Uluslararası çapta 25’i aşkın ülkede yenilikçi ödeme sistemi çözümleri sunan Cardtek, NXP iş birliğiyle giyilebilir cihazlar için yenilikçi bir ödeme teknolojisi geliştirdi. Cardtek ve NXP, Dijital Yetkilendirme Platformu adlı bu yeni teknolojiyi, dünyanın en büyük ödeme ve finansal hizmetler etkinliği Money 20/20’de küresel sektörün fikir önderlerine tanıttı.
Giyilebilir teknolojilerin hızla ödeme sistemleri gündemine oturduğuna dikkat çeken Cardtek Kuzey Amerika Satış ve Pazarlama’dan sorumlu Başkan Yardımcısı Emilian Elefteratos; “Tractica tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre 2015 yılında 3,1 milyar Dolar olan giyilebilir cihazlarla yapılan ödeme işlem hacmi 2020 yılında 501,1 milyar Dolar’a ulaşacak. Çok yakın zamanda Rio’daki Olimpiyat Oyunları’nda giyilebilir teknolojilerin tüm dünyaya tanıtılması da bunun bir kanıtı. Giyilebilir teknolojiler de finans kuruluşları ve hizmet sağlayıcılara üçüncü partilerden bağımsız olarak kendi cüzdanlarını yönetme imkânı veriyor. Temassız giyilebilir teknolojiler sayesinde tüketiciler çok daha kolay ve güvenilir bir şekilde işlem yapabiliyor. Cardtek olarak biz de geliştirdiğimiz yenilikçi teknoloji sayesinde hızla ivme kazanan bu trendin öncüleri arasında yer alma başarısını gösterdik” dedi.
Temazsız güvenli ödeme
NXP Başkan Yardımcısı Charles Dach ise “Temassız, güvenli uygulamaların giyilebilir cihazlara entegre edilmesi donanım ve servis sağlayıcılar için çok önemli bir iş fırsatı. NXP’nin PN66T loader servis özelliğiyle yeni hizmetler giyilebilir cihazlara çok kolay ve güvenli bir şekilde uyarlanabiliyor. Böylece giyilebilir cihazların kimlik tanımlama, bankacılık işlemleri, biletleme ve daha pek çok alanda kullanımı için yeni kapılar aralanmış oluyor” şeklinde konuştu.
Cardtek’in Dijital Yetkilendirme Platformu, kullanıcılara giyilebilir cihazlarla güvenli ve kolay işlem yapma deneyimi sağlıyor. Ödeme, ulaşım, geçiş kontrol, biletleme gibi pek çok hizmet giyilebilir teknolojiler sayesinde kullanıcı ile buluşuyor. NXP PN66T ve P60 giyilebilir çiplerin entegre edildiği Cardtek’in ödeme sistemi altyapısı, finans kuruluşları, giyilebilir cihaz üreticileri ve diğer servis sağlayıcılara ödeme ve ödeme dışı pek çok hizmeti sunabilme imkânı sağlıyor. Aynı zamanda Cardtek mobil yazılım geliştirme kiti ile tüm kurumlar kolaylıkla kendi mobil cüzdanını oluşturmak için kullanıcı arayüzü geliştirebiliyor. Bu çözüm ayrıca tokenizasyon hizmetleri de sunarak kart bilgilerinin giyilebilir cihazlarda güvenli bir şekilde tutulmasını sağlıyor.
Günümüzde orta ve büyük ölçekli işletmelerin çoğunluğunda dijital dönüşümü tamamlayarak sürdürülebilir kârlılık odaklı daha esnek bir yapıya kavuşma eğilimi görüyoruz. Ancak, verimlilik artışı için dijital dönüşüme belirli noktalardan başlamak gerekse de bu aslında 5 farklı kategori ve aşamadan oluşan uzun vadeli bir süreç. Aynı sebeple de kurumlara uzun vadeli rekabet avantajı kazandıran bir süreç.
Dijital dönüşümün temel aşamaları tıpkı bir elin parmakları gibi hem firmaların tek tek kullanabileceği hem de bütünün bir parçası olan 5 farklı kategoriden oluşuyor. Bu teknoloji kategorileri platform dönüşümü, çalışanların dönüşümü, kişisel kullanıcı deneyimi, iş ağlarının dönüşümü ve eşyaların yapay zeka sahibi olması; yani nesnelerin interneti olarak sıralanıyor. SAP Türkiye Operasyon Direktörü Uğur Candan ile Türkiye ve dünyada dijital dönüşüm yol haritası çıkarmanın inceliklerini konuştuk.
Dijital dönüşüme başlamak kolay mı?
Bu tamamıyla dijital dönüşümü nasıl planladığınıza ve dijital dönüşüme nasıl hazırlandığınıza bağlı. Herkes dijital dönüşüme başlamak istiyor; ama kurumlar genellikle nereden başlayacağını bilmiyor. Özellikle de bir aşamada dijital dönüşüme geçtikten sonra hangi departmanlarda ikinci aşamaya geçecekleri konusunda bilgi alamıyor.
SAP olarak burada devreye giriyoruz. Elbette geniş bir teknoloji çözümleri portföyümüz var. Ancak farklılaştığımız asıl nokta, kurumlara dijital dönüşüme hazırlık haritası çıkarmaları ve plan yapmaları konusunda da danışman olarak destek olmak. Bunun için de kurumlarla birlikte çalışıyor ve şirketlerin dijital dönüşüm önceliklerine göre ne yapılması gerektiğine dair tavsiyelerde bulunuyoruz. Kısacası dijital dönüşüm için mutlaka yapılması gerekenlerin listesini çıkarıyoruz.
SAP Türkiye Operasyon Direktörü Uğur Candan
O zaman bu bir ekosistem işi
Elbette. Örneğin bankaların müşterileri, rakipleri, paydaşları ve devlet aktörlerinden oluşan bir ekosistemi var. Bu bağlamda hem müşterileri için yenilik yapmak hem kâr odaklı olmak hem de artık yasal mevzuatın ayrılmaz bir parçası olan teknik şartnamelere uygun olarak iş geliştirmek zorundalar. Dolayısıyla finansal teknolojiler veya enerji gibi farklı sektörlerin dijital dönüşüm yol haritaları da farklı oluyor. Biz SAP olarak önce dijital dönüşüm için mutlaka olması gereken çözümlerle başlıyoruz.
Ancak ekosistemi sadece bu açıdan görürsek eksik olur. Bir de SAP olarak işbirliği yaptığımız iş ortakları var. Çalıştığımız Apple, Microsoft gibi büyük teknoloji şirketleri ile kurumların dijital dönüşüm gerçekleştirmesi için en entegre çözümleri sunuyoruz ki entegrasyon, dijital dönüşüm sisteminin ayrılmaz bir parçası.
Neden?
Birçok teknik detay verebiliriz ve dijital dönüşümün 5 kategorisinde buna geri geleceğiz. Ancak kurumlar için en basitinden başlayalım. Bankaların farklı üreticilerden aldıkları farklı veri merkezleri ve yazılımlar var. Hatta bu yazılımların farklı sürümlerini özelleştirilmiş olarak bir arada kullanıyorlar. Bankalar dijital dönüşüm gerçekleştirdiklerinde vendor lock dediğimiz sebeple (özellikle eski teknoloji çözümleri yüzünden) tek bir üreticiye bağlı kalma gibi sorunlarla karşılaşıyorlar.
SAP ve iş ortakları kurumlara kapsamlı teknoloji çözümleri sunarak dijital dönüşüm için gereken seçenekler ekosistemini yaratıyor. Özetle hem sunduğumuz donanım ve yazılım çözümleri birbiriyle uyumlu ki bu da bizimle çalışan firmaların yasal-teknik uyumluğunu artırıyor. Hem de para transferi gibi farklı teknolojileri kullanan uluslararası bankalarla birlikte çalıştıkları durumlarda işlem hızını artırıyor. Kısacası bankaların pazar ve iş geliştirme erişimini genişletiyor.
Bu durumda kurumsal tecrübeniz bir ekosistemden destek alıyor
SAP’nin kendisi bir teknoloji ekosistemi. Firmamızla ilgili son derece temel bir bilgi verirsek kurulduğumuz 1972 yılında bu yana dünya çapında 300 bin müşteriye hizmet vermiş bulunuyoruz. İşin ilginci bunu günümüzün dijital dönüşüm çağında anlatmak 20 yıl önce anlatmaktan daha kolay. Dijital dönüşüm büyük veri entegrasyonuna dayanıyor ve biz son 44 yılda bu entegrasyonu hem şirketimizde hem de müşterilerimizde birebir tecrübelerle geliştirdik. Analiz yeteneklerimizi pekiştiren büyük bir veri havuzuna sahip olduk.
O zaman klasik bilgi teknolojileri şirketleri gibi davranmıyorsunuz
Doğrusu hayır. Bu eşyanın ve daha da önemlisi müşterilerimizin tabiatına aykırı olurdu. Öteden beri kurumların en üst stratejik karar mekanizmalarına danışmanlık sağlıyorduk. Ancak, günümüzde dijital dönüşüm yaygınlaşıyor ve bu alan stratejik kararların ayrılmaz bir parçası oldu. Nitekim 25 farklı sektörde dijital dönüşüm uygulamalarına baktığımız zaman bunların büyük kısmını SAP’nin gerçekleştirdiğini görüyoruz.
Dijital dönüşümü nasıl yapacağız?
SAP olarak bunun için son derece basit bir formül ürettik ve en koyla şekilde uygulanabilmesi için sade olmasına özellikle dikkat ettik. Ardından da bu formülü kurumsal ihtiyaçlara göre modüler olarak geliştiriyoruz.
SAP dijital dönüşümü bir elin çalışmasına benzetiyor. Dijital dönüşümün neresindeyim ve bunun için ne yapmalıyım sorusunun cevabı olarak: Dijital dönüşümü tamamlamanız için kullandığınız teknoloji platformu, İK ve eğitim sistemleriniz, kişisel kullanıcı deneyimi becerileriniz, iş ağlarınız ve mobil cihaz destekli nesnelerin interneti çözümleriniz bir arada başarıyla çalışmalı. Tıpkı bir elin 5 parmağı gibi.
Avucunuza kurumsal altyapı ve parmaklarınıza da beceriler dersek bunları tek tek veya bir arada kullanabilirsiniz. Dijital dönüşüm için 5 kategoriye de adım atmanız gerekiyor. Ancak, dijital dönüşümün elinizin başarıyla tamamlanması için tüm parmaklarınızın bir arada çalışması gerek. Buna karşın hepsine bir anda aynı düzeye getirmeniz şart değil. 5 kategoride temel düzeyde dönüşüm başlatıp dijitalleşmeyi zamanla artırabilir ve entegrasyonu geliştirebilirsiniz. Dijital dönüşüme hazırlık ve planlama derken bunu kast ediyoruz.
Hangi seviyede olduğumuzu nasıl anlayacağız?
3 basit soruyu sorarak: 1) Kurum içinde ve kurum dışındaki faaliyetlerimi bilgisayar sistemlerim algılayabiliyor mu? Örneğin iç iletişim açısından bir faaliyet raporu yazdığımda bu rapor yedekleniyor ve ilgili kişilerin mobil cihazları ile laptoplarına en azından bildirim olarak iletiliyor mu? Bu birinci seviye.
2) Sistemleriniz algılamanın ötesine geçip geri bildirimlerden, kullanıcı yorumlarından ve raporlardan yararlanarak bir öğrenme davranışı sergileyebiliyor mu? Hep manüel olarak siz mi öğretiyorsunuz, yoksa yazılım firmanızın faaliyetlerini, iş süreçleri ve yapılış şekillerini iptidai olsa da öğrenebiliyor mu? Aslında dijital dönüşümün kırılma noktası bu. Bilgisayarların öğrenme kapasitesini artıran çözümlerin fiyat/performans oranını iyileştirmek. Bunun şirketiniz için amacı kişi başı maliyetleri azaltırken kişi başı kârı artırmaktır.
3) Üçüncü seviye dijital dönüşümün en üst aşaması: Sistem iş faaliyetlerini algılıyor, hatta öğreniyor ve şimdi de otomatik olarak bazı kararları insana sormadan alıyor. Örneğin klimayı 18 dereceye getirip toplantı odasında çalışanların üşütmüyoruz da klima sıcaklık, nem oranı, hatta oturanların konfor düzeyine bakıp sıcaklığı ve rutubeti tek başına ayarlıyor. Burada kritik bir alt soru var: Sisteme “Bilgisayar, sen şu şu şu kararları bana soracaksın ama şu, şu, şu kararları da tek başına alacaksın” dediğimiz zaman bilgisayar kafası karışmadan söylediklerimizi yapabiliyor mu?
Trafikte kendini süren araçlar ve Trenitalia
Dijital dönüşümde en üst seviye örneklerden biri sürücüsüz arabalar. Bunlar trafikte kendini sürüyor, fren yapıyor ve şerit değiştiriyor. Ancak Trenitalia gibi endüstriyel örnekler de var. Trenitalia Avrupa’nın bakım onarım alanında en iyi karneye sahip olan tren operatörü. Bunu dijital dönüşümle başardı ve hem tren gecikmelerini önledi hem de maliyetleri azaltarak hizmet kalitesini artırdı.
FS Group bünyesindeki Trenitalia, yaklaşık 30 bin lokomotif, elektrikli ve hafif raylı sistem trenleri, vagon ve yük vagonlarından oluşan bir filo işletiyor ve her gün 8000’den fazla tren çalıştırıyor. 2800 durağı kapsayan bir ağda hem banliyö trenleri hem de şehirlerarası yük trenleri işlettiği için kompleks bir networkü var ve 5,5 milyar avroluk cirosunda toplam 1,5 milyar avroyu bulan bakım masraflarını yüzde 8 azaltarak büyük tasarruf sağlamış bulunuyor.
Özellikle de şirket bünyesindeki hızlı trenlerin otomasyon sisteminin uçaklardan daha gelişmiş olduğunu görüyoruz ve bakım-onarım sürecinde otomasyonun artması, plansız onarım işleri yüzünden trenlerin gecikmesini önlemek açısından önemli. Bu yüzden SAP’den bakım-onarımda otomasyon sağlamasını istediler.
Nasıl bir dijital dönüşüm süreci önerdiniz?
Trenler mekanik sistemler ve bu yüzden fabrikadan test edilip onaylanarak çıksalar da yollarda hızla yıpranıyorlar. Örneğin bir parkurdaki raylar genellikle sağa dönüyorsa, tren yan yattığı için sağ tekerlekleri daha fazla yıpranıyor. Bunun gibi detayları görmek için trenlere özel sensörler yerleştirdik. Bunlar hangi parçanın ne zaman yıprandığını söyleyen sistemler ve bilgisayara bağlılar.
Biz de sensörlerden büyük veri toplayarak teknik destek ekibine trenin ne zaman onarıma girmesi ve hangi parçasının ne zaman değiştirilmesi gerektiğini söyleyen bir yazılım geliştirdik. Bunun için gereken otomasyonu ile manüel olarak sağladık.
Hangi süreçte otomasyon sağlanacağını nasıl bildiniz?
Ters mühendislikle. Manüel süreçleri analiz ettik ve hangi süreçlerin otomatiğe bağlanması gerektiğine karar verdik. Bunun için iş süreçlerinin adımlarını tek tek inceledik. Bir işlemin kaç adımda tamamlandığına, her adımın ne kadar sürdüğüne, hangi adımların kolay olduğuna, hangi adımların daha masraflı olduğuna baktık.
Böylece trenleri bakımdan çıkardığımız zaman kağıt üzerinde doldurmak gereken kontrol listelerine de gerek kalmadı. Bu listeleri bilgisayar dijital olarak doldurdu. Elbette bakım planının insan denetimindeki manüel kısımları olacaktı; ama deyim yerindeyse kırtasiye işlerinin çoğunu otomatiğe bağladık, dijitale aktardık.
Ancak bununla yetinmedik. Bir de sistemin bakım-onarım işlerini öğrendikten sonra bazı kararları kendi almasını sağladık. Öyle ki sistem çok gelişmiş bir ERP yazılımı gibi kendi kendini planlamaya başladı. Böyle bir sistem sadece rayların haritasını çıkarmakla kalmaz. Aynı zamanda şu parkurda sol tekerlekler normalden hızlı aşınıyor, raylara bakım yapmanın zamanı gelmiş diyebilir.
Trenitalia’daki dinamik bakım yönetimi sistemi, müşterilerin seyahat deneyimini iyileştirmeyi amaçlayan inovasyon odaklı çalışmaların bir parçasını oluşturuyor. FS Group’un 2017-2026 sektörel planı aynı zamanda seyahat planlaması ve yol arkadaşı aplikasyonları, gelişmiş analitik, müşteri katılımı ve GPS veri yönetimi gibi yenilikçi projeleri de içeriyor.
Öngörülerde bulunmak
Bilimsel düşüncenin ölçüsü öngörülerde bulunabilen; yani test edilebilen ve geleceğe yönelik tahminlerde bulunan teoriler geliştirmektir. Ardından bunları deney ve gözlemlerle sınarız. SAP’nin 3. seviye dijital dönüşüm sistemleri de Trenitalia örneğinde olduğu gibi ileriye dönük planlama yapıyor, uyarılar veriyor. Hatta trenlerle sınırlı kalmayıp rayları da kontrol etmek gibi şirket dışı koşulları da analiz ediyor.
Şimdi bunu bankacılık ve finansal teknolojiler için de düşünebiliriz. Bir bankanın bir yenilik yaparken yasal mevzuatı, teknik şartnameleri, rekabeti ve maliyeti bir arada göz önünde bulundurmak zorunda olduğunu söylemiştik. Üçüncü seviye dijital dönüşüm hem içe bakan hem dışa bakan dijital gözünüz ve beyninizdir.
Bu sebeple de SAP’nin dijital dönüşüm çözümleri salt bilgisayar simülasyonlarından ibaret değil. Biz ortamı analiz ederek gerçek çalışma koşullarına göre öngörülerde bulunan sistemler sunuyoruz. Bu nedenle de sanal hızlı prototip ve 3D baskı gibi simülasyon, analiz, öngörü çözümlerinden farklılaşıyoruz.
Örnek verebilir misiniz?
Trenitalia örneğinden yola çıkarak dijital dönüşümün aynı zamanda ekosistem entegrasyonu olduğunu vurgulayabiliriz. Sonuçta bakım-onarım planları yapan bir bilgisayar yazılımından söz ediyorsak bu yazılımın yedek parça tedariki, yedek parçaların hangi tesislere kaç adet teslim edileceği ve ne zaman gönderileceği gibi lojistik seçimler de yapması gerekiyor. Bir elin 5 parmağından hareketle işin içine lojistik giriyor.
SAP’nin sistemi Trenitalia’ya yasal mevzuat ve teknik şartnamelere uyumluluk konusunda bilgi veriyor. Bunları da dijitalleştirip otomasyon sağlıyor. Uyumluluk sağlamak derken, sadece mevcuda uyum sağlamaktan söz etmiyoruz. Devlet ve düzenleyici otoritelerle konuşup yeni otomatik bakım sisteminin içtihatlarla, yönetmeliklerle uyumlu olmasını sağladık. Gerekirse yeni düzenlemeler yapılmasına önayak olduk.
Trenitalia, SAP HANA® üzerinde öngörüye dayalı analitik çözümleriyle, sensörlerden ve akıllı varlıklardan elde edilen büyük miktarda gerçek-zamanlı veriyi işliyor. Makine öğrenimi ve iş sistemleriyle kapalı devre entegrasyon için öngörüye dayalı modeller oluşturularak hizmet ve bakım sistemlerinde düzeltici aksiyonlar hayata geçiriliyor ve böylece planlanmamış arızalar önlenebiliyor. Sistem, Trenitalia ekiplerinin motorlar, bataryalar ve frenler gibi ekipmanlardan alınan verileri yaşam süresi modelleriyle ve yıpranma ile diğer performans göstergeleriyle bağlantılandırmasını sağlıyor.
Trentialia ne kadar tasarruf etti?
1,5 milyar avroluk bakım masrafını yüzde 8 azalttı. Tam 120 milyon avro tasarruf etti ki bu parayla Türkiye’de en az 3 şehre metrobüs ihalesi yapılır. Tabii bu sadece ilk yıldaki en maliyetli parçalarda otomasyon yaparak elde ettiğimiz tasarruf. Süper hassas analizler yapan sistemimiz ileriki yıllarda daha yüksek tasarruf sağlayacak. Bunun asıl sebebi ise dijital dönüşümün şirket kültürünü de değiştirmesi.
Şirket kültürü nasıl değişir?
Trenitalia örneğinde bakım-onarımla ilgilenen teknik departman ikiye bölündü. Bir departman tümüyle bakım-onarım algoritmalarına odaklandı. Hangi algoritmalarının en yüksek tasarruf sağladığını görmek için bunları gerçek dünyada A/B testi yaparak birbiriyle yarıştırdı. Böylelikle algoritmalı düşünme ve dijital yerli olma şirket kültürünün bir parçası oldu. Kısacası dijital metodoloji analog metodolojinin yerini aldı.
Büyük veriyi hayata geçirip bundan para kazandılar
Buradan SAP’nin sürekli dijitale aktarılan kırk beş yıllık iş tecrübesi ve büyük veri havuzuna da geri dönüyoruz. Trenitalia’nın sadece 10 yıllık büyük verisi vardı. Trenitalia bu verileri kullanarak ve büyük veri mühendislerinden yararlanarak daha iyi bakım-onarım uygulamaları geliştirmeye başladı.
Biz SAP olarak büyük veri biliminin tarihini her şirkette yeniden yaşıyoruz: Bunlar veri madenciliği, analiz, sistematik analiz (analitik), veri bilimi-mühendisliği ve nihayet veri görselleştirmedir. Dijital dönüşüm şirket kültürünü dönüştürürken bütün bu aşamaların şirketin iş yapış kültürüne organizasyonel olarak uygulanmasından, yeni dijital kadroların istihdam edilerek mevcutların eğitim almasından söz ediyoruz.
Dijital dönüşüm bir sistemi alıp çalıştırmak, optimizasyon sağlamak, verimliliği artırmak, tasarruf etmek, gelirleri yükseltmek ve hatta inovasyon yapmak değil. İş ortaklarından personele kadar hem kurumların hem de başta yan sanayi ve düzenleyici otoriteler olmak üzere tüm paydaşların dönüşüm geçirmesi demek.
Trenitalia bu yüzden iş ortaklarını, alt yüklenicilerini yeniden yapılandırdı. Onlara dijital dönüşüm sistemleri verdi ve teknik servis bayilerinin şirket kültürünü de dönüştürdü. Senden artık bu kalitede parça istiyorum ve şu şekilde bakım yapmanı istiyorum dedi. Bu noktada bakım yapan elemanların iş performansı da sisteme entegre edildi. Kimlerin çalıştığı hatlarda üretimin düştüğü ve işlerin yavaşladığı veya daha çok bakım yapılması gerektiği ortaya çıktı.
Buenos Aires Akıllı Şehir Projesi
SAP’nin dijital dönüşüm çözümlerini sadece kurumlarda maliyet optimizasyonu sağlamak açısından görmek yanlış olur. Biz doğal afetlerde insan hayatını kurtarmaya, mal kaybını önlemeye ve çevreyi korumaya yönelik teknoloji çözümleri de sunuyoruz.
Örneğin, Buenos Aires şehrinde 2013 yılında yoğun yağış sonucu ciddi bir sel felaketi yaşandı ve yüzden fazla insan yaşamını yitirdi. Yapılan araştırmalar, şehrin yeterli drenaj kanalı ve kapasitesi olduğu halde bunların yağış esnasında akıntı ile birlikte gelen çöplerle tıkandığını ortaya çıkardı.
Bu tip felaketlerin önüne geçebilmek için bir proje başlatıldı ve SAP Hana platformu üstünde çalışan sahadaki durumsal farkındalığın yönetilebildiği kendi kendine öğrenen bir sistem hayata geçirildi. Bu sayede yaklaşık 30 bin kanala takılan, akıntının yönünü, hızını ve su seviyesini ölçen sensörlerden alınan anlık veriler alındı. Bunlar platform üstünde izlendi ve müdahale gerektiren kanallar anlık olarak tespit edilir hale geldi.
Bir yıl sonra, 100 yılın rekor yağışının kaydedildiği 2014 yılında, Buenos Aires, SAP sistemleri sayesinde yağışa erken müdahale ederek seli en hafif şekilde, can kaybı olmadan atlatmayı başardı. Ancak, kurumsal dijital dönüşümde sadece iş süreçlerini optimize etmek yeterli değil. İşin bir de müşteri tarafı var.
Dijital müşteriler
Burada kişisel müşteri deneyimi işin içine giriyor. Örneğin uçağa biniyorsunuz, herkes sıcaktan kazağını çıkarmış ama siz donuyorsunuz. Bunun nedeni sadece sizin koltuğunuzun üstündeki havalandırmanın düzgün çalışmaması. Uçak bileti aldığınız havayolu şirketi uluslararası ödüllere sahip olsa da kişisel rahatınızı sağlamadığı için ağzıyla kuş tutsa bile size yaranamaz ve siz Twitter’dan yakınarak o markanın imajını olumsuz etkileyebilirsiniz.
Demek ki dijital dönüşümün bir sonraki ayağı iç süreçlerde artan hizmet kalitesini deneyim kişiselleştirme ve kişisel pazarlama ile müşteriye taşımak. Her müşterinin tek tek memnun kalmasını sağlayıp müşteri deneyimini artırmak. Hatta müşteri deneyimini de müşterinin şikayetini veya dileklerini akıllı telefondan iletebileceği, aynı zamanda kolayca yetkili muhatap bulabileceği bir seviyeye getirmek.
Bazen bankalar bu sıkıntıyı yaşıyorlar. Müşteri hizmetleri müşteriye bir söz veriyor ama hukuk departmanı olmaz diyor. Böylece banka sözünü tutamıyor. Oysa hukuk ve müşteri hizmetleri çağrı merkezleri otomasyonu ile birbirine entegre edilse, sesli imza gibi teknolojiler en iyi dijital uygulamalarla birleştirilse müşteri memnuniyeti artacak.
Her zaman söylediğimiz gibi kullanıcı deneyimi ile müşteri deneyimi aynı şey değildir; ama her ikisi de müşteri yolculuğunda birleşir ve müşteri yolculuğunda tanımlanır. SAP’in geliştirdiği lokal sensör ağı bu bağlamda müşteriye en iyi yolculuğu sağlamak için gereken teknolojileri sunuyor. Uçak örneğinden devam edersek:
Aslında hava sıcaklığı kabinde ideal 21 derece. Sensör bunu görünce sizin havalandırma kanalınızla ilgilenmiyor tabii. Oysa kanaldaki kanatçıklardan biri bozulduğu için içeride sıcaklığı 21 derece olarak tutmak için gereken soğuk hava devamlı size üflüyor ve siz donuyorsunuz.
Havayolları bunu bilmez mi?
Yakın zamana kadar müşteriye kişisel deneyim sunacak akıllı sensörler satın almak zordu; çünkü bu sensörler çok pahalıydı. Dijital dönüşüm kırılma noktasının teknolojinin ucuzlaması olduğunu söylemiştim. SAP olarak biz uygun maliyetli esnek yazılım ve donanımlar sağlıyoruz.
Ne gibi?
Müşterinin akıllı telefonu ile kabin amirine benim havalandırmam bozuk diyebileceği bir geri bildirim sistemi gibi. Bu sayede havalandırmanın yanı sıra birisi koltuğu yırtmış veya kitap okuma lambası açılmıyor ya da yanımdaki yolcu beni rahatsız ediyor gibi bildirimlerde bulunmanız mümkün. Ancak, bunu dijital dönüşümde her yere bir sensör koyacağız şeklinde algılamayalım. Henüz akıllı toza ve sensör bulutlarına zaman var. Bugün bu yaklaşım maliyetleri çok artırır.
Ayrıca dijital dönüşümde akılcı davranmak zorundayız. Marifet her yere sensör koymak değil. Asıl marifet nereye sensör koyacağını bilmek ve en az sensörle en yüksek optimizasyonu elde etmek. Kısacası sensör teknolojisi asla biz insanların 5 duyusunun yerini almayacak. Ayrıca insanların duyguları ve psikolojik tepkileri var. Bir insanın stresli olup olmadığını kan basıncından anlayabilirsiniz; ama ne kadar sıkıntıda olduğunu veya haline aldırıp aldırmadığını sensörle anlayamazsınız.
Endüstri 4.0’da insan işin içinde olacak mı?
Evet. İçinde hiç insan olmayan yüzde 100 dijital fabrikalara yolumuz var. Sonuçta iş güvenliği gibi ciddi kararları insanlar vermeli. Üstelik herkes bir olayı aynı şekilde algılamıyor. Bunu da ofiste çok yaşarız. Sıcak olunca veya havasız kalınca klimayı açıyoruz ama bu kez de başkası üşüyor. Algoritmaları aşırı kişiselleştirmek ortak yaşam, ortak çalışma, üretim ve işbirliği alanlarında sorunlar doğurur. Özetle dijitalleşme bir denge durumu. Az sensör koyarsanız bilgileri kaçırırsınız. Çok sensör koyarsanız hem maliyet artar hem de aşırı veriden karar veremez hale gelirsiniz.
Bunu nasıl dengeliyorsunuz?
İhtiyacımız kadar sensör kullanarak. Yeri geliyor bir trene 6000 sensör yerleştiriliyor. Öte yandan nasıl ki bir kişinin yaşayıp yaşamadığını anlamak için nabzına bakmak yeterli ve bunun için kan tahliline gerek yok, trenler için de birkaç kritik sensör yeterli. Bunlar tüm bakım süreçleri için yeterli olmaz ama lokomotif aksının kırık olup olmadığını veya motorun çalışıp çalışmadığını gösterir. Sonuç olarak her sektörün çözmek istediği problem ve her sektörün ihtiyacı olan çözüm farklı. Örneğin e-ticaret için geliştirdiğimiz yazılım ve çoklu kanal çözümü Hybris’i Türkiye’de Koçtaş, Koton ve Mavi kullanıyor.
Tasarımla düşünme
SAP kapsamlı deneyimi ile bu çözümü başka firmalara zaten sağlamış oluyor ve en iyi uygulamalara dayanarak deneyimini diğer kurumlara da özelleştirerek aktarıyor. Bu bağlamda SAP design thinking yöntembiliminin kurucusu olan 4-5 şirketten biri.
Stanford bünyesinde oyunlaştırma ve oyun teorisi ile gerçek hayata yönelik genel teknoloji yöntemleri geliştiren IDEO’dan Kevin Kelly ile arkadaşlarının kuruluşuna öncülük ettiği Stanford Tasarım Enstitüsü’nün (D.school) kurucularından biri olarak tasarımcı düşünme yöntemini kendimizde de uyguluyoruz.
Design thinking yöntemi insanların fikirlerini çizerek anlatmasını, böylece yaratıcılığını geliştirip sektörde dijital dönüşüm için yenilikçi çözümler geliştirmesini sağlıyor. SAP firmalara sunduğu orijinal çözümleri bu yöntemle geliştirerek kırk beş yıllık tecrübesini iş dünyasına aktarıyor. Böylece dijital dönüşüm için 3-5-10-20 yıllık yol haritaları da çıkarabiliyoruz.
Önce kurumu en iyi şekilde güçlendirecek departmanlarda dijital dönüşüm başlatıyor ve en zayıf halkaları güçlendiriyoruz. Bütün bunları sektörler sayfamızda en iyi örneklerle açıklıyoruz. Bu noktada hem kurumsal firmalara hem de KOBİ’lere çözüm sunuyoruz. Örneğin, küçük bir şirketsinizdir ama operasyonunuz karmaşıktır. Bizim için büyük şirket, küçük şirket yok. Zor iş, kolay iş var.
Bizim amacımız dünyanın zor problemlerini çözebilmek. Kolay problemleri zaten 72’den bu yana çözüp portföyümüze katmış bulunuyoruz. Türkiye’de bulutta en büyük kurumsal oyuncu olmamız ve en fazla kurumsal bulut müşterisine hizmet veriyor olmamızın temel sebebi de bu. Tüm standart çözümlerimizi bulut üzerinden hizmet olarak sunuyoruz. Diğer çözümleri ise firmalarla oturup dersimize çalışarak özelleştiriyoruz.
Intel Security, yılın güvenlik risklerine en açık ürünlerini belirleyen McAfee Hack’lenmeye En Müsait Hediyeler Listesi’nin ikincisini yayınladı.
Yılbaşı döneminin yaklaşmasıyla artan hediye alımlarında internete bağlı, yeni nesil cihazlar büyük ilgi görüyor. Ancak bu cihazlar birtakım güvenlik risklerini de beraberinde getiriyor. Bu yılki araştırma sonuçlarına göre hack’lenmeye en müsait hediyeler listesinde bilgisayarlar, akıllı telefonlar, tabletler, ortam yürütücüler (media player), veri akışı belleği (streaming stick), akıllı ev otomasyon aletleri ve son olarak da drone’lar yer alıyor.
Teknoloji hızla geliştikçe pek çok cihaz bağlanabilirlik özelliği kazanıyor ve en umulmadık cihazlar dahi güvenlik riskleri oluşturabiliyor. Tüketicilerin büyük bir çoğunluğu laptop (%73), cep telefonu (%70) ve tablet (%69) gibi uzun zamandır kullanımda olan internete bağlı cihazların güvenlik zafiyetlerinin farkında. Ancak dijital dünyaya yeni adım atan pek çok cihazla ilgili riskler hakkında yeterince bilinçli değiller. Bu cihazlar arasında drone (%20), oyuncaklar (%21), sanal gerçeklik teknolojileri (%18) ve evcil hayvan hediyeleri (%11) bulunuyor. Tüketicilerin %75’i online kimliklerini korumaları gerektiğine inanıyor fakat sadece %50’si bunu sağlamak için gerçek anlamda önlem aldığını düşünüyor.
McAfee’nin yeni araştırmasını değerlendiren Intel Security Baş Güvenlik Yöneticisi Gary Davis, “Yılbaşı tatil dönemi yaklaşırken tüketicilerin hediye listesinin başında internet bağlantılı cihazlar yer alıyor. Bu eğilim çok doğal olmakla birlikte tüketicilerin halen yeni bir cihazı ne şekilde korumaları gerektiğini bilmemeleri endişe verici. Tüketiciler genellikle yeni bir cihaz alındığında hemen kullanmaya başlıyorlar ve öncelikle cihazın doğru bir şekilde güvenliğini sağlamayı unutuyorlar. Siber suçlular kişisel verileri elde etmek, çeşitli zararlı yazılımları yaymak, kimlik hırsızlığı ve hatta Dyn saldırısında olduğu gibi DDoS saldırıları gerçekleştirmek için bu güvenlik açığını kullanabilirler” dedi.
Tüketicilerin tüm bu güvenlik risklerini birkaç önlem alarak minimize etmeleri mümkün. Tüketicilerin mutlu ve güvenli bir tatil dönemi geçirmeleri için alınabilecek temel önlemler;
Cihazınızı koruyun. Cihazlarınız hem eviniz hem de kişisel bilgilerinizin kontrol edildiği kilit noktalardır. Cihazlarınızın McAfee LiveSafe™ gibi kapsamlı bir güvenlik ürünü ile korunduğundan emin olun.
Sadece güvendiğiniz Wi-Fi ağlarını kullanın. Başta akıllı ev uygulamaları olmak üzere cihazlarınızı genel kullanıma açık Wi-Fi ağları üzerinden kullanmak sizi ve evinizi risklere açık hale getirir.
Tüm yazılımları güncel tutun. Üreticilerin yayınladığı program düzeltmeleri ve güncellemeleri anında yükleyin böylece cihazınızı son çıkan tehditlere karşı koruma altına alabilirsiniz.
Güçlü bir şifre ve PIN kullanın. Eğer cihazınız destekliyorsa çok faktörlü doğrulama (MFA-multi-factor authentication) özelliğinden yararlanın. Bu özellik yüz tanıma, parmak izi gibi yöntemlerle şifre işlemlerinizi ve güvenliğinizi maksimum seviyede sağlar.
Tıklamadan önce düşünün. Tanımadığınız kişilerden gelen link’ler konusunda dikkatli olun ve her zaman koruma altında olmak için internet güvenlik yazılımı kullanın. Link’ten emin olmak için tarayıcının alt köşesinde bulunan link hedef dosyasının tam URL’sini bulabilirsiniz.
Bu yılın hack’lenmeye en müsait hediyeleri ise şunlar:
1. Laptop ve Bilgisayar
Laptop ve bilgisayarlar güzel bir hediye alternatifi olarak öne çıkıyor ancak ne yazık ki bilgisayarları hedefleyen pek çok zararlı yazılım uygulamaları bulunuyor ve bunlar Windows bazlı cihazların ötesinde çok kapsamlı bir alanda yaygınlaşıyor.
2. Akıllı Telefonlar ve Tablet
Araştırma sonuçlarına göre tüketicilerin %64’ü yılsonu tatili öncesi akıllı telefon ya da tablet satın almayı planlıyor. Laptop ve bilgisayarlarda olduğu gibi bu cihazlarda da zararlı yazılımlar kişisel ve finansal bilgilerin çalınmasına neden olabilir.
3. Ortam Yürütücü ve Veri Akışı Belleği
Ortam yürütücü (media player) ve veri akışı belleği (streaming stick) tüketicilerin film ve TV izleme deneyimlerini zenginleştiren yenilikler. Ancak tüketiciler bu cihazlarını güncellemeyerek farkında olmadan evlerine siber suçluları davet etmiş oluyor.
4. Akıllı Ev Otomasyon Cihazları ve Uygulamalar
İnternet bağlantılı ev cihazları ve uygulamaları tüketicilere evlerini akıllı telefonları aracılığıyla yönetme imkanı tanıyor. Ne yazık ki hacker’lar bu trend doğrultusunda Bluetooth ile kumanda edilen kapı kilitleri başta olmak üzere tüm ev otomasyon cihazlarını ele geçirmek üzere teknikler geliştirdiler.
5. Drone
Uzaktan kumanda edilebilen hava ya da kara aracı olan drone’ların satışlarının 2022 yılında 20 milyar Dolar’a ulaşması bekleniyor. Bu araçlar video ve fotoğraf çekiminde eşsiz açılar yakalayabiliyor. Fakat güvenliği sağlanmayan drone’lar GPS sinyalleri bozularak hack’lenebiliyor ya da akıllı telefon uygulamasıyla gasp edilebiliyor.
Erişimi kolaylaşan akıllı donanımlar ve ucuzlayan haberleşme maliyetleri ile giderek hayatımızda daha çok yer alan nesnelerin interneti trendi, iş hayatında büyük bir devrime yol açıyor. “Nesnelerin interneti” internete bağlı cihaz ya da makinelerin birbirleriyle veri alışverişi yapabilmesi anlamına geliyor. Şirketlerin iş yapış modelleri değişiyor ve üretimden eğitime, otomotivden perakendeciliğe kadar tüm sektörler nesnelerin interneti dönüşümünün etkisi altında kalıyor. Nesnelerin interneti ile değişen kurumlar hem kendi operasyonlarını hem de müşteriye yaşattıkları deneyimi farklılaştırarak rekabette öne geçiyor.
KoçSistem’den entegre çözümlere sahip ilk Kurumsal IoT Platformu
Dijital dönüşümün getirdiği fırsatlarla birlikte birer teknoloji şirketi haline gelen kurumlar, Nesnelerin İnterneti vizyonu ile altyapılarından, varlıklarından ve çalışanlarından topladıkları veriler üzerinden sağladıkları değer önermeleri ile rekabet avantajı sağlayarak işlerinde daha iyiye ulaşıyorlar. KoçSistem, baz istasyonları, elektrik sayaçları, üretim ekipmanları gibi pek çok cihazı uzaktan yöneterek başladığı Nesnelerin İnterneti yolculuğuna, Nesnelerin İnterneti Platformu “Platform 360” vizyonunu ortaya koyarak devam ediyor.
Platform 360 ile kurumlar, sahip oldukları fiziksel nesneleri bağlı hale getirerek, müşterilerine, fiziksel ve dijital birikimlerini bir araya topladıkları bir müşteri deneyimi sunuyor, lojistik, üretim ve satış süreçlerinin otomasyonunu sağlayarak değer zincirlerini optimize ediyorlar. Bu sayede Endüstri 4.0 ve ürünlerin akıllı ve bağlı ürün sistemlerine dönüşmesi gibi pazarı değiştiren trendlerden rekabet avantajı sağlıyorlar.
Platform 360 Ürün Ailesi ile üretimin verimi ve kalitesi artıyor, ulaştırma altyapıları akıllanıyor, varlıklar uzaktan yönetilebiliyor ve çalışanlar mobil ve entegre dijital işyerlerinde daha verimli çalışabiliyor.
Platform 360 vizyonu çerçevesinde pek çok sektöre dokunan projelere imza atan KoçSistem üretim, otomotiv, altyapı ve enerji sektörlerini ana dikeyler olarak ele alıyor ve bu alanlardaki ürünleri ile müşterilerinin işini kolaylaştırmaya devam ediyor.
Temelde küresel OneM2M mimarisi referans alınarak geliştirilen, nesnelerden toplanan verilerin uygulamalara servis olarak sunulmasını sağlayan nesnelerin interneti platformu Platform360, topladığı verilerin aynı zamanda büyük veri ortamında saklanmasını sağlayarak sensör sistemlerinin ortak veri kaynağı olma kabiliyetine de sahip.
Yatay nesnelerin interneti çözümlerinin anahtarı olan Platform360’ın başlıca fonksiyonları aşağıdaki gibidir:
Farklı nesne haberleşme protokollerine destek vermek
Haberleşmenin güvenli bir şekilde yapılmasını yönetmek
Nesne sanal modelini yönetmek
Kurulum süreçlerini, konfigürasyon ve firmware’lerini yönetmek
Ortak veri yapısını yönetmek
Alarm&olay iş akışlarını yönetmek
Karar destek mekanizmalarına girdi üretecek ortak servis katmanı sağlamak
Platform360 altyapısını kullanan başlıca sektörel çözümler aşağıdaki gibidir:
KoçSistem’in üretim sektörü için özelleşmiş olan Akıllı Üretim ürünü ManumetriKS, Endüstri 4.0 vizyonu içerisinde akıllanan çalışan, fabrika altyapı ve makine sistemlerinin birbirine bağlanmasını hedefliyor. Bu kapsamda fabrikada bulunan el terminallerinden, üretim hatlarına ve enerji tüketimine kadar bütün fabrika sistemlerini bağlı ve yönetilen bir yapıya dönüştürüyor. Üretim hatlarından toplanan veriler analiz edilerek daha verimli ve kaliteli üretim gerçekleştiriliyor.
Enerji sektörüne yönelik geliştirilen uzaktan sayaç okuma çözümü SistemetriKS farklı marka ve modeldeki sayaçları okuyarak sahada sayaç okuma operasyonunu ortadan kaldırıyor. Toplanan veriler faturalama sistemine aktarılarak faturalama operasyonu otomatikleştiriliyor. Sayaç ve haberleşme ünitelerinden alınan elektrik kesintisi, yetkisiz müdahale veya arıza alarmları da yönetilerek saha ekiplerine yönlendirme yapılıyor. 20.000’den fazla sayaç SistemetriKS ile uzaktan okunuyor.
KoçSistem’in Platform360 ürün ailesinde yer alan ve altyapı sektörüne yönelik ürünü Sitelink ise uzaktan altyapıların yönetilmesi için kullanılıyor. Sistem odası, baz istasyonu, petrol istasyonu gibi kritik altyapıların uzaktan izlenmesi, uzaktan yönetilmesi ve toplanan veriler ışığında verimlilik için optimize edilmesi sağlanıyor.
Bluetooth ve/veya RFID teknolojileri ile üretimde ve ofislerdeki varlık ve çalışanların takibi yapılabiliyor. Platform 360 Ürün Ailesi kapsamında sayısal yayıncılık uygulaması Pixage ile donanımların ve yazılımların sağlanmasından her türlü gerekli altyapının kurulmasına kadar sayısal yayıncılık ihtiyaçların uçtan uca çözüm ve destek sağlıyor.
KoçSistem, nesnelerin interneti kapsamında toplanan verilerin büyük veri analizi ile değer oluşturacağına inanıyor. Bu doğrultuda KoçSistem, IQPlus Büyük Veri Platformu ile kurumların geleceğe yönelik stratejilerinin başarısını artırmak için verinin toplanmasını, depolanmasını ve analizini sağlıyor.
İşinizin boyutu ne olursa olsun, BT altyapısı maliyetli ama önemli bir zorunluluktur. Mevcut ekonomik ortamda kurumlar, daha az bütçe ile daha fazla şey yapmak, BT bütçelerini küçültmek veya aynı bırakmak istiyorlar. BT’ye olan talep yine de büyüyor; kullanıcılara daha iyi hizmet etmek için, uygulamaları daha hızlı geliştirmeli ve daha fazla verilerle baş edilebilmeli. Yani ister yeni bir BT yatırımı isterse mevcut bir BT altyapı programı çerçevesinde olsun, CIO’ların yatırımlarını en iyi şekilde yapmaları ve BT’nin gelişmeyi engelleyici bir yapıda olmasını değil, büyüme ve kâr potansiyeli sunmasını garantilemeleri önemlidir.
BT yatırımınızın geri dönüşünü gerçekleştirmenin başarısızlığına katkıda bulunan pek çok faktör olabilir, işte size BT altyapınızı en üst seviyeye çıkarmanızı sağlayacak beş alışkanlık, işinizin büyük veya küçük olması hiç önemli değil.
Değerlendirme
Modern BT ortamları karmaşıktır ve giderek de daha karmaşıklaşıyorlar. Şirket, diğer sistemler yoluyla hangi servis ve özellikleri satın aldığını bilirse, zaten sahip olduğu bir fonksiyon için tekrar ödeme yapmamayı garantileyecektir. Bu değerlendirme süreci, bir bileşeni değiştirmek veya güncellemek gerektiğinde her bir bileşenin ömrünü değerlendirmenize ve hesaplamanıza izin verir. Üreticiye bağlı kalmaktan kaçınmanıza yardımcı olan bağımsız çözümlerin seçimi esnekliği artıracak, verimliliği ölçeklemenize ve değişime alışmanıza yardımcı olacaktır.
Eğitim
Özel bir teknolojiye yatırım yaptıktan sonra, onu kullanacak olan elemanlara da yatırım yapmanız gerekir. Eğitimsiz elemanlar, satın aldığınız çözümlerinizin özelliklerini tam olarak en üst seviyede kullanamayacaklardır, bu da hem elemanlar hem de teknoloji için verim eksikliğine yol açacaktır. Elemanların eğitilmemesi moralleri etkiler ve daha yüksek ciro için çalışan personelde iş memnuniyetsizliğine yol açar. Dahası, eğitilmemiş elemanlar kaçınılmaz bir şekilde yaptıkları iş ile mücadele ettiklerinde, zaman BT yardım masası ile yapılan görüşmelerle boşa harcanır ve kıdemli personel de BT satın alma yöneticisinin doğru ürüne yatırım yaptığından endişe duymaya başlar. Eğitim, hem kurumun, hem personelin hem de BT altyapınızın potansiyelini ortaya koymasını garantiler.
Güncelleme
Maliyetten ve bir güncelleme ile ilişkili algılanan risklerden kaçınmak cazip gelebilirken, hacker’lar eski kodların bıraktığı açık noktaları kullandıklarından, güncelleme kurumunuzun güvenlik açıklarını da kapatacaktır. Ayrıca, eskiyen altyapı, kurumları değişen pazar koşullarına ayak uydurmaktan alıkoyar. Lisans ücretinizin parçası olarak gelen güncellemeleri seçin, böylece ek maliyet ödemeden sistemi güncel ve çevik tutabilirsiniz.
Bulutu göz önüne alın
Şirketler şimdi, çeviklik ile eşanlamlı olan herkese açık bulutta hemen hemen sınırsız bir miktardaki kaynağı kiralayabiliyorlar. Yani sermaye yatırımı yapmaksızın yeni iş modellerini hızla deneyebilirsiniz. Bu, daha az risk ile yenilikçiliği denemenize, başarılı olursanız da neredeyse sonsuz ölçekte büyümenize izin verir. Bununla birlikte, bir çıkış stratejisi olmadan bulut girişimi yapılmamalıdır, size bulut mobilitesi sağlayan çözümleri kullanmak o nedenle kritiktir. Kendi sistemlerinizle birden fazla bulut arasında iş yüklerinizi taşıma özgürlüğü, herhangi bir maliyetteki çeviklik ile kontrol edilebilir bir maliyeti olan çeviklik arasında farklı farklı olabilir.
Gözden geçirme
Bu, açıklanması en az karmaşık, ancak genellikle yapması da en zor olanıdır. Alışkanlıklarınızın dördünde çaba gösterdiniz, böylece gerekli özeni layıkıyla yerine getirdiğinizi hissedeceksiniz ve şimdi BT altyapınız da en üst seviyeye çıkmış olmalı. Ne yazık ki veya heyecan uyandıracak bir şekilde teknoloji de işiniz gibi sürekli gelişiyor. Bu nedenle, BT altyapınızın şirketinizin büyümesini ve potansiyelini her doğru yönde etkilemesinden emin olmak için, planınızı sık sık gözden geçirin.
Dijital para birimi Bitcoin yaygın kullanımı sayesinde çok büyük ilgi görüyor ve önemli bir yatırım aracı olarak da görülüyor.
Ancak aynı zamanda gelirlerini saklamak veya yasal sisteme sokmadan online alışverişler yapmak isteyenler için Bitcoin güvenli bir alternatif sunuyor.
ABD vergi idaresi IRS, şimdi Bitcoin kullanarak vergi kaçıranları tespit etmek için harekete geçti.
IRS bu amaçla, ABD’deki en büyük dijital para borsası Coinbase’e gönderdiği emirde, 2013 ve 2015 arasında yapılan tüm Bitcoin işlemleri ve kullanıcılarının bilgilerini talep etti.
Bitcoin alıp satanlar tespit edilecek
Bu, IRS’in tüm kullanıcıları, e-mail hesaplarını, IP numaralarını araştırarak Bitcoin kullanıcılarının gerçek kimliklerini tespit etmeye çalışacağını ve Bitcoin üzerinden, beyan ettiği gelirie göre orantısız alışveriş yapanlara ağır cezalar keseceğini gösteriyor.
Ayrıca IRS müfettişleri, bazı kullanıcıların Bitcoin üzerinden vergi kaçırmanın yolunu bulmuş olduğunu fark etmiş durumdalar ve bu yöntemi kullanan diğer kullanıcıları tespit ederek, resmi gelirleri üzerinden ödemesi gereken vergiyi Bitcoin yöntemiyle kaçıranları arayacakları anlaşılıyor.
Öyle görünüyor ki ABD vergi dairesi, Bitcoin kullanıcılarının çok güvendiği anonimlik özelliğini boşa çıkartmak için büyük çaba sarf ederek, ileride Bitcoin üzerinden vergi kaçırmak isteyeceklere unutulmaz bir gözdağı verecek. Bu soruşturmanın devamında yaşanacakları aktarmaya devam edeceğiz. IRS, Bitcoin kullanıcılarını tespit etmeyi başarırsa bu aynı zamanda dijital para birimi teknolojisinde önemli bir dönüm noktası olacak.
Huawei ve DOCOMO, 4.5GHz bandında dünyanın ilk 5G geniş ölçekli saha denemesini gerçekleştirdi.
Japonya’nın Yokohama kentinde Minato Mirai 21 bölgesinde yapılan deneme sonucunda; 11.29 Gbps toplam kullanıcı hızı ve tek yönlü 0.5 milisaniyeden daha kısa bir gecikme süresi elde edildi. Deneme, 200 MHz bant genişliği olan ve 4.5 GHz bandında çalışabilen bir baz istasyonu ile hem sabit hem de hareketli 64 TRX ve 23 kullanıcı cihazı ile gerçekleştirildi. En yüksek spektrum verimliliği 79.82 bps/ Hz/ cell olarak ölçüldü. Yeni nümeroloji ve çerçeve yapıları kullanılarak tek yönlü 0.5 milisaniyeden daha az bir gecikme süresi elde edildi. Bu süre ise LTE’nin gecikme süresinin yaklaşık onda birine tekabül ediyor.
2020’ye yaklaşırken 5G hazırlıkları tamamlanıyor
NTT DOCOMO 5G Laboratory Başkan Yardımcısı ve Müdürü Takehiro Nakamura, ortak saha denemesinin başarısı üzerine şu açıklamaları yaptı: “4.5 GHz bandında 5. nesil geniş ölçekli alan çalışmasının başarısı, 5G teknolojisinin 2020 yılında ticarileştirilmesi yolunda bizi bir adım daha ileri götürdü. DOCOMO ve Huawei, 2014 yılı Aralık ayından bu yana, 5G alanındaki işbirliklerini, ArGe çalışmalarından 5. neslin uluslararası spektrum uyumlandırılması yaklaşımlarına kadar genişletmektedir. Huawei ile birlikte, 5. nesli gerek teknik gerekse ekosistem açısından geliştirmeyi sürdüreceğiz.”
Huawei kablosuz şebekelerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Dr. Wen Tong ise, “Huawei’in 5G NR (New Radio) temel teknolojik gelişimi, piyasanın gelişimi ve ürün çözüm gelişimi için büyük bir enerji ve kaynak sarf etmekteyiz. İki şirket tarafından oluşturulan uzman ekiple Huawei ve DOCOMO işbirliği hızla rayına oturdu ve kaydedilen ilerleme de oldukça teşvik edici. Bu sonuç da 5G’nin geleceğinin şekillendirilmesinde hayli önemli bir role sahiptir” diye konuştu.
2014 yılı Aralık ayında 5. nesil ortak alan denemelerinde ortaklık mutabakatının imzalanmasının ardından, Huawei ve DOCOMO; 2015 yılı Ekim ayında Çin’in Chengdu bölgesinde Massive MİMO’nun ilk geniş ölçekli açık alan denemesini başarıyla gerçekleştirmişlerdi. Geniş ölçekli alan çalışmalarını Japonya’ya taşıyan iki şirket, 5. neslin anahtar teknolojileri içinde yer alan; Massive MIMO, aşırı güvenlilik ve düşük gecikme süresi, OFDM (dikgen frekans bölmeli çoğullama) kullanan karma nümeroloji, SCMA (seyrek kodlu çoklu erişim), kutupsal kod ve OFDM’nin birleşik performansını da içeren teknolojileri sistematik olarak denemeyi sürdürüyorlar.
Ekosistem genelinde küresel standardizasyona doğru güçlü bir yönelmenin olması, 5G NR ile ilgili olarak 3GPP standardında belirgin bir ilerleme gösterdi. 5. nesil endüstrisi, 5. neslin çözümlerinin gerçek gelişiminin sağlanması yönünde daha birleştirici ve yoğunlaştırıcı yönlere odaklanmaktadır. Huawei ve DOCOMO, 5G şebekesinin hayata geçirilmesinde en önemli noktalardan olan mobilite ve geniş kapsama alanını içeren alanlarda ortak 5G NR deneme faaliyetlerini genişleterek sürdürecektir.
Elon Musk’ın bir ay önce duyurduğu güneş enerjisi panellerine sahip çatı kremitlerinin maliyeti belirtilmemişti.
Evinin çatısını güneş enerjisi kremitleri ile kaplamak isteyen bir ev sahibinin, ne kadarlık maliyete katlanacağı büyük merak konusuydu.
Hizmeti sunacak olan Solar City’i Tesla ile birleştirmekle meşgul olan Elon Musk, bir toplantı sırasında bu maliyetler hakkında önemli ipucu içerecek bir bilgi verdi.
Güneş enerjisi sudan ucuz
“%100 isabetli bir rakam veremem ancak bir çatıyı güneş enerjisi kremitleri ile kaplamanın, normal bir çatı kaplamasından daha ucuza geleceğini söyleyebilirim,” ifadesini kullanan Musk, konuya olan ilgiyi daha da arttırdı.
Ev çatılarını, normal kiremitlerle kaplamak yerine güneş enerjisi panelleri ile kapatmanın daha düşük maliyetli olması halinde, tüm yeni evlerin çatısının güneş enerjisinden elektrik üreten minik bir santrale dönüşmesi bekleniyor.
Bu da petrol, kömür gibi yakıtlara olan ihtiyacın daha da azalması ve temiz enerjinin şehirlerde çok daha fazla kullanılması anlamına geliyor.
Üstelik elektrikli otomobil kullanan ev sahiplerinin, araçlarının ihtiyacı olan enerjiyi de tamamen güneşten ve ücretsiz olarak elde etmesi, elektrikli otomobillerin de hızla yaygınlaşması anlamına gelecek.
Dünyada çığ gibi büyüyen ve Co-Working diye tanımlanan Paylaşımlı Çalışma Alanlarına Türkiye’de de ilgi giderek büyüyor.
Türkiye’de kayıtlı 15 binden fazla üyesi olan ortak çalışma alanlarında sayı sürekli değişse de, bu alanlara yönelik tüketime talep sürekli yükseliyor. Paylaşımlı çalışma alanlarında en fazla talep edilen hizmet, Müşteri İlişkileri Yönetimi (CRM) birimi. Bu birim sayesinde, yeni firmalar CRM uzmanı çalıştırmak zorunda kalmadan, paylaşımlı alanın ortak CRM hizmetlerinden küçük bir ücret karşılığında yararlanabiliyor.
Her yıl tonlarca kahve
Paylaşımlı çalışma alanlarında derlenen bilgilere göre, bu ofislerde bir yılda 2.5 ton kahve tüketiliyor. bu ofislerin ortak çalışma alanlarında ise her çalışan ortalama 5,5 saat zaman geçiriyor.
Sektördeki sadece bir firmada bulunan 150 toplantı odasında 2016 yılının Eylül ayına kadar 5 bin 384 toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantılara 71 bin 469 kişi katılırken, toplantıları organize eden firma sayısı ise 697 olarak gerçekleşti.
Özellikle start-up’ların rağbet ettiği paylaşımlı çalışma alanları düşük maliyetlerle, alt yapı sahibi modern ofislere erişim imkanı sağlıyor ve yeni kurulmuş bir şirket için yüksek maliyet oluşturabilecek hizmetlerin ortak katılımla sağlanması imkanını getiriyor. İş merkezlerine yakın, güçlü alt yapıya sahip bu alanlar Türkiye’de hızla gelişiyor ve büyük ilgi görüyor.
Petrol fiyatlarının 2014’ten beri hızla düşmesi nedeniyle, ekonomisi petrole bağlı olan Arap ülkelerinde büyük bir gelir kaybı yaşanırken, Suudi Arabistan petrol fiyatları nedeniyle yaşadığı gelir açığını kapamak için ilginç bir yola başvuruyor.
Suudi Arabistan’ın Devlet Yatırım Fonu, çok yakında duyurusu yapılacak olan yeni online ticaret sitesi Noon’a ortak oldu.
Noon, Alibaba ve Amazon’a rakip olarak ortaya çıkacak ve Orta Doğu ülkelerini hedefleyen bir online ticari faaliyet gösterecek.
Yatırımcıları ve iş dünyası tarafından Orta Doğu’nun Amazon’u olarak tanımlanmaya başlayan Noon sayesinde özellikle Arabistan yarım adasında ticaretin hareketlenmesi bekleniyor.
Suudiler’de kısa sürede milyarlarca dolar ciroya ulaşması beklenen Noon sayesinde, petrolden kaybettikleri gelirin bir kısmını kapamayı planlıyorlar.
Suudi yatırım fornu Noon’a şimdiden 500 milyon dolar yatırmış durumda. Ayrıca Noon için Orta Doğu’daki diğer yatırımcılardan da 500 milyon dolarlık yatırım gelecek.
Suudi Arabistan Devlet Yatırım Fonu özelilkle dünyadaki teknoloji girişimlerine yatırım yapmayı hedefliyor. Fonun arkasında ayrıca Japon’yanın teknolojiye yatırım yapan fonlarından SoftBank’ın desteği de bulunuyor. Noon ilk aşamada Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri içinde hizmet verecek ve 20 milyon ürün barındıracak.
Fortinet’in yurtdışından gelen üst düzey yöneticileri, yaptıkları basın toplantısında Türkiye ve dünyada siber güvenlik alanında yaşanan gelişmeleri değerlendirirken yeni çözümlerini de tanıttı.
Fortinet Kıdemli Başkan Yardımcısı Filippo Cassini, Fortinet Danışman Sistem Mühendisi Simon Bryden ve Fortinet Bölge Satış Direktörü Derya Aksoy’un katılımı ile yapılan etkinlikte, “Fortinet Security Fabric’in Faydaları” ve “Siber Tehdit İstihbaratı” başlıkları altında önemli bilgiler verilirken Türkiye’de görülen siber saldırılar hakkında da çarpıcı veriler paylaşıldı.
Konuşmasında siber güvenliğin artık lüks değil, bir zorunluluğa dönüştüğüne vurgu yapan ve dijital tehditlerin son 12 yılda 10 bin kat arttığını dikkat çeken, Fortinet Bölge Satış Direktörü Derya Aksoy, “Teknolojik gelişmeler günlük hayatımıza büyük kolaylıklar kazandırsa da genel olarak güvenlik kaygıları var olmaya da devam ediyor. Teknolojik gelişime paralel bir şekilde siber tehditler de her zamankinden daha sofistike bir hal alıyor. FBI’ın yayınladığı rapora göre ABD’de fidye yazılım mağdurlarının 2016 yılının ilk çeyreğinde ödedikleri miktar 209 milyon dolara yani 680 milyon TL’ye yükseldi. Bu rakam 2015 yılının tamamında ise sadece 24 milyon dolar seviyesinde idi.” dedi.
“Bu yıl için öngördüğümüz siber saldırılar gerçekleşti”
Fortiguard laboratuvarlarının gecen yıl sonunda bu yıl için bulunduğu öngörülerin gerçeklemiş olduğunu belirten Aksoy, “Yakın zamanda tarihin en büyük DDoS saldırısı yaşandı. Mirai Botnet yüksek internet çıkısına sahip CCTV kamera sistemleri üzerinden Twitter, Whatsapp, Netflix gibi popüler sitelere hizmet veren dinamik DNS servisini hedef alarak ciddi erişim problemlerine yol açtı. APT tehditleri fidye yazılımları özelinde en küçük kurumları bile etkiledi. Hayalet ve ikiyüzlü zararlı yazılımlar kendi izlerini silerek, gizlenerek, önce iyi huyluymuş gibi görünüp sandbox teknolojilerini atlattıktan sonra asıl zararlı yüzlerini ortaya çıkararak zarar vermeyi başarabildiler.” şeklinde konuştu.
Yeni duyurulan evrensel AP’lerin Fortinet’in Security Fabric güvenliği ile birlikte gerçek anlamda birleşik ağ erişim kontrolü ve etkinliğini; kablolu, kablosuz ve mobil ortamlarda bir araya getirdiğini de ifade eden Aksoy, “FortiGate ile ağ, FortiWEB ile web, Fortimail ile e-posta ve FortiDB ile veritabanı güvenliğini en üst seviyede sağlıyoruz. Bilinmeyen tehditlerden dahi korunma imkanı sunan Fortisandbox çözümü ise Fortigate Yeni Nesil Firewall, Fortimail, Forticlient ve FortiWeb ile entegre olarak her türlü tehdit vektörünü adresleyebilen bir ‘Gelişmiş Tehdit Mimarisi’ oluşturuyor. Web, veritabanı, içerik, kullanıcı ve ağ altyapı güvenliği konusunda birbiriyle entegre edilebilen çözümlerimiz ile BT dünyasında siber tehdit ve ağ güvenliği teknolojilerinin öncülüğünü yapıyoruz.” şeklinde konuştu.
Cuma gününe dikkat!
Konuşmasında siber tehditler konusunda istihbaratın önemine dikkat çeken Fortinet Danışman Sistem Mühendisi Simon Bryden tehdit istihbaratının hayati bir önem taşıdığını vurgulayarak, “Security Fabric stratejimizi güvenliği ve uyumlu izlemeyi, çoklu bayi güvenlik çözümleri ile birleştiriyoruz. Otomatik ve işlenebilir güvenlik istihbaratını nesnelerin internetinden buluta kadar mümkün kılıyoruz. Fortiguard laboratuvarımız 15 yıldır tehditler ile ilgili bilgi ve istihbarat topluyor. Fortinet’in Gelişmiş Tehdit Koruma Yapısı gibi teknolojileri, trafikleri derinlemesine gözetliyor, yerel tehlike zekâsını dinamik olarak oluşturuyor ve gerçek zamanlı güncellemeleri tüm sisteme otomatik şekilde yaymak için verileri FortiGuard Labs’e aktarıyor. Derin istihbaratın sofistike, ölçeklenebilir ve hızlı analizler ile bir araya gelmesi ise işlenebilir bir güvenlik mimarisi yaratarak, tehditleri yaşandığı an hızlıca tespit edip ortadan kaldırıyor.” dedi.
Konuşmasında Türkiye’deki sanal saldırılar hakkında da bilgi veren Bryden, geçen son bir ay içerisindeki verilere bakıldığında en fazla Cuma günü zararlı yazılımlar ile saldırıların yapıldığını belirterek en fazla tespit edilen saldırı yönteminin ise Nemucod ile yapıldığını belirtti. Bryden, “Bu saldırı yöntemi özellikle fidye yazılımların cihaza indirilmesi için başvurulan bir yöntem. Son zamanlarda Locky türü fidye yazılımlarında büyük bir artış görüyoruz. Bu yazılımlar ile yapılan saldırılarda yeni bir yöntem olan Locky yönteminde, dosya uzantıları .locky şeklinde değiştiriliyor ve kullanıcıdan dosyalarına tekrar ulaşmaları için para talep ediliyor.” dedi.
Ağ saldırılarının en tehlikelilerinden olan BotNet saldırısı ile ilgili bilgiler de paylaşan Bryden, geçen altı ay içerisinde bu saldırıların Türkiye’de en fazla 18 Eylül’de görüldüğünü, en yaygın BotNet saldırısının ise Andromeda olduğunu söyledi. Botnet saldırıları, birçok bilgisayarın tek bir noktadan kötü amaçlar doğrultusunda yönetilmesine imkan veriyor. Bir Botnet ile yapılan saldırıyla ağdaki tüm bilgisayarlar dünyanın herhangi bir yerinden kolay bir şekilde yönetebiliyor.
Facebook’un canlı yayın platformu Live için, içerik üreticilerin yaptıkları canlı yayınlardan para kazanmasının önü açılıyor.
Facebook, daha önce duyurduğu şekilde Live videolarında bağış yapılmasını sağlayan özel bir düğmeyi yayına aldı.
İyilik yapmak için Like basmak yerine para ödeme zamanı
Ancak bu düğme, her videoda görünmeyecek. Sadece kâr amacı gütmeyen yardım kuruluşları Facebook Live videolarında bağış toplayabilecek.
Facebook bu amaçla, 750 bin kar amacı gütmeyen kuruluşu ve onların Facebook hesaplarını belirledi. Bunların dışındaki organizasyonlar şimdilik bağış toplayamayacak.
Yardım kuruluşları dışında kişi ve kurumların Live videolarından para kazanabilmesi için biraz beklemeleri gerekecek. Facebook bu özelliği bir süre sonra herkes için yayına açacak. Ancak özel kişi ve kurumların topladığı paradan ödediği komisyon ve vergiler daha fazla olacak.
Böylece, Live platformu YouTube veya Twitch gibi içerik üreticilerin video yayınlayıp para kazanabildiği bir platform olacak ve dolayısıyla büyük ilgi toplayacak.
Bu gelişmenin yardım kuruluşlarında test edildikten sonra herkese açılmasıyla beraber, Facebook’un canlı video içerik yayını üretecek profesyonel içerik üreticileri için hızla odak noktası olması bekleniyor. Eğitim videoları, eğlence, moda, haber kanalları gibi çeşitli video kanallarının açılması kaçınılmaz görünüyor.
Network güvenliği alanında hizmet veren bir Start-up olan PacketSled, hiç beklemediği bir konuyla gündeme taşındı.
Şirketin CEO’su Matt Harrigan, ABD Başkanlık seçimlerinde beklenmedik bir başarıyla Başkan seçilen Trump’a öfkesini Twitter’dan ölüm tehdidi yayınlayarak paylaşınca ortalık karıştı.
Ölüm tehdidini ciddiye alan Trump taraftarları, şirketi şikayet bombardımanına tutunca, Harrigan Trump’tan özür dilemek zorunda kaldı. Öfkeyle tweet attığını kabul eden Harrigan aynı zamanda şirketteki görevi için sunduğu istifa dilekçesinin de kabul edildiğini açıkladı.
Ölüm tehdidinin şakası olmaz
Böylece, Trump tartışmaları yüzünden teknoloji sektöründe işini kaybeden yüzlerce insana bir CEO da katılmış oldu.
Daha önce de seçim sürecinde, Facebook’ta Trump haberlerinin görünmesine itiraz eden Facebook çalışanları toplu olarak istifa etmişlerdi. Seçimden sonra ise yemek sipariş servisi GrubHub’ın CEO’su çalışanlarına gönderdiği şirket içi memoda, Trump’ın görüşlerini paylaşan, savunan veya onaylayan herkesin istifa etmesini istemişti.
Trump’ın henüz fillen başkan olmadığını da göz önüne alacak olursak, Ocak ayından sonra görevi fiilen devralmasının ardından başlatacağı “sansasyonel” uygulamalar ve yapacağı “sivri” açıklamalarla, özellikle teknoloji sektöründeki genç çalışanlar arasında büyük tartışmalara neden olacağını tahmin etmek zor değil. Ocak ayından sonra, çalışanlarını yeni Başkan’a “sataşmamaları” konusunda uyaran şirket yöneticileri ile genç çalışanlar arasındaki tartışmaların, büyük istifa dalgalarına neden olması kaçınılmaz görünüyor.
Hem Microsoft hem de yazılım dünyası için çok büyük bir sürpriz gerçekleşti ve Microsoft, Linux Topluluğu’na üye oldu. Böylece teknoloji dünyasında hiç bitmeyen Windows mu yoksa Linux mu tartışmalarında yeni bir eşiğe ulaşıldı: Windows’un geliştiricisi Microsoft Linux’cu oldu.
Microsoft, kurulduğu günden bu yana, açık kaynak kodu sistemine ateş püskürüyordu. Özellikle de açık kaynak kodlu işletim sistemi Linux’a büyük bir düşmanlık besleyen Bill Gates ve Steve Ballmer, geçen 25 yıl içinde Linux hakkında çok ağır sözler sarf etmişlerdi.
Microsoft, Gates ve Ballmer’a rağmen Linux’la barıştı
Bill Gates, Linux’u yazılım dünyasının kanseri olarak tanımlıyor ve bu açık kaynak kodlu sistemlerin yakın gelecekte yazılım endüstrisini yok edeceğini savunuyordu.
Aynı şekilde Ballmer da açık kaynak kodlu işletim sistemlerine her fırsatta ateş püskürmesiyle tanınıyordu.
Microsoft’un artık Linux’u geliştiren gönüllüler topluluğuna üye olması, şirketin açık kaynak sistemine karşı havlu atmasının kesin delili olarak görülüyor.
Bu gelişme bir anlamda Gates ve Ballmer’ın, Linux’un tehlikesi hakkında 25 yıl içinde kararlılıkla dile getirdikleri görüşlerinde haklı olduklarını da gösterebilir.
Linux benzeri açık kaynak kodlu işletim sistemleriyle yarışamayan ücretli işletim sistemleri bir bir ücretsiz hale gelirken, bu işten ekmek yiyen Microsoft ve Apple gibi şirketler de önemli bir gelir kaybı yaşadı.
Dolayısıyla, açık kaynak kodlu sistemlerin, yazılım şirketleri için büyük zarara yol açtığını söylemek yanlış değil.
Ancak öte yandan, Android gibi sistemler sayesinde daha farklı ve daha büyük bir ekonomik aktivite ortaya çıktı ve şirketler açık kaynak kodlu sistemler üzerinden farklı ve daha dinamik bir gelir modeli oluşturmayı başardılar.
Binlerce yıllık geçmişi bulunan İpek Yolu’nun yerini, Fiber Yolu’nun alması bekleniyor. Bu geleceğe hazırlanmak için Türkiye’de yapılanlar yeterli mi? Bu sorunun yanıtını arayan, sadece bizler değiliz.
Almanya’da kurulan ve kısa süre içerisinde tüm dünyaya hizmet veren Strato firmasının daveti üzerine, Berlin’deki devasa veri merkezini görme şansım oldu.
Türkiye’de de çalışmalarını başlatan firma, ülkemizdeki hosting durumunu çok iyi analiz etmiş. Firmaya göre en büyük sorunlarımız şöyle;
– Yüksek altyapı maliyet
– Pahalı internet
– Standartların desteklenmemesi
– Yetersiz insan kaynağı
– Yüksek vergiler
Türkler, veri merkezi seçerken neye bakıyor?
Verilerini internette saklayan kurumlar ve bireyler, bu hizmeti satın alırken aşağıdaki konular, önem derecesine göre şöyle listeleniyor;
– Fiyat
– Müşteri hizmetleri
– Verinin korunması
– Bilinirlik
– Teknolojinin güncelliği
– Deneyim
– Türk şirketi olup olmadığı
Strato, tüm bu talepleri ve Türkiye’nin potansiyelini kendi birikimleriyle karşılayabileceğini düşünüyor. Güvenliğin son derece yüksek seviyede tutulduğu şirkete giriş çıkış yaparken, standartların getirdiği kurallara uymak zorunda kalırken, bunun ne demek olduğunu daha iyi anladık. Veri merkezini gezerken, cep telefonu dahi sokmak yasak.
Özel Röportaj
Saklanan verilerin gizliliği, sadece güvenlik önlemleri değil, aynı zamanda Almanya’daki sert yasalarla da korunuyor. ISO 27001 standardına sahip olan Strato, bu standardın getirdiği yükümlülükleri de harfi harfine uygulamak zorunda.
Bu kalite belgesini alabilmek için, bir kere hazırlık yapmak ve testten geçmek yeterli değil. Belgeye sahip olan şirket, belli dönemlerde yeniden bu testlerden geçiyor ve bu sayede güncel tehditlere karşı gerekli önlemleri aldığını, ispatlamış oluyor.
Yedeğin de yedeği var
Güvenliğin yanı sıra, sürdürülebilir hizmet de çok önemli. Tesisi gezerken, sunucuların çalışabilmesi için gerekli olan enerjinin zarar görmesi durumunda devreye girecek olan A, B ve C planlarını bizzat yerinde gördük.
Elektrik kesintisinin hemen hemen görülmediği Berlin’de, olası bir kesinti durumunda hangi senaryoların hayata geçirildiğini ve yapılan tatbikatları öğrenince, Strato’nun bu işi ne kadar ciddiye aldığını da görmüş olduk.
Tesisi gezerken, dizel motorlarla çalışan jeneratörlerle karşılaştığımda yakıt tanklarının ne kadar dayanabileceğini sordum.
1 hafta boyunca yetecek yakıtını olduğunu belirten yetkililer, “Berlin gibi bir yerde 1 hafta elektriğin kesilirse, yakıttan daha önemli sorunlarınız olacaktır” yanıtı, Türkiye’den gelen basın mensuplarını gülümsetti.
Türkiye’ye veri merkezi kurulacak mı?
Hem verilerin hem de bu verileri ayakta tutan sistemlerin yedeklendiği Strato’ya, Türkiye’de bir Data Center (Veri Merkezi) kurma niyetiniz var mı, diye sorduğumuzda, taleplerin henüz o seviyede olmadığı yanıtını aldık.
Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, BTK gibi otoriteler ise verilerin Türkiye sınırları içerisinde kalmasından yana bir politika izliyor.
Bu politikanın hayata geçirilmesi için, Berlin’de yüksek standartlarda hizmet veren Strato gibi firmaların, ülkemizdeki sayısının da artması bekleniyor.
Fiber hayalleri yarıda mı kaldı?
Bir Data Center’ın işletilmesi için en önemli gider kalemlerinden biri elektrik masrafıyken, ara bağlantı ücreti zirveye yerleşmiş durumda.
Maliyetlerin azalması, iç talebin yükselmesi gibi beklentiler, verinin içeride dolaşması hayalini gerçeğe dönüştürebilir.
Başbakan Binali Yıldırım’ın “İnternette hız berekettir” sloganı ile gündeme getirdiği fiber dönüşüm çağrısına kulak verilmemesi, internet servis sağlayıcılarının (Turkcell, Vodafone, Türksat) bir araya gelerek oluşturduğu OAŞ’ın (Ortak Altyapı Şirketi) ses getiren çıkışından sonra saman alevi gibi sönmesi, bu hayale gölge düşürüyor.
İşlemci devi Intel, PC pazarı hızla daralırken ve mobil cihazlarda da Intel işlemcileri tercih edilmeyince çareyi başka bilişim platfromlarında aramakta buldu.
Bu politika gereği ilk olarak dronelara yönelen Intel, satın aldığı şirketler vasıtasıyla kendi drone teknolojilerini geliştirdi ve hatta ilk ticari drone sistemin de kısa süre önce duyurdu.
Ama Intel’in yatırımları bu kadarla kalmıyor. Teknoloji devi ABD’li firma şimdi de otonom sürüş teknolojileri geliştirmek için 250 milyon dolarlık bütçe ayırdığını ilan etti.
Intel Inside otomobiller çok uzakta değil
Los Angeles Auto Show’da konuşan Intel CEO’su Brian Krzanich, şirketin planladığı 250 milyon dolar tutarındaki yatırımlar arasında bağlantılı otomobiller, iletişim, derin öğrenme ve siber güvenlik odaklı teknolojiler bulunuyor. Tüm bu yatırımlarla Intel, kendi otonom sürüş teknolojisini geliştirmiş olacak. Yani bir anlamda, Intel telefonlara işlemci veya işletim sistemi yerleştirmek konusunda gecikmiş olabilir ama yeni çağda yollardaki bütün otomobillere kendi işletim sistemini ve donanımlarını yerleştirmek için Google, Tesla, Apple gibi rakipleriyle yarışıyor.
Brian Krzanich’a göre otomoti ednüstrisinin yeni çağda, yüksek teknolojik alt yapıya hazırlanması gerektiğinin de altını çizdi çünkü otonom sürüş teknolojisine sahip bir otomobilin bir günde 4000 GB veri trafiği yaratması bekleniyor. Bu verinin bir kısmı aracın iç ağında hareket edecekken, büyük bir bölümünün de internet alt yapısı üzerinden hareket etmesi bekleniyor. Dolayısıyla, şirket otomobilleri geleceğin PC’leri gibi görüyor ve bu pazarda yer almak için gerekli atılımları yapıyor.
İşlemci devinin bu anlamda başarılı olduğunu de söylemek mümkün zira şimdiden BMW ile resmi işbirliği olan şirket aynı zamanda Tesla’nın otonom sürüş teknolojilerini geliştiren MobilEye firması ile de ortak çalışmaları var. Tüm bu çabalar ise 2021’de otoyollara çıkacak “Intel Inside” otomobili üretmek. Şirketin şu anda 30 farklı otomobil modelinde farklı ürünleri de kullanılıyor. 2020’ye geldiğimizde ise şirket 49 otomobil modelinde yer almayı planlıyor.
Tehdit Öngörüleri, yıllık olarak Kaspersky Lab’ın uzman Küresel Araştırma ve Analiz Ekibi* tarafından ve şirketin geniş çaplı içgörülerine ve uzmanlığına dayanarak hazırlanıyor. 2017 için hazırlanan listede; kişiye özel ve tek kullanımlık araçların etkisi, saldırgan kimliğini saklamak amacıyla yanlış yönlendirme yöntemlerinin kullanımındaki artış, ayrım yapılmaksızın her alanda internete bağlı bir dünyanın kırılganlığı ve bilgi savaşlarında siber saldırıların kullanımı gibi konular öne çıkıyor.
“Tehlike Göstergeleri”nin Düşüşü
Tehlike Göstergeleri, bilinen zararlı yazılımların özelliklerini paylaşmak ve aktif bir zararlı yazılımı tespit etmekte uzun zamandır başarıyla kullanılan bir yöntem olarak biliniyor. Kaspersky uzmanlarının ProjectSauron APT‘yi keşfetmesiyle birlikte bu durum artık değişti. Analizler sonucunda, tüm özelliklerini her bir kurbanına özel değiştirebilen bir zararlı yazılım platformuyla karşı karşıya olunduğu ve dolayısıyla güçlü YARA** kuralları gibi önlemlerin desteği olmaksızın IoC’ler yardımıyla diğer kurbanların tespit edilemeyeceği ortaya çıkmış oldu.
Kısa Ömürlü Zararlı Yazılımların Yükselişi
Kaspersky Lab uzmanları, 2017 yılında cihazların belleklerinde konuşlanan ve ilk yeniden başlatma sırasında kendisini silecek olan zararlı yazılımların ortaya çıkacağını öngörüyor. Söz konusu yazılımların, genel anlamda bir keşif ve kimlik bilgileri toplama amacını taşıdığı ve tespit edilmemeye önem veren saldırganların son derece hassas ortamlarda kullanacağı yöntemler olarak belirtiliyor.
Kaspersky Labs’da Kıdemli Güvenlik Uzmanı görevi yapan ve Küresel Araştırma ve Analiz Ekibi üyesi Juan Andrés Guerrero-Saade, konuyla ilgili olarak şöyle diyor: “Bunlar çarpıcı gelişmeler, fakat saldırganlar karşısında çaresiz olduğumuz anlamına gelmiyor. YARA kurallarının daha geniş bir kabul görmesinin zamanının geldiğine inanıyoruz. Bu sayede araştırmacılar şirketleri uçtan uca tarayabilecek, ikili öğelerde saklı özellikleri inceleyip tespit edebilecek ve bilinen saldırıların parçalarını bulmak üzere bellekleri tarayabilecek. Kısa ömürlü bulaşıcılar, gelişmiş anti-zararlı yazılım çözümlerinde proaktif ve sofistike buluşsal yöntemlerin önemini ortaya çıkarıyor.”
2017 ile ilgili diğer Tehdit Öngörüleri
Saldırıları kimin yaptığını tespit etmek zorlaşacak: Siber saldırıların uluslararası ilişkilerde giderek daha önemli bir rol oynamasıyla birlikte, saldırıları kimin yaptığını bilmek politik açıdan atılacak misilleme gibi adımlar bağlamında temel bir sorun teşkil edecek. Kimlik tespiti arayışı ise kimliği konusunda yanıltıcı ipuçları bırakan suçluların sayısında bir artışı beraberinde getirecek.
Bilgi Savaşlarının Yükselişi: 2016’da dünya hack edilmiş bilgilerin agresif amaçlarla kullanılması konusunu ciddiye almaya başladı. Bu tarz saldırıların 2017’de artması bekleniyor ve insanların bu tarz verilere inanmaya eğilimli oluşlarından faydalanabilecek saldırganların söz konusu bilgileri kısmen veya manipüle edilmiş olarak açıklamaları riski bulunuyor.
Kaspersky Lab uzmanları, sözde, çoğunluğun iyiliği için hackleyip veri ortaya döken “Robin Hood” tarzında hackerların sayısında da artış öngörüyor.
Siber Sabotaja Karşı Artan Savunmasızlık: Hayati önem taşıyan altyapı ve üretim sistemleri, hiç korunmayarak veya çok az korunarak internete bağlı kaldığı sürece, özellikle de jeopolitik gerginlik dönemlerinde saldırganların ilgisini çekmeye devam edecek.
Mobil Casusluk: Kaspersky Lab uzmanları özellikle mobil cihazları hedef alan ve güvenlik endüstrisinin adli analiz amacıyla mobil işletim sistemlerine tam erişim almakta zorlanacak olması gerçeğinden faydalanacak casusluk harekatlarıyla daha fazla karşılaşılacağını öngörüyor.
Finansal Saldırıların Metalaştırılması: 2016’da yaşanan SWIFT soygunu gibi saldırıların “metalaşacağı” öngörülüyor. Bu konuda uzmanlaşan kaynakların yeraltı forumlarında paylaşılması veya hizmet olarak satılması söz konusu.
Ödeme Sistemleri Tehlikede: Çeşitli Ödeme sistemleri giderek popülerleşerek yaygın hale gelirken, Kaspersky Lab bunların suçluların ilgisini de daha fazla çekeceğini öngörüyor.
Fidye Yazılımlarında “Güven”in Kırılması: Uzmanlar fidye yazılımlarının yükselişinin devam edeceğini öngörürken, diğer yandan da kurbanların artık saldırganlara giderek daha az güveneceğini, yani ödeme yapmaları durumunda verilerinin iade edileceğine inanmayacaklarını tahmin ediyor. Bunun ödeme yapmaya hazır insanlar için bir dönüm noktası teşkil edeceği öngörülüyor.
Aşırı Kalabalık İnternette Cihaz Bütünlüğü: Nesnelerin interneti (IoT) cihazları üreticileri piyasaya güvenliği sağlanmamış ve sorun teşkil eden cihazlar çıkartmaya devam ederken, hackerların bu işe el atması ve mümkün olduğunca çok sayıda cihazı kullanım dışı bırakması riski yüksek.
Dijital Reklamların Kriminal Cazibesi: Önümüzdeki yıl içerisinde, reklamcılık sektöründe görmeye alıştığımız takip ve hedefleme araçlarının benzerlerinin sözde aktivistlerin ve muhaliflerin izlenmesinde kullanıldığını göreceğiz. Benzer şekilde, IP adresi kombinasyonları, tarayıcı bilgileri tespiti, ilgi alanları ve oturum açma seçimleri sayesinde mükemmel hedef profilleme imkanları sunan reklam ağları, gelişmiş siber casusluk failleri tarafından hedeflerini vurmada kullanılacak.
Önceden tasarlanmış, montajı tamamlanmış, entegre ve test edilmiş bir IDC altyapı sistemi olan ve birçok senaryoya uygulanabilen ZEGO, standart tak-çalıştır modüller halinde bir veri merkezi tesisine teslim edilebiliyor. Güç kaynağı ve soğutma sistemlerinin de modüler olarak kurulabilmesi sayesinde maliyetleri de büyük ölçüde azaltıyor. Geleneksel IDC güç kaynaklarıyla kıyaslandığında, ZEGO’nun standartlaştırılmış, prefabrik ve entegre IDC güç kaynağı ve soğutma modülleri dağıtım süresini %60, ön maliyetleri de %13 oranında azaltıyor.
Güç tüketiminde tasarruf
Gerektiği gibi yapılmayan planlama ekstra güç tüketimine neden olabiliyor. Örneğin, BT yükü fazla tahmin edildiğinde, BT cihazları aşamalı olarak dağıtıldığında ve bir fazda gerekenden daha büyük bir ölçekte çalıştırıldıklarında, güç kaynağı ve soğutma sistemleri maksimum yük altında kalabiliyor.
Bu gibi durumlarda, BT cihazlarının ekstra cihazlarla soğutulması gerekebiliyor, çünkü soğutma sistemi uygun şekilde tasarlanmamıştır. Modüler bir tasarımla müşteriler, altyapıda büyük ölçekli bir tasarımdan kaynaklanan gereksiz harcamaları ortadan kaldırarak, bu maliyetleri en aza indirebiliyorlar. Bu nedenle ZEGO’nun genişletilebilir tasarımı IDC’lerin daha verimli çalışmasını ve düşük maliyetli olmalarını sağlıyor.
IDC sektörüne 2012 yılında giren ZTE, veri merkezi çözümleriyle bugüne kadar dünya genelinde 200’den fazla müşteriye aktarılan hizmetler kapsamında oldukça olumlu geri dönüşler sağladı.
Comodo, yeni Comodo Sertifika Yöneticisi’ni (CCM) piyasaya sundu. Eksiksiz ve tüm yaşam çevrimini kapsayan bir dijital sertifika yönetim platformu olan CCM, şirketlerin; tüm dijital sertifika eko sistemlerini eşsiz bir entegrasyon, otomatik bulma ve kullanım kolaylığıyla yönetmelerine imkan vererek, süresi dolmuş bir sertifikayı bir daha asla gözden kaçırmamalarını sağlıyor.
CCM, hangi sertifika otoritesinden alınmış olursa olsun, şirketlerin bünyeleri içindeki tüm sertifikaları kendi başlarına yönetmesine, anında yapılandırmalarına ve kontrol etmelerine imkan sağlarken, süresi dolmak üzere olan sertifikaları da bildiriyor. CCM’nin öne çıkan bir özelliği de; şirket içindeki tüm iç ve dış SSL/TLS sertifikalarını otomatik olarak bulması. CCM, bunları tek bir merkezi envanter altında organize ederek, SSL/özel anahtar bilgisinin (PKI) izlenmesini ve yönetilmesini basitleştirebiliyor. CCM, “ayarla ve unut” (set-and-forget) özelliği ve sertifika yenilenmesi yapmanın yanı sıra, Comodo Sertifika Otoritesi tarafından verilmiş sertifikalar için PKI arşivlenmesi de yapabiliyor. CCM; otomatik izleme, Google, Apple ve Experian tarafındanda tecrübe edilen ve yanlışlıkla sertifika süresinin dolması nedeniyle meydana gelen itibar hasarı ile gelir kaybının önlenmesine yardımcı oluyor.
CCM’nin özellikleri bunlarla da sınırlı değil. Bu ürün; ya doğrudan CCM üzerinden ya da Microsoft Aktif Dizin sertifika şablonlarının kullanımı yoluyla kurumların kendi özel Sertifika Otoritesi olmalarını sağlıyor. Bu da; şirketlerin maliyet- etkin bir şekilde, SSL, S/MIME (kilit arşivleme ve kurtarma dahil), güvenli oturum açma, kullanıcı ve makine kimlik denetimi, web sunucu doğrulama ve akıllı kart gibi gelişmiş güvenlik imkanlarını etkinleştirmelerine olanak tanıyor.
21 milyar cihaz internete bağlanacak
Bilgi güvenliğinin bel kemiğini oluşturan dijital sertifikalar ve yönetimi, dijital olan her şeyin güvenliğinin sağlanması ihtiyacının artmasıyla birlikte çok daha karmaşık bir yapıya kavuştu. 2020 yılında internete bağlı nesne, akıllı cihaz (IOT) sayısı 21 milyarı bulacak ve şirketlerin daha iyi bir güvenlik yönetimi sertifikası kullanması gerekecek. Çünkü son zamanlarda güvenlik zafiyetleri yüzünden rekor kıran DDoS saldırıları, daha iyi bir güvenlik yönetimi sertifikası kullanmayı zaruri hale getirecek.
Bu noktada; önemli tespit ve uyarılara ihtiyaç var: Değişik sertifika otoritelerinden alınmış çok sayıda sertifikanın manuel olarak kurum içinde izlenmesi ve takip edilmesi hatalara ve yanlış yönetime neden olduğu gibi yenilemelerin, süresi dolmuş veya zayıf sertifikaların gözden kaçmasına- feci boyutlara ulaşması olası güvenlik zafiyetlerine yol açabilir. Az personelle çalışan IT departmanları için zaman ve kaynak yoğunluğu bakımından bu oldukça basittir. CCM bu sorunu tamamen ortadan kaldırmaktadır.
Dijital sertifika hayati önemde
IDC’de Güvenlik Ürünleri Araştırma Yöneticisi Robert Westervelt, dijital sertifikaların güvenlik ve güven için hayati öneme sahip olduğunu vurguluyor ve “Manuel yönetimi tolere edemeyecek kadar önemli ve kapsamlı bir iştir. Biz, otomatik sertifika yönetim çözümlerinin zorunlu en iyi uygulama olduğunu ve ağa bağlı cihazlar ile nesnelerin internetinin hızla artmasıyla daha da önemli bir gereksinim haline dönüştüğünü düşünüyoruz” diyor.