Bitcoin Karşıtı Siber Tehditler Artıyor

0
Geçtiğimiz ay bilgisayar korsanları, bir bitcoin takas sitesi olan Bitfinex’in güvenlik sistemlerini geçip 70 milyon dolar değerinde bitcoin çalmışlardı. Bu saldırı, 2014 yılında Japonya Tokyo merkezli MtGox dijital para birimi borsasının hacklenip 350 milyon dolar değerinde bitcoin çalınmasından sonra en büyük ikinci eylem olarak tarihe geçti. Dijital borsaların veya takas merkezlerinin siber saldırılara uğraması artık ender görünen bir olay değil. Reuters tarafından yayınlanan veriler, takas platformlarının üçte birinin büyük yada küçük çapta bir şekilde hacklendiğini gösteriyor. Bu platformlardan yarısı, kurulduktan 6 yıl içerisinde kapanmak zorunda kaldı. Bitcoin sahiplerinin karşı karşıya oldukları risk, her ne kadar dijital borsalar gerçek sanal bankalar gibi çalışsa da kaybın geri ödenemeyeceği ve herhangi bir sigorta sisteminin işlememesi ile katlanarak artıyor. Bitcoin yatırımcıları bu tür siber tehditler ile karşı karşıya olmak haricinde, geleneksel ve regülasyonlara tabi bir banka gibi çalışmayan, az sermayeli ve kayıpları absorbe edemeyecek küçük çaplı takas platformları ile çalışmak zorundalar. İsminin açıklanmasını istemeyen ABD’li bir finans profesyoneli, “Camiadaki genel düşünce, merkezileşmiş her takas platformunun tehlike altında olduğudur” diyor. Bahsedilen kişi BitFinex saldırısında 1.000 dolar değerinde bitcoin kaybetmiş. “Tüm parayı bir tek dijital borsada işleme sokmak delilik. Yatırım yaparken aklımızda hep bu durum oluyor. Ben yatırımlarımı tek merkezde toplamadığım için diğerlerine nazaran göreceli olarak daha az kaybım oldu. Milyonlarca dolar kaybı olan kişiler tanıyorum” diye açıklamasını sürdürüyor. Tulsa Üniversitesi Siber Güvenlik Profesörü Tyler Moore, bitcoin dünyasındaki güvenlik sorununun azalmak yerine arttığı düşüncesinde. “Güvenlik sorununun çözümü için teknolojik bir altın çözüm olduğuna inanmıyorum. Hiç bir teknoloji, kripto para birimi veya finansal mekanizma siber saldırıları tamamen durduramaz” diyor.

Bitcoin gerçekten ne kadar güvensiz?

Profesörün araştırması ABD Ulusal Güvenlik Bakanlığı tarafından finanse edilmiş ve reuters ile paylaşılmış. Bitcoin’in 2009 yılında ortaya çıkmasından 2016 yılı Mart ayına kadar geçen sürede bütün takas ve borsa platformlarının yüzde 33’ü hacklenmiş. Yalnızca bu rakam bile bitcoin dünyasındaki siber güvenlik sorununu gözler önüne sermek için yetiyor. Karşıt bir metrik olarak, kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan Privacy Rights Clearinghouse tarafından yapılan bir araştırma, ABD’de aktif olarak varlık gösteren 6 bin banka arasında yalnızca 67 tanesi 2009 ve 2015 yılları arasında veri veya para kaybına neden olan bir siber saldırıya maruz kalmışlar. Bu oran yaklaşık olarak yüzde 1 ediyor. Yani bitcoin kullanımı, en azından dijital ortamda, banka kullanımına göre 33 kat daha riskli diyebiliriz. Ancak bu karşılaştırmanın bazı sorunları var. Araştırma yalızca ABD bankalarını temel alıyorken tüm takas platformları uluslararası düzeyde çalışıyor. Ayrıca bir bankaya fiziksel olarak güvenlik ihlali de yapılabilirken, bitcoin için böyle bir durum söz konusu değil. Bankaların ATM hizmetlerinin nasıl para çalmak için kullanıldığına dair neredeyse her gün yeni bir metot geliştiriliyor ve haberlerde karşımıza çıkıyor. Soyulan banka araçları ve banka şubelerinin de bu karşılaştırmada hesaba katılması gerekiyor. Doğru karşılaştırma, bitcoin ile bankalar arasında değil, bitcoin ile borsalar arasındaki karşılaştrımadır. Borsaların durumuna baktığımızda ise dünya finans merkezlerinin siber güvenlik anlamındaki içler acısı hali ortaya çıkıyor. Ancak dünya genelindeki borsalarda durum daha farklı. Çok miktarda paranın bir araya geldiği borsalar hackerlar için daha iştah kabartıcı hedefler haline geliyor. Bu yüzden siber saldırı oranları ve güvenlik ihlalleri de daha fazla. Uluslararası Menkul Kıymet Düzenleyicileri Komisyonu son 3 yıl içerisinde 46 güvenlik ihlali belirlemiş durumda. Dünya Borsalar Federasyonu ise borsaların yarıdan fazlasının şimdiye kadar bir şekilde siber saldırıya maruz kaldığını belirtiyor. Bitcoin hacmi ve kullanım yaygınlığı da göz önüne alındığında, karşılaşılan hack girişimleri ve güvenlik ihlalleri “normal” sayılabilir. Kimilerinin kurumsal tarihi bir asıra yaklaşan ve günlük trilyon dolarlar seviyesinde işlem hacimleri gerçekleştiren borsaların bile kendilerini siber saldırılardan koruyamaması, 7 yıllık geçmişi olan bir pazarının aslında iyi iş çıkarttığını bile düşündürebilir.

Proline Uzmanları TECHIN2B Tech Arena’da Konuşacak

0
Kendi geliştirdiği teknolojiler ile akıllı şehirler kuran ve bu teknolojileri yurt dışına ihraç eden Türk teknoloji şirketi Proline uzmanları, teknoloji dünyasında girişimcileri, yatırımcıları ve uzmanları bir araya getiren TECHIN2B TECH ARENA etkinliğinde konuşma yapacak. İstanbul Kalkınma Ajansı mali destek programı kapsamında hayata geçen Fikri Mülkiyet Esaslı Teknoloji Transferi İşbirliği Platformu tarafından organize edilen TECHIN2B TECH ARENA, 8-9 Eylül 2016 tarihlerinde İTÜ Süleyman Demirel Kültür Merkezi konferans salonunda “Teknoloji Temelli Girişimcilik” odağında ilham verici konuşma serisi ile başlayacak. Etkinliğin ilk gününde söz alacak Proline Girişim Platformu Müdürü Hakan Metin Akgün “Akıl mı? Para mı?” başlıklı konuşmasında girişimcilerin startup kurma aşamalarında odaklanmaları gereken noktaları anlatacak. Ardından söz alacak olan Proline Strateji ve İş Geliştirme Müdürü Serhan Ünalan ise “Fütüristik Teknoloji Trendleri” konulu konuşmasında sektördeki son trendler ile ilgili olarak katılımcıları bilgilendirecek ve “Akıllı ve Güvenli Şehirler” alanında çalışan girişimciler için potansiyel fırsatları aktaracak. İlham verici konuşmaların ardından 9 Eylül’de, Türkiye’nin en iyi merkezleri tarafından seçilmiş teknoloji odaklı 15 girişim TECHIN2B TECH ARENA’da aralarında Proline’ın da bulunduğu yatırımcılar ile buluşarak sunum ve demo yapacak. Girişimciler iş modellerini, teknoloji geliştirme adımlarını ve ihtiyaçlarını sunarak teknoloji girişimlerini bir adım öteye taşıyamaya çalışacak. Etkinlik ile ilgili detaylı bilgi ve kayıt için sayfayı ziyaret edebilirsiniz.

7 Ülkede Faaliyet Gösteren Twentify, Gözünü Amerika’ya Dikti

0
Firmaların, içgörü toplamaları ve daha iyi iş kararları vermeleri için bağımsız işgücüne erişmelerini sağlayan şirket olan Twentify, Bounty mobil uygulaması ile 200 bin kullanıcıya ulaştı. Başta Türkiye olmak üzere, Kanada, Ukrayna, Güney Afrika, Tayland, Nijerya ve Meksika’da toplamda 200.000 kullanıcıya sahip Bounty uygulamasıyla Twentify, şirketlerin talep ettiği saha verisini saatler içerisinde toplayarak, firmaların iş süreçlerindeki karar verme aşamalarında veriye dayalı hareket etmelerine yardımcı oluyor. Türkiye ve globalde farklı büyüklüklerde 100’den fazla müşteriye hizmet verdiklerini söyleyen Twentify Kurucu Ortağı ve CEO’su İlker İnanç, “Çözümlerimizi tercih eden müşterilerimizin geniş bir yüzdesi büyük ve kurumsal firmalardan oluşurken, Türkiye’de ve yine globalde çözümlerimizi kullanan KOBİ’ler de mevcut. Geçtiğimiz sene Kanada, Ukrayna, Güney Afrika ve Meksika’daki faaliyetlerimize ek olarak, Nijerya ve Tayland’da da faaliyetlerimize başladık. Şimdi, hedefimiz Amerika ve bu operasyon için müşterilerimizden büyük talep alıyoruz. Amerika’da değer katabileceğimiz büyük bir pazar olduğunu görüyoruz ve bu konuda çalışmalarımız hızla devam ediyor. Ürünümüz ve ekibimiz ile, Global oyuncuların olduğu bu tür pazarlara girebilecek güçteyiz. Her bir noktada verilecek işleri heyecanla bekleyen 200.000 kullanıcımız ile birlikte sağlam adımlarla, hedef ve çözüm odaklı olarak ilerlemeye devam ediyoruz” dedi.
İlker İnanç
İlker İnanç
Twentify, geliştirdiği Bounty uygulaması ile hizmet verdiği firmaların global bir mobil işgücüne erişmelerini sağlıyor ve bu sayede firmalara gizli müşteri, mağaza denetleme, tüketici içgörü anketi ve müşteri kazanımı gibi çözümler sunuyor. Sunulan hizmetler, müşteri ihtiyacına göre şekillenebiliyor. Bounty uygulamasında açılan görevleri gerçekleştiren kullanıcılar ise, gerçekleştirdikleri görevler karşılığında nakit para kazanıyorlar.

Dijital Yayın Hakları Konusunda İş Çığırından Çıkıyor

0
Dijital yayın hakları, internette içerik sağlayıcıların, yayıncıların, reklamcıların ve üreticilerin haklarını savunan, kavramsal olarak gerekli ancak şu anki yapısı ile birçok sorunu da beraberinde getiren, içerik olarak çağ dışı kalmış kurallar bütünüdür. İnternette çektiğiniz videonun arka planında, sizin kontrolünüzde olmadan çalan bir şarkı, bir filmden bahsetmeniz veya bir kitaptan alıntı yapmanız kanunen hakkınızda dava açılması için yeterli oluyor. En iyi ihtimalle içeriğiniz veya paylaşımınız silinirken, en kötü ihtimalle mahkemelerde sürünüyorsunuz. Ancak bu durum öyle bir seviyeye geldi ki, insan gerçekten hayret ediyor.

IMDb korsan site mi?

Time Warner Company’nin en büyük ve en ünlü şirketlerinden Warner Bros., interneti yayın haklarını ihlal eden sayfaları bulmak için taramış ve sonuçlarını Google’a göndermiş. Warner Bros.’un istediği, Google’ın bu sayfalara uyarı göndermesi ve arama sonuçlarında çıkartmaması, gerekçeleri ile iletilmiş. Listede bildik torrent siteleri haricinde ilginç isimlere de rastlıyoruz: Amazon, Sky, IMDb gibi. Bunlar, tamamen yasal olarak ve Warner Bros.’la anlaşmalı yayın yapan ciddi, kurumsal şirketler. Warner Bros.’un bu konuda hata yaptığını düşünebilirsiniz ama listede çok daha ilgi çekici, diğerlerini solda sıfır bırakan bir site daha var: Warner Bros.’un kendi sitesi! Dijital yayın haklarının neyi kapsadığı, neyin bu hakları ihlal ettiği ve neyin etmediği tamamen birbirine girmiş durumda. Bu konuda uzman hukukçuların bile artık kafası karışık. Görünen o ki Warner Bros.’a göre, herhangi bir ürününün, örneğin filminin bir sitede adının geçmesi, bahsedilmesi, bir tek kare bile görselinin yayınlanması, haklarına tecavüz olarak yorumlanıyor.

Dijital yayın haksızlığı

Lumen veritabanında Warner Bros. tarafından işlem yapılması istenen sayfaların tam listesini bulabilirsiniz. Bu istekleri aldıktan sonra Google çalışanları durumda bir gariplik olduğunu sezmişler ve Warner Bros. ile daha detaylı görüşmeden bir eylemde bulunmama kararı almışlar. Ancak işin ironik tarafı, Warner Bros.’un kendi internet sitesi olan warnerbros.com’un hala inceleme altında olması. Google, giderek daha da fazlalaşan dijital yayın hakları konusundaki talepler arasında neyin doğru neyin yanlış olduğunu bulmanın zorlaştığını ifade ediyor. Google’ın korsan içerik ile ilgili yayınladığı 2016 tarihli bir rapora göre, geçen yıl 558 milyon internet sitesinin arama sonuçlarından kaldırılması istenmiş. Bu rakam, önceki yıla göre yüzde 60 daha fazla.

Warner Bros. kanunu suistimalden mahkemeye çıktı

Dijital yayın hakları konusundaki en büyük sorunlardan birisi, yanlış bir ithamda bulunulduğunda bunun bir cezasının olmaması. Dolayısı ile teorik olarak herkes, tüzel veya gerçek, birbirini dijital yayın hakları konusunda suçlayabilir ve içeriklerin internet ortamından kaldırılmasını talep edebilir. 2013 yılında Warner Bros., dijital yayın hakları kanunlarını suiistimal etmek gerekçesi ile mahkemeye çıkartılmış, ancak yargıç henüz bir karar vermeden dava kefaret ile sonuçlanmıştı. Dolayısı ile gerçekten kanun önüne ilk ve tek sefer gelen bu konu sonuçsuz olarak ortada kaldı.

Berber Salonları İçin Yazılım Platformu

Geçtiğimiz hafta Y Combinator’ın Summer ’16 Demo Day etkinliğinde ortaya çıkan Squire adlı startup, berber salonları için yazılım platformu geliştiriyor. Kuaförler, güzellik salonları veya bakım merkezleri değil, mahallelerimizdeki berberler için. Peki, bir startup, işi gücü bırakıp neden berber salonları ile ilgileniyor? Nasıl bir açık vardı, nasıl bir sorun buldular ki çözüm üretiyorlar? Anlatalım.

Milyarlarca dolarlık berber cirosu

Öncelikle randevu ile gidilen birçok yerin aksine berber salonlarına günler öncesinden değil, saatler öncesinden randevu alınıyor. Müşteriler, hizmeti almak istedikleri aynı gün içerisinde berberde yer olup olmadığını, saat kaçta gidebileceklerini öğrenmek istiyorlar. Dahası, çoğu müşteri berber salonunu aradığı gün içerisinde mutlaka gitmek istiyor. Ülkemizde çok rastlanmasa da yine de berber salonlarının önemli bir kısmının sahipleri berber olmayabiliyor veya salonu yalnızca kendileri çekip çevirmiyor. Salon sahipleri koltuk veya kişi başına serbest çalışan berberleri kiralıyorlar. Bu durum arka plandaki iş süreçleri organizasyonunu benzer hizmetlerden farklılaştırıyor. Son olarak da berberlik sanıldığının aksine niş bir sektör değil. Global çapta finansal olarak kayıt altındaki erkek berberi sektörünün yıllık ciro hacminin 20 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Bir o kadar da (belki daha da fazla) kayıt dışı çalışan berber olduğu tahmin ediliyor. 20 milyar dolar resmi, 40 milyar dolar yıllık ciro potansiyeli olan bir sektöre hiçbir yazılımsal yatırım yapılmadığını fark eden Squire kolları sıvamış ve hem berberler hem de müşterileri için bir yazılım platformu geliştirmiş.

Hem müşterilere hem berberlere yönelik

Platformun müşterilere dönük tarafı bir mobil uygulamadan ve bir internet sitesinden oluşuyor. Platform müşterilere bulundukları yere veya daha önceden belirledikleri bir adrese en yakın berber salonlarını listeliyor. Müşteriler doğrudan platform üzerinden berber salonunun boş zamanlarını görüp, telefonla aramaya veya mesaj atmaya gerek kalmadan randevu alabiliyorlar. Platform aynı zamanda hizmet ödemesini ve eğer vermek isterseniz bahşişi, müşteriye nakit kullanma zahmetinden kurtararak banka veya kredi kartı üzerinden yapıyor. Kullanıcılar bu hizmeti seviyorlar çünkü BiTaksi’den taksi çağırmak veya Uber’den araç kiralamaktan bir farkı bulunmuyor. Platformu kullanan berberler de durumdan memnun. Çünkü normalde salonlarının yerini bilmeyen müşteriler de varlıklarını fark ediyor, yeni müşteri kazanıyorlar. Berber salonu yönetimine ilişkin, platformun arka planda çalışan kısmı ise biraz daha karışık. Müşteri ilişkilerinden ödemelere, randevulardan sarf malzemelerine kadar birçok konuda yazılımsal çözümler sunuyor. Berberlik gibi antik bir mesleği dijitalleştirmeye çalışmak felaket senaryosu gibi görünebilir ancak şimdiye kadar hem müşteriler hem de berberler durumdan memnun. Müşteriler doğru düzgün randevu almaktan ve mobil üzerinden ödeme yapmaktan memnun. Berberler ise değişen müşteri davranışları ve tercihleri ile müşterilerinin taleplerini karşılayabilmekten memnun. Squire şimdilik Amerika Birleşik Devletleri’nde New York ve San Francisco’da 100’ü aşkın berber salonunda kullanılıyor. Çiçeği burnunda startup, platformlarının önümüzdeki yıl 1.000 salonda kullanılacağını öngörüyorlar. Şirket ayrıca hala kredi kartı veya nakit para kullanmak isteyen müşteriler için POS entegrasyonunu da platformlarına katmayı düşünüyor. İşin ilginç yanı, platformu kullanmak berber salonları için tamamen ücretsiz. Squire bu şekilde mümkün olduğunca çok berber salonuna ulaşmaya ve platformlarına dahil etmeye çalışıyor. Daha sonra platforma muhasebe ve pazarlama gibi modüller ekleyip bunları ek ücretli hizmetler olarak satıp, tüm bu süreci paraya çevirmeyi planlıyor. Kullanıcılar açısından ise ücretlendirme, randevu başına 1 dolar. Bu ödemenin toplamı Squire için bir gelir oluşturamayacak kadar düşük.

Jeremy Clarkson’ın Startup’ı DriveTribe 12 Milyon Dolar Yatırım Aldı

0
İngiliz BBC televizyonunun efsaneleşmiş dizisi Top Gear’ın, en az dizi kadar efsaneleşmiş sunucuları Jeremy Clarkson, Richard Hammond ve James May, özellikle otomobil meraklıları başta olmak üzere her türlü motor sporu tutkunlarını bir araya getirecek sofistike sosyal ağ projeleri DriveTribe Kasım ayında hizmete açılıyor. 1977 yılından beri BBC televizyonunun vazgeçilmez oto-magazin dizilerinden olan ve 2002 yılından beri Jeremy Clarkson tarafından sunulan Top Gear, dünya televizyon tarihinin en çok izlenen ve en çok sevilen dizilerinden biri. 700 bölüme yakın bir yayınlanma sayısı olan dizi, tarzı, yaklaşımı ve tamamen tarafsız olması ile nesiller boyunca birçok motor sporu ve otomobil meraklısının gönlünde taht kurmuştu. 2002 yılından beridir dizinin sunuculuğunu yapan, ancak kısa bir süre önce karıştığı bir fiziksel darp hadisesi sonucunda programdan el çektirilen Jeremy Clarkson, yeni nesillere ulaşmak için eski moda teknoloji olan televizyon yerine yeni moda teknoloji olan sosyal ağları tercih ediyor.

DriveTribe gücünü otomobil gurularından alıyor

Sosyal bir içerik – medya platformu olarak tasarlanan DriveTribe, son zamanlarda sosyal ağları belli konularda uzmanlaşması hareketini yakalamış görünüyor. Belli bir “eyleme” göre sosyal ağların uzmanlaştığını zaten biliyoruz. Örneğin fotoğraf paylaşmak isteyenler platformu Instagram, anlık görseller paylaşmak isteyenler platformu Snapchat, mikro blog içerikleri paylaşmak isteyenler platformu Twitter gibi. Ancak DriveTribe, yalnızca eyleme değil, içeriğe göre de kendini ayrıştırıyor. Yine örnek olarak bilgisayar oyuncularının kullandığı Twitch, seyahat meraklılarının kullandığı Trip Advisor siteleri örnek gösterilebilir. Dünyanın cep telefonundan sonra en çok kullanılan, en çok tartışma konusu olan ve kimine göre en tutkulu makineleri olan otomobillerin ise böyle bir platformunun şimdiye kadar hayata geçirilmemiş olması ise garip. Bu boşluğu kapatmaya çalışan DriveTribe, arkasındaki efsane ekip ile birlikte çok kısa sürede 12 milyon dolar yatırım toplamayı başardı. İlk yatırım Nisan ayında kurucu ekip Jeremy Clarkson, Richard Hammond ve James May ile birlikte Andy Wilman tarafından yapıldı, ancak bu yatırımın ne kadar olduğu bilinmiyor. Ağustos ayında Breyer Capital ve Atomico, DriveTribe için toplam 5,5 milyon dolarlık yatırımda bulundular. Daha aradan 3 hafta geçmeden içinde bulunduğumuz Eylül ayında ise, adını eskiden Star Wars gibi efsanevi sinema yapımları ile duymaya aşina olduğumuz 21st Century Fox 6,5 milyon dolar daha yatırımda bulundu. Böylece DriveTribe’ın bilinen toplam yatırımı 12 milyon dolara erişti. Son yatırım ile birlikte DriveTribe’ın 2016 Sonbaharı olarak açıklanan açılış tarihi de Kasım 2016 olarak netleşti. DriveTribe’ın nasıl bir şey olacağını Jeremy Clarkson esprili bir dille “YouPorn gibi, ama arabalı” diyerek anlatıyor.

TEMSA ve STM Akıllı Araçlar için Teknoloji Geliştirecek

0
Akıllı araç üretimiyle yeni bir dönemin startını 2015 yılında veren TEMSA, büyüyen hedefler doğrultusunda sahip olduğu yenilikçi kimliğini yeni iş birlikleri ile genişletiyor. TEMSA, “siber güvenlik ve büyük veri” konusunda Türkiye’nin lider şirketi Savunma Teknolojileri ve Mühendislik (STM) ile “Akıllı Araçlar Teknoloji Geliştirme” konusunda iş birliği gerçekleştirdi. TEMSA Genel Müdürü Dinçer Çelik ve STM Genel Müdürü Davut Yılmaz’ın katılımıyla 5 Eylül 2016’da Sabancı Holding’de imzalanan iş birliği protokolü çerçevesinde STM ve TEMSA, akıllı araçlar için yeni teknolojiler geliştirecek. 2 şirket, Akıllı Araçlar, Büyük Veri Analitiği, Endüstri 4.0, Nesnelerin İnterneti (IoT), ve Siber Güvenlik konularında iş birliği yapacak.

TEMSA ve STM’den iş birliği

İmza töreninde, 2 yerli, öncü kuruluşun mühendislik tecrübelerini akıllı araç teknolojilerinde kullanmak için iş birliği yaptığını belirten TEMSA Genel Müdürü Dinçer Çelik, “İş birliği çerçevesinde TEMSA tarafından geliştirilmekte olunan Smart Mobility programlarının hedeflediği değer ve çözümlerin etkinliğinin arttırılması planlanıyor. TEMSA liderliğini sürdürdüğü otobüs pazarında otobüs üretmekle birlikte, akıllı ulaşım çözümleri üreten, yenilikçi ve girişimci, fark ve değer yaratan teknoloji şirketi olma yolundaki vizyonuyla ilerliyor. Bu vizyon doğrultusunda akıllı araçlar, elektrikli araçlar ve SMART 2020-akıllı fabrikalar başlıklı Smart Mobility Programlarının gelişimine STM ile yapılan bu iş birliğinin önemli katkısı olacak” dedi.

Akıllı araçların dijital dönüşümüne katkısı

STM Genel Müdürü Davut Yılmaz ise imza töreninde, “TEMSA ile gerçekleştireceğimiz iş birliğimizde, ‘TEMSA Smart Mobility programları’ kapsamında geliştirilecek ürünlerin, şehirlerin ulaşımını dijital dönüşümün hızıyla senkronize edeceğini” belirtti. Yılmaz, “STM’nin özgün olarak tasarladığı ve ulaştırmanın yanı sıra farklı sektörlerde bağımsız çalışabilen Türkiye’nin ilk ve tek büyük veri analitiği platformu Overa (Optimizasyon Veri Analitiği), TEMSA tarafından üretilen elektrikli ve akıllı araçlar için teknoloji geliştirilmesinde kullanılacak” diye sözlerini tamamladı.

TEMSA ve STM teknolojiyi birlikte geliştirecek

İş birliği sayesinde TEMSA tarafından yürütülen Smart Mobility programlarının, başta üretim, bakım, lojistik, pazarlama, bilgi teknolojileri ve inovasyon faaliyetleri olmak üzere operasyonlarda müşteri memnuniyetini ve güvenliği ön planda tutarak teknolojik olarak geliştirilmesi sağlanacak. Bu kapsamda ortaya çıkacak ihtiyaçlara, büyük veri algoritmaları kullanılarak ileri seviye veri analitiği, veri bilimi, optimizasyon uygulamaları ve çeşitli yazılımlar aracılığı ile STM ve TEMSA tarafından çözümler geliştirilecek. Bu süreçte, TEMSA akıllı araçlarından elde edilecek verinin siber güvenliği de STM tarafından geliştirilecek çözümlerle sağlanacak.

Araçlar artık daha da akıllı

TEMSA ve STM, “Akıllı Araçlar, Büyük Veri Analitiği, Endüstri 4.0, Nesnelerin İnterneti (IoT)ve Siber Güvenlik” konularında iş birliği yapacak. Bu kapsamda TEMSA fabrikasından tüm dünyaya yayılmış TEMSA araçlarındaki sensörlerden toplanan verinin STM ve TEMSA mühendislerince büyük veri analitiği uygulamaları ve veri bilimi yöntemleri aracılığıyla mantıksal ve tahminlenebilir analizlerinin yapılması hedeflenecek.

Ortak yetkinlikler dünya pazarına ticari ürün olarak sunulacak

TEMSA ve STM iş birliğinde, toplanan tüm bu verinin ileri seviye büyük veri analitiği, yapay zeka ve optimizasyon teknikleri kullanılarak incelenmesi ve yorumlanmasıyla birlikte geliştirilecek akıllı ulaşım çözümlerinin dünya pazarına ticari ürün olarak sunulması hedefleniyor.

Facebook’tan Açık Kaynak Dünyasına Hediyeler

0
Facebook açık kaynak dünyasına bir sıkıştırma bir de depolama algoritmasını hediye etti. Amerika Birleşik Devletleri’nin San Jose şehrindeki Facebook’un @Scale konferansında duyurusu yapılan iki algoritma tamamen açık kaynak olarak sunuldu. Facebook’un ZSstandard adlı algoritması kayıpsız veri sıkıştırma ile ilgili. Zstandard’ın amacı, usun süredir kullanılan ve artık güncelliğini yitirmiş Deflate sıkıştırma algoritması kullanan zlib’in yerini alabilmek. zlib, 1951’de geliştirilen Huffman kodu ile LZ77 algoritmasının bir birleşimi oluyor. 1995’ten beri kullanılan zlib en son 2013 yılında güncellendi ve son 3 yıldır da herhangi bir güncellemesi olmadı. Zstandard ile zlib aynı sıkıştırma oranını kullandıklarında, Zstandard 5 kat daha hızlı veri sıkıştırma yapabiliyor. Aynı süre boyunca sıkıştırma yaptıklarında ise Zstandard yüzde 10 daha fazla veri sıkıştırması yapabiliyor. Zstandard kayıpsız bir sıkıştırma algoritması olduğu için özellikle ses, fotoğraf ve video dosyalarında çok iyi sonuçlar veriyor.

Facebook “dükkan garantisi” veriyor

Ancak zlib yerine Zstandard kullanmaya başlamak kritik altyapı değişikliklerini de beraberinde getiriyor ki, mühendislerin en çok korktukları konu bu. Zstandard’ın kullanılmaya başlandığı bir sistemde bir terslik olursa bütün hizmet bir anda ve geri dönüşsüz olarak durabilir. Ancak Facebook’un Altyapı Mühendisliği Başkan Yardımcısı Jay Parikh, Zstandard’ın şirketin her bölümünde kullanıldığını ve test edildikten sonra açık kaynak olarak yayınlandığını da bildiriyor. “Facebook’ta çalışan herkes bu ürünleri kullanıyor” derken, açık kaynak dünyasına ikinci hediyeleri olan MyRocks’tand a bahsediyor. MyRocks, veri tabanları için geliştirilen bir depolama motoru. Facebook bu motoru MySQL veri tabanlarının başarımını artırmak için kullanıyor. MyRocks’ın da açık kaynak olarak yayınlanması boşuna değil, zira en çok kullanılan hemcinslerinden InnoDB’ye göre ciddi başarım avantajarı sunuyor. En basitinden aynı orandaki veriyi yarı yarıya daha az sunucu alanında tutabiliyor. Yani bir bakıma iki kat daha fazla veri sıkıştırabiliyor. Facebook’un bu teknolojileri açık kaynak olarak sunuyor olmasının sebebi, kendi üretimlerinin zaman içerisinde endüstri standardı haline dönüşmesini umuyor olması. Parikh, “Bunları açık kaynak olarak yayınlamak herkese fayda sağlıyor. Bir tek firmanın tekelindeki kapalı kaynak yazılımlardan ziyade, açık kaynak oldukları için çok daha hızlı yayılıp benimseneceğini düşünüyoruz” diyor.

Platin Bilişim Web Sitesi Yenilendi

0
2001 yılından beri veri koruma, arşivleme, iş sürekliliği, IT altyapı yönetimi ve güvenlik konularında profesyonel çözümler sunan Platin Bilişim, www.platinbilisim.com.tr adresindeki şirket web sayfasını yeniledi. Her alanda olduğu gibi web dünyasındaki yenilikleri de yakından takip eden Platin Bilişim ekibi, bu çerçevede şirket web sitesini yenileme kararı alarak bu kararı kısa sürede hayata geçirdi. Yenilenen görünümü ve tamamen görsel-psikolojik metriklere göre hazırlanan dijital yapısı ile oldukça estetik ve kullanıcı dostu bir site hedefiyle yola çıktıklarını belirten Platin Bilişim Marka ve Pazarlama Yönetmeni Çiçek Doğan, “Yeni sayfamız tam bir kullanıcı dostu site oldu. Bu amaçla herkesin aradığını kolayca bulabileceği bir yapı kurmaya çalıştık. Ayrıca sitemizin ziyaretçileri Medya bölümünde iletişim çalışmalarımız ile ilgili her türlü bilgiyi de kolayca bulabiliyor” dedi. platin-cicek_dogan Yeni sayfayla yenilenen ürün yelpazelerini de oldukça iyi yansıtmaya çabaladıklarını kaydeden Doğan, “Ürün ve referanslar noktasında kendimizi iyi anlattığımız ve başarı hikayelerimiz üzerinden referanslar yürüttüğümüz bir yapı oluşturmaya gayret ettik. Sayfamızı yenilenen müşteri portalımız ile de entegre ettik. Bundan böyle müşterilerimiz web sitemiz aracılığı ile talep açabiliyor ve yenilenen müşteri portalımıza erişebiliyor. Yeni sayfamızdaki en önemli özellik ise sayfanın detaylı yapısı ve kullanım kolaylığı yanında uyumlu ve etkin iletişime altyapı hazırlayan birçok gizil metriğin tümleşik yönetildiği bir web sitesi olması” şeklinde görüş belirtti.

PayU Türkiye BDDK’dan Ödeme Kuruluşu Lisansı Aldı

2011 yılından bu yana sürdürdüğü faaliyetlerle 5 binden fazla aktif üye iş yerine tahsilat kolaylığı sunan PayU Türkiye BDDK’dan Ödeme Kuruluşu Lisansı Aldı. PayU ödeme kuruluşu lisansı ile ülkemizdeki online ödeme altyapısını geliştirecek ve e-ticaret ile online alışverişin global rekabet gücünü artıracak.

E-ticarete büyük katkı

6493 sayılı “Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Kanunu”, ödeme altyapısı sunan ve e-ticaret alanında ödeme konusunda aracılık yapan şirketlerin belirli şartları yerine getirerek BDDK’dan ilgili lisansı almasını gerekli kılıyor. Bu lisansı almak için tüm kriterleri yerine getiren PayU Türkiye, BDDK’dan verilen onay ile lisanslı ödeme kuruluşu unvanının sahibi oldu. PayU Türkiye CEO’su Y. Emre Güzer konuyla ilgili açıklamasında şunları söyledi: “Türkiye’nin ilk PSP’si olarak 5 yıl önce çıktığımız yolculukta en büyük önceliğimiz ülkemizde elektronik ticareti ve online ödeme sistemlerini birçok konuda daha iyi olduğumuzu düşündüğümüz ABD ve Avrupa ile boy ölçüşebilir seviyelere getirmekti. Bu bağlamda tüm iş ortaklarımız ile birlikte sıfırdan oluşturduğumuz ekosistemde, sayıları elliyi bulan ödeme kuruluşlarının lisanslanması ve yeterliliklerini ispat edebilmeleri çok önemli bir hal aldı.” “Birkaç yıldır Bankacılık ve Denetleme Kurulu ile birlikte üzerinde çalıştığımız lisansın kanunlaştırılması ve büyük bir özenle kuruluşların yine BDDK tarafından lisanslanmaya başlanması Türkiye’de finansal teknoloji girişimlerinin önünü açacak. Böylece finansal okuryazarlığın hızla artmasına aracılık edecek ve kayıt dışı ekonomiyi azaltmanın yanı sıra ihracatı artıracak.”
payu-payu_türkiye-ödeme_kuruluşu-bddk-eticaret
PayU Türkiye CEO’su Emre Güzer.

PayU Türkiye e-ticaret ekosistemini geliştiriyor

Emre Güzer, birincil önceliklerinin tüketici ihtiyaçlarını iş ortaklarının desteğini alarak teknoloji ile yeniden şekillendirip işyerlerine ve müşterilerine yeni servisler sunmak ve ekosistemi kalkındırmak olduğunu belirtti. Güzer sözlerine şöyle devam etti: “Basit bir Sanal POS altyapısından ziyade, işletmelerin tüm ödeme ihtiyaçlarını eksiksiz karşılamaya yönelik birçok ödeme aracını senkronize bir şekilde ekosisteme kazandırmaya devam ediyoruz. Geçtiğimiz dönemde sunduğumuz gerçek zamanlı havale çözümünü ve mobil POS uygulamasının yanı sıra finansal servislere erişim imkanı olmayan müşterilerin online ödeme yapabilmesini sağlayacak bir ödeme servisi de sunacağız. Yakın zamanda kapıda ödemelerde yaşanan aksaklıkları da gidereceğiz.” “Amacımız şu an sayıları 4 milyonu aşan ve internetten sıkça alışveriş yapan kişi sayısını 10 milyona taşıyacak projeler geliştirmek. Türkiye’de e-ticaret sektörünün kalkınmasına yönelik çeşitli adımlar atıyoruz. Farklı ödeme araçları sunmanın yanı sıra Türkiye’deki PayU üye işyerlerinin, farklı global ödeme kuruluşlarıyla işbirliği sağlayarak onlarca farklı ülkeye satış yapabilmesinin önünü açtık. Böylece Türkiye ekonomisine de itici güç sağlamayı umuyoruz.” PayU Türkiye’nin bundan sonra çok daha güçlü bir şekilde yoluna devam edeceğini belirten Y. Emre Güzer, e-ticaret ekosisteminin büyütecek adımlar atmayı sürdüreceklerini  belirtti.

Office 365’e Yapay Zeka Desteği

0
Microsoft yeni bir verimlilik aracını daha envanterine kattı. Yapay zeka destekli bir zaman düzenleme aracı olan Genee, Microsoft tarafından satın alındı. Microsoft, Genee’yi Office 365 ürününe entegre edecek. Outlook ve Office 365 CVP’si Rajesh Jha, “Office 365’in verimlilik kapasitesini geliştirirken ve müşterilerimize değer yaratırken, Genee takımının dijital deneyimlerimize zeka katacağını ve tutkumuzda bizi daha da ileri taşıyacağına karşı inancım tam” açıklamasını yaptı.

Office 365’e neler katacak?

Genee geçtiğimiz yıl halka açık beta sürümünü yayımlamış, e-posta istemcileri ve takvim yazılımları ile yapay zeka üzerinden ilişki kurarak özellikle toplantı zamanı belirleme gibi uzun zaman alabilen süreçleri otomatik hale getirme amacını gerçekleştirmek istemişti. Görünen o ki, Microsoft tarafından satın alınmayı hak edecek kadar da bu işte başarılı oldu. Genee’nin Kurucu Ortakları Ben Cheung ve Charles Lee ayrıca Microsoft’a katılmayı düşündüklerini de belirttiler. Genee uygulaması e-postaların CC bölümüne adresi eklenerek çalışıyor. e-Postalar yazılırken doğal dilin kullanılması yetiyor. Genee dili çözüyor, anlıyor ve bir toplantı hakkında konuşuluyorsa karşı tarafa sizin adınıza bir davet yolluyor. Genee en temel anlamı ile aslında yapay zeka destekli bir sohbet programı. Ama yalnızca toplantı isteklerine cevap verecek şekilde programlanmış ve yapay zekanın doğal dil tanımlama yetenekleri bu konu etrafında geliştirilmiş. Genee’nin anlayabildiği, e-posta yazışmalarında sıklıkla kullanılan klasik komutlar var. Bunlar haricinde kullanıcılar kendi komut setlerini de oluşturabiliyorlar. Bu komut setleri de doğal yazımdan farklı olmuyor. Böylece yazışmalarınızı takip eden karşı taraf, sanki bir asistanınıza veya sekreterinize toplantı düzenleme talebi ilettiğinizi okuyor. Microsoft, “Genee’nin esas parladığı nokta, birbirlerinin takvimlerine erişimleri olmayan kalabalık grupların toplantı ayarlamaya çalışmalarında ortaya çıkıyor” diyor. Genee herkesin takvimini e-posta yazışmalarından çıkartıyor ve buna göre herkese uygun olacak bir zaman aralığını anında belirleyebiliyor.

Genee ile Sunrise’ın kaderi aynı

Genee’nin Kurucu Ortakları Ben Cheung ve Charles Lee kendi bloglarında “Microsoft’un kişisel ve kurumsal verimlilikte, yapay zekada ve sanal asistan teknolojilerinde lider olduğunu görüyoruz. Dil algılama ve haberleşme teknolojilerindeki uzmanlığımızı onlarla birleştirmekten heyecan duyuyoruz” diyorlar. Genee uygulaması 1 Eylül tarihi ile kapandı, yani şu an bakmak isterseniz Microsoft’un entegrasyonunu beklemeniz gerekiyor. Ancak, daha önceden Genee ile yaratılmış toplantı talepleri, takvimler ve diğer işler hala yerinde duruyor. Microsoft, Sunrise takvim uygulamasını da satın aldığında benzer bir prosedür işlemişti. Hali hazırdaki kullanıcı tabanı uygulamayı kullanmaya devam edebildi ancak yeni kullanıcılara uygulama kapatıldı. Genee 2014 yılında Uj Ventures, Streamline Ventures ve Garnett Ventures tarafından toplam 1,45 milyon dolar yatırım almıştı.

Dijital Reklam Sektörünün Geleceği Reklam Engellemede Yatıyor

1
Hepimiz sorunun bir parçasıyız. Dijital Reklam endüstrisi yumruklarını sıkmış, reklam engelleme yazılımı üreten ve kullanan herkese nefretini kusarken, hiç birimizin umurunda olmuyor. Yüz milyonlarca insan zaten hali hazırda reklam engelleme yazılımlarını masaüstü bilgisayarlarında veya cep telefonlarında kullanıyor. Araştırmalar gösteriyor ki, önümüzdeki yıl içerisinde bu rakam ikiye katlanabilir. İnsanlar reklam engelleme yazılımlarını seviyor ve kullanmaktan vazgeçmeyecekler. Bu yüzden, dijital reklam endüstrisi kimi zaman hile, yanıltma, kimi zamansa düpedüz hack sınıfına sokabileceğimiz uygulamaları bir kenara bırakıp sorunun kaynağına inerse, herkes için daha iyi olacak.

Dijital reklam ve reklam engelleme hakkında bazı rakamlar

Reklam engelleme yazılımları hakkında hazırlanmış en güncel raporlar, 2015 yılı Ağustos ayı itibariyle 200 milyon kişinin bilgisayarlarında bu yazılımları kullandığını ortaya çıkartmış durumda. Mary Meeker’ın 2016 İnternet Trendleri Raporu’nda hem masaüstü bilgisayarlarda, hem dizüstü bilgisayarlarda hem de cep telefonu ve tabletlerde, kısacası dijital reklamların tüm yayın alanlarında reklam engelleme yazılımlarının artışta olduğu kaydediliyor. HubSpot’un Global Interruptive Ads Survey raporu 2014 ve 2016 yıllarını kapsıyor. 18-35 yaş arası yetişkinlerin yüzde 60’ı reklam engelleme yazılımı kullanırken, 35 yaş üstü kullanıcılarda bu oran yüzde 50. PageFair ve Adobe’un raporlarına baktığımızda 2014 ve 2015 yıllarında ABD’li kullanıcıların yarısı reklam engelleme yazılımı kullanıyor. IAB’nin güncel raporlarına göre masaüstü bilgisayar kullanıcılarının yüzde 26’sı bir reklam engelleme yazılımı kullanıyor. Raporların geneline baktığımızda, önümüzdeki bir veya iki yıl içerisinde dijital reklamları engellemek için yazılım kullanan kullanıcıların sayısı ikiye katlanacak. 2015 yılı Ağustos ayındaki 200 milyon kişilik hacim zaten şu anda 300 milyona yaklaşmış durumda. Bu durumun sektöre etkisi de çok büyük. Ovum ve The Wallstreet Journal’ın 2015 raporu, reklam engelleme yazılımları sebebiyle yalnızca yayıncıların 24 milyar dolar kaybettiğini ortaya koyuyor.

Reklam engelleme nasıl çalışıyor?

Reklam engelleme yazılımları arama reklamlarından bannerlara, remarketing kampanyalarından YouTube reklamlarına, sponsorlu sosyal medya paylaşımlarından bazı “native” reklamlara kadar her şeyi engelleyebiliyor. İnternette bir sayfa yüklenirken, örneğin AdBlock, sayfadaki öğelerin hangi kaynaklardan geldiğine bakıyor ve bu şekilde neyin reklam olduğunu, neyin olmadığını belirliyor. Masaüstü bilgisayarlar bu iş basit bir tarayıcı eklentisi ile yapılıyor. Mobil tarafta ise ayrı bir tarayıcı veya tarayıcı ayarları ile sağlanıyor. Küçük bir yazılımın yüklenmesi ve bir iki tıklama ile neredeyse tamamen reklamdan arındırılmış internet sahibi olunuyor. Reklam engelleme yazılımlarının bir yan etkisi de, reklamların yüklenmesine izin verilmediği için internet sayfalarının biraz daha hızlı açılması. Reklamlara ait verilerin transferi de yapılmadığı için internet kotasının da daha az harcanmasını sağlıyor. AdBlock yazılımı en çok bilinen ve kullanılan yazılımlardan biri olduğu için örnekleri AdBlock üzerinden veriyoruz. Tüm reklam engelleme yazılımları hemen hemen aynı şekilde ve aynı mantıkta çalışıyor. Devam edelim. AdBlock’a cevap olarak kimi internet sitesi, ziyaretçinin reklam engelleme yazılımı kullandığını fark ettiğinde bir mesaj görüntülüyor. Mesajda kullanıcının dijital reklamlara izin vermesi ve sitelerinin reklam engelleme yazılımının beyaz listesine, yani reklamların engellenmeyeceği domain adresi listesine kaydetmelerini istiyor. Times’ın bir raporuna göre, kulalnıcıların yüzde 40’ı gerçekten de o siteyi engellemekten vazgeçebiliyor, özellikle mevzu bahis site yüksek kaliteli içerik sunuyorsa ve bu içeriği sunmak için neden para kazanmaları gerektiğini açıklıyorsa.

Çözümü reklam engelleyenler buluyor

Ancak internet yayıncıların çok büyük bir kısmı, yalnızca trafik çekme derdinde oldukları için böyle önlemler almıyorlar. İnternet yayıncılığının maalesef çok büyük kısmının kopya veya çalıntı içerik olduğunu, olmayan kısmının da büyük çoğunluğunun “click-bait” içerik ürettiğini düşünecek olursak, kullanıcılar da dijital reklamları engellememek için bir sebep görmüyorlar. Fakat aynı zamanda kaliteli içerik yayıncıları dijital reklamların takipçilerini ne kadar sıkıntıya soktuğunun farkına varmaya başladı. Bu yüzden reklam tarzlarını daha en baştan AdBlock veya benzeri bir yazılımın kullanılma gerekliliğini ortadan kaldırma üzerine kuruyorlar. New York Times ve YouTube gibi dev diyebileceğimiz yayıncıların bir kısmı ise, tamamen reklamdan arındırılmış özel abonelikler sunuyorlar. Tamamen reklamsız bir internetin imkansız olduğu bir gerçek. Bu gerçeğin aslında kullanıcılar da farkında. AdBlock’un yayınladığı raporlara göre, dijital reklamları engelleyen kullanıcıların yüzde 75’i, bazı sitelerdeki reklamları engellememeyi seçiyorlar. Bu sitelerin ortak özelliği, reklamların içeriğin önüne geçmediği, kullanıcıyı rahatsız etmediği ve dikkatini dağıtmadığı tasarımlar. Buradan yola çıkan AdBloc, Acceptable Ads Manifesto (Kabul edilebilir reklam manifestosu) adı altında bir takım kurallar belirledi. Kuralları belirlerken kendi kullanıcı kitlesinin oluşturduğu büyük veriyi kullanan AdBlock, bu kurallara uygunluk gösteren sitelerin reklamlarını engellememe kararı aldı. Zaten, teorik olarak, böyle bir sitenin reklamlarını kullanıcılar da engellemek istemeyecek. Zorla reklam göstermeye çalışmaktansa, kullanıcının tercih ettiği şekilde dijital reklam göstermek işe yarıyor.

VMware Yeni Cross-Cloud Architecture’ı Tanıttı

0
VMware, VMworld 2016 etkinliğinde şirketin hibrit bulut stratejisini yeni VMware Cross-Cloud Architecture ile genişlettiğini duyurdu. Şirket ayrıca müşterilere özel ve genel bulutlardaki uygulamalarını ortak bir işletim ortamında çalıştırma, yönetme, bağlama ve güvene alma imkanını veren yeni özel ve genel bulut servislerini de duyurdu. • Müşterilerin Yazılım Tabanlı Veri Merkezi (SDDC) bulutlarını yönetmelerini ve işletmelerini kolaylaştıracak, birleşik ve yazılım tabanlı bir veri merkezi platformu olan VMware Cloud Foundation • Müşterilere özel ve genel bulutlarda çalışan uygulamalarını yönetme, denetleme ve güvence altına alma yöntemlerini gösteren, AWS, Azure ve IBM Cloud’un da aralarında bulunduğu Technology Preview of Cross-Cloud Services vCloud Air Network iş ortaklarının ihtiyaçları için tasarlanmış, yeni bir felaket kurtarma hizmetleri ailesi olan vCloud Availability • vSphere kullanıcılarına vCloud Air’e uygulama taşınma süresindeki aksama süresini ortadan kaldırma amacıyla vCloud Air Hybrid Cloud Manager’ın yeni sürümünün sunulması VMware Yazılım Tabanlı Veri Merkezi Bölümü Genel Müdürü ve Başkan Yardımcısı Raghu Raghuram, konuyla ilgili şu açıklamayı yapıyor: “Müşteriler giderek artan oranda uygulamalarını çalıştırmak için çoklu genel ve özel bulutlara güvenmekle birlikte çeşitli bulut platformları arasında uygulamalarını yönetme ve koruma boyutunda endişe yaşayabiliyorlar. Müşteriler VMware tarafından sağlanan, kendi sınıfının en iyisi özel bulut ve lider genel bulutu bir araya getirdiklerinde olabilecek en güçlü, en esnek çoklu bulut stratejisine sahip oluyorlar. VMware, benzersiz Cross-Cloud Architecture (Çapraz Bulut Mimarisi), SDDC ve bulut servisleri eşliğinde tüm bulut ortamları için standart bir işletim ortamı sunarak bulutta özgürlük ve kontrol sağlıyor.” Dünyanın en eksiksiz ve becerikli hibrit bulut altyapısı olan Cross-Cloud Architecture özel ya da genel bulut çalışmaları ve temel oluşturan bulut, donanım platformu ya da arakatman fark etmeksizin tüm uygulamalar için düzenli kurulum modellerini, güvenlik politikalarını, görünürlüğü ve denetimi etkin hale getiriyor. WMware’in Cross-Cloud Architecture’ı, müşterilere çoklu bulut ortamları arasında inovasyon özgürlüğünü tanıyarak şirketin lider özel ve hibrit bulut becerilerini pekiştiriyor. WMware Cross-Cloud Architecture, VMware’in halihazırda geliştirmeyi sürdürdüğü, bir dizi yeni Cross-Cloud Services’ı içeren Cloud Foundation ve vRealize bulut yönetim platform üzerinden sunuluyor.

Hibrit bulut için birleşik yazılım tabanlı veri merkezi platformu (SDDC)

Cloud Foundation, VMware’in ölçeklenebilirliği yüksek hiper-bütünleşik yazılımı (vSphere ve Virtual SAN) ile dünyanın önde gelen ağ sanallaştırma platformu NSX’i ilk kez birleştiren gelecek nesil hiper-bütünleşik altyapısını özel bulut oluşturmak isteyenlere sunuyor. Cloud Foundation’un çekirdek bir bileşeni olan SDDC Manager müşterilere ve servis sağlayıcılara VMware bulut yazılımlarının kurulum ve yönetimlerini otomatikleştirmelerinde yardımcı oluyor. SDDC Manager, VMware bulut yazılımı topluluğunun tamamını kurmaya ve korumaya yardımcı olurken bulut yöneticilerini yükleme, ayarlama, yönetme ve bulut altyapısını güncelleme gibi karmaşık işlemlerden kurtarıyor ve eksiksiz bir bulut ortamının saatler içerisinde kurulmasına da imkân tanıyor. Bunun sonucunda müşteriler bulut altyapısını kurma sürecini altı-sekiz kat azaltırken toplam sahip olma maliyetinden %30-40 oranında tasarruf sağlıyorlar (1). Cloud Foundation, ilk kez SDDC’nin tam gücünü bir hibrit bulut ortamına uygulayan “servis olarak” seçeneğini sunuyor. IBM, IBM Cloud üzerinde sunduğu Cloud Foundation ile Cloud Foundation temeline dayanan yeni olanaklar sunan ilk vCloud Air Network iş ortağı oldu. Cloud Foundation, gelecekte aralarında vCloud Air’in de bulunduğu ek kamusal bulutlar üzerinden de kullanılabilecek. Müşteriler, özel bulutlar için halihazırda EMC’den anahtar teslim VxRack Systems entegre çözümlerini temin edebiliyor ya da Cloud Foundation yazılımını Dell, Hewlett Packard Enterprise ve QCT’den Virtual SAN uyumlu nodlar ile birleştirebiliyorlar. Cloud Foundation kurum kritik yüksek ölçekli uygulamalardan dağıtılmış ölçek dışı uygulamalara kadar her türlü geleneksel ya da bulut-yerel uygulamayı çalıştırabiliyor. Uygulamaların sanal makinelerde ya da konteynerlerde olmaları fark etmeksizin, Cloud Foundation vSphere, Virtual SAN ve NSX’in benzersiz performans, dayanıklılık, güvenlik ve yönetilebilirlik avantajlarını sunan düzenli bir altyapı platform sağlıyor. Cloud Foundation tüm geleneksel ya da bulut uyumlu uygulamaları çalıştırmaya yarayan mevcut VMware çözümleri ile entegre olmanın yanı sıra bulut esnekliği ve tercihini destekleyerek kurumsal mobiliteye de imkân yaratıyor. • vRealize Suite, Cloud Foundtation ile entegre olarak, BT servis sunumunu hızlandırabilen, BT operasyonlarını geliştiren ve heterojen, çoklu bulut ortamlarında (vSphere ve VSphere’siz) son kullanıcıya kontrol sağlayan kapsamlı bir kurumsal bulut yönetim platformu (CMP) sağlıyor. • vSphere Integrated Containers geliştiricilere güvenli ve çok kullanıcılı self servis erişimi ile daha hızlı yenilik yapma imkanı sunuyor. VIC ayrıca BT’nin konteyner servislerini kurup yönetmek için mevcut araçları, bilgileri ve süreçleri kullanmalarına da olanak sağlıyor. • Integrated OpenStack, Cloud Foundation ile birlikte müşterilere VMware tabanlı SDDC altyapısının üzerinde üretim seviyesinde bir OpenStack bulut kurulumu ve yönetimi yapma imkânını tanıyor. • Horizon Cloud Foundation ile entegre olarak müşterilerin tek bir platform üzerinden hızlıca sanallaştırılmış masaüstleri ve uygulamalar edinmesini sağlıyor, güvenli bir dijital çalışma alanı yaratıyor.

Cross-Cloud Services

Cross-Cloud Services, bulut kullanımı ve maliyetlerinin görünümünü artıracak, düzenli ağ yapılandırması ve güvenlik politikalarını etkin hale getirecek ve vSphere ve vSphere’siz özel ve genel bulut ortamları için kurulum, yönetim, uygulama ve veri taşınması gibi süreçleri otomatik hale getirecek, geliştirilmekte olan yeni SaaS servislerinden oluşuyor. VMware, hem genel bulut ortamları hem de tesis içi iş yükleri için ortak bir işletim ortamını etkin hale getirerek bir yandan merkezi BT’ye uygulama ve verileri koruma ve maliyetleri kontrol etme imkânı verirken diğer yandan da geliştiricilere ve genel olarak kuruma seçecekleri bulut ortamında serbestçe yenilik yampa olanağını tanıyor. VMworld etkinliğinde tanıtılacak bulutlararası bu servisler arasında şunlar yer alıyor: • Bulgu ve Analiz: Genel bulut uygulamalarının bulgu tanılaması, yerleştirilmesi ve yönetişimi; • Uyumluluk ve Güvenlik: Bulutlararası uygulamaların uyumluluğu ve güvenliği için mikro segmentasyon ve denetim kullanımı; • Kurulum ve Taşınma: Geliştiricilere bulutlararası çalışma imkânı sunulurken, BT’ye de bulutlararası uygulamaları güven ve uyumlulukla yönetme olanağı sağlanıyor.

vCloud Air ve vCloud Air Network için düzenli inovasyon

vCloud Air ve vCloud Air Network servis sağlayıcı ekosistemi, şirketin hibrit bulut stratejisinin önemli parçaları olmayı sürdürüyor. vCloud Air Network iş ortakları geniş çeşitlilikte servislerin yanı sıra, coğrafya ve sektöre özel uzmanlık sunuyor ve müşterilerin karmaşık mevzuat gereksinimlerini karşılamalarına yardımcı oluyor. VMware, vCloud Availability for vCloud Director’ı duyuruyor. vCloud Availability for vCloud Director iş ortaklarına basit, uygun maliyetli bulut tabanlı felaket kurtarma servisleri sunacak. Bu servisler yerel vSphere çoğaltma becerilerini kullanarak müşterilerin vSphere ortamlarını destekleyecek. Bu çözüm özellikle vCloud Air Network servis sağlayıcılarının kolay operasyonu, müşteri elde etme ve sayısını artırma süreçlerini olağanüstü seviyede basit tesis içi kurulum süreçleriyle kolaylaştırmak için tasarlanacak. Hybrid Cloud Manager’ın en yeni sürümü, bir VMware özel bulutu vCloud Air’e genişletmek için, uygulama taşımayı basitleştiren ve iki ortam arasındaki bağlantı performansını artıran yeni iyileştirmeler sunuyor. vCloud Air Hybrid Cloud Manager müşterilerin tesis içi ağlarını ağların bulutta genişlemesini sağlarken adeta yerel ağ performansı göstermelerini sağlayan uyumlu ve yazılım tabanlı WAN aracılığıyla vCloud Air’e yaymalarını sağlıyor. vCloud Air Hybrid Cloud Manager ayrıca tüm uygulamaların çift yönlü olarak taşınmasının yanı sıra NSX güvenlik politikalarının vCloud Air Gelişmiş Ağ Servislerine taşınma sürecinde de aksama süresini ortadan kaldırıyor. Müşteriler, sanal makinelerini uyumlu bir ağda 20 kata kadar daha hızlı taşıyabilirken, tesis içindekilerle aynı seviyede control ve güvenlik politikalarına da kavuşmuş oluyor. Tüm bunlar iş süreçlerine olumsuz etki yapmadan gerçekleşiyor. IBM Cloud İş Geliştirmeden Sorumlu Başkan Yardımcısı Mercer Rowe, konuyla ilgili şu açıklamayı yapıyor: “IBM hibrit bulut kullanımında sektöre yön vermeye ve sektöre öncülük etmeye devam ediyor. Cloud Foundation’u tamamen otomatize bir servis olarak ilk biz sunduk. Gerçekleştirdiğimiz bu ilki müşterilere VMware ortamlarını buluta taşıma konusunda destek sağlayacak 4.000’den fazla profesyoneli eğiterek pekiştirdik.” • Cloud Foundation’ın 2016’nın üçüncü çeyreğinden itibaren genel kullanıma sunulması bekleniyor • IBM Cloud üzerinde Cloud Foundation’ın 2016’nın üçüncü çeyreğinden itibaren genel kullanıma sunulması bekleniyor • vCloud Air Hybrid Cloud Manager 2.0’ın 2016’nın üçüncü çeyreğinden itibaren genel kullanıma sunulması bekleniyor • vCloud Availability for vCloud Director halihazırda kullanıma sunulmuş bulunuyor

Şirketlerde Dijital Dönüşüm Hızlandı: Belgelerin Yüzde 55’i Artık Dijital

Canon Europe, 10 ülkedeki ofis alışkanlıklarını araştıran Ofis İçgörüleri 2016 Raporu’nu açıkladı. Rapora göre dijital dönüşüm içindeki şirketlerdeki belgelerin yüzde 55’i güvenlik ve depolama avantajı nedeniyle taranarak dijital hale geldi. Türkiye’nin, 10 ülke arasında baskı maliyetini en çok önemseyen ülke olduğu ortaya çıktı. Ofis çalışanlarınınyüzde 63’ü artık akıllı telefon ve tablet üzerinden belge yazdırıyor. Görüntüleme ve baskı çözümlerinde dünya lideri Canon Europe, ofislerde baskı alışkanlıklarını araştıran Ofis İçgörüleri 2016 Raporu’nu açıkladı. Araştırma, Orta ve Doğu Avrupa, Avrasya, Ortadoğu ve Afrika genelinde 10 anahtar ülkede bulunan 1.000 işletmede satın alma kararını veren yöneticiler ile görüşülerek hazırlandı. Türkiye’de yüzde 77’si maliyete bakıyor. Rapora göre, dijital dönüşüm kapsamında, şirketlerdeki belgelerin yüzde 55’i güvenlik ve depolama avantajı nedeniyle taranarak dijital hale geldi. Rapora göre Türkiye araştırma yapılan ülkeler arasında en yüksek maliyet bilincine sahip ülke oldu. Ortalama yüzde 59 olan orana kıyasla Türkiye’deki işletmelerin %77’si baskının ne kadara mal olduğu konusunda daha bilinçli hale geldiğini söylüyor. Canon Europe Gelişmekte Olan Pazarlar B2B Satış ve Pazarlama Direktörü Matthew Wrighton, “Yüksek büyümeye sahip pazarlar baskı maliyetlerinin yönetilmesini kolaylaştıracak çözümler aradıklarını gördük. Araştırmamız, baskının şu anda bu bölgelerde daha kapsamlı iş sorunlarına yol açabilecek gizli bir maliyet olduğunu gösteriyor. Bu itibarla, pazarlardaki şirketlerin baskı maliyetlerini düşük tutmalarına yardımcı olmak için rehberlik hizmeti sunulmalıdır” dedi.

Dijital dönüşümün sebebi: Şirketler belgeleri kaybetmekten korkuyor

• Yüzde 68’i kaygı duyuyor: İşletmelerin yüzde 68’i bastığı hassas belgeleri kaybetmekten kaygı duyuyor. Yüzde 40’ı yüksek güvenliği çok değerli buluyor. • Uzaktan baskıyı seviyor: İşletmelerin yüzde 70’i uzaktan baskıya önem veriyor. Kuruluşların yüzde 60’ı kendi cihazını kendin getir modeline izin veriyor. • Maliyeti ölçmeyenlen var: Yüzde 28’i baskı maliyetlerini hiçbir şekilde ölçmüyor. • Renkli baskıya geçtiler: Yüzde 47’si birkaç yıl önce olduğundan daha fazla renkli baskı yapıyor. Yüzde 57’si renkli çıktılar almak için ana yazıcılarını kullanıyor. • Baskıyı dışarıda yaptırıyoruz: Türkiye’de baskının dışarıda yaptırılması diğer ülkelere göre daha yaygın. Diğer ülkelerin yüzde 30’u dışarıda baskı yaptırırken Türkiye’de yüzte 57’si baskı işlerini baskı şirketlerine yaptırıyor. • Daha önemli hale gelecek: Türkiye’de işletmelerin neredeyse yarısı (yüzde 49) baskının şirketler için daha önemli hale geleceğini düşünüyor. Diğer ülkelerde bu oran yüzde 32 olarak çıkıyor. Bu durum baskı yerine dijital iletişime öncelik veren rakiplerden farklılaşmak için tanıtım yada pazarlama amacıyla yüksek kaliteli renkli belge almalarından kaynaklanıyor. • Belgeler dijital oldu: Ofiste kullanılan ve yönetilen tüm belgelerin %55’i dijital oldu. • Daha çok belge tarıyorlar: Ofis çalışanlarının %59’u, bugün üç yıl önce olduğundan daha fazla belge tarıyor. • ssssDaha çok belge basıyorlar: Ofis çalışanlarının %57’si, bugün üç yıl önce olduğundan daha fazla belge basıyor. • Akıllı telefondan çıkış alıyor: Yüzde 63 bir akıllı telefondan, tabletten ya da dizüstü bilgisayardan iş yerlerindeki bir yazıcıda doğrudan çıktı almaya değerli buluyor. canon-dijital_donusum-infografik

Sunucular DeepMind’a Emanet

Google, bildiğiniz gibi artık Alphabet adlı üst şirketin bir kolu durumunda. Google içerisinde de DeepMind isimli bir yapay zeka geliştirme bölümü bulunuyor. Google, DeepMind’ı satın alıp bünyesine dahil ettikten sonra, yapay zekalı robotlardan görüntü işlem programlarına kadar bir çok konuda kullandı ve oldukça başarılı sonuçlar aldı. Birkaç ay önce ise bu çok gelişmiş yapay zeka, Alphabet’nin en büyük giderlerinin bir kısmına sebep olan veri merkezleri ve sunucu çiftliklerine bekçilik etmesi için görevlendirildi. Yapay zekanın görevi, bu kompleksleri analiz etmek, maksimum verimlilik için yöntemler belirlemek ve bu yöntemleri uygulamak. Dünyanın en büyük sunucu alanlarını, dünyanın en gelişmiş yapay zekanın kontrolüne vermek sonucunda neler olabileceğini bilim kurgu yazarları uzun yıllardır dehşet senaryoları ile kaleme aldıkları için, Google aynı zamanda bir de, yapay zekayı anında devre dışı bırakacak ve varlığına son verecek “panik butonu” da entegre etmiş. DeepMind, sunucuları olduğu kadar, soğutma, elektrik, güvenlik gibi sistemleri de kontrol ederek, biz zavallı insanların yıllar süren çalışmalar ile ortaya çıkartabileceğimiz küçücük detay sorunları saniyeler içerisinde belirleyip önlem alabiliyor. Böylece daha önce mümkün olmadığı düşünülen enerji tasarruf oranlarına ulaşabiliyor. Google, bu tasarrufun yüzde 15 olduğunu açıkladı.

DeepMind ile milyonlarca KW tasarruf

2014 yılında Google, veri merkezlerinde ve sunucu çiftliklerinde 4.402.836 MWh elektrik harcadığını duyurmuştu. Basit bir hesapla Google’ın 660.425,4 MWh civarında elektrik tasarruf ettiğini söyleyebiliriz. ABD’de şirketler elektrik için MWh başına 25-40 dolar kadar ödüyorlar. Yani Google’ın bu yapay zekayı devreye sokması ile 16,5 milyon dolar ile 26,4 milyon dolar arasında kar elde ettiğini tahmin edebiliriz. Google DeepMind’ı 2014 yılında 600 milyon dolara satın almıştı. DeepMind’ın en büyük özelliği, insanların belirli komutlar girmesini veya sisteme neyin ne olduğunu öğretmek zorunda kalmamaları. Yapay zeka, bağlandığı veri merkezi sistemlerinin nasıl çalıştığını, bunların ne kadar elektrik tükettiğini, birbirleri ile olan bağlantısını ve en uygun duruma getirmek için nasıl çalışmaları gerektiğini kendi kendine öğreniyor. Neural Network (Nöron Ağları) denilen bir yöntem ile çalışan yapay zekanın çalışma prensibi aslında yeni değil. Bu bilgisayar modelinin ilk teorileri 1943 yılında bile yayınlanıyor. Veri merkezi ve sunucu çiftliklerinde 120 farklı değişkeni kontrol eden DeepMind, havalandırma fanlarından pencerelere kadar merkezin kralı oluyor. Google, kendi merkezlerinde böyle iyi sonuçlar almaya devam ederse bu sistemi diğer şirketlere de satabilir veya kiralayabilir. DeepMind uzaktaki bir sunucu merkezine bağlanıp, çevresel faktörleri kontrol edip, gerekli ayarlamaları yapabilir. Google’ın kendisi de bu hizmeti bir SaaS modeli ile verilmesinin düşünüldüğünü bildiriyor.

Blesh Beacon İle Bankacılıkta Kişisel Pazarlama Devri

2013 yılının son aylarında kurulan Blesh, nesnelerin internet kullanan beacon teknolojisi ile markaların müşteriye istediği anda ulaşmasını sağlıyor. Beacon teknolojisini Türkiye’ye getirerek fintek, bankacılık, restoran zincirleri ve mobil alışveriş entegrasyonunda yeni bir kanal açan Blesh, kullanıcı ve müşteri deneyimini dinamik müşteri yolculuğunda birleştiren nesnelerin internetini Türkiye ile tanıştırdı. Techinside olarak Blesh CEO’su Devrim Sönmez’le beaconların çok kanallı ve çapraz kanallı pazarlamadaki rolünü değerlendirdik.

Genel olarak beaconlar ve iBeacon ile Google Eddystone’un farklı kullanım özelliklerinden söz eder misiniz?

Bir marka, müşterisinin gerçekten işine yarayacağı ve ona değer katacağı bir durum anında temasa geçmeli. Ayrıca bu temas her seferinde müşterinin iznine tabi olmalı. Bu bakımdan Eddystone ve iBeacon teknolojileri daha önce görülmemiş fırsatlara kapı aralıyor. Hepimiz mobil cihazlarımızda her gün yeni deneyimler yaşıyoruz ve bu deneyimlerin bir kısmı toplum tarafından kabul edilip norm haline geliyor. Önümüzdeki dönemde müşteriler, bir bankaya veya mağazaya girdiklerinde ve bir temas noktası bulamadıklarında, bu durum marka için kayıp olacak.
“Beaconlar ile müşteriye ihtiyacı olduğu zaman, ihtiyacı olduğu hizmetle erişir ve onu reklamlarla sıkmazsınız.”

35 bin beacon 20 milyon potansiyel müşteri

Türkiye’de çok sayıda global ve yerel önemli markayla gerçekleştirdiği projeler kapsamında aktif beacon sayısını Ağustos 2016 itibariyle 35 bin adede çıkarma başarısını gösteren Blesh, sektöründe açık ara lider konumunda yer alıyor. Beaconlar, Blesh’in entegre olduğu 90’ın üzerinde mobil uygulama ile çalışıyor. İlgili uygulamalarda aktif indirilme rakamı göz önüne alındığında 20 milyon kişiye ulaşma potansiyeline de sahip oluyor.
Blesh Ekip_CEO Devrim Sönmez ve CTO Uğur Gökdere
CEO Devrim Sönmez ve CTO Uğur Gökdere Blesh ekibiyle.
 

“Google Eddystone beacon üzerinden isteğe bağlı teklifler ile fiziksel webi başlattı”

Nesnelerin İnterneti ve sensörler konusunda Türkiye’de ve dünyada hizmet veren Blesh, Eddystone, Physical Web gibi teknolojilerin küresel oyuncusu olarak dikkat çekiyor. Başarılı Ar-Ge çalışmalarına imza atan Blesh, Türkiye’nin önde gelen marka ve kuruluşlarının mikro lokasyon bazlı iletişimini yönetiyor.
Beacon teknolojisini en çok perakende ve bankacılık sektörleri sahipleniyor
Türkiye’nin 51 şehrine yayılmış olan Blesh beacon cihazları Migros, Koçtaş gibi mağazalarda, Sabiha Gökçen Havalimanı, İstanbul M2 metro istasyonları, Kanyon’un da dahil olduğu 100’ün üzerinde AVM, DenizBank şube ve ATM’leri, fastPay üye işyerleri, iddaa bayileri, Caffe Nero, Simit Sarayı, Kahve Dünyası, Domino’s Pizza gibi zincirlerde yer alıyor. 250’nin üzerinde plaza ve üniversitede de Blesh beacon cihazı kurulmuş durumda ve aktif olarak çalışıyor.

Bankacılıkta 2018 nesnelerin interneti harcamaları 153 milyar dolacak

Bankacılık sektöründe 2018 yılında Nesnelerin İnterneti alanında yapılacak yıllık harcamaların bu seneye göre yüzde 31 artarak, 153 milyar doları bulması bekleniyor. Yüksek teknoloji dışında bu alana yatırım yapan sektörler arasında ise bankacılık, tüm diğer sektörlerin önünde yer alıyor. Dünyada bankacılık sektörünü de etkisi altına almaya başlayan Nesnelerin İnterneti kapsamında Bluetooth temelli çalışan Beaconlar bankacılık deneyimini tamamen değiştiriyor.

Bluetooth teknolojisiyle çalışan Beaconların bankacılık sektöründe nasıl bir değişim başlattı?

Beaconlar ile ATM’ler sizi tanıyacak ve akıllı telefonunuzu kullanarak daha şubeye girmeden beaconla sıra numarası alacaksınız. blesh-beacon-ibeacon-eddystone-fintek  

Sistem nasıl çalışıyor?

Banka şubesine girdiğinizde, akıllı cihazınızdaki mobil bankacılık uygulaması ile sensörler sizin orada olduğunuzu anlayacak ve sıra numarasını size bildirim olarak iletecek. Artık kioskları tuşlayıp kağıt çıktı üzerinde numara almak gerekmeyecek. Ayrıca banka şubesi içinde ve çevresinde izniniz ile ihtiyaçlarınız kapsamında size özel kampanyaları telefonunuzdan anında alacaksınız. Mobil uygulamadan yapılabilmeye başlayan işlemler için de şubede bildirim alıp işleminizi telefondan yaparak zaman kazanacaksınız. ATM’lere kurulan sensörler sizin yaklaştığınızı anlayıp ATM başına geldiğinizde sizinle iletişim kurabilecek ve ATM’de dakikalarca işlem yapmakla uğraşmadan hızlı biçimde saniyeler içinde paranızı çekeceksiniz.

Bankacılık ve fintekte hangi yenilikçi uygulamaları Türkiye’ye getirdiniz?

Üye işyerlerinde temassız mobil ödeme, banka şubesine gitmeden sıra numarası alma, kişiye özel teklifler ve ATM’lerin sizi yaklaşırken tanıyarak önerilerde bulunması bankacılık deneyimini kökten değiştiriyor. Özetle beacon ve sensörler kişiselleştirilmiş pazarlama devrini başlatıyor. Bu yenilikçi uygulamaları dünya ile aynı anda Türkiye’ye getiren Blesh, Denizbank’a sağladığı çözümlerle iBeacon teknolojisi ile hayata geçirdi. Gerçekleştirilen ortak çalışmalarımız ödüller kazandı.

Örnek verebilir misiniz?

  • Denizbank tarafından geliştirilen bir mobil cüzdan uygulaması olan fastPay, global arenada da yaptığı yenilikçi projeler ile ilgi çekiyor. Geçtiğimiz sene 2015 yılı EFMA İnovasyon Ödülleri’nde büyük ödülü kazanan DenizBank, BAI Bankacılık İnovasyon Ödülleri’nde de fastPay ile finale kalmıştı.
  • Denizbank 2016 yılında da Celent Research tarafından sensörleri entegre ettiği bankacılık ürünleriyle Digital Transformation dalında ödüle layık görüldü.
  • Temassız mobil ödeme projesi ile fastPay üye iş yerleri, önce siz yaklaştığınızda size kampanya önerileri sunuyor ve siz içeri girip ödeme yaparken sizin hiçbir şey yapmanıza gerek kalmadan ödemeyi uygulama üzerinden alabiliyor.

Türkiye ve globalde beacon pazarı ne hızla büyüyor?

Blesh, Apple ile Google’In iş ortağı olarak yoluna emin adımlarla devam ediyor. Küresel pazarda da önemli bir rekabet içindeyiz. Türkiye’deki lider pozisyonumuz kapsamında elimizde önemli veriler bulunuyor. Mevcut duruma göre özellikle havalimanı, restoran gibi noktalar ile perakende ve bankacılık sektörlerinde kullanılan beacon sayısının önümüzdeki dönemde daha da artacağını öngörüyoruz. ABI Research araştırmasına göre dünyada beacon cihazlarının sayısının 2020’de 400 milyonu aşması bekleniyor. Biz de Blesh olarak Türkiye geneline yerleştirdiğimiz 35 bin sensör yayılımını yıl sonuna kadar 50 bin seviyesine getirmeyi hedefliyoruz.

2020’de 10 Milyon Sürücüsüz Araç Yollarda Olacak

2020 yılı ilginç bir yıl olacağa benziyor. Daha önce 2020’de dünyanın yarısının mobil olacağı öngörüsünü buradaki yazımızda paylaşmıştık. Şimdi ise BI Intelligence yayınladığı bir rapor ile, 2020 yılında 10 milyon sürücüsüz araç yollarda olacak öngörüsünde bulunuyor. Sürücüsüz araçlarda şimdiden 5 büyük marka var Sürücüsüz araçlar artık fütüristik bir fikir değil. Mercedes, BMW ve Tesla gibi büyük ve güvenilir otomobil şirketleri zaten ya bu tür araçları piyasaya sundular, ya da sunak üzereler. Uber ve Google gibi dev şirketler de sürücüsüz araçların gerçekleşmesinin ardındaki teknolojiyi yaratıyorlar ve kendi araç konseptlerini ortaya çıkartıyorlar. Bu sürücüsüz araçlar konsept olmakla kalmıyor, kendilerine ekonomik döngüde yer de buluyorlar. Örneğin hem Uber hem de Google, sürücüsüz araçlarını araç paylaşım çözümlerinde kullanmak istiyor. Bu konudaki yazımıza da buradan ulaşabilirsiniz.

Hangi sürücüsüz araç?

Ancak sürücüsüz araçtan bahsederken rapor iki farklı tanım kullanmış. Bunlardan birincisi ve ilk akla gelen, tamamen otonom, A noktasından B noktasına giderken yolda karşılaşacağı her durumu kendi kendine çözen ve sürücüden yardım almayan araçlar. Bu araçların son kullanıcılar tarafından kullanılmaya başlanma tarihi olan rapor 2019 yılını belirtiyor. Bu yüzden raporda bahsi geçen 10 milyon aracın büyük çoğunluğu yarı otonom araçlar. Bu araçlar A ve B noktaları arasında çoğu durumda kendi sürüşünü yapabiliyor, ancak başa çıkamadığı bir durum olduğunda gerekli uyarıları yaparak sürücüye kontrolü geri veriyor. Bu yüzden araç içerisinde sürücünün bulunması şart. Ayrıca bu araçlar tamamen normal bir otomobil gibi tasarlanıyorlar. İstenirse otonom sürüş tamamen iptal edilebiliyor. Gerçek kırılma 2019’da 2019-2020 yılları arasında tam otonom araçların piyasaya gerçekten çıkmalarının ardından yine bir ayrım yaşanacağı öngörülüyor: Sürücülü tam otonom araçlar ve sürücüsüz tam otonom araçlar. Bu ayrım teknolojiden çok regülasyonlar sebebiyle oluşacak bir ayrım. Dünyanın çoğu yerinde trafik kanunları, trafikte seyreden bir aracın içerisinde mutlaka otomobil kullanmayı bilen bir sürücünün varlığını şart koşuyor. Ayrıca tam otonom araçların teknolojisi iyice rafine edilip, yönetimler ve müşteriler bu teknolojiye tamamen güvenene kadar daha çok zaman geçmesi gerekiyor. Hangi gruba mensup olursa olsun, yarı otonom ve tam otonom sürücüsüz araçların önündeki en büyük iki engel maliyet ve regülasyonlar. Genel kullanıcı kitlesine inip, trafiğin önemli bir bölümünde seyretmemeleri halinde insan hatasını ortadan kaldırıp daha güvenli sürüş sağlamaları imkansız. Bunun için de fiyatlarının iki Ferrari düzeyinden günümüz aile sedanları düzeyine inmesi gerekiyor. Maliyetlerin azalması ve piyasanın canlanması bu fiyat düşüşünü getirecek. Özellikle sonradan pazara girecek oyuncuların rekabete katılmak için fiyat indirimi yapacakları düşünülüyor. Serbest piyasa dinamikleri eninde sonunda fiyatları aşağı çekecek olsa da, bunun ne zaman bir aile babasının bakış açısına göre “mantıklı” düzeylere ineceğini henüz kimse bilmiyor.

Algoritmalar Darwin’in Evriminden Geçiyor

İnsanların makineler tarafından yaratılan, derin ve engin tarihsel bilgi yığınına dayanarak ve ileri seviyede algoritmalar kullanarak elde edebildikleri öngörülere “bilişsel bilişim” deniliyor. Son yıllara özellikle iş hayatında kullanımı hızla artan bilişsel araçlar, çalışanların daha önce fark edilemeyen siber saldırıları, müşteri satın alma davranışlarını veya felaket seviyesindeki cihaz arızalarının erken sinyallerini fark edebiliyorlar. Birçok şirket artık algoritmalara güveniyor. Ancak iş hayatı daha çok algoritma tabanlı oldukça, bu çözümlerin yarattığı bir sorun da ortaya çıkıyor: Nasıl işlediği açığa çıkartılan birçok algoritmanın, çok kısa raf ömürleri oluyor. Algoritmalarda mükemmellik, yalnızca üstün bir matematik ve bilgisayar bilimleri demek değil. Aynı zamanda bu algoritmaları tasarlayan, entegre eden ve kullanan birimlerin de çok çevik olması gerekiyor. Araçların yarış lastiklerini saniyeler içerisinde değiştiren Formula 1 ekipleri gibi, eskiyen, yıpranmış, artık işlevini yapmayan algoritmaları gözünün yaşına bakmadan çöpe atıp, yerine anında yenilerinin konulması gerekiyor. Bu durum, giderek dijitalleşen iş hayatında neredeyse Darwin’in Evrim Teorisi mekaniklerini izliyor. O sırada, ortama daha uygun olan algoritma ister istemez hayatta kalıyor. Geri kalanı ölüyor.

Algoritmalar için ölüm kalım savaşı

Siber güvenlik dünyasından basit bir örnek ile açıklamak gerekirse, bir saldırıdan sonra savunma sistemleri bu saldırının bir daha yaşanmamasını garanti edecek şekilde güncelleniyor. Güvenli kalmak için, firmaların saldırganlar kadar hızlı bir şekilde algoritmalarını değiştirmeleri gerekiyor. Finans dünyasında ise, örneğin Wall Street’te, ticari algoritmaların ortalama ömrü yalnızca 6 hafta. Bir buçuk ay sonra, rakip şirketler ters mühendislik ile algoritmayı çözüp, karşı ticari saldırılarına başlıyorlar. Siber güvenlik ve dolandırıcılık tespitinde algoritma performansı, sapı samandan ayıran yegane unsurdur. Pek de uzun olmayan bir zaman önce Amerika Birleşik Devletleri’nin perakende devlerinden Target, algoritma kurbanı oldu. Yapılan hack girişimini, 200 kişilik güvenlik ekibi tespit edemedi. Çünkü Target algoritmaları, masum güvenlik hatalarından gerçek hack girişimini ayırt edemedi. Ekip basitçe, bir anda yağmaya başlayan aşırı miktardaki bilgiyle baş edemedi. Agoritmik dolandırıcılık tespit alanının en ileri seviyesi finansal hizmetler sektöründe bulunur, çünkü riskler ve sonuçları çok ağırdır. Örneğin Knight Capital, 2013 yılında yalnızca 40 dakika içerisinde 440 milyon dolar kaybetti. O günden beridir de algoritma inovasyonu hızla artarak gelişiyor. Örneğin ABD’nin en büyük dijital hisse senedi ticareti ajanslarından ConvergEx, takip ettikleri 500 milyondan fazla finansal olayı, gerçekten kendilerini ilgilendirecek birkaç yüz taneye indirmeyi başarabiliyorlar.

Gürültüde veriyi duymak

Buradaki kilit nokta, akan veri içerisindeki “gürültüyü” azaltarak analize sokan ve basitçe anlaşılabilir bir yapıda sunan sistemler inşa etmek. ConvergEx CEO’su Joe Weisbord’un açıkladığı gibi, hangi soruna eğilmek gerektiğini gösteren algoritmaları tasarlamak haftalar veya aylar alabiliyor. Bir işletmenin pazarda çalışan stratejileri olduktan sonra, duruma göre farklı günlerde farklı stratejileri uygulayabiliyor veya eski senaryoları temel alarak yeni stratejiler belirleyebiliyor. Daha çok öğrendikçe, yeni hata şablonları belirlendikçe ve sistemler değiştikçe, stratejilerin sil baştan entegre edilmesi gerekiyor. Finansal pazarlar yalnızca güvenlik algoritmaları kadar güvenliler ve bu algoritmaların hiç durmadan daha da akıllanmaları gerekiyor. Hızlı algoritma evriminin gözlendiği bir diğer alan ise “kestirimci bakım”. Artık endüstriyel Nesnelerin İnterneti her cihazdan sensör okumalarını akıtıyor ve bu okumaların anında analiz edilmesi artık çok kritik. Bu okumalar sayesinde algoritmalar, bir cihazın ne zaman bozulacağını, bozulmanın ilk işaretlerini algıladığı anda belirliyor. büyük petrol ve doğalgaz şirketlerinin veri bilimcileri, şirkete on milyonlarca dolar zararı dokunabilecek cihaz hatalarını önceden tahmin edebilmek için bu algoritmaları geliştirmeye yıllarını harcıyorlar. Son 6 ay içerisinde yaratılan yüzlerce farklı algoritma test ediliyor, tekrar test ediliyor ve en efektif bulunanları araştırma altına alınıyor. Algoritma sistemleri sürekli olarak bir akıl evrimi içerisinde giriyor. Neyse ki biz insanlar, algoritmaların evrimini milyonlarca yıldan birkaç güne kısaltmanın yollarını icat ettik. Kullandığımız araçlar, bilgi işçilerinin deneyimlerini ve önsezilerini artırıyor, yeni algoritmalar keşfetmelerine yol açıyor, bunları yıllar değil saatler içerisinde entegre etmelerini sağlıyor, algoritmaları ışık hızında düzenliyor.

Trendyol Capital 500’de Yer Alan İlk e-Ticaret Şirketi Oldu

0
Capital dergisi tarafından her yıl Türkiye’nin en büyük şirketlerinin açıklandığı Capital 500 listesinde e-ticaret kategorisi ilk kez Trendyol ile açıldı. Bu yeni kategoride yükselen başarı grafiğiyle yalnızca Trendyol yer aldı. Trendyol, Capital dergisi tarafından her yıl Türkiye’nin en büyük şirketlerinin duyurulduğu “Capital 500” listesinde yer alan ilk e-ticaret sitesi olarak Türkiye’nin en büyük firmaları arasına girdi. 2015 yılında 600 milyon TL ciro açıklayarak Türkiye’de kara geçen ilk e-ticaret sitesi olan Trendyol’un 2016 yılı ciro hedefi 1 milyar TL. Türkiye’de online alışveriş yapan kadınların yüzde 70’ine ulaşan Trendyol aynı zamanda yüzde 90 organik ziyaretçi trafiği ile müşteri memnuniyeti konusunda da sektör lideri konumunu koruyor.

Trendyol dünyanın en büyük teknoloji yatırımcıları tarafından destekleniyor

Dünya’da başarısı ile adından söz ettiren Trendyol, kurulduğu günden bugüne Google, Facebook, Amazon ve LinkedIn gibi pazar lideri şirketlerin yatırımcıları arasında olan Tiger Global, Kleiner Perkins Caufield Byers ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası gibi lider yatırımcılardan yatırım desteği aldı. Trendyol.com kurucusu Demet Mutlu e-ticaretin Türkiye’deki toplam perakende sektörünün yüzde 2’sini oluşturduğunun altını çizerek, Dünyada bu oranın yüzde 6-10 civarında olduğunu belirtti. Kurulduktan 5 yıl sonra kara geçmeye başladı. Büyüme hızı ve karlılık gibi metriklerde de sektörde bilinen Zalando, Asos ve Zulily gibi yurt dışı muadillerinin önünde olan şirket, aynı zamanda dünya üzerinde hem pazar lideri olup hem de hızla büyümeye devam eden birkaç e-ticaret şirketinden biri olarak gösteriliyor.