İngiltere’de açığa bazı e-postalar, şirketin İngiltere’de düşünülünden çok daha önce drone testlerini başlattığını ortaya koyuyor.
Drone’lar, yeni çağın en önemli dijital ürünlerinden biri olarak kabul ediliyor. Yapay zeka, iletişim teknolojileri, navigasyon teknolojisi ve işlemci teknolojileri gibi farklı alanlardaki bileşenleri barındıran drone’lar günlük hayatın işleyişinde de önemli fark yaratacak ürünler olarak öne çıkıyor.
Amazon çok uzun zamandır drone’ların öneminin farkında ve online alışveriş servisi için gerekli olan ürün ulaştırma hizmetini otonom drone’larla birleştirmeyi planlıyor. Bu konuda Amazon Prime servisi ABD’de bazı bölgelerde drone ile aynı gün içinde ürün teslimatı yapabiliyor.
Meğer Amazon yıllardır gizli gizli çalışıyormuş
Ancak Amazon’un drone çalışmalarını, çok önceden beri İngiltere’de test ettiği ortaya çıktı.
İngilz havacılık otoritesi “Civil Aviation Authority”nin (CAA), Amazon’a İngiltere’de drone testleri için 2016 yazında izin verdiği düşünülüyordu ancak bilgi edinme yasası gereği internete yüklenen CAA e-postaları, bu izinlerin bir yıl önce, 2015 yazından tamamlanmış olduğunu gösteriyor.
CAA çalışanlarının 2015 yazındaki yazışmalarından birinde, “Müfettişlerimiz drone testinin nasıl gittiğini görmek için Amazon’un test sahasını ziyaret etti,” ifadesi dikkat çekti.
Yine e-postalara göre, Amazon’un CAA’ya başvuru tarihi olarak 2014 görünüyor. Şirket, drone’lar ile ürün teslimatı işine girmeyi planladını 2013’te duyurmuştu. Böylece online alışveriş şirketinin CAA ile başından beri bu konuda işbirliği yaptığı ortaya çıkmış oldu.
Şirket yöneticilerinin, bu testlerin çok gizli tutulması konusunda CAA’yı uyardığı da e-postaların dikkat çeken bir diğer detayı. Öyle görünüyor ki, dev teknoloji şirketleri, drone’lar konusunda ilk olmak ve “rakiplerini uyandırmadan” bu pazardaki büyük pastayı kendine almak için yıllardır gizli şekilde çok yoğun olarak çalışıyorlar. Basına yansıyan ise sadece bu çalışmaların sadece çok küçük bir bölümü oluyor.
Facebook’tan sızan bilgilere göre, şirketin genç ve idealist çalışanlarından birçoğu istifa etmeye başladı. Sebepse, Facebook’un sansür için bir uygulama hazırlaması. Sorunun merkezinde ise Çin ve oradaki büyük reklam pastası yatıyor.
Facebook 2009 yılından beri Çin’de erişime kapalı bulunuyor.
Yine Facebook’un sahibi olduğu Instagram’a Çin’den erişim ise 2014 yılında engellendi.
Facebook’un dünyada 2 milyara yakın kullanıcısı olabilir ama Çin’deki milyarlarca insana reklam vermek isteyen firmalar buraya reklam bütçesi akıtıyor. Sosyal medya devi buradaki dev reklam pastasından pay alamamaktan dolayı çok mutsuz.
Özgür ifadenin yılmaz savunucusu Zuckerberg
İşte bu mutsuzluk, Facebook’un bütün dünyaya karşı oynadığı “ifade özgürlüğü savunucusu” rolünü unutmasına neden oldu.
Şirketten sızan bilgilere göre Facebook, Çin hükumetini mutlu edip erişim engelini kaldırtmak için Çin’e özel bir sansür mekanizması geliştirmiş.
Buna göre, Çin’de yasaklı olan, devleti rahatsız eden konularda yapılacak paylaşımlar daha Çin devleti şikayet etmeden kaldırılacak.
Bu yeni teknolojinin Facebook’a enjekte edilip edilmeyeceği henüz kesin değil ama Çin devleti sansür karşılığında Facebook’un erişim engelini kaldırmaya ikna olursa, uygulama da hayata geçecek görünüyor.
Bu da bizzat Facebook’un sansürcülük yapması anlamına geliyor.
Daha da önemli olan soru, Facebook bu teknolojiyi Çin’de kullanmaya başladığında Trump başkanlığındaki ABD dahil pek çok ülke aynısını kendi ülkesi için de isteyecek. Bu da, Facebook’un çok övündüğü ifade özgürlüğünün sonu anlamına geliyor. İşte bu gelişme Facebook çalışanlarının isyan etmesine neden oldu ve zaten Trump’ın seçim kampanyasında sahte haberleri engellemediği için hedef tahtasına alınmış olan Facebook, şimdi de sansürcülükle suçlanınca, gençler artık kariyerlerini bu şirkette sürdürmek istemiyorlar.
Bağımsız araştırma şirketi Grand View Research tarafından yapılan araştırmaya göre, küresel tümleşik iletişim pazar büyüklüğü 2024 yılında 143,49 milyar dolara ulaşacak. Unify tarafından yapılan araştırmaya göre ise kurumların yüzde 53’ü verimliliği artırmak, yüzde 11’i geleneksel araçların kullanımındaki zorlukları gidermek, yüzde 10’u yöneticilerin talebini yerine getirmek için tümleşik iletişim uygulamalarını tercih ediyor. Seyahat masraflarını azaltmak ve müşteri taleplerini karşılamak için tümleşik iletişimi kullanan firmaların oranı yüzde 9 iken, kurumların yüzde 8’i ise çalışanların talebine cevap vermeyi hedefliyor.
Mobil işgücünün toplam işgücüne oranı yüzde 42 olacak
Kurumların tümleşik iletişim uygulamalarını tercih etme sebeplerinin başında verimliliği artırmak geldiğini belirten Unify Türkiye Ülke Müdürü Erda Tütüncüoğlu, “Yaptığımız araştırmalarda kurumların tümleşik iletişim çözümlerini tercih etmelerinin nedenleri arasında yüzde 53 ile verimliliği artırmak ve yüzde 11 ile geleneksel araçların kullanımındaki zorlukların geldiğini görüyoruz. Dünya genelinde mobil işgücünün toplam işgücüne oranının şu anda yüzde 37’ler seviyesinde olduğu ve bu oranın 2020 yılında yüzde 42 seviyesine yükseleceği tahmin ediliyor. Çalışanların mekân ve zaman bağımsız iş uygulamalarına ve kurum verilerine erişip, iş süreçlerini verimli kılma oranlarının giderek artacağı kanaatindeyiz.” dedi.
Seyahat masrafları azalıyor, mobil çalışan sayısı artıyor
İletişim yazılımları ve servisleri sunan Unify, farklı networkleri, cihazları ve uygulamaları kullanımı kolay tek bir çatı altında birleştiriyor. Tümleşik iletişim teknolojileri iş süreçlerini kolaylaştırırken maliyetleri azaltıyor ve verimliliği artırıyor. Her yerden ve her zaman bilgiye ulaşma ihtiyacı mobilite ile desteklenirken, şirketler iş sürekliliğini kesintiye uğratmamak için yenilikçi çözümler kullanmayı tercih ediyor. Sade ve kolay yönetilebilir bir sistem altyapısıyla farklı iletişim modellerini bir araya getirmeyi başaran şirketler, maliyet, iş gücü ve iş süreçleri konularında avantaj elde ediyor.
Bilişim Zirvesi’nde “Dijital Evrim ile Endüstri 4.0” ana temasında, “No way out! (Kaçış yok)” mottosu ile Başbakan Binali Yıldırım’ın katılımıyla başladı.
2000 yılından bu yana iş dünyası, devlet, siyasiler, akademisyenler, girişimciler ve yatırımcıları bilişim dünyası profesyonelleriyle buluşturan Bilişim Zirvesi’16 – ICT Summit etkinliği bu yıl 22-23 Kasım tarihlerinde İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşiyor. Uluslararası kimliği, köklü, güçlü, özgün ve zengin içerikli yapısıyla alanındaki en önemli platform olan zirvede dijital evrimin yol haritası oluşturulurken, Endüstri 4.0 dalgasını yakalamanın ipuçları da masaya yatırılıyor. Açılış konuşmasında bilişim sektörüne ve Türkiye’nin bu alandaki atılımlarına dair önemli açıklamalarda bulunan Binalı Yıldırım şunları söyledi:
“Bugün içinde bulunduğumuz dönem Endüstri 4.0 sanayi devrimi olarak ifade ediliyor. Zamanın da bir ruhu var ve onu dost veya düşman edinmek bizim elimizde. Türk toplumunu bilgi toplumuna dönüştürme çabası bu sektörü daha da önemli kılıyor. Şu anda eğitimde, sağlıkta, tarımda 1700’ün üzerinde hizmet e-devlet üzerinden veriliyor. Bu sayede vatandaş devlet dairesi ile olan işlerini online çok rahat yapar hale geldi. Ülkemizi mobil internet ile tanıştırdıktan sonra her vatandaş için internet daha ulaşılabilir halde. Operatörlerin ulaşamadığı 1800’ün üzerinde yerleşim yerine devlet baz istasyonu kurdu. 2015 yılında 4.5 G lisans ihalesini gerçekleştirdik. Bundan sonra 5 G için hazırlıkları tamamlayacağız. 31 Mart 2016’yı 1 Nisan’a bağlayan gece Türkiye’nin 81 ilinde 4.5 G erişimi mümkün hale geldi. 2002 yılında 20 milyar olan sektör 90 milyara yükseldi ve dört katın üzerinde büyüdü.”
Teknolojiyi üreten ülke olmak için tüm imkanları seferber ediyoruz diyen Başbakan Binali Yıldırım sözlerine şöyle devam etti : “ 64 tekno parkımızda 41 binin üzerinde mühendisimiz var. Son 15 yılda ses tekeli kaldırıldı; sektör vergilerinde düzenlemeler yapıldı; internet erişimi yaygınlaştırıldı. Sektörde kayıt dışılığın önüne geçen düzenlemeler yapıldı. Verginin bilişim sektörünün önünde ayak bağı olmasının önüne geçeceğiz. Şimdi para değil bilgi zamanı. Bilgiye sahipsen bir adım öne geçiyorsun. Bilgiyi satın alan değil bilgiyi üreten ülke olmamız şart. Bilginin üretilmesi kadar bilginin ülkemizde kalması da önemlidir. Siber güvenlik ile ilgili de düzenlemeler yapıldı. Bu konuda eylem planı devreye girmiş durumda. Önümüzdeki süreçte sadece siber savunma değil, siber caydırıcılık alanında da faaliyet göstereceğiz.”
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan zirvenin ilk gününde yaptığı konuşmada şunları söyledi : “Bugün dünyada kullanımda olan telefonların %56’sını akıllı telefonlar oluşturuyor. Satılan telefonların ise %80’i akıllı. Mobil veri trafiğini 50 kat artırarak fiber altyapısını 88 binden 278 bine çıkardık. Bilişim olmadan ekonomik gelişmişlik ve büyümenin olmayacağının bilinciyle buradayız. Bu sektör dünyanın ve ülkemizin geleceğini değiştirecek bir sektör. Dünden bu güne bir başarımız var ama bu başarıyı katlayarak büyütmemiz lazım.”
Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Dr.Faruk Özlü ise Bilişim Zirvesi’16’da şunları söyledi:
“Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Bilim Merkezi, Teknoloji Üssü, İleri Sanayi Ülkesi bir Türkiye hayalimizi gerçekleştirmek için büyük bir gayret sarf ediyor.
Zirvenin ilk gününde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, Kurul Başkanı Dr. Ömer Fatih Sayan da sektörün önemine değinerek şöyle konuştu : “ İnternet ortamı sadece sanal bir ortam değil, hayatın ta kendisi. Endüstri 4.0 daha önceki endüstri dönemlerinden çok daha fazla özellikler getiriyor. Bu dönemde üretimden geri kalmak, oyun dışı kalmak anlamına geliyor.”
Watson ve kognitif teknolojilerin Türkiye’de sektörlerde kullanımının yaygınlaşması amacıyla birçok çalışma yapan IBM, Türkiye’de tüm dünyada olduğu gibi Büyük Veri Analitiği, Bulut, Mobil ve Sosyal İş Çözümleri, Siber Güvenlik ve Nesnelerin İnterneti konularına ve sektörel çözümlere odaklanıyor.
İnsan ve makine işbirliği
IBM’in global alanda kognitif çözümlerinden sorumlu Genel Müdürü Jay Bellissimo, Watson ve kognitif teknolojilerin kısa sürede tüm dünyada kullanımının hızlı bir şekilde artacağını söylüyor. Bu dönüşümün bir “insan ve makine işbirliği” olduğunun altını çizen Bellissimo, Watson ile 1 milyar kişinin iki yıl içerisinde etkileşime geçeceğini belirtiyor ve şunları söylüyor:
“Tarih boyunca 3 farklı bilişim çağına tanık olduk. Bunların ilki tablolama sistemleriydi. 1950’lere kadar kullanımı süren bu sistemler ardından programlanabilir sistemler geldi. Mainframe ile birlikte hala kullanılan bu sistemlerin yanı sıra 2011 yılı itibariyle bilişimde kognitif çağa geçtik. Günümüzde dünya üzerinde o kadar çok veri var ki, kimse bu kadar veriyi ne yapacağını bilmiyor. Attığımız tweet’lerden, MR görüntülerine, sosyal medyadaki etkileşimlerden adım sayılarımıza kadar dünyada var olan bütün verilen yüzde 80’inin aslında günümüzde kullanılan bilgisayar sistemleri tarafından anlamlandırılamadığını düşündüğümüzde bu ‘yapısal olmayan’ dediğimiz verileri anlamlandırabilen kognitif teknolojilerin ne kadar büyük öneme sahip olduğunu en kısa yoldan görebiliyoruz.”
Watson sağlık alanında doktorlara yardımcı oluyor
“İnsan gibi anlayabilen, öğrenebilen, muhakeme edebilen ve etkileşime geçebilen bu yeni nesil sistemler birçok yeni kognitif endüstrinin de oluşumunu ve bir ekosistem yaratılmasını da sağlıyor. İlk olarak sağlık alanında kullanılmaya başlanan ve şimdi her sektörde uygulamasını görebildiğimiz Watson, bulut üzerinde çalışıyor. Yüksek veri hacimlerini analiz edip doğal dilde bulunan karmaşık soruları yanıtlayan ve kanıta dayalı çözümler öneren Watson; sürekli olarak öğrenip, zaman içinde önceki etkileşimlerden bilgi ve değer oluşturuyor. Böylece sürekli daha zeki hale geliyor ve hiçbir zaman unutmuyor. Sağlık alanında yapılan araştırmalara göre doktorlar ile yüzde 99 oranında aynı tedavileri öneren Watson, yüzde 30 oranında doktorların bulamadığı çözümleri bulma becerisini gösteriyor.”
Watson ile Dünya
“Doktorların daha doğru kanser tedavileri uygulamalarından banka müşterilerinin çok daha hızlı yanıt almalarına, müziğin kültürlere daha uygun hale getirilmesinden çok daha kişiye özel hediyelere kadar her türlü endüstri Watson’dan faydalanabiliyor. Sürücüsüz araçlar yolcular ile konuşuyor. Düşünebilen kognitif elbiseler üretiliyor. Tek tip eğitim yerine çocuğun en iyi ne şekilde öğrendiğine bakılarak uyarlanan eğitim modelleri üzerinde duruluyor. Çünkü Watson sayesinde dünya artık daha sağlıklı, daha güvenli, daha üretken, daha kişiye özel, daha verimli, daha yaratıcı ve daha ilgi çekici…”
Mobil uygulama Volt, şehir içinde aynı yöne giden sürücü ve yolcuları talep üzerine bir araya getirerek taksiden %70 daha ucuz, keyifli ve duyarlı bir yolculuk sağlıyor. Yolcunun bulunduğu yöne araç gönderen geleneksel araç çağırma uygulamalarının aksine Volt, trafikte hali hazırda bulunan sürücüler ile yolcuları buluşturuyor. Yolcular keyifli ve uygun fiyata ulaşım sağlarken araç sahipleri de bir kar amacı olmadan yıllık olarak yaklaşık 6000₺ kazanma şansını yakalıyor ve bu sayede sürüş masraflarını geri kazanıyorlar. İstanbul’un trafik sorununu çözmek için yola çıkan Volt, değerini aldığı her yatırım ile ikiye katlıyor.
Volt, Beyrut’daki Saned Partners ve MEVP’den 550$k yatırım alarak startup dünyasında önemli bir adım attı. İlk yatırımını Çiçeksepeti.com’un kurucusu Emre Aydın’dan, ikinci tur yatırımını Hasan Aslanoba & Alp Saul’dan, sonrasında Ali Çebi’den de yatırım alan Volt, son yatırımını ise MEVP ve Wamda Capital’dan aldı. Volt önceki yatırımların çoğunu P2P eşleşme teknolojisini kurmak için kullanırken son yatırımının büyük bir kısmını ise aralık ayında başlatacağı pazarlama çalışmalarını finanse etmek için kullanacak.
Volt diğer hizmetlerden nasıl farklılaşıyor?
Volt benzer hizmetlerin aksine sadece şehir içi kullanım sağlıyor ve önceden planlama, rezervasyon olmaksızın sadece İstanbul içini hedefleyen ve tamamen gerçek zamanlı bir uygulama.
Volt yalnızca kişiden kişiye çalışıyor. Bu da demek oluyor ki bu işi meslek olarak yapan kişiler Volt’da yer almıyorlar.
Yolcular için Volt, taksiden %70 oranında daha ucuz ulaşım sağlayarak İstanbul’un en uygun fiyatlı, sürdürülebilir ulaşım alternatifi. Aynı zamanda uygulamayı kullanacak yolcuların yolculuk isteği göndermeden önce gidecekleri yeri seçmeleri gerekiyor.
Volt arabalarında boş koltuğu bulunan araç sahiplerini hedefliyor. Kullanıcılar, aynı yöne giden yolcuları alarak aylık olarak araç masraflarını karşılamaya yeterli olacak miktar 500₺’ye kadar kazanabilirler. Sürücüler günde iki defa uygulama açık halde sürüş gerçekleştirirler ise bir yolcu ile eşleşmeseler dahi Volt direkt ayda 100₺ ödemeyi garanti ediyor.
5 Aralık tarihinde Volt, sürücü sayısını arttırmaya ek olarak İstanbul’un en uygun fiyatlı yolculuğunun keyfini çıkaracak olan yolcuları sisteme dahil etmeye başlamak için büyük bir pazarlama kampanyası başlatacak.
Volt’da neler oluyor ve sırada ne var?
3 yıllık geliştirme sürecinin ardından Volt’un pazardaki soruna doğru çözümü getiren ürünü bulduğuna inanılıyor. Volt’un 3.0 sürümü (Haziran ayında talebe bağlı gerçek zamanlı kişiden kişiye yolculuk paylaşımına geçişi) sonrasında sürücülerin uygulamada kalma oranında aydan aya %30 büyüme gerçekleşiyor. Volt şu anda günde aktif 250 sürücüye, haftalık 700 aktif sürücüye ve aylık 1.500’den fazla sürücüye sahip ve bunları 10k₺’dan daha az bir pazarlama bütçesi ile başardı.
Volt bu büyümeyi sürdürülebilir kılar ise İstanbul içerisinde günlük 100,000’den fazla sürücüye sahip olacak. Hiçbir iş modelinin sağlayamayacağı düzeyde rekabetçi bir ücretlendirme sunan Volt’un en yakın örneği ise San Francisco’da bulunuyor.
Volt bunu nasıl yapıyor?
Volt sürdürülebilirlik ve kullanıcı sayısını artırmak için sürücü ve yolculara çeşitli avantajlar sunuyor.
Miller & Ödüller ile Oyunlaştırma: Sürücüler her KM başına bir Mil Puanı ile ödüllendirilir. Lider tahtası dışında mil puanlar yemeksepeti indirimleri, ücretsiz araba yıkama ve benzininden Apple saat ya da iPhone’a kadar kazandırabilir.
Garanti gelir: Sürücüler günde iki kere uygulamaları açık halde yolculuk gerçekleştirdikleri sürece aylık en az 100₺ kazanmaları garanti edilir. Değerlendirme için sürücülerin güvenlik doğrulamalarından geçmeleri, 4.5 üzerinde oylamaya sahip olmaları ve kabul oranlarının %70’in üzerinde olması gerekir.
Bosch’un dünyaya tanıttığı su destekli benzinli enjeksiyon sistemi hem yakıttan yüzde 13’e kadar tasarruf sağlıyor hem de motor gücünü artırabiliyor. Dünyanın önde gelen otomotiv üreticilerinden biri olan BMW’nin kullanmaya başladığı Bosch teknolojisi, özellikle üç ve dört silindirli küçük motorlarda, bir başka ifadeyle herhangi bir ortalama orta büyüklükteki otomobillerde ön plana çıkıyor.
Turboşarjlı motorlar için ekstra hız
Bosch’un yeni inovasyonu yakıt ekonomisi sağlamakla kalmıyor, otomobilleri daha da güçlü bir hale getirebiliyor. Su destekli benzinli enjeksiyon teknolojisi, turboşarjlı motorlarda fazladan güç sağlayabiliyor. Daha erken ateşleme açıları, motorun çok daha verimli bir şekilde kullanılabileceği ve hatta spor otomobillerde bile ek güç sağlanmasına dahi katkıda bulunabileceği anlamına geliyor.
Bosch’un bu yenilikçi teknolojisinin temeli, ‘motorun su kaynatmasına izin vermemek gerektiği’ gibi basit bir gerçeğe dayanıyor. Bunun meydana gelmesini önlemek için, bugünün yollarında mevcut olan neredeyse tüm benzinli motorlara fazladan yakıt enjekte edilir. Bu yakıt, motor bloğunun parçalarını soğutarak buharlaşır.
Bosch mühendisleri su destekli benzinli enjeksiyon sisteminde bu fiziksel ilkeden yararlanıyor. Yakıt yanmadan önce, alım kanalına az miktarda su buğusu enjekte ediliyor ve suyun yüksek buharlaşma ısısı, etkin bir soğuma sağladığı anlamına geliyor. Bu sistem her yüz kilometre için sadece birkaç yüz mililitre suya ihtiyaç duyuyor, yani enjeksiyon sistemine sadece damıtılmış su veren küçük su deposunun en çok birkaç bin kilometrede bir yeniden doldurulması gerekiyor.
İlk örnek; BMW M4 GTS
BMW M4 GTS, yenilikçi ve çığır açan su destekli benzinli enjeksiyon teknolojisini sunan ilk araç. Aracın turboşarjlı altı silindir motorunda, tam yük altında bile gelişmiş performans ve tüketim sunuyor.
Uluslararası çapta 25’i aşkın ülkede yenilikçi ödeme sistemi çözümleri sunan Cardtek, NXP iş birliğiyle giyilebilir cihazlar için yenilikçi bir ödeme teknolojisi geliştirdi. Cardtek ve NXP, Dijital Yetkilendirme Platformu adlı bu yeni teknolojiyi, dünyanın en büyük ödeme ve finansal hizmetler etkinliği Money 20/20’de küresel sektörün fikir önderlerine tanıttı.
Giyilebilir teknolojilerin hızla ödeme sistemleri gündemine oturduğuna dikkat çeken Cardtek Kuzey Amerika Satış ve Pazarlama’dan sorumlu Başkan Yardımcısı Emilian Elefteratos; “Tractica tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre 2015 yılında 3,1 milyar Dolar olan giyilebilir cihazlarla yapılan ödeme işlem hacmi 2020 yılında 501,1 milyar Dolar’a ulaşacak. Çok yakın zamanda Rio’daki Olimpiyat Oyunları’nda giyilebilir teknolojilerin tüm dünyaya tanıtılması da bunun bir kanıtı. Giyilebilir teknolojiler de finans kuruluşları ve hizmet sağlayıcılara üçüncü partilerden bağımsız olarak kendi cüzdanlarını yönetme imkânı veriyor. Temassız giyilebilir teknolojiler sayesinde tüketiciler çok daha kolay ve güvenilir bir şekilde işlem yapabiliyor. Cardtek olarak biz de geliştirdiğimiz yenilikçi teknoloji sayesinde hızla ivme kazanan bu trendin öncüleri arasında yer alma başarısını gösterdik” dedi.
Temazsız güvenli ödeme
NXP Başkan Yardımcısı Charles Dach ise “Temassız, güvenli uygulamaların giyilebilir cihazlara entegre edilmesi donanım ve servis sağlayıcılar için çok önemli bir iş fırsatı. NXP’nin PN66T loader servis özelliğiyle yeni hizmetler giyilebilir cihazlara çok kolay ve güvenli bir şekilde uyarlanabiliyor. Böylece giyilebilir cihazların kimlik tanımlama, bankacılık işlemleri, biletleme ve daha pek çok alanda kullanımı için yeni kapılar aralanmış oluyor” şeklinde konuştu.
Cardtek’in Dijital Yetkilendirme Platformu, kullanıcılara giyilebilir cihazlarla güvenli ve kolay işlem yapma deneyimi sağlıyor. Ödeme, ulaşım, geçiş kontrol, biletleme gibi pek çok hizmet giyilebilir teknolojiler sayesinde kullanıcı ile buluşuyor. NXP PN66T ve P60 giyilebilir çiplerin entegre edildiği Cardtek’in ödeme sistemi altyapısı, finans kuruluşları, giyilebilir cihaz üreticileri ve diğer servis sağlayıcılara ödeme ve ödeme dışı pek çok hizmeti sunabilme imkânı sağlıyor. Aynı zamanda Cardtek mobil yazılım geliştirme kiti ile tüm kurumlar kolaylıkla kendi mobil cüzdanını oluşturmak için kullanıcı arayüzü geliştirebiliyor. Bu çözüm ayrıca tokenizasyon hizmetleri de sunarak kart bilgilerinin giyilebilir cihazlarda güvenli bir şekilde tutulmasını sağlıyor.
Günümüzde orta ve büyük ölçekli işletmelerin çoğunluğunda dijital dönüşümü tamamlayarak sürdürülebilir kârlılık odaklı daha esnek bir yapıya kavuşma eğilimi görüyoruz. Ancak, verimlilik artışı için dijital dönüşüme belirli noktalardan başlamak gerekse de bu aslında 5 farklı kategori ve aşamadan oluşan uzun vadeli bir süreç. Aynı sebeple de kurumlara uzun vadeli rekabet avantajı kazandıran bir süreç.
Dijital dönüşümün temel aşamaları tıpkı bir elin parmakları gibi hem firmaların tek tek kullanabileceği hem de bütünün bir parçası olan 5 farklı kategoriden oluşuyor. Bu teknoloji kategorileri platform dönüşümü, çalışanların dönüşümü, kişisel kullanıcı deneyimi, iş ağlarının dönüşümü ve eşyaların yapay zeka sahibi olması; yani nesnelerin interneti olarak sıralanıyor. SAP Türkiye Operasyon Direktörü Uğur Candan ile Türkiye ve dünyada dijital dönüşüm yol haritası çıkarmanın inceliklerini konuştuk.
Dijital dönüşüme başlamak kolay mı?
Bu tamamıyla dijital dönüşümü nasıl planladığınıza ve dijital dönüşüme nasıl hazırlandığınıza bağlı. Herkes dijital dönüşüme başlamak istiyor; ama kurumlar genellikle nereden başlayacağını bilmiyor. Özellikle de bir aşamada dijital dönüşüme geçtikten sonra hangi departmanlarda ikinci aşamaya geçecekleri konusunda bilgi alamıyor.
SAP olarak burada devreye giriyoruz. Elbette geniş bir teknoloji çözümleri portföyümüz var. Ancak farklılaştığımız asıl nokta, kurumlara dijital dönüşüme hazırlık haritası çıkarmaları ve plan yapmaları konusunda da danışman olarak destek olmak. Bunun için de kurumlarla birlikte çalışıyor ve şirketlerin dijital dönüşüm önceliklerine göre ne yapılması gerektiğine dair tavsiyelerde bulunuyoruz. Kısacası dijital dönüşüm için mutlaka yapılması gerekenlerin listesini çıkarıyoruz.
SAP Türkiye Operasyon Direktörü Uğur Candan
O zaman bu bir ekosistem işi
Elbette. Örneğin bankaların müşterileri, rakipleri, paydaşları ve devlet aktörlerinden oluşan bir ekosistemi var. Bu bağlamda hem müşterileri için yenilik yapmak hem kâr odaklı olmak hem de artık yasal mevzuatın ayrılmaz bir parçası olan teknik şartnamelere uygun olarak iş geliştirmek zorundalar. Dolayısıyla finansal teknolojiler veya enerji gibi farklı sektörlerin dijital dönüşüm yol haritaları da farklı oluyor. Biz SAP olarak önce dijital dönüşüm için mutlaka olması gereken çözümlerle başlıyoruz.
Ancak ekosistemi sadece bu açıdan görürsek eksik olur. Bir de SAP olarak işbirliği yaptığımız iş ortakları var. Çalıştığımız Apple, Microsoft gibi büyük teknoloji şirketleri ile kurumların dijital dönüşüm gerçekleştirmesi için en entegre çözümleri sunuyoruz ki entegrasyon, dijital dönüşüm sisteminin ayrılmaz bir parçası.
Neden?
Birçok teknik detay verebiliriz ve dijital dönüşümün 5 kategorisinde buna geri geleceğiz. Ancak kurumlar için en basitinden başlayalım. Bankaların farklı üreticilerden aldıkları farklı veri merkezleri ve yazılımlar var. Hatta bu yazılımların farklı sürümlerini özelleştirilmiş olarak bir arada kullanıyorlar. Bankalar dijital dönüşüm gerçekleştirdiklerinde vendor lock dediğimiz sebeple (özellikle eski teknoloji çözümleri yüzünden) tek bir üreticiye bağlı kalma gibi sorunlarla karşılaşıyorlar.
SAP ve iş ortakları kurumlara kapsamlı teknoloji çözümleri sunarak dijital dönüşüm için gereken seçenekler ekosistemini yaratıyor. Özetle hem sunduğumuz donanım ve yazılım çözümleri birbiriyle uyumlu ki bu da bizimle çalışan firmaların yasal-teknik uyumluğunu artırıyor. Hem de para transferi gibi farklı teknolojileri kullanan uluslararası bankalarla birlikte çalıştıkları durumlarda işlem hızını artırıyor. Kısacası bankaların pazar ve iş geliştirme erişimini genişletiyor.
Bu durumda kurumsal tecrübeniz bir ekosistemden destek alıyor
SAP’nin kendisi bir teknoloji ekosistemi. Firmamızla ilgili son derece temel bir bilgi verirsek kurulduğumuz 1972 yılında bu yana dünya çapında 300 bin müşteriye hizmet vermiş bulunuyoruz. İşin ilginci bunu günümüzün dijital dönüşüm çağında anlatmak 20 yıl önce anlatmaktan daha kolay. Dijital dönüşüm büyük veri entegrasyonuna dayanıyor ve biz son 44 yılda bu entegrasyonu hem şirketimizde hem de müşterilerimizde birebir tecrübelerle geliştirdik. Analiz yeteneklerimizi pekiştiren büyük bir veri havuzuna sahip olduk.
O zaman klasik bilgi teknolojileri şirketleri gibi davranmıyorsunuz
Doğrusu hayır. Bu eşyanın ve daha da önemlisi müşterilerimizin tabiatına aykırı olurdu. Öteden beri kurumların en üst stratejik karar mekanizmalarına danışmanlık sağlıyorduk. Ancak, günümüzde dijital dönüşüm yaygınlaşıyor ve bu alan stratejik kararların ayrılmaz bir parçası oldu. Nitekim 25 farklı sektörde dijital dönüşüm uygulamalarına baktığımız zaman bunların büyük kısmını SAP’nin gerçekleştirdiğini görüyoruz.
Dijital dönüşümü nasıl yapacağız?
SAP olarak bunun için son derece basit bir formül ürettik ve en koyla şekilde uygulanabilmesi için sade olmasına özellikle dikkat ettik. Ardından da bu formülü kurumsal ihtiyaçlara göre modüler olarak geliştiriyoruz.
SAP dijital dönüşümü bir elin çalışmasına benzetiyor. Dijital dönüşümün neresindeyim ve bunun için ne yapmalıyım sorusunun cevabı olarak: Dijital dönüşümü tamamlamanız için kullandığınız teknoloji platformu, İK ve eğitim sistemleriniz, kişisel kullanıcı deneyimi becerileriniz, iş ağlarınız ve mobil cihaz destekli nesnelerin interneti çözümleriniz bir arada başarıyla çalışmalı. Tıpkı bir elin 5 parmağı gibi.
Avucunuza kurumsal altyapı ve parmaklarınıza da beceriler dersek bunları tek tek veya bir arada kullanabilirsiniz. Dijital dönüşüm için 5 kategoriye de adım atmanız gerekiyor. Ancak, dijital dönüşümün elinizin başarıyla tamamlanması için tüm parmaklarınızın bir arada çalışması gerek. Buna karşın hepsine bir anda aynı düzeye getirmeniz şart değil. 5 kategoride temel düzeyde dönüşüm başlatıp dijitalleşmeyi zamanla artırabilir ve entegrasyonu geliştirebilirsiniz. Dijital dönüşüme hazırlık ve planlama derken bunu kast ediyoruz.
Hangi seviyede olduğumuzu nasıl anlayacağız?
3 basit soruyu sorarak: 1) Kurum içinde ve kurum dışındaki faaliyetlerimi bilgisayar sistemlerim algılayabiliyor mu? Örneğin iç iletişim açısından bir faaliyet raporu yazdığımda bu rapor yedekleniyor ve ilgili kişilerin mobil cihazları ile laptoplarına en azından bildirim olarak iletiliyor mu? Bu birinci seviye.
2) Sistemleriniz algılamanın ötesine geçip geri bildirimlerden, kullanıcı yorumlarından ve raporlardan yararlanarak bir öğrenme davranışı sergileyebiliyor mu? Hep manüel olarak siz mi öğretiyorsunuz, yoksa yazılım firmanızın faaliyetlerini, iş süreçleri ve yapılış şekillerini iptidai olsa da öğrenebiliyor mu? Aslında dijital dönüşümün kırılma noktası bu. Bilgisayarların öğrenme kapasitesini artıran çözümlerin fiyat/performans oranını iyileştirmek. Bunun şirketiniz için amacı kişi başı maliyetleri azaltırken kişi başı kârı artırmaktır.
3) Üçüncü seviye dijital dönüşümün en üst aşaması: Sistem iş faaliyetlerini algılıyor, hatta öğreniyor ve şimdi de otomatik olarak bazı kararları insana sormadan alıyor. Örneğin klimayı 18 dereceye getirip toplantı odasında çalışanların üşütmüyoruz da klima sıcaklık, nem oranı, hatta oturanların konfor düzeyine bakıp sıcaklığı ve rutubeti tek başına ayarlıyor. Burada kritik bir alt soru var: Sisteme “Bilgisayar, sen şu şu şu kararları bana soracaksın ama şu, şu, şu kararları da tek başına alacaksın” dediğimiz zaman bilgisayar kafası karışmadan söylediklerimizi yapabiliyor mu?
Trafikte kendini süren araçlar ve Trenitalia
Dijital dönüşümde en üst seviye örneklerden biri sürücüsüz arabalar. Bunlar trafikte kendini sürüyor, fren yapıyor ve şerit değiştiriyor. Ancak Trenitalia gibi endüstriyel örnekler de var. Trenitalia Avrupa’nın bakım onarım alanında en iyi karneye sahip olan tren operatörü. Bunu dijital dönüşümle başardı ve hem tren gecikmelerini önledi hem de maliyetleri azaltarak hizmet kalitesini artırdı.
FS Group bünyesindeki Trenitalia, yaklaşık 30 bin lokomotif, elektrikli ve hafif raylı sistem trenleri, vagon ve yük vagonlarından oluşan bir filo işletiyor ve her gün 8000’den fazla tren çalıştırıyor. 2800 durağı kapsayan bir ağda hem banliyö trenleri hem de şehirlerarası yük trenleri işlettiği için kompleks bir networkü var ve 5,5 milyar avroluk cirosunda toplam 1,5 milyar avroyu bulan bakım masraflarını yüzde 8 azaltarak büyük tasarruf sağlamış bulunuyor.
Özellikle de şirket bünyesindeki hızlı trenlerin otomasyon sisteminin uçaklardan daha gelişmiş olduğunu görüyoruz ve bakım-onarım sürecinde otomasyonun artması, plansız onarım işleri yüzünden trenlerin gecikmesini önlemek açısından önemli. Bu yüzden SAP’den bakım-onarımda otomasyon sağlamasını istediler.
Nasıl bir dijital dönüşüm süreci önerdiniz?
Trenler mekanik sistemler ve bu yüzden fabrikadan test edilip onaylanarak çıksalar da yollarda hızla yıpranıyorlar. Örneğin bir parkurdaki raylar genellikle sağa dönüyorsa, tren yan yattığı için sağ tekerlekleri daha fazla yıpranıyor. Bunun gibi detayları görmek için trenlere özel sensörler yerleştirdik. Bunlar hangi parçanın ne zaman yıprandığını söyleyen sistemler ve bilgisayara bağlılar.
Biz de sensörlerden büyük veri toplayarak teknik destek ekibine trenin ne zaman onarıma girmesi ve hangi parçasının ne zaman değiştirilmesi gerektiğini söyleyen bir yazılım geliştirdik. Bunun için gereken otomasyonu ile manüel olarak sağladık.
Hangi süreçte otomasyon sağlanacağını nasıl bildiniz?
Ters mühendislikle. Manüel süreçleri analiz ettik ve hangi süreçlerin otomatiğe bağlanması gerektiğine karar verdik. Bunun için iş süreçlerinin adımlarını tek tek inceledik. Bir işlemin kaç adımda tamamlandığına, her adımın ne kadar sürdüğüne, hangi adımların kolay olduğuna, hangi adımların daha masraflı olduğuna baktık.
Böylece trenleri bakımdan çıkardığımız zaman kağıt üzerinde doldurmak gereken kontrol listelerine de gerek kalmadı. Bu listeleri bilgisayar dijital olarak doldurdu. Elbette bakım planının insan denetimindeki manüel kısımları olacaktı; ama deyim yerindeyse kırtasiye işlerinin çoğunu otomatiğe bağladık, dijitale aktardık.
Ancak bununla yetinmedik. Bir de sistemin bakım-onarım işlerini öğrendikten sonra bazı kararları kendi almasını sağladık. Öyle ki sistem çok gelişmiş bir ERP yazılımı gibi kendi kendini planlamaya başladı. Böyle bir sistem sadece rayların haritasını çıkarmakla kalmaz. Aynı zamanda şu parkurda sol tekerlekler normalden hızlı aşınıyor, raylara bakım yapmanın zamanı gelmiş diyebilir.
Trenitalia’daki dinamik bakım yönetimi sistemi, müşterilerin seyahat deneyimini iyileştirmeyi amaçlayan inovasyon odaklı çalışmaların bir parçasını oluşturuyor. FS Group’un 2017-2026 sektörel planı aynı zamanda seyahat planlaması ve yol arkadaşı aplikasyonları, gelişmiş analitik, müşteri katılımı ve GPS veri yönetimi gibi yenilikçi projeleri de içeriyor.
Öngörülerde bulunmak
Bilimsel düşüncenin ölçüsü öngörülerde bulunabilen; yani test edilebilen ve geleceğe yönelik tahminlerde bulunan teoriler geliştirmektir. Ardından bunları deney ve gözlemlerle sınarız. SAP’nin 3. seviye dijital dönüşüm sistemleri de Trenitalia örneğinde olduğu gibi ileriye dönük planlama yapıyor, uyarılar veriyor. Hatta trenlerle sınırlı kalmayıp rayları da kontrol etmek gibi şirket dışı koşulları da analiz ediyor.
Şimdi bunu bankacılık ve finansal teknolojiler için de düşünebiliriz. Bir bankanın bir yenilik yaparken yasal mevzuatı, teknik şartnameleri, rekabeti ve maliyeti bir arada göz önünde bulundurmak zorunda olduğunu söylemiştik. Üçüncü seviye dijital dönüşüm hem içe bakan hem dışa bakan dijital gözünüz ve beyninizdir.
Bu sebeple de SAP’nin dijital dönüşüm çözümleri salt bilgisayar simülasyonlarından ibaret değil. Biz ortamı analiz ederek gerçek çalışma koşullarına göre öngörülerde bulunan sistemler sunuyoruz. Bu nedenle de sanal hızlı prototip ve 3D baskı gibi simülasyon, analiz, öngörü çözümlerinden farklılaşıyoruz.
Örnek verebilir misiniz?
Trenitalia örneğinden yola çıkarak dijital dönüşümün aynı zamanda ekosistem entegrasyonu olduğunu vurgulayabiliriz. Sonuçta bakım-onarım planları yapan bir bilgisayar yazılımından söz ediyorsak bu yazılımın yedek parça tedariki, yedek parçaların hangi tesislere kaç adet teslim edileceği ve ne zaman gönderileceği gibi lojistik seçimler de yapması gerekiyor. Bir elin 5 parmağından hareketle işin içine lojistik giriyor.
SAP’nin sistemi Trenitalia’ya yasal mevzuat ve teknik şartnamelere uyumluluk konusunda bilgi veriyor. Bunları da dijitalleştirip otomasyon sağlıyor. Uyumluluk sağlamak derken, sadece mevcuda uyum sağlamaktan söz etmiyoruz. Devlet ve düzenleyici otoritelerle konuşup yeni otomatik bakım sisteminin içtihatlarla, yönetmeliklerle uyumlu olmasını sağladık. Gerekirse yeni düzenlemeler yapılmasına önayak olduk.
Trenitalia, SAP HANA® üzerinde öngörüye dayalı analitik çözümleriyle, sensörlerden ve akıllı varlıklardan elde edilen büyük miktarda gerçek-zamanlı veriyi işliyor. Makine öğrenimi ve iş sistemleriyle kapalı devre entegrasyon için öngörüye dayalı modeller oluşturularak hizmet ve bakım sistemlerinde düzeltici aksiyonlar hayata geçiriliyor ve böylece planlanmamış arızalar önlenebiliyor. Sistem, Trenitalia ekiplerinin motorlar, bataryalar ve frenler gibi ekipmanlardan alınan verileri yaşam süresi modelleriyle ve yıpranma ile diğer performans göstergeleriyle bağlantılandırmasını sağlıyor.
Trentialia ne kadar tasarruf etti?
1,5 milyar avroluk bakım masrafını yüzde 8 azalttı. Tam 120 milyon avro tasarruf etti ki bu parayla Türkiye’de en az 3 şehre metrobüs ihalesi yapılır. Tabii bu sadece ilk yıldaki en maliyetli parçalarda otomasyon yaparak elde ettiğimiz tasarruf. Süper hassas analizler yapan sistemimiz ileriki yıllarda daha yüksek tasarruf sağlayacak. Bunun asıl sebebi ise dijital dönüşümün şirket kültürünü de değiştirmesi.
Şirket kültürü nasıl değişir?
Trenitalia örneğinde bakım-onarımla ilgilenen teknik departman ikiye bölündü. Bir departman tümüyle bakım-onarım algoritmalarına odaklandı. Hangi algoritmalarının en yüksek tasarruf sağladığını görmek için bunları gerçek dünyada A/B testi yaparak birbiriyle yarıştırdı. Böylelikle algoritmalı düşünme ve dijital yerli olma şirket kültürünün bir parçası oldu. Kısacası dijital metodoloji analog metodolojinin yerini aldı.
Büyük veriyi hayata geçirip bundan para kazandılar
Buradan SAP’nin sürekli dijitale aktarılan kırk beş yıllık iş tecrübesi ve büyük veri havuzuna da geri dönüyoruz. Trenitalia’nın sadece 10 yıllık büyük verisi vardı. Trenitalia bu verileri kullanarak ve büyük veri mühendislerinden yararlanarak daha iyi bakım-onarım uygulamaları geliştirmeye başladı.
Biz SAP olarak büyük veri biliminin tarihini her şirkette yeniden yaşıyoruz: Bunlar veri madenciliği, analiz, sistematik analiz (analitik), veri bilimi-mühendisliği ve nihayet veri görselleştirmedir. Dijital dönüşüm şirket kültürünü dönüştürürken bütün bu aşamaların şirketin iş yapış kültürüne organizasyonel olarak uygulanmasından, yeni dijital kadroların istihdam edilerek mevcutların eğitim almasından söz ediyoruz.
Dijital dönüşüm bir sistemi alıp çalıştırmak, optimizasyon sağlamak, verimliliği artırmak, tasarruf etmek, gelirleri yükseltmek ve hatta inovasyon yapmak değil. İş ortaklarından personele kadar hem kurumların hem de başta yan sanayi ve düzenleyici otoriteler olmak üzere tüm paydaşların dönüşüm geçirmesi demek.
Trenitalia bu yüzden iş ortaklarını, alt yüklenicilerini yeniden yapılandırdı. Onlara dijital dönüşüm sistemleri verdi ve teknik servis bayilerinin şirket kültürünü de dönüştürdü. Senden artık bu kalitede parça istiyorum ve şu şekilde bakım yapmanı istiyorum dedi. Bu noktada bakım yapan elemanların iş performansı da sisteme entegre edildi. Kimlerin çalıştığı hatlarda üretimin düştüğü ve işlerin yavaşladığı veya daha çok bakım yapılması gerektiği ortaya çıktı.
Buenos Aires Akıllı Şehir Projesi
SAP’nin dijital dönüşüm çözümlerini sadece kurumlarda maliyet optimizasyonu sağlamak açısından görmek yanlış olur. Biz doğal afetlerde insan hayatını kurtarmaya, mal kaybını önlemeye ve çevreyi korumaya yönelik teknoloji çözümleri de sunuyoruz.
Örneğin, Buenos Aires şehrinde 2013 yılında yoğun yağış sonucu ciddi bir sel felaketi yaşandı ve yüzden fazla insan yaşamını yitirdi. Yapılan araştırmalar, şehrin yeterli drenaj kanalı ve kapasitesi olduğu halde bunların yağış esnasında akıntı ile birlikte gelen çöplerle tıkandığını ortaya çıkardı.
Bu tip felaketlerin önüne geçebilmek için bir proje başlatıldı ve SAP Hana platformu üstünde çalışan sahadaki durumsal farkındalığın yönetilebildiği kendi kendine öğrenen bir sistem hayata geçirildi. Bu sayede yaklaşık 30 bin kanala takılan, akıntının yönünü, hızını ve su seviyesini ölçen sensörlerden alınan anlık veriler alındı. Bunlar platform üstünde izlendi ve müdahale gerektiren kanallar anlık olarak tespit edilir hale geldi.
Bir yıl sonra, 100 yılın rekor yağışının kaydedildiği 2014 yılında, Buenos Aires, SAP sistemleri sayesinde yağışa erken müdahale ederek seli en hafif şekilde, can kaybı olmadan atlatmayı başardı. Ancak, kurumsal dijital dönüşümde sadece iş süreçlerini optimize etmek yeterli değil. İşin bir de müşteri tarafı var.
Dijital müşteriler
Burada kişisel müşteri deneyimi işin içine giriyor. Örneğin uçağa biniyorsunuz, herkes sıcaktan kazağını çıkarmış ama siz donuyorsunuz. Bunun nedeni sadece sizin koltuğunuzun üstündeki havalandırmanın düzgün çalışmaması. Uçak bileti aldığınız havayolu şirketi uluslararası ödüllere sahip olsa da kişisel rahatınızı sağlamadığı için ağzıyla kuş tutsa bile size yaranamaz ve siz Twitter’dan yakınarak o markanın imajını olumsuz etkileyebilirsiniz.
Demek ki dijital dönüşümün bir sonraki ayağı iç süreçlerde artan hizmet kalitesini deneyim kişiselleştirme ve kişisel pazarlama ile müşteriye taşımak. Her müşterinin tek tek memnun kalmasını sağlayıp müşteri deneyimini artırmak. Hatta müşteri deneyimini de müşterinin şikayetini veya dileklerini akıllı telefondan iletebileceği, aynı zamanda kolayca yetkili muhatap bulabileceği bir seviyeye getirmek.
Bazen bankalar bu sıkıntıyı yaşıyorlar. Müşteri hizmetleri müşteriye bir söz veriyor ama hukuk departmanı olmaz diyor. Böylece banka sözünü tutamıyor. Oysa hukuk ve müşteri hizmetleri çağrı merkezleri otomasyonu ile birbirine entegre edilse, sesli imza gibi teknolojiler en iyi dijital uygulamalarla birleştirilse müşteri memnuniyeti artacak.
Her zaman söylediğimiz gibi kullanıcı deneyimi ile müşteri deneyimi aynı şey değildir; ama her ikisi de müşteri yolculuğunda birleşir ve müşteri yolculuğunda tanımlanır. SAP’in geliştirdiği lokal sensör ağı bu bağlamda müşteriye en iyi yolculuğu sağlamak için gereken teknolojileri sunuyor. Uçak örneğinden devam edersek:
Aslında hava sıcaklığı kabinde ideal 21 derece. Sensör bunu görünce sizin havalandırma kanalınızla ilgilenmiyor tabii. Oysa kanaldaki kanatçıklardan biri bozulduğu için içeride sıcaklığı 21 derece olarak tutmak için gereken soğuk hava devamlı size üflüyor ve siz donuyorsunuz.
Havayolları bunu bilmez mi?
Yakın zamana kadar müşteriye kişisel deneyim sunacak akıllı sensörler satın almak zordu; çünkü bu sensörler çok pahalıydı. Dijital dönüşüm kırılma noktasının teknolojinin ucuzlaması olduğunu söylemiştim. SAP olarak biz uygun maliyetli esnek yazılım ve donanımlar sağlıyoruz.
Ne gibi?
Müşterinin akıllı telefonu ile kabin amirine benim havalandırmam bozuk diyebileceği bir geri bildirim sistemi gibi. Bu sayede havalandırmanın yanı sıra birisi koltuğu yırtmış veya kitap okuma lambası açılmıyor ya da yanımdaki yolcu beni rahatsız ediyor gibi bildirimlerde bulunmanız mümkün. Ancak, bunu dijital dönüşümde her yere bir sensör koyacağız şeklinde algılamayalım. Henüz akıllı toza ve sensör bulutlarına zaman var. Bugün bu yaklaşım maliyetleri çok artırır.
Ayrıca dijital dönüşümde akılcı davranmak zorundayız. Marifet her yere sensör koymak değil. Asıl marifet nereye sensör koyacağını bilmek ve en az sensörle en yüksek optimizasyonu elde etmek. Kısacası sensör teknolojisi asla biz insanların 5 duyusunun yerini almayacak. Ayrıca insanların duyguları ve psikolojik tepkileri var. Bir insanın stresli olup olmadığını kan basıncından anlayabilirsiniz; ama ne kadar sıkıntıda olduğunu veya haline aldırıp aldırmadığını sensörle anlayamazsınız.
Endüstri 4.0’da insan işin içinde olacak mı?
Evet. İçinde hiç insan olmayan yüzde 100 dijital fabrikalara yolumuz var. Sonuçta iş güvenliği gibi ciddi kararları insanlar vermeli. Üstelik herkes bir olayı aynı şekilde algılamıyor. Bunu da ofiste çok yaşarız. Sıcak olunca veya havasız kalınca klimayı açıyoruz ama bu kez de başkası üşüyor. Algoritmaları aşırı kişiselleştirmek ortak yaşam, ortak çalışma, üretim ve işbirliği alanlarında sorunlar doğurur. Özetle dijitalleşme bir denge durumu. Az sensör koyarsanız bilgileri kaçırırsınız. Çok sensör koyarsanız hem maliyet artar hem de aşırı veriden karar veremez hale gelirsiniz.
Bunu nasıl dengeliyorsunuz?
İhtiyacımız kadar sensör kullanarak. Yeri geliyor bir trene 6000 sensör yerleştiriliyor. Öte yandan nasıl ki bir kişinin yaşayıp yaşamadığını anlamak için nabzına bakmak yeterli ve bunun için kan tahliline gerek yok, trenler için de birkaç kritik sensör yeterli. Bunlar tüm bakım süreçleri için yeterli olmaz ama lokomotif aksının kırık olup olmadığını veya motorun çalışıp çalışmadığını gösterir. Sonuç olarak her sektörün çözmek istediği problem ve her sektörün ihtiyacı olan çözüm farklı. Örneğin e-ticaret için geliştirdiğimiz yazılım ve çoklu kanal çözümü Hybris’i Türkiye’de Koçtaş, Koton ve Mavi kullanıyor.
Tasarımla düşünme
SAP kapsamlı deneyimi ile bu çözümü başka firmalara zaten sağlamış oluyor ve en iyi uygulamalara dayanarak deneyimini diğer kurumlara da özelleştirerek aktarıyor. Bu bağlamda SAP design thinking yöntembiliminin kurucusu olan 4-5 şirketten biri.
Stanford bünyesinde oyunlaştırma ve oyun teorisi ile gerçek hayata yönelik genel teknoloji yöntemleri geliştiren IDEO’dan Kevin Kelly ile arkadaşlarının kuruluşuna öncülük ettiği Stanford Tasarım Enstitüsü’nün (D.school) kurucularından biri olarak tasarımcı düşünme yöntemini kendimizde de uyguluyoruz.
Design thinking yöntemi insanların fikirlerini çizerek anlatmasını, böylece yaratıcılığını geliştirip sektörde dijital dönüşüm için yenilikçi çözümler geliştirmesini sağlıyor. SAP firmalara sunduğu orijinal çözümleri bu yöntemle geliştirerek kırk beş yıllık tecrübesini iş dünyasına aktarıyor. Böylece dijital dönüşüm için 3-5-10-20 yıllık yol haritaları da çıkarabiliyoruz.
Önce kurumu en iyi şekilde güçlendirecek departmanlarda dijital dönüşüm başlatıyor ve en zayıf halkaları güçlendiriyoruz. Bütün bunları sektörler sayfamızda en iyi örneklerle açıklıyoruz. Bu noktada hem kurumsal firmalara hem de KOBİ’lere çözüm sunuyoruz. Örneğin, küçük bir şirketsinizdir ama operasyonunuz karmaşıktır. Bizim için büyük şirket, küçük şirket yok. Zor iş, kolay iş var.
Bizim amacımız dünyanın zor problemlerini çözebilmek. Kolay problemleri zaten 72’den bu yana çözüp portföyümüze katmış bulunuyoruz. Türkiye’de bulutta en büyük kurumsal oyuncu olmamız ve en fazla kurumsal bulut müşterisine hizmet veriyor olmamızın temel sebebi de bu. Tüm standart çözümlerimizi bulut üzerinden hizmet olarak sunuyoruz. Diğer çözümleri ise firmalarla oturup dersimize çalışarak özelleştiriyoruz.
Intel Security, yılın güvenlik risklerine en açık ürünlerini belirleyen McAfee Hack’lenmeye En Müsait Hediyeler Listesi’nin ikincisini yayınladı.
Yılbaşı döneminin yaklaşmasıyla artan hediye alımlarında internete bağlı, yeni nesil cihazlar büyük ilgi görüyor. Ancak bu cihazlar birtakım güvenlik risklerini de beraberinde getiriyor. Bu yılki araştırma sonuçlarına göre hack’lenmeye en müsait hediyeler listesinde bilgisayarlar, akıllı telefonlar, tabletler, ortam yürütücüler (media player), veri akışı belleği (streaming stick), akıllı ev otomasyon aletleri ve son olarak da drone’lar yer alıyor.
Teknoloji hızla geliştikçe pek çok cihaz bağlanabilirlik özelliği kazanıyor ve en umulmadık cihazlar dahi güvenlik riskleri oluşturabiliyor. Tüketicilerin büyük bir çoğunluğu laptop (%73), cep telefonu (%70) ve tablet (%69) gibi uzun zamandır kullanımda olan internete bağlı cihazların güvenlik zafiyetlerinin farkında. Ancak dijital dünyaya yeni adım atan pek çok cihazla ilgili riskler hakkında yeterince bilinçli değiller. Bu cihazlar arasında drone (%20), oyuncaklar (%21), sanal gerçeklik teknolojileri (%18) ve evcil hayvan hediyeleri (%11) bulunuyor. Tüketicilerin %75’i online kimliklerini korumaları gerektiğine inanıyor fakat sadece %50’si bunu sağlamak için gerçek anlamda önlem aldığını düşünüyor.
McAfee’nin yeni araştırmasını değerlendiren Intel Security Baş Güvenlik Yöneticisi Gary Davis, “Yılbaşı tatil dönemi yaklaşırken tüketicilerin hediye listesinin başında internet bağlantılı cihazlar yer alıyor. Bu eğilim çok doğal olmakla birlikte tüketicilerin halen yeni bir cihazı ne şekilde korumaları gerektiğini bilmemeleri endişe verici. Tüketiciler genellikle yeni bir cihaz alındığında hemen kullanmaya başlıyorlar ve öncelikle cihazın doğru bir şekilde güvenliğini sağlamayı unutuyorlar. Siber suçlular kişisel verileri elde etmek, çeşitli zararlı yazılımları yaymak, kimlik hırsızlığı ve hatta Dyn saldırısında olduğu gibi DDoS saldırıları gerçekleştirmek için bu güvenlik açığını kullanabilirler” dedi.
Tüketicilerin tüm bu güvenlik risklerini birkaç önlem alarak minimize etmeleri mümkün. Tüketicilerin mutlu ve güvenli bir tatil dönemi geçirmeleri için alınabilecek temel önlemler;
Cihazınızı koruyun. Cihazlarınız hem eviniz hem de kişisel bilgilerinizin kontrol edildiği kilit noktalardır. Cihazlarınızın McAfee LiveSafe™ gibi kapsamlı bir güvenlik ürünü ile korunduğundan emin olun.
Sadece güvendiğiniz Wi-Fi ağlarını kullanın. Başta akıllı ev uygulamaları olmak üzere cihazlarınızı genel kullanıma açık Wi-Fi ağları üzerinden kullanmak sizi ve evinizi risklere açık hale getirir.
Tüm yazılımları güncel tutun. Üreticilerin yayınladığı program düzeltmeleri ve güncellemeleri anında yükleyin böylece cihazınızı son çıkan tehditlere karşı koruma altına alabilirsiniz.
Güçlü bir şifre ve PIN kullanın. Eğer cihazınız destekliyorsa çok faktörlü doğrulama (MFA-multi-factor authentication) özelliğinden yararlanın. Bu özellik yüz tanıma, parmak izi gibi yöntemlerle şifre işlemlerinizi ve güvenliğinizi maksimum seviyede sağlar.
Tıklamadan önce düşünün. Tanımadığınız kişilerden gelen link’ler konusunda dikkatli olun ve her zaman koruma altında olmak için internet güvenlik yazılımı kullanın. Link’ten emin olmak için tarayıcının alt köşesinde bulunan link hedef dosyasının tam URL’sini bulabilirsiniz.
Bu yılın hack’lenmeye en müsait hediyeleri ise şunlar:
1. Laptop ve Bilgisayar
Laptop ve bilgisayarlar güzel bir hediye alternatifi olarak öne çıkıyor ancak ne yazık ki bilgisayarları hedefleyen pek çok zararlı yazılım uygulamaları bulunuyor ve bunlar Windows bazlı cihazların ötesinde çok kapsamlı bir alanda yaygınlaşıyor.
2. Akıllı Telefonlar ve Tablet
Araştırma sonuçlarına göre tüketicilerin %64’ü yılsonu tatili öncesi akıllı telefon ya da tablet satın almayı planlıyor. Laptop ve bilgisayarlarda olduğu gibi bu cihazlarda da zararlı yazılımlar kişisel ve finansal bilgilerin çalınmasına neden olabilir.
3. Ortam Yürütücü ve Veri Akışı Belleği
Ortam yürütücü (media player) ve veri akışı belleği (streaming stick) tüketicilerin film ve TV izleme deneyimlerini zenginleştiren yenilikler. Ancak tüketiciler bu cihazlarını güncellemeyerek farkında olmadan evlerine siber suçluları davet etmiş oluyor.
4. Akıllı Ev Otomasyon Cihazları ve Uygulamalar
İnternet bağlantılı ev cihazları ve uygulamaları tüketicilere evlerini akıllı telefonları aracılığıyla yönetme imkanı tanıyor. Ne yazık ki hacker’lar bu trend doğrultusunda Bluetooth ile kumanda edilen kapı kilitleri başta olmak üzere tüm ev otomasyon cihazlarını ele geçirmek üzere teknikler geliştirdiler.
5. Drone
Uzaktan kumanda edilebilen hava ya da kara aracı olan drone’ların satışlarının 2022 yılında 20 milyar Dolar’a ulaşması bekleniyor. Bu araçlar video ve fotoğraf çekiminde eşsiz açılar yakalayabiliyor. Fakat güvenliği sağlanmayan drone’lar GPS sinyalleri bozularak hack’lenebiliyor ya da akıllı telefon uygulamasıyla gasp edilebiliyor.
Erişimi kolaylaşan akıllı donanımlar ve ucuzlayan haberleşme maliyetleri ile giderek hayatımızda daha çok yer alan nesnelerin interneti trendi, iş hayatında büyük bir devrime yol açıyor. “Nesnelerin interneti” internete bağlı cihaz ya da makinelerin birbirleriyle veri alışverişi yapabilmesi anlamına geliyor. Şirketlerin iş yapış modelleri değişiyor ve üretimden eğitime, otomotivden perakendeciliğe kadar tüm sektörler nesnelerin interneti dönüşümünün etkisi altında kalıyor. Nesnelerin interneti ile değişen kurumlar hem kendi operasyonlarını hem de müşteriye yaşattıkları deneyimi farklılaştırarak rekabette öne geçiyor.
KoçSistem’den entegre çözümlere sahip ilk Kurumsal IoT Platformu
Dijital dönüşümün getirdiği fırsatlarla birlikte birer teknoloji şirketi haline gelen kurumlar, Nesnelerin İnterneti vizyonu ile altyapılarından, varlıklarından ve çalışanlarından topladıkları veriler üzerinden sağladıkları değer önermeleri ile rekabet avantajı sağlayarak işlerinde daha iyiye ulaşıyorlar. KoçSistem, baz istasyonları, elektrik sayaçları, üretim ekipmanları gibi pek çok cihazı uzaktan yöneterek başladığı Nesnelerin İnterneti yolculuğuna, Nesnelerin İnterneti Platformu “Platform 360” vizyonunu ortaya koyarak devam ediyor.
Platform 360 ile kurumlar, sahip oldukları fiziksel nesneleri bağlı hale getirerek, müşterilerine, fiziksel ve dijital birikimlerini bir araya topladıkları bir müşteri deneyimi sunuyor, lojistik, üretim ve satış süreçlerinin otomasyonunu sağlayarak değer zincirlerini optimize ediyorlar. Bu sayede Endüstri 4.0 ve ürünlerin akıllı ve bağlı ürün sistemlerine dönüşmesi gibi pazarı değiştiren trendlerden rekabet avantajı sağlıyorlar.
Platform 360 Ürün Ailesi ile üretimin verimi ve kalitesi artıyor, ulaştırma altyapıları akıllanıyor, varlıklar uzaktan yönetilebiliyor ve çalışanlar mobil ve entegre dijital işyerlerinde daha verimli çalışabiliyor.
Platform 360 vizyonu çerçevesinde pek çok sektöre dokunan projelere imza atan KoçSistem üretim, otomotiv, altyapı ve enerji sektörlerini ana dikeyler olarak ele alıyor ve bu alanlardaki ürünleri ile müşterilerinin işini kolaylaştırmaya devam ediyor.
Temelde küresel OneM2M mimarisi referans alınarak geliştirilen, nesnelerden toplanan verilerin uygulamalara servis olarak sunulmasını sağlayan nesnelerin interneti platformu Platform360, topladığı verilerin aynı zamanda büyük veri ortamında saklanmasını sağlayarak sensör sistemlerinin ortak veri kaynağı olma kabiliyetine de sahip.
Yatay nesnelerin interneti çözümlerinin anahtarı olan Platform360’ın başlıca fonksiyonları aşağıdaki gibidir:
Farklı nesne haberleşme protokollerine destek vermek
Haberleşmenin güvenli bir şekilde yapılmasını yönetmek
Nesne sanal modelini yönetmek
Kurulum süreçlerini, konfigürasyon ve firmware’lerini yönetmek
Ortak veri yapısını yönetmek
Alarm&olay iş akışlarını yönetmek
Karar destek mekanizmalarına girdi üretecek ortak servis katmanı sağlamak
Platform360 altyapısını kullanan başlıca sektörel çözümler aşağıdaki gibidir:
KoçSistem’in üretim sektörü için özelleşmiş olan Akıllı Üretim ürünü ManumetriKS, Endüstri 4.0 vizyonu içerisinde akıllanan çalışan, fabrika altyapı ve makine sistemlerinin birbirine bağlanmasını hedefliyor. Bu kapsamda fabrikada bulunan el terminallerinden, üretim hatlarına ve enerji tüketimine kadar bütün fabrika sistemlerini bağlı ve yönetilen bir yapıya dönüştürüyor. Üretim hatlarından toplanan veriler analiz edilerek daha verimli ve kaliteli üretim gerçekleştiriliyor.
Enerji sektörüne yönelik geliştirilen uzaktan sayaç okuma çözümü SistemetriKS farklı marka ve modeldeki sayaçları okuyarak sahada sayaç okuma operasyonunu ortadan kaldırıyor. Toplanan veriler faturalama sistemine aktarılarak faturalama operasyonu otomatikleştiriliyor. Sayaç ve haberleşme ünitelerinden alınan elektrik kesintisi, yetkisiz müdahale veya arıza alarmları da yönetilerek saha ekiplerine yönlendirme yapılıyor. 20.000’den fazla sayaç SistemetriKS ile uzaktan okunuyor.
KoçSistem’in Platform360 ürün ailesinde yer alan ve altyapı sektörüne yönelik ürünü Sitelink ise uzaktan altyapıların yönetilmesi için kullanılıyor. Sistem odası, baz istasyonu, petrol istasyonu gibi kritik altyapıların uzaktan izlenmesi, uzaktan yönetilmesi ve toplanan veriler ışığında verimlilik için optimize edilmesi sağlanıyor.
Bluetooth ve/veya RFID teknolojileri ile üretimde ve ofislerdeki varlık ve çalışanların takibi yapılabiliyor. Platform 360 Ürün Ailesi kapsamında sayısal yayıncılık uygulaması Pixage ile donanımların ve yazılımların sağlanmasından her türlü gerekli altyapının kurulmasına kadar sayısal yayıncılık ihtiyaçların uçtan uca çözüm ve destek sağlıyor.
KoçSistem, nesnelerin interneti kapsamında toplanan verilerin büyük veri analizi ile değer oluşturacağına inanıyor. Bu doğrultuda KoçSistem, IQPlus Büyük Veri Platformu ile kurumların geleceğe yönelik stratejilerinin başarısını artırmak için verinin toplanmasını, depolanmasını ve analizini sağlıyor.
İşinizin boyutu ne olursa olsun, BT altyapısı maliyetli ama önemli bir zorunluluktur. Mevcut ekonomik ortamda kurumlar, daha az bütçe ile daha fazla şey yapmak, BT bütçelerini küçültmek veya aynı bırakmak istiyorlar. BT’ye olan talep yine de büyüyor; kullanıcılara daha iyi hizmet etmek için, uygulamaları daha hızlı geliştirmeli ve daha fazla verilerle baş edilebilmeli. Yani ister yeni bir BT yatırımı isterse mevcut bir BT altyapı programı çerçevesinde olsun, CIO’ların yatırımlarını en iyi şekilde yapmaları ve BT’nin gelişmeyi engelleyici bir yapıda olmasını değil, büyüme ve kâr potansiyeli sunmasını garantilemeleri önemlidir.
BT yatırımınızın geri dönüşünü gerçekleştirmenin başarısızlığına katkıda bulunan pek çok faktör olabilir, işte size BT altyapınızı en üst seviyeye çıkarmanızı sağlayacak beş alışkanlık, işinizin büyük veya küçük olması hiç önemli değil.
Değerlendirme
Modern BT ortamları karmaşıktır ve giderek de daha karmaşıklaşıyorlar. Şirket, diğer sistemler yoluyla hangi servis ve özellikleri satın aldığını bilirse, zaten sahip olduğu bir fonksiyon için tekrar ödeme yapmamayı garantileyecektir. Bu değerlendirme süreci, bir bileşeni değiştirmek veya güncellemek gerektiğinde her bir bileşenin ömrünü değerlendirmenize ve hesaplamanıza izin verir. Üreticiye bağlı kalmaktan kaçınmanıza yardımcı olan bağımsız çözümlerin seçimi esnekliği artıracak, verimliliği ölçeklemenize ve değişime alışmanıza yardımcı olacaktır.
Eğitim
Özel bir teknolojiye yatırım yaptıktan sonra, onu kullanacak olan elemanlara da yatırım yapmanız gerekir. Eğitimsiz elemanlar, satın aldığınız çözümlerinizin özelliklerini tam olarak en üst seviyede kullanamayacaklardır, bu da hem elemanlar hem de teknoloji için verim eksikliğine yol açacaktır. Elemanların eğitilmemesi moralleri etkiler ve daha yüksek ciro için çalışan personelde iş memnuniyetsizliğine yol açar. Dahası, eğitilmemiş elemanlar kaçınılmaz bir şekilde yaptıkları iş ile mücadele ettiklerinde, zaman BT yardım masası ile yapılan görüşmelerle boşa harcanır ve kıdemli personel de BT satın alma yöneticisinin doğru ürüne yatırım yaptığından endişe duymaya başlar. Eğitim, hem kurumun, hem personelin hem de BT altyapınızın potansiyelini ortaya koymasını garantiler.
Güncelleme
Maliyetten ve bir güncelleme ile ilişkili algılanan risklerden kaçınmak cazip gelebilirken, hacker’lar eski kodların bıraktığı açık noktaları kullandıklarından, güncelleme kurumunuzun güvenlik açıklarını da kapatacaktır. Ayrıca, eskiyen altyapı, kurumları değişen pazar koşullarına ayak uydurmaktan alıkoyar. Lisans ücretinizin parçası olarak gelen güncellemeleri seçin, böylece ek maliyet ödemeden sistemi güncel ve çevik tutabilirsiniz.
Bulutu göz önüne alın
Şirketler şimdi, çeviklik ile eşanlamlı olan herkese açık bulutta hemen hemen sınırsız bir miktardaki kaynağı kiralayabiliyorlar. Yani sermaye yatırımı yapmaksızın yeni iş modellerini hızla deneyebilirsiniz. Bu, daha az risk ile yenilikçiliği denemenize, başarılı olursanız da neredeyse sonsuz ölçekte büyümenize izin verir. Bununla birlikte, bir çıkış stratejisi olmadan bulut girişimi yapılmamalıdır, size bulut mobilitesi sağlayan çözümleri kullanmak o nedenle kritiktir. Kendi sistemlerinizle birden fazla bulut arasında iş yüklerinizi taşıma özgürlüğü, herhangi bir maliyetteki çeviklik ile kontrol edilebilir bir maliyeti olan çeviklik arasında farklı farklı olabilir.
Gözden geçirme
Bu, açıklanması en az karmaşık, ancak genellikle yapması da en zor olanıdır. Alışkanlıklarınızın dördünde çaba gösterdiniz, böylece gerekli özeni layıkıyla yerine getirdiğinizi hissedeceksiniz ve şimdi BT altyapınız da en üst seviyeye çıkmış olmalı. Ne yazık ki veya heyecan uyandıracak bir şekilde teknoloji de işiniz gibi sürekli gelişiyor. Bu nedenle, BT altyapınızın şirketinizin büyümesini ve potansiyelini her doğru yönde etkilemesinden emin olmak için, planınızı sık sık gözden geçirin.
Dijital para birimi Bitcoin yaygın kullanımı sayesinde çok büyük ilgi görüyor ve önemli bir yatırım aracı olarak da görülüyor.
Ancak aynı zamanda gelirlerini saklamak veya yasal sisteme sokmadan online alışverişler yapmak isteyenler için Bitcoin güvenli bir alternatif sunuyor.
ABD vergi idaresi IRS, şimdi Bitcoin kullanarak vergi kaçıranları tespit etmek için harekete geçti.
IRS bu amaçla, ABD’deki en büyük dijital para borsası Coinbase’e gönderdiği emirde, 2013 ve 2015 arasında yapılan tüm Bitcoin işlemleri ve kullanıcılarının bilgilerini talep etti.
Bitcoin alıp satanlar tespit edilecek
Bu, IRS’in tüm kullanıcıları, e-mail hesaplarını, IP numaralarını araştırarak Bitcoin kullanıcılarının gerçek kimliklerini tespit etmeye çalışacağını ve Bitcoin üzerinden, beyan ettiği gelirie göre orantısız alışveriş yapanlara ağır cezalar keseceğini gösteriyor.
Ayrıca IRS müfettişleri, bazı kullanıcıların Bitcoin üzerinden vergi kaçırmanın yolunu bulmuş olduğunu fark etmiş durumdalar ve bu yöntemi kullanan diğer kullanıcıları tespit ederek, resmi gelirleri üzerinden ödemesi gereken vergiyi Bitcoin yöntemiyle kaçıranları arayacakları anlaşılıyor.
Öyle görünüyor ki ABD vergi dairesi, Bitcoin kullanıcılarının çok güvendiği anonimlik özelliğini boşa çıkartmak için büyük çaba sarf ederek, ileride Bitcoin üzerinden vergi kaçırmak isteyeceklere unutulmaz bir gözdağı verecek. Bu soruşturmanın devamında yaşanacakları aktarmaya devam edeceğiz. IRS, Bitcoin kullanıcılarını tespit etmeyi başarırsa bu aynı zamanda dijital para birimi teknolojisinde önemli bir dönüm noktası olacak.
Huawei ve DOCOMO, 4.5GHz bandında dünyanın ilk 5G geniş ölçekli saha denemesini gerçekleştirdi.
Japonya’nın Yokohama kentinde Minato Mirai 21 bölgesinde yapılan deneme sonucunda; 11.29 Gbps toplam kullanıcı hızı ve tek yönlü 0.5 milisaniyeden daha kısa bir gecikme süresi elde edildi. Deneme, 200 MHz bant genişliği olan ve 4.5 GHz bandında çalışabilen bir baz istasyonu ile hem sabit hem de hareketli 64 TRX ve 23 kullanıcı cihazı ile gerçekleştirildi. En yüksek spektrum verimliliği 79.82 bps/ Hz/ cell olarak ölçüldü. Yeni nümeroloji ve çerçeve yapıları kullanılarak tek yönlü 0.5 milisaniyeden daha az bir gecikme süresi elde edildi. Bu süre ise LTE’nin gecikme süresinin yaklaşık onda birine tekabül ediyor.
2020’ye yaklaşırken 5G hazırlıkları tamamlanıyor
NTT DOCOMO 5G Laboratory Başkan Yardımcısı ve Müdürü Takehiro Nakamura, ortak saha denemesinin başarısı üzerine şu açıklamaları yaptı: “4.5 GHz bandında 5. nesil geniş ölçekli alan çalışmasının başarısı, 5G teknolojisinin 2020 yılında ticarileştirilmesi yolunda bizi bir adım daha ileri götürdü. DOCOMO ve Huawei, 2014 yılı Aralık ayından bu yana, 5G alanındaki işbirliklerini, ArGe çalışmalarından 5. neslin uluslararası spektrum uyumlandırılması yaklaşımlarına kadar genişletmektedir. Huawei ile birlikte, 5. nesli gerek teknik gerekse ekosistem açısından geliştirmeyi sürdüreceğiz.”
Huawei kablosuz şebekelerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Dr. Wen Tong ise, “Huawei’in 5G NR (New Radio) temel teknolojik gelişimi, piyasanın gelişimi ve ürün çözüm gelişimi için büyük bir enerji ve kaynak sarf etmekteyiz. İki şirket tarafından oluşturulan uzman ekiple Huawei ve DOCOMO işbirliği hızla rayına oturdu ve kaydedilen ilerleme de oldukça teşvik edici. Bu sonuç da 5G’nin geleceğinin şekillendirilmesinde hayli önemli bir role sahiptir” diye konuştu.
2014 yılı Aralık ayında 5. nesil ortak alan denemelerinde ortaklık mutabakatının imzalanmasının ardından, Huawei ve DOCOMO; 2015 yılı Ekim ayında Çin’in Chengdu bölgesinde Massive MİMO’nun ilk geniş ölçekli açık alan denemesini başarıyla gerçekleştirmişlerdi. Geniş ölçekli alan çalışmalarını Japonya’ya taşıyan iki şirket, 5. neslin anahtar teknolojileri içinde yer alan; Massive MIMO, aşırı güvenlilik ve düşük gecikme süresi, OFDM (dikgen frekans bölmeli çoğullama) kullanan karma nümeroloji, SCMA (seyrek kodlu çoklu erişim), kutupsal kod ve OFDM’nin birleşik performansını da içeren teknolojileri sistematik olarak denemeyi sürdürüyorlar.
Ekosistem genelinde küresel standardizasyona doğru güçlü bir yönelmenin olması, 5G NR ile ilgili olarak 3GPP standardında belirgin bir ilerleme gösterdi. 5. nesil endüstrisi, 5. neslin çözümlerinin gerçek gelişiminin sağlanması yönünde daha birleştirici ve yoğunlaştırıcı yönlere odaklanmaktadır. Huawei ve DOCOMO, 5G şebekesinin hayata geçirilmesinde en önemli noktalardan olan mobilite ve geniş kapsama alanını içeren alanlarda ortak 5G NR deneme faaliyetlerini genişleterek sürdürecektir.
Elon Musk’ın bir ay önce duyurduğu güneş enerjisi panellerine sahip çatı kremitlerinin maliyeti belirtilmemişti.
Evinin çatısını güneş enerjisi kremitleri ile kaplamak isteyen bir ev sahibinin, ne kadarlık maliyete katlanacağı büyük merak konusuydu.
Hizmeti sunacak olan Solar City’i Tesla ile birleştirmekle meşgul olan Elon Musk, bir toplantı sırasında bu maliyetler hakkında önemli ipucu içerecek bir bilgi verdi.
Güneş enerjisi sudan ucuz
“%100 isabetli bir rakam veremem ancak bir çatıyı güneş enerjisi kremitleri ile kaplamanın, normal bir çatı kaplamasından daha ucuza geleceğini söyleyebilirim,” ifadesini kullanan Musk, konuya olan ilgiyi daha da arttırdı.
Ev çatılarını, normal kiremitlerle kaplamak yerine güneş enerjisi panelleri ile kapatmanın daha düşük maliyetli olması halinde, tüm yeni evlerin çatısının güneş enerjisinden elektrik üreten minik bir santrale dönüşmesi bekleniyor.
Bu da petrol, kömür gibi yakıtlara olan ihtiyacın daha da azalması ve temiz enerjinin şehirlerde çok daha fazla kullanılması anlamına geliyor.
Üstelik elektrikli otomobil kullanan ev sahiplerinin, araçlarının ihtiyacı olan enerjiyi de tamamen güneşten ve ücretsiz olarak elde etmesi, elektrikli otomobillerin de hızla yaygınlaşması anlamına gelecek.
Dünyada çığ gibi büyüyen ve Co-Working diye tanımlanan Paylaşımlı Çalışma Alanlarına Türkiye’de de ilgi giderek büyüyor.
Türkiye’de kayıtlı 15 binden fazla üyesi olan ortak çalışma alanlarında sayı sürekli değişse de, bu alanlara yönelik tüketime talep sürekli yükseliyor. Paylaşımlı çalışma alanlarında en fazla talep edilen hizmet, Müşteri İlişkileri Yönetimi (CRM) birimi. Bu birim sayesinde, yeni firmalar CRM uzmanı çalıştırmak zorunda kalmadan, paylaşımlı alanın ortak CRM hizmetlerinden küçük bir ücret karşılığında yararlanabiliyor.
Her yıl tonlarca kahve
Paylaşımlı çalışma alanlarında derlenen bilgilere göre, bu ofislerde bir yılda 2.5 ton kahve tüketiliyor. bu ofislerin ortak çalışma alanlarında ise her çalışan ortalama 5,5 saat zaman geçiriyor.
Sektördeki sadece bir firmada bulunan 150 toplantı odasında 2016 yılının Eylül ayına kadar 5 bin 384 toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantılara 71 bin 469 kişi katılırken, toplantıları organize eden firma sayısı ise 697 olarak gerçekleşti.
Özellikle start-up’ların rağbet ettiği paylaşımlı çalışma alanları düşük maliyetlerle, alt yapı sahibi modern ofislere erişim imkanı sağlıyor ve yeni kurulmuş bir şirket için yüksek maliyet oluşturabilecek hizmetlerin ortak katılımla sağlanması imkanını getiriyor. İş merkezlerine yakın, güçlü alt yapıya sahip bu alanlar Türkiye’de hızla gelişiyor ve büyük ilgi görüyor.
Petrol fiyatlarının 2014’ten beri hızla düşmesi nedeniyle, ekonomisi petrole bağlı olan Arap ülkelerinde büyük bir gelir kaybı yaşanırken, Suudi Arabistan petrol fiyatları nedeniyle yaşadığı gelir açığını kapamak için ilginç bir yola başvuruyor.
Suudi Arabistan’ın Devlet Yatırım Fonu, çok yakında duyurusu yapılacak olan yeni online ticaret sitesi Noon’a ortak oldu.
Noon, Alibaba ve Amazon’a rakip olarak ortaya çıkacak ve Orta Doğu ülkelerini hedefleyen bir online ticari faaliyet gösterecek.
Yatırımcıları ve iş dünyası tarafından Orta Doğu’nun Amazon’u olarak tanımlanmaya başlayan Noon sayesinde özellikle Arabistan yarım adasında ticaretin hareketlenmesi bekleniyor.
Suudiler’de kısa sürede milyarlarca dolar ciroya ulaşması beklenen Noon sayesinde, petrolden kaybettikleri gelirin bir kısmını kapamayı planlıyorlar.
Suudi yatırım fornu Noon’a şimdiden 500 milyon dolar yatırmış durumda. Ayrıca Noon için Orta Doğu’daki diğer yatırımcılardan da 500 milyon dolarlık yatırım gelecek.
Suudi Arabistan Devlet Yatırım Fonu özelilkle dünyadaki teknoloji girişimlerine yatırım yapmayı hedefliyor. Fonun arkasında ayrıca Japon’yanın teknolojiye yatırım yapan fonlarından SoftBank’ın desteği de bulunuyor. Noon ilk aşamada Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri içinde hizmet verecek ve 20 milyon ürün barındıracak.
Fortinet’in yurtdışından gelen üst düzey yöneticileri, yaptıkları basın toplantısında Türkiye ve dünyada siber güvenlik alanında yaşanan gelişmeleri değerlendirirken yeni çözümlerini de tanıttı.
Fortinet Kıdemli Başkan Yardımcısı Filippo Cassini, Fortinet Danışman Sistem Mühendisi Simon Bryden ve Fortinet Bölge Satış Direktörü Derya Aksoy’un katılımı ile yapılan etkinlikte, “Fortinet Security Fabric’in Faydaları” ve “Siber Tehdit İstihbaratı” başlıkları altında önemli bilgiler verilirken Türkiye’de görülen siber saldırılar hakkında da çarpıcı veriler paylaşıldı.
Konuşmasında siber güvenliğin artık lüks değil, bir zorunluluğa dönüştüğüne vurgu yapan ve dijital tehditlerin son 12 yılda 10 bin kat arttığını dikkat çeken, Fortinet Bölge Satış Direktörü Derya Aksoy, “Teknolojik gelişmeler günlük hayatımıza büyük kolaylıklar kazandırsa da genel olarak güvenlik kaygıları var olmaya da devam ediyor. Teknolojik gelişime paralel bir şekilde siber tehditler de her zamankinden daha sofistike bir hal alıyor. FBI’ın yayınladığı rapora göre ABD’de fidye yazılım mağdurlarının 2016 yılının ilk çeyreğinde ödedikleri miktar 209 milyon dolara yani 680 milyon TL’ye yükseldi. Bu rakam 2015 yılının tamamında ise sadece 24 milyon dolar seviyesinde idi.” dedi.
“Bu yıl için öngördüğümüz siber saldırılar gerçekleşti”
Fortiguard laboratuvarlarının gecen yıl sonunda bu yıl için bulunduğu öngörülerin gerçeklemiş olduğunu belirten Aksoy, “Yakın zamanda tarihin en büyük DDoS saldırısı yaşandı. Mirai Botnet yüksek internet çıkısına sahip CCTV kamera sistemleri üzerinden Twitter, Whatsapp, Netflix gibi popüler sitelere hizmet veren dinamik DNS servisini hedef alarak ciddi erişim problemlerine yol açtı. APT tehditleri fidye yazılımları özelinde en küçük kurumları bile etkiledi. Hayalet ve ikiyüzlü zararlı yazılımlar kendi izlerini silerek, gizlenerek, önce iyi huyluymuş gibi görünüp sandbox teknolojilerini atlattıktan sonra asıl zararlı yüzlerini ortaya çıkararak zarar vermeyi başarabildiler.” şeklinde konuştu.
Yeni duyurulan evrensel AP’lerin Fortinet’in Security Fabric güvenliği ile birlikte gerçek anlamda birleşik ağ erişim kontrolü ve etkinliğini; kablolu, kablosuz ve mobil ortamlarda bir araya getirdiğini de ifade eden Aksoy, “FortiGate ile ağ, FortiWEB ile web, Fortimail ile e-posta ve FortiDB ile veritabanı güvenliğini en üst seviyede sağlıyoruz. Bilinmeyen tehditlerden dahi korunma imkanı sunan Fortisandbox çözümü ise Fortigate Yeni Nesil Firewall, Fortimail, Forticlient ve FortiWeb ile entegre olarak her türlü tehdit vektörünü adresleyebilen bir ‘Gelişmiş Tehdit Mimarisi’ oluşturuyor. Web, veritabanı, içerik, kullanıcı ve ağ altyapı güvenliği konusunda birbiriyle entegre edilebilen çözümlerimiz ile BT dünyasında siber tehdit ve ağ güvenliği teknolojilerinin öncülüğünü yapıyoruz.” şeklinde konuştu.
Cuma gününe dikkat!
Konuşmasında siber tehditler konusunda istihbaratın önemine dikkat çeken Fortinet Danışman Sistem Mühendisi Simon Bryden tehdit istihbaratının hayati bir önem taşıdığını vurgulayarak, “Security Fabric stratejimizi güvenliği ve uyumlu izlemeyi, çoklu bayi güvenlik çözümleri ile birleştiriyoruz. Otomatik ve işlenebilir güvenlik istihbaratını nesnelerin internetinden buluta kadar mümkün kılıyoruz. Fortiguard laboratuvarımız 15 yıldır tehditler ile ilgili bilgi ve istihbarat topluyor. Fortinet’in Gelişmiş Tehdit Koruma Yapısı gibi teknolojileri, trafikleri derinlemesine gözetliyor, yerel tehlike zekâsını dinamik olarak oluşturuyor ve gerçek zamanlı güncellemeleri tüm sisteme otomatik şekilde yaymak için verileri FortiGuard Labs’e aktarıyor. Derin istihbaratın sofistike, ölçeklenebilir ve hızlı analizler ile bir araya gelmesi ise işlenebilir bir güvenlik mimarisi yaratarak, tehditleri yaşandığı an hızlıca tespit edip ortadan kaldırıyor.” dedi.
Konuşmasında Türkiye’deki sanal saldırılar hakkında da bilgi veren Bryden, geçen son bir ay içerisindeki verilere bakıldığında en fazla Cuma günü zararlı yazılımlar ile saldırıların yapıldığını belirterek en fazla tespit edilen saldırı yönteminin ise Nemucod ile yapıldığını belirtti. Bryden, “Bu saldırı yöntemi özellikle fidye yazılımların cihaza indirilmesi için başvurulan bir yöntem. Son zamanlarda Locky türü fidye yazılımlarında büyük bir artış görüyoruz. Bu yazılımlar ile yapılan saldırılarda yeni bir yöntem olan Locky yönteminde, dosya uzantıları .locky şeklinde değiştiriliyor ve kullanıcıdan dosyalarına tekrar ulaşmaları için para talep ediliyor.” dedi.
Ağ saldırılarının en tehlikelilerinden olan BotNet saldırısı ile ilgili bilgiler de paylaşan Bryden, geçen altı ay içerisinde bu saldırıların Türkiye’de en fazla 18 Eylül’de görüldüğünü, en yaygın BotNet saldırısının ise Andromeda olduğunu söyledi. Botnet saldırıları, birçok bilgisayarın tek bir noktadan kötü amaçlar doğrultusunda yönetilmesine imkan veriyor. Bir Botnet ile yapılan saldırıyla ağdaki tüm bilgisayarlar dünyanın herhangi bir yerinden kolay bir şekilde yönetebiliyor.
Facebook’un canlı yayın platformu Live için, içerik üreticilerin yaptıkları canlı yayınlardan para kazanmasının önü açılıyor.
Facebook, daha önce duyurduğu şekilde Live videolarında bağış yapılmasını sağlayan özel bir düğmeyi yayına aldı.
İyilik yapmak için Like basmak yerine para ödeme zamanı
Ancak bu düğme, her videoda görünmeyecek. Sadece kâr amacı gütmeyen yardım kuruluşları Facebook Live videolarında bağış toplayabilecek.
Facebook bu amaçla, 750 bin kar amacı gütmeyen kuruluşu ve onların Facebook hesaplarını belirledi. Bunların dışındaki organizasyonlar şimdilik bağış toplayamayacak.
Yardım kuruluşları dışında kişi ve kurumların Live videolarından para kazanabilmesi için biraz beklemeleri gerekecek. Facebook bu özelliği bir süre sonra herkes için yayına açacak. Ancak özel kişi ve kurumların topladığı paradan ödediği komisyon ve vergiler daha fazla olacak.
Böylece, Live platformu YouTube veya Twitch gibi içerik üreticilerin video yayınlayıp para kazanabildiği bir platform olacak ve dolayısıyla büyük ilgi toplayacak.
Bu gelişmenin yardım kuruluşlarında test edildikten sonra herkese açılmasıyla beraber, Facebook’un canlı video içerik yayını üretecek profesyonel içerik üreticileri için hızla odak noktası olması bekleniyor. Eğitim videoları, eğlence, moda, haber kanalları gibi çeşitli video kanallarının açılması kaçınılmaz görünüyor.