındaki yük azalıyor hem de elektrikli araçlar daha sürdürülebilir bir ekosistemin parçası haline geliyor. Bu yenilik, elektrikli araçların günlük yaşamda daha geniş bir kabul görmesine katkı sağlayacak ve enerji yönetimi açısından önemli bir dönüm noktası olacak.
Güney Kore, robot teknolojisinin iş gücüne entegrasyonu konusunda önemli bir kilometre taşına ulaşarak, iş gücünün yüzde 10’unu robotlarla değiştiren ilk ülke oldu. Düşük doğum oranları nedeniyle azalan çalışan nüfusunu telafi etmek isteyen Güney Kore, robot teknolojisine milyarlarca dolar yatırım yaparak, hem sanayi hem de hizmet sektörlerinde robotların kullanımını hızla artırdı.
Güney Kore, işgücünün yüzde 10’unu robotlardan oluşturuyor
World Robotics 2024 raporuna göre, Güney Kore her 10.000 çalışan için 1.102 robotla dünyada lider konumda ve robot yoğunluğu açısından diğer ülkelere büyük fark atmış durumda. Sadece Singapur, 10.000 işçi başına 770 robotla Güney Kore’ye yaklaşabiliyor.
Ülkenin en büyük robot kullanıcıları arasında elektronik ve otomotiv sektörleri yer alıyor. Bu sektörlerdeki yoğun talep, robot kullanımının hızlı bir şekilde artmasını sağladı. Ayrıca, Güney Kore sadece üretim sektöründe değil, sağlık ve hizmet sektörlerinde de robotları yaygın bir şekilde kullanıyor.
Hastaneler ve restoranlar gibi farklı alanlarda robotlar görev almakta. 2030 yılına kadar robot endüstrisine yapılacak 2,4 milyar dolarlık yatırımla, yerel üretim oranının artırılması ve robot teknolojilerinin daha fazla entegre edilmesi planlanıyor. Bugün itibariyle, Güney Kore’de kurulumların yüzde 90’ı endüstriyel robotlar, geri kalan yüzde 10 ise işbirlikçi robotlar tarafından gerçekleştiriliyor. İnsansı robotlar ise şu anda bu istatistiklere anlamlı bir katkı sağlamasa da, önümüzdeki yıllarda bu durumun değişmesi bekleniyor.
Popüler yapay zeka şirketi OpenAI, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) için askeri yapay zeka geliştirmek üzere Anduril Industries ile ortaklık kurdu. Bu iş birliği, OpenAI’nin yapay zeka teknolojilerini Anduril’in ileri düzey savunma sistemleriyle entegre ederek, özellikle insansız hava araçlarına (İHA) karşı savunmayı güçlendirmeyiamaçlıyor.
OpenAI’nin stratejik dönüşümü
OpenAI, geçmişte yapay zekanın askeri kullanımına yönelik çekimser bir tutum sergilerken, 2023 yılında bu yaklaşımında önemli bir değişiklik yaptı. Şirket, teknolojilerinin askeri ve savaş amaçlı kullanımına yönelik yasağı kaldırdığını ve bu tür projelere “sorumlu kullanım” ilkesine bağlı kalarak katılacağını duyurdu. Daha önce DARPA ile siber güvenlik alanında iş birliği yapan OpenAI, bu yeni ortaklıkla dikkatleri üzerine çekiyor.
İHA tehditlerine karşı yeni nesil savunma
Pentagon’un hâlihazırda kullandığı Anduril’in Roadrunner adlı dron önleme sistemleri, küçük ve tehditkâr dronlara karşı etkili bir çözüm olarak öne çıkıyor. OpenAI ve Anduril ortaklığı, bu sistemlerin yapay zeka destekli hale getirilmesini ve insansız hava araçlarının daha etkin bir şekilde tespit edilip etkisiz hale getirilmesini sağlayacak.
OpenAI, bu ortaklığın yalnızca savunma amaçlı olduğunu ve insansız hava tehditlerine odaklandığını belirtti. Şirket, teknolojilerinin başka askeri kullanım alanlarında kullanılmayacağının altını çizdi.
CEO’lardan ortaklık hakkında açıklamalar
Anduril CEO’su Brian Schimpf, iş birliği hakkında yaptığı açıklamada, “OpenAI ile ortaklığımız, dünya çapında giderek artan hava savunma açıklarını kapatmamıza yardımcı olacak. Yapay zeka alanındaki birinci sınıf uzmanlıklarını, yoğun baskı altındaki durumlarda daha hızlı ve doğru kararlar alınmasını sağlayacak çözümler geliştirmek için kullanacağız” dedi.
OpenAI CEO’su Sam Altman ise, “Anduril ile ortaklığımız, teknolojimizin ABD askeri personelini korumasını sağlamaya yardımcı olacak” ifadelerini kullandı.
Savunma teknolojileri alanında yenilikçi çözümleriyle tanınan Anduril Industries, gözetleme kulelerinden otonom denizaltılara kadar geniş bir ürün yelpazesi sunuyor. Şirketin kurucusu, Oculus Rift’in mucidi ve Oculus VR’ın kurucu ortağı Palmer Luckey. Anduril, yalnızca savunma değil, teknoloji ve tasarım konularında da güçlü bir altyapıya sahip.
Bu ortaklık, yapay zekanın savunma sanayisindeki etkisini bir kez daha gözler önüne seriyor ve gelecekte bu alanda daha fazla yeniliğin habercisi olarak görülüyor.
Cambridge Üniversitesi’nden bir grup gökbilimci, Venüs’ün geçmişiyle ilgili bilinenleri alt üst eden bir araştırma yayımladı. Yapılan incelemeler, gezegenin yüzeyinde hiçbir zaman sıvı su barındırmadığını ve bu nedenle yaşam için uygun koşullar sunmadığını ortaya koydu. Bu araştırma, Nature Astronomy dergisinde yayımlandı ve Dünya benzeri gezegenlerin keşfi için önemli bir dönüm noktası olabilir. Venüs, Dünya’ya benzer boyutları ve kayalık yapısıyla dikkat çekerken, aşırı yüksek yüzey sıcaklığı (500°C’yi aşan) ve yoğun sülfürik asit bulutlarıyla kaplı atmosferi nedeniyle “kötü bir ikiz” olarak tanımlanıyor.
Venüs hakkında tüm bilinenler yanlış mı?
Daha önce, Venüs’ün bir zamanlar Dünya gibi okyanuslara sahip olup olamayacağı veya gezegenin kalın bulutlarında yaşam barındırıp barındırmadığı araştırılıyordu. Ancak yeni bulgular, gezegenin geçmişte bile sıvı suyun oluşması için uygun koşulların olmadığını ortaya koyuyor. Araştırma ekibi, Venüs’ün atmosferindeki kimyasal bileşimi analiz ederek, bu iki olasılığı test etti. İlk teori, Venüs’ün başlangıçta ılıman bir iklime ve sıvı suya sahip olabileceğini, ancak volkanik faaliyetlerin tetiklediği bir sera etkisinin suyun buharlaşmasına ve sıcaklığın artmasına yol açarak gezegeni kavurduğunu öne sürüyordu. İkinci teori ise Venüs’ün başlangıçtan itibaren sıcak bir gezegen olduğunu ve yüzeyinde hiçbir zaman sıvı suyun yoğunlaşamadığını savunuyordu.
Ekip, Venüs’ün atmosferini stabilize etmek için gerekli gazların, volkanik faaliyetlerden sağlanan gazlarla dengelendiğini ve bu gazların su açısından zengin olmadığını belirledi. Venüs’ün iç yapısının su bakımından fakir olduğunu gösteren bu bulgular, gezegenin yüzeyinde okyanusların hiçbir zaman oluşamayacağını ortaya koyuyor. Bu yılın sonlarına doğru NASA’nın DAVINCI görevi, Venüs’ün gerçekten de her zaman kuru ve yaşam için uygunsuz bir gezegen olup olmadığını test etmek için bir dizi uçuş ve sonda gönderecek.
Tereza Constantinou, “Eğer Venüs geçmişte yaşanabilir bir gezegense, bu diğer gezegenlerin de yaşanabilir olabileceği anlamına gelir. Ancak eğer Venüs hiçbir zaman yaşanabilir olmadıysa, o zaman Venüs benzeri gezegenlerin yaşama uygun olma olasılığı da azalıyor” şeklinde açıklama yaptı. Bu yeni bulgular, Dünya dışındaki yaşam arayışında önemli bir etki yapabilir.
Son saldırılar, National Health Service (NHS) bünyesindeki birçok hastaneyi etkiledi ve özellikle Alder Hey Çocuk Hastanesi Trust gibi büyük sağlık kurumlarını hedef aldı.
Rusya bağlantılı bir grup olan Inc Ransom, Alder Hey Çocuk Hastanesi Trust’ın sistemlerini ihlal ettiğini ve 2018-2024 yıllarına ait hasta kayıtları, bağışçı raporları ve satın alma bilgilerini ele geçirdiğini iddia etti. Grubun Darkweb üzerinde yayımladığı örnekler arasında hastaların doğum tarihleri ve adresleri gibi kişisel bilgilerin yanı sıra tıbbi veriler de bulunuyor.
Alder Hey yetkilileri, saldırganların bir “dijital geçit hizmeti” aracılığıyla sisteme sızdığını ve yalnızca kendi hastanelerinin değil, Liverpool Kalp ve Göğüs Hastanesi ile Royal Liverpool Üniversitesi Hastanesi’ne ait verilerin de tehlikeye girdiğini belirtti.
Yetkililer, sistemlerin halen aktif olduğunu ve sağlık hizmetlerinin aksamadığını açıklasa da, çalınan verilerin kamuya sızdırılabileceği riskine karşı uyarıda bulundu.
Wirral Hastaneler Grubu’nda acil durum
Alder Hey’e yakın bir konumda bulunan Wirral Üniversitesi Eğitim Hastanesi de fidye yazılım saldırılarının hedefi oldu. Geçtiğimiz hafta meydana gelen saldırı nedeniyle hastane acil durum ilan etti ve sistemlerini kapattı.
Arrowe Park, Clatterbridge ve Wirral Kadın ve Çocuk Hastanelerini kapsayan bu grup, klinik sistemlerini geri yükleme sürecinde olduklarını ancak bazı hizmetlerin aksayacağını duyurdu.
Hastane yetkilileri, acil tedaviye öncelik verdiklerini ancak bekleme sürelerinin uzayabileceği konusunda halkı bilgilendirdi. Sadece gerçek acil durumlar için hastanelere başvurulması gerektiği vurgulandı.
Neden NHS hedef alınıyor?
NHS, hassas verileri ve geniş altyapısı nedeniyle fidye yazılım gruplarının gözde hedeflerinden biri olmaya devam ediyor. Geçtiğimiz yıllarda Synnovis ve Advanced gibi hizmet sağlayıcılara yönelik saldırılar, operasyon iptallerine ve acil hastaların başka yerlere yönlendirilmesine neden olmuştu.
İngiltere hükümeti, 2025 yılında çıkarılması planlanan Siber Güvenlik ve Direnç Yasası ile fidye yazılım saldırılarının raporlanmasını zorunlu hale getirmeyi ve 2030’a kadar NHS’yi bu tür saldırılara karşı daha dayanıklı hale getirmeyi hedefliyor. Ancak mevcut saldırılar, bu hedeflerin ne kadar acil olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Fidye yazılım saldırılarının NHS üzerindeki baskısı, İngiltere’nin siber güvenlik stratejilerini hızla uygulamaya koymasını gerektiriyor.
Microsoft, Birleşik Krallık’ta önemli bir rekabet soruşturmasıyla karşı karşıya. Şirket, rakip bulut hizmeti sağlayıcılarına kıyasla müşterilerinden aşırı ücret almasıyla suçlanıyor ve bu suçlamalar sonucu 1 milyar sterlinin (yaklaşık 1,27 milyar dolar) üzerinde bir tazminatla karşılaşabilir. Bu dava, Microsoft’un, Windows Server yazılımını kendi bulut platformu olan Azure’da kullanan şirketlere daha düşük fiyatlar sunduğu, ancak Amazon Web Services (AWS), Google Cloud ve Alibaba Cloud gibi rakiplerin altyapısını tercih eden şirketlere yüksek lisanslama ücretleri uyguladığı iddialarına dayanıyor. Bu fiyat farkı, şirketleri dolaylı olarak Azure platformuna yönlendirdiği ve böylece Microsoft’un bulut pazarındaki rekabet avantajını artırmaya çalıştığı öne sürülüyor.
Microsoft, ücret politikası nedeniyle tazminat mı ödeyecek?
Dava, “opt-out” kolektif dava statüsünde açıldı, yani bu davaya dahil olan şirketler, Microsoft’tan tazminat almak için aktif olarak başvurmak zorunda değiller. Bu durum, çok sayıda şirketin otomatik olarak davaya dahil olduğu ve Microsoft’un tazminat ödemek zorunda kalabileceği anlamına geliyor. Eğer Microsoft davayı kaybederse, bu tazminat miktarının daha da artabileceği belirtiliyor.
Birleşik Krallık Rekabet ve Piyasalar Kurumu (CMA), Microsoft’un söz konusu rekabet karşıtı davranışlarını ve bulut pazarındaki güç dengesizliklerini inceleyen geniş kapsamlı bir soruşturma yürütüyor. Bu soruşturma, şirketin bulut pazarındaki baskın konumunu kötüye kullanıp kullanmadığını sorguluyor. CMA’nın bulut sektöründeki geçici kararlarını bu yılın sonuna kadar açıklaması bekleniyor. Microsoft’un daha önce benzer suçlamalarla Avrupa Birliği’nde de karşı karşıya kaldığı ve 20 milyon euro tazminat ödemek zorunda kaldığı biliniyor.
Bu davada Microsoft’un savunması, yazılım lisanslama süreçlerinin tamamen yasal ve rekabetçi olduğunu savunuyor. Ancak, CMA’nın araştırmaları ve mevcut dava süreci, şirketin bulut hizmeti pazarındaki stratejilerinin potansiyel olarak rekabeti engelleme amacını taşıyıp taşımadığını daha net bir şekilde ortaya koyacak. Eğer Microsoft suçlu bulunursa, bu durum sadece şirketin finansal durumu üzerinde değil, aynı zamanda küresel bulut pazarı üzerindeki etkilerinde de önemli değişimlere yol açabilir.
AMD‘nin yaklaşmakta olan RDNA 4 mimarisi ile donatılmış Radeon RX 8800 XT, yüksek ışın izleme performansı ve düşük güç tüketimi ile dikkat çekici bir ekran kartı olarak karşımıza çıkacak. Yeni nesil bu GPU’nun, özellikle ışın izleme performansında, önceki model olan Radeon RX 7900 XTX’e göre %45’e kadar bir artış sunacağı belirtiliyor. Bu artış, özellikle yüksek ışın izleme gerektiren oyunlarda önemli bir fark yaratabilir. Örneğin, Resident Evil 4 Remake gibi oyunlarda bu fark net bir şekilde hissedilebilir.
Radeon RX 8800 XT, %45 yüksek ışın izleme performansı sunabilir
Güç tüketimi açısından, RX 8800 XT’nin, RX 7900 XTX’e kıyasla %25 daha düşük güç tüketeceği tahmin ediliyor. RX 7900 XTX’in oyunlardaki güç tüketimi ortalama 350 W civarındayken, RX 8800 XT’nin yaklaşık 250-270 W civarında bir güç tüketimi ile gelmesi bekleniyor. Bu, kartın verimliliğini artırırken, RTX 4070 Ti ve SUPER ile benzer seviyelere işaret ediyor.
Performans açısından da oldukça iddialı olan RX 8800 XT, rasterleştirme performansında RTX 4080 ve RTX 4080 SUPER seviyelerine yaklaşacak. Bu özellikler, özellikle yüksek çözünürlük ve detaylarda oyun performansını optimize etmek isteyen oyuncular için büyük bir avantaj sağlayacak.
2025’in ilk çeyreğinde CES 2025’te tanıtılması planlanan bu ekran kartı, fiyatlandırma açısından 500 dolar civarına sahip olabilir. Bu da onu, RTX 5070 gibi rakiplerle yoğun bir rekabete sokacak. Bu rekabetin, orta ve üst seviye ekran kartları pazarında büyük bir etki yaratması bekleniyor.
Japonya, güneş hücreleriyle 20 nükleer reaktörlük güce ulaşmayı hedefliyor. Perovskit güneş hücreleri, arazi kıtlığı sorunlarını aşarak kentsel enerji üretimi için hafif ve esnek çözümler sunuyor.
Japonya perovskit hedefinde iddialı
Japonya Sanayi Bakanlığı, geçen Aralık ayında ülkenin revize edilmiş enerji planının taslağını açıklayarak, yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılması ve 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşılmasında yeni nesil perovskit güneş hücrelerinin önemli bir araç olduğunu vurguladı.
Perovskit hücre üretimi için hayati önem taşıyan dünyanın ikinci büyük iyot üreticisi konumundan yararlanan Japonya, sağlam ve bağımsız bir tedarik zinciri kurmayı hedefliyor. Bu stratejik hamle, uluslararası tedarikçilere bağımlılığı azaltarak ve yerel endüstrileri destekleyerek ülkenin ekonomik güvenliğini artıracaktır.
Hükümet ayrıca, perovskit tedarik zincirinde Avrupa ve Çin firmalarının hakimiyetine karşı koyarak, Japon şirketlerini perovskit güneş modülleri üretiminde desteklemeyi taahhüt etti. 2004’te Japon şirketleri dünyadaki güneş hücrelerinin neredeyse yüzde 50’sini üretti. Bu sayı, Çinli üreticilerin agresif rekabeti, artan maliyetler ve değişen odak nedeniyle bugün 1’in altına düştü.
Büyük ölçekli güneş çiftlikleri için alan kıtlığı, güneş enerjisi kurulumlarına yönelik yenilikçi yaklaşımları hızlandırdı. Hafifliği ve esnekliğiyle bilinen perovskit hücreler giderek daha fazla çözüm olarak değerlendiriliyor. Bina cepheleri, pencereler ve araç çatıları dahil olmak üzere çeşitli yüzeylere entegre edilebilir, mekansal sınırlamaları ortadan kaldırabilir ve enerji üretimi için kentsel ortamlardan faydalanabilir.
2011 nükleer felaketinin ardından Japonya güneş paneli kurulumlarını hızla artırdı ve Nisan 2024 itibarıyla güneş enerjisi ülkenin enerji üretiminin neredeyse %10’unu oluşturuyor. Bu rakam 2014’teki %1,9’dan fazla.
Japonya’nın mevcut enerji programı, yenilenebilir enerjinin payını 2023 mali yılında %22,9’dan 2030 yılına kadar %36-%38’e çıkarmayı hedefliyor . Perovskit güneş hücrelerinin yaygın olarak benimsenmesinin beklenmesiyle, 2040 hedefleri daha da iddialı olup bu rakamları önemli ölçüde aşmayı hedefliyor.
Sekisui Chemical Co. gibi şirketler tarafından tam ticarileştirmenin 2030’larda gerçekleşmesi öngörülse de bakanlığın perovskit güneş modülleri için maliyet projeksiyonları umut verici: 2025’e kadar 20 JPY/W, 2030’a kadar 14 JPY/W ve 2040’a kadar 10 JPY/W. Sınırlı dayanıklılık ve yüksek başlangıç maliyetleri gibi zorluklara rağmen, bu rakamlar uygun fiyatlılık ve yaygın kullanım yolunda kritik kilometre taşlarını temsil ediyor.
Uluslararası Robotik Federasyonu’na (IFR) göre, profesyonel servis robotlarının satışları 2023 yılında yüzde 30 artarak 205.000 ünitenin üzerine çıktı.
IFR’nin yeni Dünya Robotik 2024 Hizmet Robotları raporuna göre, bunlardan 113.000’i ulaşım ve lojistik uygulamalarında, ardından konaklama (54.400), tarım (20.000), profesyonel temizlik (12.000) ve tıbbi ve sağlık hizmetlerinde (6.200) kullanıldı. Özellikle ulaştırma ve lojistikteki artışların başlıca nedeni iş gücü yetersizliği oldu.
Servis robotu satışları yüzde 30 arttı
IFR Başkanı Marina Bill, “Hizmet robotik sektörü hareket halinde: giderek daha fazla robot fabrikalarda, alışveriş merkezlerinde hizmet veriyor veya sokakta teslimatlara yardımcı oluyor” dedi.
Tıbbi ve sağlık sektöründeki robot satışları, bir önceki yıla göre yüzde 36 artarak tüm uygulamalar arasında en fazla büyüyen alan oldu. Bunu yüzde 35 ile ulaştırma ve lojistik, yüzde 31 ile konaklama, yüzde 21 ile tarım ve yüzde 4 ile profesyonel temizlik sektörleri izledi.
Robot satışlarının yüzde 80’inden fazlası 162 bin 284 adetle Asya-Pasifik bölgesinde gerçekleşirken, Avrupa 33 bin 918, Amerika ise 8 bin 927 adetle bu bölgeyi takip etti. Hizmet ve tıbbi robot tedarikçileri arasında 199 şirketle ABD dünyada ilk sırada yer aldı.
Çin, 107 tedarikçi ile en fazla tedarikçi sayısına sahip ikinci ülke konumunda olup bunların yüzde 80’i profesyonel hizmet robotları, yüzde 34’ü tüketici robotları ve yüzde 5’i tıbbi robotlar üretiyor. Almanya 83 şirketle üçüncü sırada yer aldı; bunların yüzde 79’u profesyonel hizmet birimleri, yüzde 17’si tüketici ve yüzde 12’si tıbbi ürün üretiyordu.
Raporda yer alan bulgular, mevcut en son yıl olan 2023’e ait verileri içeren 298 servis robotu üreticisinden alınan bir örneklem temel alınarak oluşturuldu.
Çin atık yağı elektrikli araçlar ve enerji depolama için %86 verimli süper kapasitöre dönüştürüyor. Bu keşif, elektrikli araçlar için daha temiz ve enerji açısından daha verimli bir depolama alanına yol açabilir. Atık yağ enerji depolama süreçlerinde bu şekilde kullanılarak büyük bir etki yaratıyor.
Atık yağ enerji depolama potansiyeli ile dikkat çekiyor
Çinli bilim insanları, atık yağı enerji depolamada kullanılabilecek müthiş bir maddeye dönüştürerek enerji depolama şeklimizi tamamen değiştirebilecek bir buluşa imza attıklarını duyurdu. Bu yeni yöntem, atık yağ enerji depolama uygulamaları için büyük bir fırsat sunuyor. Dünya giderek artan güç talebiyle boğuşurken, süper kapasitörler hızlı şarj ve deşarj süreleri nedeniyle daha popüler hale geliyor ve bu da onları yüksek performanslı uygulamalar için mükemmel kılıyor.
Çin Bilimler Akademisi’nin (CAS) basın bültenine göre, araştırmacının yeni yöntemi, atık yönetimi ve enerji depolama zorluklarını ele alırken aynı zamanda bu süper kapasitörleri üretmenin sürdürülebilir bir yolunu sağlıyor. Atık yağ enerji depolama için bu yöntemin kullanılması çevre dostu bir yaklaşım sunar. Projenin önde gelen araştırmacılarından Dr. Suyun Xu, basın bülteninde “Atık yağı öncül olarak kullanarak, sadece atığı değerli bir kaynağa dönüştürmekle kalmıyoruz, aynı zamanda olağanüstü elektrokimyasal özelliklere sahip bir süper kapasitör malzemesi de yaratıyoruz” dedi.
Şanghay Bilim ve Teknoloji Üniversitesi ve Tongji Üniversitesi’nden araştırma ekibi, atık yağı yüksek performanslı karbon malzemelere dönüştürmeye yönelik yenilikçi yaklaşımlarını Ekim ayında yayımladıkları bir yayında sundular. Atık yağ potansiyeli, bu yaklaşımlar sayesinde daha da artıyor. Ekip, atık yağlardan olan melamin ve linoleik asit kullanarak azot katkılı hiyerarşik gözenekli karbonlar (HPC) üretti.
Bu malzemeler, geniş yüzey alanı ve süperiletkenliklerinden dolayı özellikle süperkapasitör elektrotları olarak değerli. Atık yağ enerji depolama amacıyla bu malzemeler yüksek sıcaklıklara ısıtıldıktan sonra potasyum hidroksit (KOH) onları aktive eder. Bu işlem, depolama kapasitesini ve performansını artırmak için kritik bir özellik olan 3474,1 m²/g’a kadar yüzey alanına sahip HPC’lerin oluşturulmasıyla sonuçlanıyor.
Ayrıca bu HPC’lerdeki gözenek hacminin yüzde 70’inden fazlasını oluşturan mezogözenekler, enerji depolama açısından kritik öneme sahip olan iyon taşınımının verimliliğini büyük ölçüde artırıyor. Basın bülteninde, “Bu HPC’ler, malzemenin depolama kapasitesini ve iyon taşıma verimliliğini artırmak için gerekli olan toplam gözenek hacminin %72,9 ila %77,3’ünü oluşturan mezo gözeneklere sahipti” ifadelerine yer verildi.