
Instagram yarım milyar kullanıcıya ulaştı
Fotoğraf paylaşım platformu Instagram’ın aylık aktif kullanıcı sayısı yarım milyara ulaştı. Facebook’un patronu Zuckerberg’ün Facebook üzerindeki bir post ile duyurduğu gelişmeye göre, günlük aktif kullanıcı sayısı ise 300 milyona yükselmiş durumda.
Zuckerberg’ün 2012 Şubat ayında 1 milyar dolara satın alıp Facebook renklerine kattığı fotoğraf paylaşım servisi, filtreler sayesinde fotoğraflara pratik şekilde profesyonel görünüm kazandırmasıyla bir anda büyük ilgi toplamış ve iOS üzerindeki bir uygulama olarak hızla popüler olmuştu.
Facebook’un yayınladığı rapora göre fotoğraf paylaşım ağında her gün 95 milyon fotoğraf ve video yayına giriyor. Bu sırada, fotoğraf paylaşım servisinin en büyük rakibi olarak adı geçen Snapchat’in ise günlük 100 milyon aktif kullanıcısı bulunuyor. Snapchat ise, Instagram’ın aksine, Zuckerberg’ün 3 milyar dolarlık satın alma teklifini geri çevirmiş olmasıyla anılıyor.
500 milyon kullanıcı sayısına ulaşan fotoğraf paylaşım servisi şimdilik, Facebook konusundaki rahatsızlıklar ortadan kalkmış görünüyor. Zuckerberg’ün servisi satın almasıyla beraber, popüler Instagram kullanıcıları fotoğraflarını yayından kaldırarak, Facebook’un onların fotoğrafları üzerinden para kazanmasına tepki göstermişlerdi. Ancak bu protesto çok uzun soluklu olamadı ve dünya çapında yarım milyar kullanıcı şu anda fotoğraf paylaşım uygulamasının cazibesine kapılmış görünüyor.

Tumblr canlı video yayınına başlıyor
Sosyal medya servisleri arasındaki canlı video yayını yarışına Yahoo’nun popüler blog servisi Tumblr de katılıyor.
Livevideo.tumblr.com adresini yayına açan blog servisi burada yayınladığı reklam ile hizmetin 21 Haziran günü açılacağını duyurdu. Dolayısıyla, Türkiye’de gece saatlerine denk gelecek şekilde Tumblr’ın canlı video servisinin hizmete girmesi bekleniyor.
Blog servisinin video işlevinin nasıl çalışacağına dair şimdilik bilgi yok ancak Yahoo’nun Facebook, YouTube ve Twitter ile rekabet edebilmesi için tüm blog sahiplerinin mobil cihazlarından pratik şekilde yayın yapmasını sağlayacak araçlar sunacağı düşünülüyor.
300 milyon bloga ev sahipliği yapan blog servisinde aylık 555 milyon aktif ziyaretçi bulunuyor. Bloglar konusunda çok esnek olan serviste her formatta içerik yerleştirmek mümkün oluyordu ancak Yahoo’nun satın aldığı blog servisi tam anlamıyla video izlemek için kullanılan bir platform olarak isim yapmamıştı. Şimdi yeni canlı video hamlesinin servise daha fazla ziyaretçi çekmek için etkili olup olmayacağını ise zaman gösterecek.
Walmart robot alışveriş sepetine hazırlanıyor
Online alışveriş servisleriyle büyük bir rekabet halinde olan dev süper market zinciri Walmart şimdi ilginç bir teknolojiyi kullanıma sokarak daha fazla müşteriyi mağazalarına çekmeye çalışacak. Dev şirket bundan böyle mağazalarında robotik alışveriş sepetlerini kullanıma açacak.
Yeni, akıllı, robot alışveriş sepetleri müşteriyi adım adım takip edecek, böylece müşterilerin sepeti iteklemesine gerek kalmayacak. Ancak sepetlerin tek yeteneği bu değil. Müşterilere, yanından geçtiği reyonlar hakkında bilgi verip alışveriş tavsiyesinde bulunacak olan robotlar ayrıca müşterinin doğrudan sorduğu, bilgi almak istediği ürünler hakkında da bilgi verecek. Diğer bir deyişle, artık müşteriler aradığı ürünün hangi reyonda olduğunu sormak için bir market görevlisi aramak zorunda kalmayacak, doğrudan alışveriş sepetine sorarak, ilgili reyona yönlenecek.
Dev markanın online alışveriş servisleriyle savaşmak için elindeki tek silah robotlar da değil. Firma şimdi perakende mağazacılık alanında bir devrim yaparak, mağazalarına gelip gitmek, alışverişlerini evlerine taşımak isteyenler için Uber benzeri bir araç paylaşım servisi kurmaya çalışıyor.
Böylece, mağazada alışveriş yapan kişi, eğer otomobil sahibi değilse, ellerinde torbaları ile taksi aramak yerine, Walmart’ın araç paylaşım servisinden bir araç çağıracak ve sistem o sırada yakınlarda dolaşan bir araç sahibini müşteriye yönlendirecek. Örneğin Walmart mağazaları yakınında oturan ve otomobilleri tüm gün boş duran otomobil sahipleri de, çağrı geldiğinde komşularını marketten eve taşıyarak para kazanmış olacak.
Sorular çalındı, sosyal medya engellendi
Cezayir’de Facebook, Twitter ve 3G servisleri geçici olarak erişim engeline maruz kaldı. Sebebi ise lisans sınavlarının sorularının sızdırılması. Kuzey Afrika ülkesinde 555 binin üzerinde öğrenci, soru kağıdının sosyal medyaya sızdırılması üzerine sınavı tekrar almak zorunda kalırken, ülke genelinde sosyal ağlara erişim yasaklandı.
Her ne kadar soru kağıdının daha fazla yayılmasını önlemek amacıyla “iyi niyetlerle” gerçekleştirilmiş olsa da, hükümet eliyle sosyal ağların ve iletişim teknolojilerinin erişim engeline maruz kalması eleştiri oklarının hedefine oturuyor. TNW, konuyla ilgili olarak online hizmetlere erişim engeli getirmenin dünya genelinde büyüyen bir trend haline geldiğine dikkat çekerken, “Niyet iyi bile olsa insanların kriz anlarında sevdikleriyle iletişim kurmasının engellenmesi ve doğru bilgi ve haberin yayılmasının önüne set çekilmesi endişe verici” diye ekliyor.
Erişim engeli çözüm değil!
Sosyal medya artık bir lüks değil, günlük hayatın vazgeçilmez bir parçası, aynı zamanda öncelikli iletişim yöntemimiz haline geldi. Hal böyleyken iletişim hizmetlerinin geçici dahi olsa engellenmesi, kurunun yanında yaşın da yanmasına neden oluyor. Cezayir’de yaşanan sızıntı gibi örneklerde devletin yapması gereken, hızlı hareket ederek sızıntının kaynağını hemen tespit etmek ve sorunu nokta atışıyla çözüme kavuşturmak. Cezayir hükümeti emniyet güçleri, ulusal eğitim bürosundaki bazı çalışanlar dahil birkaç kişiyi gözaltına aldığını açıkladı. Devlet halen 2016 yılı soru kağıtlarının nasıl sızdırıldığını tespit etmekle uğraşıyor. Anlaşılan devletlere bir açma kapama şalterinden ziyade, daha donanımlı bir ekip ve daha gelişmiş inceleme teknolojileri gerekiyor.4 soruda nefret ettiğiniz işe uyum sağlayın
İdeal “çalışan mutluğu” için memur olup devlete girmediğiniz sürece, kariyer basamaklarını tırmanırken bir noktada mevcut işinizden mutsuz olduğunuzu fark edeceksiniz. Belki maaşı, belki ofis ortamı, belki de çektiğiniz yol sizi her gün o işe gidip gelmekten alıkoyacak. Ne var ki içinizde körelen çalışma arzusunu, her ay yatan maaş, hayata dair sorumluluklarınız ve ödenmesi gereken kredi borçları nedeniyle bir şekilde yeniden alevlendirmeniz gerekiyor.
İster sevmediğiniz bir iş olsun, ister uzak bir ofis, ister belalı bir patron… Gerçekten çalışmak istemediğiniz ve ayrılmak gibi bir seçeneğiniz olmadığında ne yapmanız gerekiyor?
Marshall Goldsmith, ilk seçeneğin kolay olduğunu söylüyor: İşten kovulana kadar her gün huysuz biri gibi davranın ve bu süreçte daha çok seveceğiniz bir iş bulun. Bu sırada etrafınızdaki herkes için de ofisi çekilmez kılın, potansiyel müşterileri kaçırın ve ekmek yediğiniz şirketi dolaylı yoldan zarar ettirin…
Gücün karanlık tarafına teslim olmayın
Elbette İstanbul gibi iş hayatının yoğun, rekabetçi ve stresli olduğu şehirlerde bu seçeneğe başvuran insan sayısı hiç de az değil. Zaten bunu herhangi bir toplu taşıma aracına bindiğinizde tanık olabileceğiniz onlarca tartışma ve kavgadan da anlayabilirsiniz. Ne var ki kendinizi bu şekilde mutlu etmeniz çok zor. Gün gelecek ve o bir sonraki işte de aynı hislere kapılacaksınız. O nedenle bu kısır döngüyü kırmak için bazı adımlar izleyebilirsiniz. Goldsmith, LinkedIn’de yayınladığı makalede bu tükenmişlik hissini yaşayan insanlara kendi mutluluklarını sağlayarak işyerinde pozitif tutumlarını sürdürebilmeleri için bazı tavsiyelerde bulunuyor.Sevmediğiniz işte çalışan mutluluğu yaratın
“Benim önerim, mesainizi birer saatlik parçalara bölmeniz olacaktır. Örneğin, bir saatlik bir toplantıya girdiğinizi düşünün. Bu toplantı size göre anlamsız ve gereksiz, odaya girerken bile ayaklarınız geri geri gitmek istiyor.” Şimdi bir de, bu toplantıdan sonra şu dört basit soruyla imtihana tabi tutulacağınızı varsayın: – Mutlu olmak için elimden gelenin en iyisini yaptım mı? – Bir anlam bulmak için elimden geleni yaptım mı? – Pozitif ilişkiler kurmak için elimden geleni yaptım mı? – Kendimi tam olarak bu toplantıya vermek için elimden geleni yaptım mı? Eğer böyle bir test olsaydı, puanınızı artırmak için toplantı sırasında kendi tutum ve tavrınızı nasıl değiştirirdiniz? “Bu soruyu dünyanın dört bir yanında sayısız yöneticiye yönelttim ve aldığım en popüler yanıtlar şunlardı; – Toplantıda daha olumlu bir tavır sergilerdim. – Toplantıyı birinin ilginç hale getirmesini beklemez, kendim bunu yapardım. – Sunum yapan kişiyi kafamda eleştirmek yerine, ona yardımcı olmaya çalışırdım. – Toplantı odasındaki bir kişiyle pozitif bir irtibat kurardım.” Bu taktiği sadece bir saatlik toplantılar için değil, mesainizin her bir saati için ayrı ayrı yapmaya çalışın. Bu sayede hem zihniniz hem de kalbiniz daha mutlu olmak için istemsizce gayret gösterecektir. Harcadığınız hiçbir saati geri alamayacağınızı hatırlayın. Kendi verimliliğiniz için kişisel bir sorumluluk üstlendiğinizde, şirketinize çok daha fazla fayda sağlayacaksınız. Üstelik daha mutlu bir çalışan olacaksınız. Kim bilir, belki de yeni bir iş arayışına bile son verebilirsiniz!Google Prompt hesap güvenliğini sağlayacak
Sayısız internet servisi ile günlük hayatın vazgeçilmez parçasına dönüşen Google, kullanıcıların hesap güvenliğini sağlamak için pratik ve etkili yeni bir yöntem geliştirdi. Google Prompt (Google İstemi) isimli yeni yöntem, dünyanın neresinde olursa olsun, eğer bir Google hesabına giriş yapılma girişimi gerçekleşirse, Google kullanıcısının cep telefonunda bir pencere açarak, giriş yapılmak istenen yer hakkında bilgi verecek ve girişe izin verip vermediğini soracak. Böylece kullanıcılar çalınmış şifreler nedeniyle kötü niyetli kişilerin hesaplarına girmesine engel olabilecek.
Yeni özellik Android’in Google Play servisine entegre edildi. Google Play’in son versiyonunu kullananlar bu güvenlik önlemini de kullanabilecekler. iOS kullanıcıları ise Google Arama uygulamasını indirip kurmak zorundalar.
Kullanıcılar yeni yöntemi geçerli kılmak için ayrıca Google Hesap Ayarları sayfasından, İki Adımlı Doğrulama/Google İstemi seçeneğini aktifleştirmek durumundalar. Google,yeni yöntemin ekran koruyucusu olan bir telefon üzerinde kullanılmasını da tavsiye ediyor. Böylece telefonu fiziksel olarak ele geçiren kişilerin, Google hesaplarına ulaşma şansı da ortadan kalkmış olacak.

Devlet daireleri de blockchain kullanmaya başlıyor!
Yakın dönemde nakitsiz toplum hedefine ne kadar yaklaştığını sizlerle paylaştığımız İsveç, bu kez de fintech teknolojileri alanında yeni ufuklar açacak bir atılıma imza atmaya hazırlanıyor. Bunun için yerel blockchain şirketi ChromaWay, danışmanlık firması Kairos Future ve telekom servis sağlayıcı Telia bir araya geldi ve tapu sicil süreçlerinin blockchain üzerinde nasıl işleyeceğini gösteren bir “proof of concept” çalışması hazırladı.
Dijital defter, açık araziyi ve yerleşim yerlerini aynı veritabanı üzerinde saklayarak, mevcut yöntemden daha kolay kullanımlı ve daha güvenilir bir sistem için zemin oluşturuyor. Alıcı ve satıcı anlaştığında, gerçekleşen işlem doğrudan blockchain üzerinde kaydediliyor ve ardından alıcı, satıcı, emlakçı, banka ve devlet, yani tüm taraflar aynı süreci tek noktadan takip edebiliyor.
Devlet dairelerinde blockchain dönemi başlıyor!
Tapu sicil işlemlerini kayda değer biçimde kısaltması beklenen blockchain teknolojisi sayesinde aylarca süren süreçlerin saatler, hatta dakikalar seviyesine inmesi teknik açıdan mümkün. Projede danışmanlık hizmeti veren Kairos Future’da Perakende ve Finans Direktörü olarak görev yapan Magnus Kempe, projenin ilk fazını bazı bankalarla test edip olumlu sonuç aldıklarını belirterek ekliyor: “Şimdi projenin ikinci fazına başlıyoruz. Bu aşamada tam ölçekli bir ortamda testlerimizi yapacağız. Projeyi sonbahar dönemine yetiştirmeye çalışıyoruz.” İsveç Tapu Sicili bürosu yöneticilerinden Mats Snall ise, mülk devrinin dijital dokümantasyonu sayesinde tüm tarafların işleme en yüksek derecede güvenlik altında onay vermesinin mümkün olduğunu belirtiyor. İsveç’te bu projeyi takip eden tüm taraflar; yeni sistemin mevcut yönteme oranla daha güvenli, daha hızlı ve hata yapma olasılığı çok daha düşük nitelikte olduğu konusunda hemfikir.Google’ın yeni hizmeti Türkiye’de nasıl tepki alacak?
Google’ın arama hizmeti artık hastalık semptomu arayan kullanıcılara, semptomlarla bağlantılı olasılı hastalıkları ve bu hastalıklara dair pratik tedavi yöntemlerini gösterecek.
Arama motorunun yeni hizmeti, detaylı semptom aramalarına karşı duyarlı olacak. Örneğin, “sol kolda karıncalanma ve göğüste ağrı” gibi bir semptomun kalp krizi belirtisi olduğunu haber verecek ve hastaya kanı sulandırıcı bir hap alarak derhal hastaneye yetişmesi gerektiğini söyleyecek. Aynı şekilde, çok daha basit hastalıklar hakkında da teşhis ve tedavi tavsiyelerinde bulunacak. Kullanıcı semptom olarak “Baş ağrısı, boğaz ağrısı, yükselen ateş ve burun akması” ifadelerini girdiğinde arama motoru bunun grip başlangıcı olduğunu söyleyecek ve tedavi için de, örneğin, “yüksek miktarda c vitamini ile desteklenen ateş düşürücülerin ve ağrı kesicilerin ilk aşamada hastayı rahatlatacağı” gibi bir bilgi verecek.
Yapay zeka konusunda da büyük yatırımları olan Google’ın, bu tür yapay zekalı dijital doktorlar yaratarak hastalıklar hakkında bilgilendirici içerikler sunduğu bir servis elbette dünya çapında da ilgi toplayacaktır ancak bu yeni servisin Türkiye’de yasaklanma ihtimali de bulunuyor.
Arama motoru devi her ne kadar tüm bu bilgilerin tamamen “bilgilendirme” amaçlı olduğunu ve hastanın mutlaka doktoruna danışması gerektiğini vurgulayacak olsa da Türkiye’de tıbbi alanda uzmanlığı olmayan, tıp doktoru olmayan kişi veya kurumların, hastalıklar hakkında tedavi tavsiyesinde bulunması yasak ve üstelik bu konuda medya organları üzerinde de büyük bir denetim ve caydırıcı ağır cezalar bulunuyor. Google’ın, online bir mecra olarak, kişilere tedavi tavsiyeleri vermesinin, mahkemelerce yasaya aykırı bir eylem olarak değerlendirilmesi ve arama motorunun erişime kapatılarak ceza ödemesine hükmedilmesi, çok uzak bir ihtimal değil.
Harvard Tıp Fakültesi ile işbirliği
Öte yandan şirket, olası semptomlar ve hastalık bağlantıları ile tedavi tavsiyelerini Harvard Tıp Fakültesi ile birlikte hazırladıklarını dile getiriyor ve bu açıdan bakıldığında, hizmetin tıp doktorları tarafından hazırlanmış bir online uygulama olduğu düşünülerek Türkiye yasalarına uygunluğu da savunulabilir. Yine de uygulama Türkçe olarak yayına girdiğinde, Türkiye’de önemli tartışmaları tetikleme potansiyeline sahip görünüyor.Bilet satın alma botlarına hapis cezası
ABD’de New York şehri, online bilet satış sitelerinden önemli etkinliklerin biletlerini toplu şekilde ve hızla satın almak için kullanılan bot yazılımlarını yasa dışı ilan etti ve kullananlar hakkında hapis cezası verileceğini duyurdu.
Bot yazılımları, New York şehri sakinlerinin uzun zamandır başını ağrıtıyordu. Şehirde düzenlenecek tüm önemli gösteriler, oyunlar, spor karşılaşmaları, konserler için online satış başladığı anda binlerce bileti satın alabilen bu botlar, salondaki en güzel yerleri kapıyor ve bu biletler daha sonra karaborsada yüksek fiyatlarla gerçek meraklılarına satılıyordu.
Üç senedir bu yazılımlar hakkındaki bir dava üzerinde çalışan mahkeme sonunda yazılımların yasa dışı ilan edilmesine karar verdi. Söz konusu bot yazılımları o kadar yaygındı ki, son dönemde New York’ta sıradan vatandaşların online bilet satın alma şansı kalmamıştı. Elbette online olarak satılan koltukları, gişelerden satmak da mümkün olmadığı için, New York halkının her türlü sanat, spor, konser, tiyatro etkinliği konusunda karaborsacılara mahkum kaldığını söylemek mümkün. Ünlü müzik grubu U2’nun New York’taki ünlü gösteri merkezi Madison Square Garden’daki konseri için satışa çıkan biletlerden en güzel koltuklara ait 1012’sinin sadece birkaç saniye içinde satın alınmış olması da durumun ciddiyetini gösteren önemli bir örnek.
New York ABD’nin en önemli kültür/sanat etkinliklerine sahne olan şehirlerinden biri ancak diğer şehirlerde de benzer sorunların yaşandığı rapor ediliyor ve New York’taki yeni ceza uygulamasının ABD’nin diğer şehirlerine de yayılması bekleniyor. Öte yandan, bu tür botların Avrupa’da veya Türkiye’de kullanıldığına dair henüz şikayet bulunmuyor.
ABD yüz tanıma teknolojisine henüz güvenmiyor
ABD’nin iç güvenlik kurumu FBI hakkında hazırlanan bir teftiş raporu, kurum içinde yüz tanıma teknolojisini geliştirmek için kurulan FACE (Facial Analysis, Comparison, and Evaluation) biriminin 411 milyon fotoğraf üzerinde tarama yaptığını ortaya çıkardı.
Rapora göre, FBI’ın fotoğraf veri tabanı, ABD’deki tüm devlet kurumlarının elinde bulunan fotoğrafları kapsıyor. Fotoğrafların arasında, tüm dünyadan yapılan vize başvurularındaki fotoğraflar da yer alıyor. Diğer bir deyişle, eğer daha önce ABD için vize başvurusunda bulunduysanız, yüz fotoğrafınız FBI’n veri tabanında bulunuyor.
FBI ayrıca, Next Generation Identification (NGI) isimli bir tanımlama sistemi üzerinde de çalışıyor. Parmak izi ve iris taraması gibi biyolojik tanımları da içeren NGI’ın diğer devlet servislerinin kullanıma açılması konusunda ise tartışmalar yaşanıyor. Bu servisler arasında sağlık, sigorta, vergi daireleri hatta bankalar/finans kuruluşları gibi güvenlik dışı hizmetler de yer alıyor. Ancak FBI’ın topladığı verilerin başka kurumların kullanımına açılması ABD’deki mahremiyet yasaları nedeniyle henüz mümkün değil.
FBI’ın bu sistemi kullanarak delil sunmasının önünde de yasal engeller bulunuyor. Bir mahkeme, iç güvenlik kurumunun FACE ve NGI’a dayanan delillerinin kabul edilmesinden önce, sistemin isabetli olduğunun ispatlanması gerektiğini vurgulayarak NGI hakkında yıllık raporlar tutulmasına ve isabet oranlarının incelenmesine karar verdi. Dolayısıyla FBI, FACE ve NGI’ı şimdilik soruşturma takibinde kullanacak ancak bu sistemden alınan veriler mahkemede delil olarak kabul edilemeyecek.
Bu 4 Hatadan Uzak Durun, LinkedIn’de Yıldız Olun
LinkedIn ipuçları sıralarken sürekli olarak “profesyonellere yönelik sosyal ağ” tanımlamasını kullanıyoruz. Burada geçen sosyal ağ ifadesi onun Facebook, Twitter veya Instagram ile aynı kategoriye konmasına neden olabilir. Ne var ki LinkedIn aslında Sarı Sayfalar’ın daha şık tasarlanmış ve daha erişilebilir halinden ibaret.
İnsanlar bu platforma iş bulmak, kariyerini bir üst basamağa taşımak için kaydoluyor. Madalyonun öbür yüzünde ise İK yöneticileri ya da bir sonraki çözüm ortağını arayan şirketler bulunuyor. Bu kitle de yetenekli personeli, başarısını kanıtlamış ajansları ve diğer çözüm ortaklarını arıyor. Kısacası herkes bir arayış içinde.
O nedenle LinkedIn’i karikatür paylaşmak için kullanmak, kariyeriniz açısından yapacağınız en büyük hatalardan biri olur. Elbette bu kadar bariz olmayan ve düzeltmek için bir kılavuza ihtiyaç duyabileceğiniz hatalar da var. Sarah Cronin, bu hataların dördünü ve çözüm yöntemlerini şöyle sıralıyor:
Hata 1: Doğru anahtar kelimeleri seçmemek
LinkedIn sosyal ağ maskesi altında gizlenmiş bir arama motorudur. İK yöneticileri veya çözüm ortağı arayan potansiyel müşteriler, diğer sosyal ağlarda olduğu gibi kedi videosu izlemek ya da tatil fotoğrafı paylaşmak için LinkedIn’e girmezler. Onların burada bulunmasının yegane sebebi; yeni yetenekler, yeni müşteriler ya da yeni yeni iş ortakları aramaktır.
Google’ın internet dünyasına arama konusunda öğrettiği en önemli ipucu, arama sonuçlarına yanıt vermenin, doğru anahtar kelimeleri seçmekten geçmesidir. Hedeflediğiniz sektör ve pozisyon her neyse, ona uygun anahtar kelimeleri profilinizin uygun noktalarına “ekmekten” geri durmayın.
Bunun için “Yetenekler” bölümü uygun bir başlangıç olacaktır. Profilinizdeki anahtar kelime sayısını en kolay buradan artırabilirsiniz. Ayrıca hedeflediğiniz sektöre özgü anahtar kelimeleri de profilinizin diğer bölümlerinde kullanmayı ihmal etmeyin. Burada atlamamanız gereken en önemli detay, şu an çalıştığınız iş için değil, sizi bulmalarını istediğiniz iş için uygun anahtar kelimeleri seçmektir.
Hata 2: Tüm profili üçüncü şahıs ağzıyla yazmak
LinkedIn’in sosyal yetenekleri, bir kişiyi diğerine bağlamakta gizli. Sıradan iş başvurularının aksine, burada yapılan her görüşmede karşınızda “Aday #21” değil, bir insan evladı var. Hal böyle olunca, bir özgeçmiş hazırlar gibi tamamı üçüncü şahıs ağzından yazılmış bir LinkedIn profili ihtiyaç duyduğunuz etkiyi sağlamayacaktır.
Elbette “Ben şunu yapıyorum, buradan mezun oldum…” gibi fazla kişisel yazmak da sonuç vermez. Bunun yerine profilinizi ziyaret eden kişiyle bir asansörde karşılaştığınızı düşünün. Onu etkilemek için sadece birkaç saniyeniz var, onunla konuşun ve kullandığınız her kelimeyi iyice ölçüp biçin. Neyse ki LinkedIn profili için birkaç saniye içinde bir şeyler üretmek zorunda değilsiniz. Gerekirse bir gününüzü bu işe ayırın ve akıcı, içinde “siz, sizin, size” gibi kullanımlarla diyalog formu verilmiş bir profil metni hazırlayın.
Hata 3: Standart bir davet metni kullanmak
İş dünyasında birine ulaşmak LinkedIn sayesinde o kadar kolay hale geldi ki; insanlar kuracakları bağlantının değerini ölçüp tartamaz oldu. Normal şartlar altında profesyonel ortamda yeni biriyle tanışacağınız zaman, iyi bir ilk izlenim bırakmak sizin için önem taşır. Özellikle bu kişi hedeflediğiniz iş alanında mühim biriyse.
Bu yüzden LinkedIn’de biriyle tanışırken yapılacak en büyük hata, “Merhaba, sizi LinkedIn’deki profesyonel ağıma eklemek istiyorum.” şeklinde yazılı standart davet metnini göndermek olacaktır. Burası Facebook değil, eklediğiniz her yeni isim sizin kariyerinizde bir adımı temsil ediyor olabilir. Bu nedenle o kişiye hak ettiği değeri verin ve davetiyenizi mutlaka özel bir mesajla iletin. Eğer bu kişi doğrudan kariyerinize destek olabilecek bir isimse, bu mesajda kendi sağlayacağınız faydalardan da bahsetmeyi ihmal etmeyin.
Hata 4: Tavsiyelere gerekli önemi vermemek
Özgeçmiş için referanslar bölümü neyse, LinkedIn için de tavsiyeler o işe yarıyor. Tavsiyeler sayesinde güvenilirliğinizi artırır ve rüştünüzü ispat edebilirsiniz. LinkedIn Yardım Merkezi bile bu konuda yaptığı açıklamada “İK yöneticileri ve yeni müşteri ya da iş ortağı arayanlar, tanıdıkları ve güvendikleri insanlar tarafından tavsiye edilen kişilerle çalışmak istiyor,” diyor.
Hem mevcut iş arkadaşlarınızdan hem de eskiden birlikte çalıştığınız kişilerden tavsiye isteyebilirsiniz. Bunu yapmanın en kolay yolu ise ilk olarak sizin bir tavsiye yazmanız, sonrasında dönüş beklemenizdir.
LinkedIn ipuçları ile profilinizin doğru kitleye ulaşmasını ve kariyerinize destek olmasını istiyorsanız, işe sık yapılan bu dört hatayı düzeltmekle başlayabilirsiniz.
IBM gece görüş patenti aldı
IBM, Goole Glass ile kullanılmak üzere pratik bir gece görüş teknolojisinin patenti aldı. Bu da, şirketin gece görüşlü Google Glass gözlükleri üretebileceğine dair beklenti oluşturdu. Diğer olasılıksa, Google Glass gözlükleri üretecek firmalara bu teknolojiyi lisanslaması.
Arttırılmış gerçeklik gözlüğü Google Glass, ev kullanıcılarının gündelik kullanımına yönelik geliştirilen bir ürün olmasına rağmen toplumdan aldığı tepki nedeniyle gündelik kullanımdan çekilerek, hastaneler, şantiyeler, teknik çalışanlar için özelleştirilmiş bir donanım olarak geliştirilmeye devam ediyor.
Yeni gece görüşü yeteneği ise Google Glass ile düşük ışık ortamında çalışan mühendislerin, teknisyenlerin, alt yapı işleriyle uğraşan kamu çalışanlarının ortamı daha rahat görmesini sağlayacak.
IBM’in yeni teknolojisinin Google Glass’a ne zaman adapte edileceği veya bu yeteneğe sahip Google Glass’ların ne zaman piyasaya çıkacağı ise henüz belli değil.
50 milyon dolarlık topluluk fonunu çaldılar!
Topluluk tarafından fonlanabilecek bir risk sermayesi oluşturarak, yatırımcıların hangi projelere fon aktarılacağını kendilerinin belirlemesini sağlamak hiç kuşkusuz kulağa oldukça yenilikçi gelen, heyecan verici bir fikir. Üstelik projeyi bankacılık sisteminin yüklerinden arındırmak için gerçek para yerine kripto para kullanmak da dahice bir yaklaşım.
Yatırımcılar böylesi bir fikre oldukça sıcak baktı ve tarihin en büyük topluluk fonlamalarından biri sonucunda 150 milyon dolarlık risk sermayesi oluşturuldu. Sürpriz bir başarı hikayesi yazılıyor derken, devreye kötü niyetli kullanıcılar girdi…
Stephen Tual ismini bir ay öncesine kadar bilen çok fazla kimse yoktu. Ancak Mayıs ayında kurduğu Decentralized Autonomous Organization (DAO) adını taşıyan “kendi kendine çalışan” risk sermayesiyle bu genç girişimci, kripto para (cryptocurrency) dünyasının parlayan yıldızına dönüştü. DAO yatırımcılardan dolar veya diğer para birimleri yerine, tıpkı Bitcoin gibi bir kripto para olan Ethereum ile ödeme yapabiliyordu. Tüm para dijital dünyada var olduğu için, herhangi bir hükümet veya bankanın müdahalesine gerek kalmıyordu.
DAO bir başarı hikayesi olarak başladı ama…
Her yatırımcı, yatırımına bağlı sayıda bilet kazanıyor ve bu biletlerle DAO platformunun fonlayacağı projeleri belirlerken oy kullanabiliyordu. Projeler getiri sağlarsa herkes kazanıyordu. Böylelikle fonların yönetimi için bir lidere ya da CEO’ya gerek kalmıyordu. Yatırımcılar, riziko ettikleri para (Ethereum) ölçeğinde yatırımın hangi projelerde kullanılacağına kendileri karar veriyordu. Böylesi basit bir sistem, pek çok yatırımcıyı kendine çekti ve DAO’ya adeta “ether” yağdı. Henüz bir hafta öncesine kadar, 150 milyon dolar değerinde Ethereum bu platform üzerinde fon olarak birikmişti bile. Ne yazık ki bu başarıyı yakından takip eden tek kitle basın değildi; hacker’lar da sistemin açıklarını kollamaya başlamıştı. Geçtiğimiz günlerde, DAO platformunun Ethereum kripto para birimini kullanma yöntemiyle ilgili potansiyel açıkları olabileceği ortaya çıktı. Bu fona yatırım yapan biri parasını geri çekmek istediğinde yapması gereken; ikinci bir hesap açıp, ether’ini bu hesaba transfer etmekti. Ardından 27 günlük bir bekleyiş sonucunda sahip olduğu para başka yerlerde kullanılabilir hale geliyordu. Bu sistemin açığı ise, kötü niyetli kullanıcılara yatırdıkları paradan çok daha fazlasını çekebilme olasılığı sunmasıydı.53 milyon doları kim çaldı?
Geçtiğimiz haftalarda bu sorunu gündeme getiren yatırımcılara kulak veren geliştirici Stephen Tual, hızlı bir çözüm üretti ve sorunun çözüldüğünü iddia etti. Önceki gün yaşanan skandal ise Tual’in yanıldığını gösteriyordu; bir kullanıcı ikincil DAO hesabına 53 milyon dolar değerindeki Ethereum’u aktarmayı başardı. Eğer bahsi geçen 27 günlük süre içinde bu soruna bir çözüm üretilmezse, bu para kripto para ekosistemi içinde (büyük ihtimalle hırsızıyla birlikte) kaybolup gidecek. Konuyla ilgili çalışmalar sürerken, Ethereum Vakfı kendi çözümüyle masaya geldi: DAO’nun temelindeki yazılımı ‘fork’layarak, izole hale getirmek ve hacker’ın gerçekleştirdiği işlemin yetkisini kaldırmak. Bu adımın ardından çalınan 53 milyon dolarlık Ethereum tekrar DAO’ya aktarımını sağlayacaklar. Ne var ki böylesi bir müdahale, DAO’nun varlık sebinin sorgulanması için yeterli. Yatırımcıların bu sisteme akın etmesinin tek sebebi, merkezi bir yapının olmaması ve tüm süreçlerin kendi kendini yürütecek şekilde tasarlanmasıydı. Bu gibi sorunlarla karşılaşıldığında masaya ağırlığını koyacak bir merkezi otorite olacaksa, bu Ethereum Vakfı ya da bir başkası olabilir, o zaman DAO’nun tüm büyüsü kaybolur.Ethereum’un geleceği karanlık
Öyle ki Inc.com haberine göre yatırımcılar, gerçekleşen hırsızlıktan daha çok böylesi bir dış müdahalenin düşünülmesine tavır almış görünüyor. Çoğu yatırımcı, böylesi bir uygulamanın merkezi sistemi olmayacak şekilde tasarlanan bir sistem için tehlike arzettiğine inanıyor. Hatta çalınan paranın 27 gün sonra kaybolmasını, merkezi bir otoritenin kuralları belirlemesine tercih ettiklerini belirtiyorlar. Üstelik sadece DAO değil, tüm kripto para ekosistemi merkezi otoriteden uzak durmak isteyen yatırımcılar sayesinde dönüyor. Bu nedenle Ethereum Vakfı’nın da yazılımı fork’lama ve kaybolan parayı geri getirme konusunda tek taraflı bir karara varması mümkün değil. Ethereum kurunu destekleyen bilgisayarları çalıştıran sayısız insanın da ikna edilmesi gerekiyor. DAO skandalı nasıl bir sonuca ulaşacak, bunu 27 gün içinde öğreneceğiz. Ancak kesin olan bir konu var ki; lidersiz bir risk sermayesi deneyi başarısızlıkla sonuçlandı. DAO kurucuları dükkanı kapatıp yatırımcıların parasını geri ödemekten başka çıkış yolu görmüyor. Ethereum ise yaşanan olayların ardından dolar karşısında yüzde 33 değer kaybederek dibe vurdu. Bakalım yaşanan bu fiyaskonun ardından kripto para dünyasında dengeler nasıl değişecek…BMW otonom sürüş topuna girdi!
Alman otomotiv devi BMW, rakiplerinin otonom sürüş teknolojilerindeki çalışmalarına daha fazla kayıtsız kalamadı ve şirketin elektrikli/temiz otomobil teknolojilerini geliştiren Ar-Ge ekibini otonom sürüş teknolojilerine odaklama kararı aldı.
BMW’nin yönetim kurulu üyesi Klaus Fröhlich’in yaptığı açıklamada, otonom sürüşün otomotiv endüstrisini yeniden şekillendireceği vurgusu da dikkat çekti.
Bundan sonra markanın “i” harfiyle tanımladığı otomobil serisinin, otonom sürüş teknolojileriyle geliştirileceğinin altını çizen yönetim kurulu üyesi, şirketin rakipleri gibi bir otomobil paylaşım uygulamasına sahip olup olmayacağı sorusuna ise yanıt vermedi.
Otomobil üreticileri, otonom sürüş teknolojileri standart hale dönüştüğünde büyük şehir sakinlerinin otomobil satın almaktan vazgeçmesini bekliyorlar. Büyük şehirlerde otomobil satın almak yerine, Uber gibi otomobil paylaşım servislerinden otonom/robot bir otomobili evin kapısına kadar çağırmak daha avantajlı olacak. Dolayısıyla General Motors Lyft’i satın almışken, Volkswagen Gett’e yatırım yaptı, Toyota ise Uber ile ortaklık anlaşmasını imzalamış bulunuyor.
Otomobil üretme planları olan Apple ise Çin’in en büyük araç paylaşım uygulaması Didi Chuxing’e 1 milyar dolar yatırdı, aynı hesaplar içinde olan Google da kendi araç paylaşım uygulaması Waze Rider’ı yayınladı.
Şimdi Alman otomobil devlerinden de benzer şekilde, kendi uygulamalarını duyurmaları bekleniyor.
ABD’de Airbnb nefreti yükseliyor
Ev sahiplerinin evlerini veya evlerindeki belli odaları, kısa süreliğine ve düşük fiyatla kiraya vermesini amaçlayan, bu sayede turistlerin kalacak yer sorununu ekonomik olarak çözmesiyle ünlü ev paylaşım uygulaması Airbnb, ABD’de çok büyük tepkiler almaya başladı.
Önce San Francisco’da başlayan protestolar şimdi de New York’a sıçramış durumda. San Francisco’da, şehir meclisinin Airbnb’yi yasaklamak için oylama yapmasına kadar giden süreçte protestocular şehirdeki ev fiyatlarının Airbnb yüzünden aşırı şekilde arttığından şikayet ediyorlardı.
Aslında ev sahiplerinin, kendi yaşadıkları evin içindeki bir odayı uygun fiyatla ve kısa süreliğine kiralaması mantığı ile hayata geçen Airbnb kısa sürede ev sahiplerinin içinde yaşamadıkları boş evleri de kiraya vermek için kullandıkları bir mecraya dönüştü. Boş evlerini Airbnb üzerinden günlük/haftalık kiraya vererek, aylık kiralamadan çok daha fazla para kazanmaya başlayan ev sahipleri bu işi düzenli bir ticari operasyon haline getirince, hem şehirde yaşamak için kiralık ev bulmak zorlaştı hem de ev sahipleri vergi ödemeyen, ticari kaydı olmayan, korsan otel işletmecilerine dönüşerek vergi kaybına neden olmaya başladılar. Elbette resmi turistik otel işletmeleriyle haksız rekabet yapmaları da işin bir diğer yönü.
Dolayısıyla Airbnb’den, kullanıcıları dışında herkes şikayetçi olmaya başladı ve San Francisco’da çok büyük eylemlere neden olan ev paylaşım uygulaması şimdi de New York sakinlerinin tepkisini topladı. New York’ta da ev kiraları abartılı bir şekilde yükselmeye başlayınca halk sokaklara döküldü. Protestocular belediye başkanından Airbnb’nin efektif şekilde engellenmesini istiyorlar. Aslında New York’ta, tüm bir evi 1 aydan az süreliğine kiralamak yasa dışı kabul ediliyor. Şehir Airbnb’nin kiraları yükseltmemesi için bu kararı çıkarmış durumda ancak uygulamada sıkıntılar yaşanıyor ve ev sahipleri evlerini diledikleri gibi kiraya veriyorlar.
New York yasalarına göre, ev sahibi kendi oturmadığı evini bir aydan az süreliğine kiraya verecek olursa, ilk yakalamada 1000 dolar ceza ödüyor. İkinci yakalamada 5000 dolar, üçüncü ve sonrasında ise 7500’er dolar ceza alıyor. Ancak ev sahiplerini durdurmak mümkün değil. “Ben de bu evde oturuyorum, burası yazlık evim, dinlenme evim, bir odasını home-ofis olarak kullanıyorum, Airbnb’den gelen misafir diğer odada kalıyor, ben bir haftalığına tatile/yazlığa/diğer evime gittim, bu sırada misafirim evde kaldı” şeklinde beyan veren ev sahipleri, minareyi kılıfına uydurarak oturmadıkları evlerini günlük/haftalık kiraya veriyorlar.
Airbnb, kira fiyatlarının son derece yüksek olduğu şehirlerde kiralık ev arayan halkın ve resmi otellerin yeni kabusu olmuş durumda ve New York protestoların yükseldiği son şehir olmayacak gibi görünüyor.
Airbnb yöneticileri ise yaşananlardan çok rahatsız. Şirket, ev sahiplerini yasa dışı kiralamaya karşı uyarmasına rağmen uygulamanın amacı dışında kullanılmasını önleyemiyorlar. Şirketin en büyük korkusu, Berlin’de olduğu gibi uygulamanın kullanımına toptan yasak getirilmesi.
Warren Buffett’in başarı sırrı
LaGuardia Topluluk Koleji’nde geçtiğimiz Salı günü düzenlenen mezuniyet töreni, iş dünyasının devlerinin akınına uğradı. Goldman Sachs’in 10.000 Küçük İşletme adını verdiği yeni girişimci yetiştirme programının 20. mezuniyet töreni yine burada gerçekleşiyordu.
Dünyanın en varlıklı insanları listesinin zirvesinden inmeyen, Berkshire Hathaway’in 85 yaşındaki CEO’su Warren Buffett da girişimcilik maratonunun henüz başında bulunan bu çiçeği burnunda iş adamlarına bir konuşma yaptı. Ticaret kanunlarından yetenek alımlarına, siber güvenlikten girişimcilik serüvenlerine kadar pek çok konunun farklı isimler tarafından konuşulduğu etkinlikte Buffett, her girişimcinin ustalaşması gereken bir ipucu verdi:
“Yarın sabah uyandığınızda, aynaya bakın ve bir rujla ‘müşterime haz vermeliyim’ yazın, ‘müşterimi memnun etmeliyim’ değil.” Son aldığı otomobilin kaç para olduğunu hatırlamadığını, ancak satın alma deneyimini çok iyi hatırladığını anlatan işadamı, işletmelerin ‘haz verdiği’ her müşteriyi ücretsiz çalışan birer satışçı olarak görebileceklerini söyledi: “Siz onlara memnuniyetin bir adım ötesinde bir haz sağlarsanız, ürünlerinizi almak için geri gelirler ve bu ürünlerden diğer insanlara da tutkuyla bahsederler.”
Warren Buffett, Amazon CEO’sunu örnek verdi
Silikon Vadisi’nin zirvesindeki isimlerden Amazon Kurucusu Jeff Bezos için ‘müşterisine haz vermeyi bilen ideal bir örnek’ benzetmesi yapan Buffett, Bezos’un 20 yıl önce çok küçük bir işletmenin başında olduğunu hatırlattı ve anlatmaya başladı: “Ancak her gün müşterilerine haz vermek için ne gerekiyorsa yaptı; daha hızlı kargo, daha düşük fiyatlar… Üstelik bugün bile hala tek düşündüğü şey müşterilerine haz vermek; o bundan asla vazgeçmiyor.” Inc.com’da Helena Ball imzasıyla yayınlanan makalede bir diğer milyarder, kendi soyadını taşıyan dev finans şirketinin kurucusu ve mevcut CEO’su Michael Bloomberg de Warren Buffett ile aynı fikirde görünüyor: “Müşteri her şey demektir. Ancak bir şirketin en büyük gücü çalışanlarıdır. Her türlü ayrı ofisten kurtulun; çalışanlarınızın arasında oturmanız gerekiyor. Duvarları yıkın; açık bir ofis planı yapın. Şirkette ben bunu uyguladım ve tek bir kişiden 20 bin personele ulaşmamda açık ofis politikasının büyük katkısı olduğunu düşünüyorum.”Jack Dorsey: “Çalışanlarınızla iletişim kurun”
Aynı etkinlikte söz alan bir diğer isim, Twitter ve Square kurucusu Jack Dorsey de çalışanlarınızla sürekli olumlu diyalog kurmanız gerektiğini hatırlatıyor; “İyi insanları şirketinize çekmek için, amacınızın ne olduğu konusunda iyi bir fikriniz olması gerekiyor.” Şirketinizin hedefi ve gayesi nedir? Doğru yolda olduğunuz ve yoldan saptığınız noktalar nelerdir? Twitter CEO’su bu konuda çalışanlarıyla sık sık fikir alışverişi yapmaktan çekinmediğini anlatıyor: “Neden buradasın?” diye sormaktan çekinmeyin. “Eğer ortak bir gaye için duyulan tutku görürsem, her türlü becerinin öğretilebileceğini bilirim.”NASA elektrikli uçak işine giriyor
NASA, petrol ekonomisinin sona yaklaştığının farkında olsa gerek, elektrikli araç geliştirme yarışına yeni bir uçak prototipi ile katıldı. X-Planes isimli eski uçak geliştirme programına geri dönen uzay ajansı, yeni projede ilk deneysel uçak olan Maxwell X-57’yi geliştirdi.
X-57’nin kanatları arasında 14 küçük elektrikli motor bulunuyor, en dıştaki iki motor ise diğerlerine oranla daha büyük boyuttalar. Küçük motorlar, uçağın inişi ve kalkışı sırasında gerekli güç ve kontrolü sağlarken, uçak uçuş yüksekliğine çıktıktan sonra sadece kanat uçlarındaki iki büyük motorla uçmaya devam edebiliyor.
ABD’nin uzay ajansı, elektrikli uçaklar vasıtasıyla yakın gelecekteki araştırma çalışmaları için ihtiyaç duyacağı uçak filosunda önemli tasarruf yapmayı planlıyor. Saatte 280 km hız yapabilen 4 kişilik uçak, standart uçaklara göre çok hızlı sayılmaz ancak NASA mühendislerini çeşitli bölgelerdeki araştırma çalışmaları arasında götürüp getirmek için ideal bir çözüm oluşturacak. Bakımı kolay, inişi, kalkışı kolay, yakıt masrafı çok küçük olan bu uçaklar sayesinde NASA hava alanı olmayan noktalarda düzlük alanlara bile kolayca inip kalkabilecek.
Henüz test aşamasında olan X-57 aynı zamanda ABD uzay ajansının 10 yıl süren elektrikli uçak çalışmalarının son aşamasını temsil ediyor. Uçağın isminin X ile başlaması da bir rastlantı değil, ABD’de devletin 1947 yılında başlatmış olduğu X Planes programı, yeni uçaklar geliştirme amacını taşıyan bir program ve programda bugüne kadar 56 uçak modeli denendi. ABD uzay ajansı, elektrikli uçaklar konusunda yeni prototipleri de geliştirdiğini altını çiziyor. Yani yakında başka X uçakları da göreceğiz.