Uzmanlardan Cryptolocker uyarısı

0
Bir dolandırıcılık yazılımı olan Cryptolocker, kısa bir aradan sonra bu kez 2.0 sürümü ile yine verileri tehdit ediyor. Gönderilen bir e-postanın açılmasıyla, bu gizli fidye yazılımı bilgisayara bulaşıyor ve tüm verileri şifreliyor. Ekranda ise şifreyi çözmek için binlerce dolar ödemek gerektiğini yazan bir mesaj beliriyor. Düzenli yedek alınmadığında, kullanıcının başı büyük dertte olabilir. Fidye yazılımı olarak adlandırılan Cryptolocker tarzı kötü niyetli yazılımlar, bilgisayar kullanıcıları açısından en korkutucu dijital saldırılar arasında yer alıyor. Açılan bir e-posta eklentisinin ardından birden bire, ekranınızda bir uyarı, para talebi içeren bir yazı ya da fidye ödeyene kadar dosyalarınızın kilitli kalacağını belirten bir mesaj görebilirsiniz. Verileri şifreleyen siber suçlular, şifre anahtarı için akıllarına esen miktarda para talep edebiliyor. Üstelik, eğer zamanında ödemezseniz de üretilen anahtar geçerliliğini yitiriyor ve verilerinize bir daha asla ulaşamıyorsunuz. Yedek hayat kurtarır Dünyanın önde gelen yedekleme ve iş sürekliliği çözümleri sunan StorageCraft’ın Türkiye Ürün Müdürü Can Erginkurban’a göre, verilerini düzgün şekilde yedekleyen ve yedeklerini şirket ağı dışında saklayan işletmeler için bu tür sorunlar ölüm kalım meselesi haline gelmiyor. Sunucu veya kişisel bilgisayar fark etmeksizin yedeklerden geri dönmenin bu kullanıcılar için sıkıntı oluşturmadığını belirten Erginkurban, “Düzenli aralıklarla yedek almak bu tür sorunların üstesinden gelmenin en önemli yöntemi. Birçok iş ortağımızdan aldığımız geri bildirimler, StorageCraft ShadowProtect ile alınmış yedeklerin çoğu kez işletmelerin hayatını kurtardığından bahsediyor.” İlk değil, sonuncu da olmayacak Can Erginkurban, “2013’de hızla yayılan Cryptolocker, 2014’ün son aylarında da tekrar ve özellikle de Türkiye‘de agresif yayılma gösterdi” diyerek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Esasen, Cryptolocker bu türden ilk tehdit dğil ve sonuncusu da olmayacak. Antivirüs yazılımları bu tehditleri durdurabilmek için çok önemli işlev üstleniyor. Fakat antivirüs uygulamaları, çalışanlardan birinin kendi makinesine bir dosya indirmesine engel olmuyor. Dolayısıyla bu türden tehditleri bertaraf etmek için ShadowProtect ile kolayca zamanda noktalar oluşturabilir ve bilgisayarınıza virüs bulaşmadan hemen önceki duruma geri dönebilirsiniz. Düzenli olarak alacağınız yedekler, sisteminizi göz açıp kapayıncaya kadar eski haline döndürebilmenizi sağlar ve paranız cebinizde kalır.”

Formula 1’de kazanan BlackBerry mi oldu?

1
Bilindiği üzere. Birçok teknoloji şirketi Formula 1 takımlarına sponsor olarak destek veriyor. İlk aklımıza gelenler; Mercedes-BlackBerry, KasperskyFerrari, Caterham-Dell-Intel, McLaren-SAP ve Lotus-EMC işbirlikleri. Tabii bu takımlar arasına her yıl olduğu gibi bir tane birinci çıktı ve Mercedes takımı bu yılı hem takımlarda hem de pilotlarda şampiyonlukla kapatmayı başardı. Almanya kaybettiği için kaybetmek Çoğumuzun bilinçaltına kazınmış bir deyimdir ara başlıkta kullandığım. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu, Almanya ile müttefik olduğu ve Almanya da savaşı kaybettiği için kaybedenler kulübünde yer almıştı. Ancak bu defa tersi oldu ve Almanlar Formula 1’i kazandığı için Anadolu doğumlu bir Kanada vatandaşı tarafından kurulan BlackBerry de kazanmış oldu. Tabii bu kazanım yapılan sponsorluk anlaşmasının ve ödenen sponsorluk ücretinin geri dönüşü anlamında bir kazanım. BlackBerry bu sponsorluğu sonuna kadar iyi değerlendirdi ve markla algısına katkı sağladı. Ancak kazın ayağı tam da öyle olmayabilir. Teknolojiyi yakından takip eden okuyucularımız hem TechInside’da hem de ShiftDelete.Net’te yazdığımız BlackBerry haberlerinden şirketi pek de iç acıcı günler beklemediği detayını yakalamıştır. Öte yandan neredeyse 4-5 yıldır hakkında; battı, batacak, yeniliklere ayak uyduramadığı için yok olacak şeklinde dedikodular çıkan bir şirketin bu kadar uzun soluklu sektörde kalması da bence işin en ilginç tarafı. Ya nefeslerini tutacak çok paraları varmış ya da birileri bizi kandırıyor. İyi bir hafta olması dileklerimle…

2015 Dijital pazarlama öngörüleri

2
Ben de bu bağlamda 2015’te beklenen dijital pazarlama trendlerini derlemek istiyorum. Öncelikle geçtiğimiz yıl da büyük etkisini gördüğümüz geleneksel pazarlamacıların dijitale kayması daha da büyük ivme kazanacak, ayrıca dijitale kayan pazarlama uzmanları içerisinde, teknolojinin DNA’sını özümsemiş olanlar ile dijitalleşmeye yeni yeni ısınanlar arasında farkın daha da büyüyeceğini söyleyebilirim. Firmalar açısından 2015’te dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan biri şeffaflık. Tüketici gözünde güvenilir ve samimi algılatacak kampanya ve paylaşımlar eskisinden çok daha önemli hale gelecek. Yapılan bu kampanyaları müşteri odaklı hale getiren markalar kazanan taraf olacak. Zira küresel markalar bile geleneksel olarak kitleleri hedef alan kampanyalar yerine daha kişiselleştirilmiş, yerel ve bölgesel hedeflemeler ile pazarlama stratejileri geliştirecek. Artık müşterilerin bir çoğu mobil dünyada yaşıyor. Hal böyle olunca mobil dostu kampanya ve reklam stratejileri bir kat daha önem kazanacak, mobil demişken sosyal medyayı da es geçmek olmaz. Sosyal medyada aktif olan, sosyal medyayı sadece facebook ve twitter’dan ibaret olmadığını anlayan marka sayısı artacak. Dolayısı ile, snapchat, vine, pinterest gibi alternatif sosyal medya mecralarının değeri aynı paralellikte artacak. Dijital pazarlamada gelecek yıl da içerik kral olacak. Özgün içerikler üreten, içerik pazarlamasına önem veren markalar hem sosyal medyada hem de diğer mecralarda bir adım öne çıkacaklar. İçerik demişken, önümüzdeki sene en etkili içerik çeşitlerinden biri videolar olacak. Özellikle facebook’un video paylaşımarı öne çıkaran son algoritma güncellemesi ile daha trend hale gelen mobil video içerikler, 2015’te önemli bir dijital pazarlama silahı olacak. Markalar müşterilerinin davranışlarını analiz etmek için daha yüksek bütçeler ayıracaklar. Bunun sonucunda kullanıcı deneyimlerinden yola çıkılarak yapılan kampanyalar daha çok etkileşim sağlayacak. Sonuç olarak 2015 dijital pazarlaması, rekabetin artacağı, müşterinin odak noktası haline geleceği, kısaca herşeyin markalar için çok daha zorlaşacağı bir yıl olacak. Müşteriler ise sevdikleri markalara kendilerini daha yakın hissedecek, daha çok seslerini duyuracak ama daha zor memnun kalacak.

BizCloud şimdi Türkiye’de

0
CSC’nin Hizmet Olarak Bulut Altyapısı alanında Gartner tarafından Liderler Quadrant’ında gösterildiğini hatırlatan CSC Türkiye Genel Müdürü Alev Alp Esen, BizCloud’un da gelişmiş özellikleri ile buluta yeni bir soluk getirdiğini söyledi. Özel bir bulut kurmanın kurumlar açısından karmaşık ve maliyetli bir süreç olduğuna dikkat çeken Alev Alp Esen, “BT sektöründeki hızlı değişim de hesaba katıldığında, kurulan bulutun kısa süre içinde eski teknoloji bir yapıya dönüşme riski var. Kurumlar, bu ve benzeri nedenlerle kendi bulut altyapılarını kurmak yerine, ‘kullandığın kadar öde’ modeli ile sunulan, güvenlik ve uyumluluk gibi konularda sorun yaşamayacakları özel bulutlara yöneliyorlar” dedi. Alev Alp Esen, BizCloud’un 10 hafta gibi çok kısa bir süre içinde kuruluma hazır hale geldiğini vurgulayarak, “BizCloud, isteğe bağlı olarak kurumun kendi veri merkezine kurulabileceği gibi, CSC’nin dünyanın farklı bölgelerindeki veri merkezlerine de kurulabiliyor. BizCloud, açık bulutun sunduğu “kullandığın kadar öde” ölçeklenebilirliğini özel bulutun gizlilik, güvenlik ve kontrol özellikleri ile bir araya getiriyor. Bu sayede, güvenlik gibi endişeler nedeniyle kendi özel bulutunu kurmak için yaklaşık 10 ay beklemek zorunda kalan ve bu arada çok büyük harcamalar yapan kurumlara benzersiz bir alternatif olarak öne çıkıyor” dedi. Hiçbir sermaye yatırımı gerektirmeyen CSC BizCloud, standart tarife üzerinden bir hizmet olarak faturalandırılıyor. CSC, kurumların sadece 2,5 ay içinde güvenli ve esnek bir özel bulut çözümüne kavuşmalarını sağlayan BizCloud ile birlikte herhangi bir olumsuzluk durumuna karşın felaket kurtarma hizmetlerini de sunuyor. Altyapının 7/24 izleme, bakım ve destek hizmetleri CSC tarafından veriliyor. Çözüme entegre sanal güvenlik duvarları ve CSC’nin siber güvenlik alanındaki deneyimi, güvenliğe ilişkin tüm soruları da ortadan kaldırıyor.

Apple iPad’i nasıl kurtarabilir?

3
TechInside Analizi:  Daha önce Phabletler’in neden tabletleri öldüreceğine dair bir analiz yayınlamıştık. Bu durumdan en çok etkilenen tablet pazarının lideri konumundaki Apple’ın iPad ürün ailesi olabilir. Apple’ın bu olası tehlikeden kurtulması için önündeki tek seçenek yenilikçilik ile çok daha gelişmiş teknolojileri kullanıcı ile buluşturmasından geçiyor. Aksi takdirde Apple kendi oluşturduğu pazarın çöküşü ile önemli bir cephede kaybedebilir.
iPad uzun değiştirme döngüsü adı verilen bir şeye sahip ve bu da tüketicilerin Apple her yeni iPad çıkardığında yeni bir model almaya çok gönüllü olmadığı anlamına geliyor. Bazı tüketiciler ilk nesil iPad’lerinden bile memnun! Fakat Apple’ın satışları hızlandırmak için bir sonraki iPad’e ekleyebileceği oldukça özellik var. Kırılmaz camdan değiştirilebilir pile kadar bir sonraki iPad’i devrimsel bir cihaz olarak niteleyebilecek özellikleri inceledik. sapphire-glass Safir Cam. GT Advanced Display’in ultra dayanıklı safir camını iPhone 6’nın ekranında göreceğimizi düşünüyorduk fakat Apple onu sadece kamerada kullandı. Safir Cam çizilmeye önceki iPhone modellerinde kullanılan Corning’in Gorilla Glass’ından çok daha dayanıklı. iPad’e bir safir cam güncellemesinin iyi geleceğini düşünüyoruz. Bu, şirketin tabletin dayanıklılığı hakkında endişelerini de giderecektir. Ne yazık ki Apple’ın ana safir tedarikçisi iflasını verdi. İşi başka bir şirketin üstlenmesi gerekecek. a-reversible-usb-charger Ters de takılabilen USB kablosu. Ters takılabilen bir USB kablosu özellikle tabletleriyle yapışık olan insanlar için iPad’in kullanıcı deneyimini iyileştirecektir. Kablosuz Şarj. Hazır şarj kablosu konusundayken: kablosuz şarj bir sonraki iPad için büyük bir avantaj olacaktır, sadece kolaylık konusunda bile. Teknoloji hali hazırda mevcut, Apple’ın sadece bunu kitlelere ulaştırması gerekiyor. an-even-higher-resolution-screen Daha da yüksek çözünürlük. iPad Air 2 şimdiden 264 PPI (inç başına düşen piksel) değerine sahip, fakat “gereğinden fazla piksele sahip ekran” diye bir şeyin olmayacağını düşünüyoruz. iPhone 6 Plus’ta PPI değeri 401! Hedef sayı bu olmalı. Daha uzun pil ömrü. iPad Air 2 10 saatlik pil ömrüne sahip fakat daha da iyi bir pil ömrünün hem tüketicileri hem şirketleri kendine çekeceğini düşünüyoruz. a-replaceable-battery Değiştirilebilir pil. Daha uzun bir pil ömrünün dışında değiştirilebilir pilin iPad kullanıcıları için büyük bir nimet olacağını düşünüyoruz. Bu iPad’in değiştirilme döngüsünü arttıracağından Apple’ın aradığı kurumsal siparişleri teşvik edebilir. Çıkartılabilir hafıza. Apple’ın iPad’e yakın zamanda çıkartılabilir hafıza ekleyeceğini düşünmememize rağmen bu tableti kişiselleştirmeyi çok daha kolay ve tabletin kendisini çok daha ucuz yapabilir. a-better-front-facing-camera Daha iyi bir ön kamera. iPad bir video konferans aracı olarak yüksek potansiyele sahip fakat bu deneyim sadece iPad’in ön kamerası kadar iyi olabilir. Bir kamera güncellemesi şu erken sabah toplantılarını daha çekilir kılabilir. Daha fazla renk seçeneği. Apple ürünlerini gümüş, gri ve altın gibi şık renklerle sunmak istiyor, peki ya kırmızı iPad olsa? Apple’ın Apple Watch’ta sunduğu kadar kişiselleştirme seçeneğini iPad’in de hak ettiğini düşünüyoruz. more-color-options Apple Watch’taki gibi dokunsal geribildirim. Dokunsal geribildirim, yani bir şeye dokunduğunuzda telefonunuzun titremesi, yazı yazmak gibi şeyler için çok iyi olacaktır. Bu belge düzenlemenin ön plana çıktığı iPad için özellikle geçerlidir. Bu teknoloji hali hazırda Apple Watch’ta mevcut ve ilk kez iPad Air 3’te bulunsa harika olurdu. a-programmable-home-button Programlanabilir ana ekran tuşu. Ana ekran tuşu zaten Siri ile konuşmak veya kullanıcıları ana ekrana geri döndürmek için kullanılıyor ama biz ana ekran tuşunun durumlara özel fırsatlar barındırdığını düşünüyoruz. Mesela o tuşa üç kere basıldığında kamera açılacak şekilde ayarlamayı istemez miydiniz? Veya iki uzun basışın Spotify uygulamasını açmasını? waterproof Suya dayanıklılık. Tüm bunların üzerine su geçirmez bir iPad muhteşem olurdu. Samsung şimdiden telefonlarını su geçirmez olarak sunmaya başladı. Elbette bu özellik tabletin şık tasarımını bozma pahasına gelmemeli ama Apple fanlarının bir sonraki ana ürünü için sıraya girmelerine yetecek bir başka sebep olabilir.
Bu yazının orjinali BusinessInsider’da yayınlanmıştır.

Çalışanlarınıza saygı gösteriyor musunuz?

0
TechInside Analizi:  Her ne kadar bu haber teknoloji ile doğrudan alakalı değil gibi görünse de aslında yenilikçilik ve çalışanlara saygı arasında çok büyük bir ilişki bulunuyor. Dünyanın en büyük teknoloji şirketlerinde çalışanların rahat bir şekilde çalışması üretkenliği tetikliyor ve kendini mutlu hisseden çalışanların ortaya çıkardığı yenilikler dünyaya yön verebiliyor.
Çalışanlarınızla etkileşime girdiğinizde onlara saygı göstermeniz inanılmaz derecede önemlidir. Çok bariz bir durum olmasına rağmen yeterli sayıda patron maalesef bunu yapmıyor. Harvard Business Review’in geçtiğimiz sene 19,000 kişiyle yaptığı bir ankette, ankete katılanların yüzde 54’ü liderlerinden yeteri kadar düzenli aralıklarda saygı gördüklerini hissetmediklerini söyledi. Anketin işaret ettiğine göre saygı eksikliğinin çalışanlar için büyük neticeleri olabilir. Anketi cevaplayanlar arasında saygı gördüklerini belirtenler aynı zamanda yüzde 56 oranında daha sağlıklı ve refaha sahip olduklarını, yüzde 89 oranında hayatlarından daha memnun ve işlerinden daha tatmin olduklarını ve yüzde 92 oranında daha iyi konsantre olarak işlerine öncelik verebildiklerini raporladılar. Aynı zamanda daha fazla anlama ve değere, daha yüksek seviyede güvene ve emniyete sahip olduklarını söylediler. Saygı göstermek şirketin bütününü de etkiliyor. Liderlerinden saygı gören çalışanlar saygı görmeyenlere oranla şirkette kalmaya daha yatkın oluyor. Dahası, yüzde 55 daha fazla etkileşime geçiyorlar ve bu da daha iyi/etkili sonuçlar anlamına geliyor. Peki tüm bunlara rağmen neden çok az patron çalışanlarına yeterli saygıyı gösteriyor? Georgetown University McDonough School of Business’de doçent doktor olan Christine Porath, 125 kişiden oluşan bir grup çalışana bazı zamanlarda neden nezaketsiz davrandıklarını sordu. Yüzde 60’dan fazlası çok meşgul olduklarını ve nazik olmaya vakitlerinin olmadığını söyledi. Yüzde 25’i başkalarını göstererek organizasyonlarındaki diğer liderlerin de aynı şekilde davrandığını söyledi. Son olarak yüzde 4’ü bilerek saygısızlık ettiklerini çünkü bunun eğlenceli olduğunu ve yanlarına kalacağını düşündüklerini itiraf etti. mobbing-2 Porath’a göre liderlerin saygılı davranmamalarının gerçek sebebi özfarkındalıklarının olmaması. Porath konu hakkında Hardvard Business Review’de “İnsanlar çoğu zaman diğerlerini nasıl etkilediklerinin farkında olmuyor. İyi niyetli olabilirler ancak kendilerinin nasıl algılandığını göremiyorlar” diye yazdı. Lider olarak çalışanlarınızın değerli hissetmesini sağlamak zorundasınız. Örnek olarak Campbell’s Coup’un CEO’su Doug Conant’a bakın, çalışanlarına teşekkür etmek için 30.000’den fazla kişiselleştirilmiş not gönderdi ve onlarla bağ kurmak için her fırsatı kullandı. Porath’ın yazdığına göre bu önce çalışanlar üzerinde sonra da şirketin performansı üzerinde olumlu etki yarattı. Liderler diğer çalışanlara rol model olacak ve saygılı davranmayı başaramayanları gözetleyecek nazik çalışanlar işe alarak bir saygı kültürü oluşturmak zorundalar. Porath “Ölçtüğümüz sonuçların arasında başka hiçbir lider davranışı çalışanlara bununki kadar etki etmedi. Çalışanlar için saygıyla muamele görmek tanınmak ve takdir görmekten, ilham veren bir vizyonla iletişim kurmaktan, faydalı geribildirim almaktan hatta öğrenme, büyüme ve gelişme fırsatlarından bile daha önemli” diye yazıyor.

Büyük veriye göre en kârlı 10 sektör

0
Bir büyük veri analiz şirketi olan ve milyonlarca şirkete finansal analizler sunan Powerlytics’e göre Amerika Birleşik Devletleri’nde en kârlı sektör elektrikli teçhizat üretimi. Benzer listeler kendi sıralamalarını oluşturmak için ek anketler yapıp şirketlerden örnek gruplar alırken Powerlytics hali hazırda herkese açık olan veriyi kullanıyor. Powerlytics CEO’su Kevin SheetzDiğer listelerde bir miktar seçim yanılgıları olabiliyor. Popülasyonun tamamı yerine bir alt parçasını baz alıyorlar” diyor. Aralarında Census ve ABD Çalışma Bakanlığı’nın da bulunduğu 20’den fazla halka açık veri kümesinin bileşimini kullanan Powerlytics Amerika’daki 27 milyon şirketin tümünün profilini çıkarmayı başarmış.
TechInside Analizi:  Bu analiz Türkiye için geçerli olmayabilir. Muhtemelen Türkiye’de gerçekleştirilecek benzeri bir çalışmada emlak ve FMCG lider sektörler olarak karşımıza çıkabilir. Bu tarz araştırmaların sektörler ve devlet için çok önemli olduğunu göz önüne alırsak benzeri çalışmaları ülkemizde de “bilimsel şekilde” yapacak kaynaklara ihtiyacımız bulunuyor.
Sheetz, “Pek çok halka açık veri kümesi birbirleriyle uyumsuzdur, dolayısıyla bizim burada esas yaptığımız bunları alarak hem şirketler tarafında hem de tüketiciler tarafında anlamlı olacak bilgiler haline getirmekti” dedi. Sıralamalar temettülerden, vergilerden ve satış yüzdelerinin amortismanından önceki kazançlara göre belirlendi. Powerlytics tarafından hazırlanan araştırmaya ait Infografiği aşağıda bulabilirsiniz. most-profitable-industries-big-data-01-1399x1940

TechInside Podcast – Bölüm 16

0
[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/178090545″ params=”auto_play=false&hide_related=true&show_comments=false&show_user=true&show_reposts=false&visual=false” width=”100%” height=”100″ iframe=”true” /] Bu hafta ele aldığımız başlıklar;TechInside Dergi üçüncü sayısı çıktı Apple Pay kısa sürede sektörü canlandırdı Snapchat mobil para transferine başlıyor Facebook’tan işletmelere özel servisler geliyor Girişimciler için kâr mı önemli? Ciro mu? TechInside Podcast yayınlarımıza iTunes üzerinde de abone olabilirsiniz.

MÜSİAD Fuarı’ndan önemli başlıklar

0
MÜSİAD Genel Başkanı Nail Olpak, 15’inci MÜSİAD Uluslararası Fuarı ile ilgili düzenlediği basın toplantısında yerli otomobilden, Türkiye’nin yeni teknolojilerine, helal turizmden islami finans ve bankacılık konularına kadar pek çok başlığın fuarda yer alacağını söyledi. Bu yıl 15’inci kez İstanbul CNR Expo Center’da gerçekleştirilecek. 26 – 30 Kasım 2014 tarihleri arasında düzenlenecek fuar, 103 ülkeden gelecek 7.000’i aşkın misafir işadamıyla birlikte toplamda yaklaşık 200 bin ziyaretçiyi ağırlamaya hazırlanıyor. MÜSİAD Başkanı Nail Olpak, konuşmasında MÜSİAD faaliyetleriyle eş zamanlı gerçekleştirilen bir organizasyon olan 4. Filistin İş Forumu’nun İstanbul’da yapılmasının önemli bir fayda yarattığını belirtti. Olpak “Türkiye  şu anda bölgede yatırımlar noktasında özellikle güvenli bir limandır. Körfez Bölgesi Kuzey Afrika’dan itibaren orta doğuda yaşananları gördüğümüzde paranın güvenli bir liman aradığı noktada bizim ön plana çıktığımız çok önemli bir kesişme noktasından geçiyoruz.” dedi. MÜSİAD Başkanı Nail Olpak, yerli otomobil çalışmaları ile ilgili sorulan bir soruya ise şu cevabı verdi: “MÜSİAD’ın yerli otomobil eli ilgili duruşu bu zamana kadar ortadadır. Geçtiğimiz ay Kocaeli’nde gerçekleştirdiğimiz Otomotiv Zirvesi’nde söylemiştik Türkiye gibi iddiası olan bir ülkenin sadece otomobil yapma hedefi küçük bile kalır. Biz uçak yapma projesini de 3 yıl önce gündeme getirdik. Bu iddia sahibi olmanın bir karşılığıdır. Ancak küçük bir detay daha var. İçten yanmalı yani klasik otomobillerde dünya pazarının bu pazarın hakimleri tarafından çok net bir şekilde tutulduğunu gördüğümüz için içten yanmalı motorlarda çalışmak yerine elektrikli ya da hibrit motorlarla çalışmanın çok daha doğru olacağını söyledik.” 2015 yılını de değerlendiren Nail Olpak, yerel seçimlerin çok tartışmanın yaşandığı bir seçim ortamı olduğuna dikkat çekerek, “O ortama rağmen ilk çeyrek büyümesi yüzde 4.7 olarak gerçekleşti. Bu bizim için çok önemli bir veriydi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise  ekonomi yönetimimiz iç piyanın ivmesini azaltma kararı alması nedeniyle büyüme yüzde 3.3’ler seviyesinde gerçekleşti. Demek ki seçimler bu noktada işlerimizi kapatan bir faktör değil. Yerel seçimin gerçekleştirilmiş olmasına rağmen bir bütçe açığıyla karşı karşıya olmadık. Hedeflerin önünde bir bütçe performansı gördük.” şeklinde konuştu. Olpak şöyle devam etti: “2015 yılına gelince, bu yıl ki verilerin bir miktar üzerinde yüzde 4 bandında bir büyüme bekliyoruz. Çokça sorulardan birisi ise bölgesel gelişmeler sınırımızda yaşananlar bunlar bizim için sürpriz gelişmeler değil uzun zamandır maalesef yaşadığımız üzücü hadiselerdir. Buna rağmen devam ettiğimiz içinde bir sürpriz beklemiyoruz.” Nail Olpak, MÜSİAD Fuarı kapsamında düzenlenecek oturum konularından biri olan helal turizm ve helal gıda kavramıyla ile ilgili bir soruya da “Helal kavramı bizim inancımız çerçevesi içinde bir ifadedir. Ama hem helal kavramı hem de  İslami finans kavramı İslami hassasiyeti olmayan çevrelerinde çok sık kullandığı çok büyük bir pazardır. Bugün İslami finans ile ilgili kimlerin ne uygulamaları var diye baktığımızda global pek çok kuruluşun varlığından söz etmek mümkün. Aynı şekilde helal kavramı gıdası da dahil olmak üzere değerlendirdiğimiz de o pazarda maalesef bizim çok etkin olamadığımız alanlardan birisi.” şeklinde yanıt verdi. İstanbul’da iki yılda bir Müstakil Sanayici İşadamları Derneği (MÜSİAD) tarafından düzenlenen, Asya’dan Avrupa’ya, Ortadoğu’dan Afrika ülkeleri ve Türk Cumhuriyetlere kadar uzanan bir coğrafyadaki yabancı şirketlerin ve işadamlarının katıldığı 15’inci MÜSİAD Uluslararası Fuarı, bu yıl 500 yerli ve yabancı katılımcı firmayı, 103 ülkeden 7 bin seçkin işadamını, 200 bin yerli ziyaretçiyi ve 1000 şirketin stantlarıyla yer alacağı katılımcıyı 100 bin metrekare alana yayılmış 8 salonda bir araya getirecek. İstanbul’u dünya ekonomisinin merkezi haline getirecek olan 15’inci MÜSİAD Uluslararası Fuarı ve 18’inci Uluslararası İş Forumu Kongresi (International Business Forum – IBF) 26 Kasım Çarşamba günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılacak. Açılış törenini öncesinde; MÜSİAD Genel Başkanı Nail Olpak açılış konuşması yaparken, misafir ülkelerin devlet başkanlarının selamlama konuşmalarının ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, salonu dolduran yaklaşık 5000 kişiye hitap edecek.

KOBİ’ler Facebook’ta

0
Veriler, KOBİ’lerin yaratıcı video çalışmalarını Facebook’un geniş erişim gücü ile birleştirip yeni bir tanıtım yöntemi geliştirdiklerini gösteriyor. Örneğinİtalyan giyim markası Replay süper esnek jeanleri için ilginç bir reklam çalışmasına imza attı ve süper esnek jeanlerinin normalde uygun olmayacak durumlarda bile giyilebileceğini vurgulayan Futbol videosu 22,900 kez, Twerking videosu ise89,833 kez görüntülendi. Diğer yandan, Dine30, insanları daha hareketli olmaya teşvik etmek için Norveç Sağlık Departmanı ve ünlü isimlerle işbirliğine girerek bir Facebook videosu hazırladı. İnsanları günde en az 30 dakika fiziksel aktiviteye yönlendirmeye çalışan firma, günlük hareketlerin egzersize dönüşebildiğini gösteren esprili videoyu Facebook sayfasında paylaştı. Firmanın videosu 43.420 kez görüntülendi ve 1.012 kez paylaşıldı.    Genel Facebook video istatistikleri –  Eylül 2014’te dünyada 800,000’in üzerinde KOBİ, 3 milyonu aşkın video yayınladı. –   Bu videoların yüzde 84’ü ABD dışından yüklendi. –   Geçen yılla karşılaştırıldığında; bu sene video yayınlayan KOBİ sayısının neredeyse ikiye katlandığı ve yayınlanan video sayısının da neredeyse üçe katlandığı görülüyor.

Bilişim sektörü büyüyor

0
Yazılım uzmanından, satış temsilcisine kadar birçok farklı istihdam fırsatı sunan bilişim teknolojileri  sektörünün  önümüzdeki  yılda yüzde 10’un üzerinde büyüme yakalayıp yeni istihdam yaratması öngörülüyor. Bilişim çözümleri şirketi Experteam CEO’su Özgür Dönmez, giderek büyüyen bilişim teknolojileri pazarının sürekli yeni elemanlara ihtiyaç duyduğunu ve kariyer fırsatlarının gençleri beklediğini söyledi. 2015 yılında sektörün yüzde 10 ila 12 arasında büyümesi ön gördüklerini belirten Özgür Dönmez, sektörün birçok yeni istihdam yaratacağını ifade etti. Özgür Dönmez, sektörde en çok tercih edilen pozisyonların başında yazılım uzmanlığının geldiğini belirterek, “Özellikle Java, .Net ve Oracle yazılım uzmanları en çok arananlar arasında. Yazılımdan sonra veritabanı yöneticisi, analist ve yazılım test uzmanlığı gibi pozisyonlar da büyük ilgi görüyor” dedi. Bilgi teknolojileri alanında çalışmak isteyenlerin okulu bitirmeden mutlaka birkaç staj yapmaları gerektiğini vurgulayan Özgür Dönmez, “Sektörde staja başlayıp kadrolu işe devam edenlerin oranı yüzde 40’a yakın. Staj yapılan şirkette işe başlama fırsatının yanı sıra başka şirketlerin işe alım sürecinde de staj yapmak fark yaratıyor” dedi. “Özellikle kış dönemi staj programımız ile yıl sonunda mezun olacak öğrencilerin hem performansını hem de verimliliğini ölçerek bu sektöre uygunluklarını değerlendirip iş teklifinde bulunuyoruz” diyen Özgür Dönmez, Experteam’de işe alım hakkında şunları söyledi. “Experteam’de üniversitelerin mühendislik fakültesinde okuyan Endüstri Mühendisliği, İşletme Mühendisliği, Matematik Mühendisliği, Bilgisayar Mühendisliği, Yazılım Mühendisliği, Bilgisayar Sistem ve Teknolojileri, Matematik – Bilgisayar ve Yönetim Bilişim Sistemleri bölümü öğrencileri tercih ediliyor. Geçen yıl kış dönemi staj programı sonrasında 12 kişiden 5 kişi kadrolu olarak işe başladı. 12 stajyerden 3 tanesi 3. sınıfta okuması nedeniyle bu yılda hala bizim staj programımızda devam ediyorlar. Yeni mezun olduktan sonra şirketimize başlayan çalışanlarımız için 2/3 haftalık eğitimler sunuyoruz. İyi bir danışman olabilmek için kişisel anlamda ise detaycı, sorgulayıcı, takipçi, planlı, yönetsel becerisi yüksek ve iletişimi kuvvetli olması sektör için çok önemli. Sektöre giriş öncesinde öğrencilerin bu alanlarda kendini geliştirmesi için kişisel eğitimlere katılması çok büyük faydalar sağlıyor” Bilişim alanında kariyerini geliştirmek isteyen kişilerin muhakkak okul döneminde iş hayatına atılmaları gerektiğini vurgulayan Özgür Dönmez, “Bilişim sektörü stajyerleri işin içine girerek sektöre daha hızlı adapte olma imkanı buluyor. Öğrenciler arasında yaygın olan sadece ‘fotokopi mi çekerim?’ korkusu bilişim sektörü stajyerlerinde olmamalı. Aynı zamanda öğrencilerin okul ile beraber belirli firmaların sertifika programlarına katılması ve kendini yakın bulduğu teknik alanlarda geliştirmesi gerekiyor. Bir uzman olabilmek için kişisel anlamda ise detaycı, sorgulayıcı, takipçi, planlı/programlı, yönetsel becerisi yüksek ve iletişimi kuvvetli olması bizim için çok önemli. Sektöre giriş öncesinde bu alanlarda kendini geliştirmek için kişisel eğitimlere katılması kendisine çok büyük fayda sağlayacaktır” diye konuştu. TÜBİSAD Verilerine göre Türkiye bilgi ve iletişim sektörünün büyüklüğü 2013 yılında yüzde 12 büyüyerek 61.6 milyar TL’ye ulaştı. Aynı yıla ait toplam ihracat rakamı ise 1.3 milyar TL oldu.

“İki ülke arasındaki işbirliği artarak devam edecek”

0
İsveç IT Bakanı Mehmet Kaplan sorularımızı yanıtladı. Mehmet Kaplan kimdir? 18 Haziran 1971’de Gaziantep’te dünyaya gelen Mehmet Kaplan, ailesiyle birlikte bir yaşındayken İsveç’e gitti. İsveç’in Skövde kentinde babası işçi olarak çalışmaya başlayan Kaplan, Kraliyet Teknoloji Enstitüsü’nde şehir planlama ve çevre eğitimi aldıktan sonra, 1995’te Stockholm Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve psikoloji okudu. Mehmet Kaplan’ın siyasi yaşamı 1997’de, 36 yaşındayken başladı. Yeşiller Partisi’nin gençlik kollarına üye olan Kaplan, 2003’te partinin merkez karar ve yönetim kuruluna seçildi. 2006 ve 2010 seçimlerinde Stockholm’den milletvekili seçildi. 2009’dan bu yana Yeşiller Partisi meclis grubunun ayrımcılık ve entegrasyon sözcülüğü görevini sürdüren Kaplan, 2010’dan beri de partisinin meclis grup başkanı. Siyasetçi kimliğinin yanı sıra aktivist yönüyle de öne çıkan Mehmet Kaplan, 1996-2000 yılları arasında İsveç Genç Müslümanlar Birliği’nin sekreterliğini yaptı, 2000-2002 arasında ise aynı kuruluşun başkanlığını yürüttü. Kaplan, 2004’ten bu yana İsveç Yeşilay Federasyonu’nun Stockholm Bölge Başkanlığı’nı yapıyor.

Türk insanı “Alo”yu Ericsson’dan öğrendi

0
İletişimi bir sanat dalı olarak ele alan, bu sanatı yazının büyülü atmosferiyle harmanlayarak Ericsson Türkiye’nin Cumhuriyet öncesi dönemde girdiği Türkiye’deki tarihini araştıran  “Osmanlı’dan Günümüze İletişimde Bir Lider: Ericsson Türkiye”  isimli kitabı bugün İsveç Sarayı’nda düzenlenen bir davet ile tanıtıldı.  Ericsson Türkiye tarafından yayımlanan, Tarih Vakfı’nın koordinatörlüğünde ve Yrd. Dç. Dr. Serkan Yazıcı önderliğinde hazırlanan  kitapta sektör temsilcilerinin ve okurların büyük beğenisini kazanacak birbirinden ilginç, birbirinden değerli pek çok ayrıntı son derece yalın, akıcı bir dille aktarılıyor. Ericsson Türkiye Genel Müdürü Ziya Erdem; kitabın önemine dikkat çekerken, “Kitap, sadece Ericsson Türkiye’nin hikâyesini değil, Türkiye’nin yakın tarihindeki iletişim sektörünün gelişim hikâyesini de belgeler ışığında ortaya koyuyor. Bu tarihi süreçte iletişim teknolojisi altyapısının kurulmasında ve geliştirilmesinde Ericsson’un önemli bir aktör olarak yer alması bizlere gurur veriyor. Türkiye’nin ekonomik, toplumsal, kültürel gelişiminden onur duyan Ericsson Türkiye olarak; bu gelişim sürecine bir tuğla da biz koyabildiysek ne mutlu bize… ” dedi. Kitabın hazırlanmasında büyük emeği geçen Ericsson Türkiye Kurumsal İletişim Direktörü Gülten Ramazanoğlu; ”Bizler, böylesi köklü bir tarihin izlerinin peşine düşmüş olmanın verdiği heyecanla, bir serüveni gün ışığına çıkartmak, gelecek kuşaklara aktarmak ve paylaşmak istedik. Bu arzumuzu yerine getirebilmemizi büyük bir titizlikle yerine getiren Tarih Vakfı’na sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bu emek ve çabaların görünür kılınarak kurumsal hafızamızı güçlendirmekten büyük mutluluk duyuyoruz.” dedi. Osmanlı’nın son dönemlerinden günümüze kadar Türkiye’de yaşanan telekomünikasyon gelişmelerine yer veren kitapta yer alan bazı ilginç ayrıntılar şöyle: Graham Bell’den 21 ay sonra, ilk telefon görüşmesi Graham Bell’in telefonu icat etmesinden 21 ay sonra, 21 Aralık 1877’de Osmanlı’da ilk telefon görüşmesi yapıldı. Telgrafhane-i Amire İmalat Şubesi Müdürü Emil Lacoine, Bell’in telefonundan yararlanarak bir telefon üretti ve denedi. Böylece Osmanlı topraklarında bir insan sesi ilk defa, mesafeler kat ederek başka bir insanın kulağına ulaşmayı başardı.  İlk telefon hattı ise 1881’de, Soğukçeşme ile Yeni Cami Posta Müdürlüğü arasında kuruldu. İstanbul’un iki yakası birbirine 103 yıl önce bağlandı İstanbul’un Avrupa ile Asya yakası arasındaki ilk telefon hattı 1911 yılında kuruldu. İnsan sesinin yolculuğu kara parçalarını da aşarak denizlere ulaştı. Bir yakadan diğerine kolayca geçmeyi mümkün kılacak ulaşım olanaklarının bile sınırlı olduğu bir dönemde iletişim alanında atılan bu büyük adım gelişmenin, yenilenmenin en büyük göstergelerinden biri olarak tarihe geçti. Telefon  romanlarda da yerini almaya başladı Türk edebiyatında telefon ilk kez 1882 yılında Ahmet Mithat Efendi’nin ”Dürdane Hanım” romanında yer aldı. Romandaki karakterlerden Ulviye Hanım telefondan ‘ses nakili’ olarak bahsederken, büyük şaşkınlık yaratan bu icadın Beyoğlu’nda uygun bir fiyata, 10 liraya satın alınabileceğini de öğrenince  hayatının artık bambaşka bir seyir içinde ilerleyeceğini de hissediyor elbette… İlk santral memurelerinden biri Bedia Muvahhit idi… Telefonun Osmanlı’nın hayatına girmesi ile beraber kurulan telefon santralleri sayesinde yeni bir iş kolu doğdu; telefon operatörlüğü.  Avrupa’da daha çok kadınların çalışan olarak tercih edildiği telefon santrallerinin, Osmanlı’da uzun süre kadınların çalışmasına uygun olmadığı düşünüldü. Kadınların uzun mücadelesinden sonra, 1913 yılında, yedi Müslüman kadın Dersaadet Telefon Anonim Şirket-i Osmaniyesi’nde işe alındı. Bu yedi kadının arasında ilk kadın tiyatrocu ve ilk santral memurelerimizden Bedia Muvahhit de yer aldı. Emniyet teşkilatı neden “Mutlaka Ericsson olsun” diyen bir yazı kaleme aldı? 1910 yılından sonra Osmanlı Devlet yazışmalarında, Emniyet teşkilatı tarafından talep edilen Ericsson telefonların sağlamlığına vurgu yapıldı. Osmanlı arşivlerinde yer alan bu yazışmalar, Ericsson markasının bugün olduğu gibi yüz sene önce de aynı sağlam ürünlere sahip olduğunun bir kanıtı olarak kitapta yer aldı. Ankara-İstanbul arasındaki ilk görüşme 85 yıl önce yapıldı Türkiye’de şehirler arası ilk telefon görüşmesi 29 Haziran 1929’da Ankara ile İstanbul arasında gerçekleşti.  Kitapta yer alan detaylara göre; İstanbullular, Ankara’yı aramak istediğinde, santralden ‘Alo, burası Ankara’ sesini duyduktan sonra görüşme isteklerini iletiyorlardı. Ankara-İstanbul hattındaki görüşmeyi inceleyen dönemin gazetecilerinin izlenimleri  de kitapta yer aldı. İzlenimlere göre telefon görüşmelerindeki ses, İstanbul içi konuşmalardan bile berraktı. Telefon ve Mizah Örnekleri: Önünü İlikleyen Görevli Kitapta, telefonun Osmanlı Devleti’nin gündelik hayatına girmesi ile beraber, Osmanlı insanının yaşadığı  ’ilginç’ ayrıntılara da yer veriliyor. 1909 yılında Kalem dergisinde yer alan bir karikatür, Bakan’ın telefonla aradığı görevlinin önünü iliklemesi durumunu çizgiler vasıtasıyla okura sunarak, yaşanılan değişim sürecine mizahi bir yorumla yaklaşıyor. Akıllarda kalacak, başkalarına da samimiyetle aktarılarak sohbetleri, söyleşileri zenginleştirecek bu tür pek çok ayrıntının aktarıldığı kitap, son derece titiz bir çalışmanın ürünü olarak kültür dünyamızdaki yerini aldı. Türk insanının hayatını güzelleştiren, gelişim sürecine birbirinden değerli katkılarda bulunan Ericsson Türkiye’nin  yayımladığı ”Osmanlı’dan Günümüze İletişimde bir Lider: Ericsson Türkiye” kitabı değişim-dönüşüm sürecini hem ekonomik hem de sosyal-kültürel verilerle ele almasıyla,  ’çok yönlü, çok katmanlı’ bir yapıya sahip olmasıyla da dikkat çekiyor.

Korsanların gözü bankalarda

0
En son yaşanan olaylarda milyonlarca banka müşterisinin kişisel ve kredi kartı bilgilerinin çalınması tüm Türkiye’de büyük ses getirdi. Bankaları hedef alan siber saldırılar, Trend Micro’nun 2015’te gerçekleşecek veri güvenliği ihlalleriyle ilgili öngörülerini içeren ”Trend Micro 2015 ve Sonrası için Güvenlik Tahminleri: Görünmez Görünür Oldu” raporunu doğruluyor. Yeni saldırı teknikleri geliştirdikçe bunları kullanarak maddi kazanç peşine düşen bilgisayar korsanları, Trend Micro’nun öngörülerine göre yeni yıla yaklaştıkça saldırılarını daha da yoğunlaştıracak. Trend Micro Akdeniz Ülkeleri Genel Müdürü Yakup Börekcioğlu konuyla ilgili yaptığı bilgilendirmede: “2014 yılında bankacılık ve finans sektörlerini hedef alan birçok saldırı gerçekleşti. Daha önce yayınladığımız 2014 yılı güvenlik değerlendirme raporlarında da Türkiye’nin online bankacılığa yönelik en çok saldırıya uğrayan ülkeler arasında Avrupa’da birinci, dünyada ise altıncı sırada olduğunu gördük. 2015 yılında da siber suçlular arasındaki bu eğilimin artarak devam edeceğini görüyoruz. Özellikle bankacılık, finans ve temassız ödeme sistemleri hedef alınacak.” şeklinde konuştu. Son kullanıcılar nasıl korunmalı?
  • Online bankacılık işlemleri yaparken gelişmiş bir güvenlik paketinin sisteminizi koruma altına aldığından emin olun.
  • Online bankacılıkta kullandığınız bütün sistemlerde güvenlik taraması gerçekleştirin.
  • Gerçek zamanlı bir kimlik hırsızlığı önleme ve kredi kartı izleme hizmetine üye olarak işlemlerinizi anında takip edin.
Kurumlar nasıl korunmalı?
  • Kurumlar bu tip tehditlere karşı kullanmış oldukları güvenlik çözümleri ve diğer tüm uygulamaları sürekli güncellemeli ve sistemlerine tam kapsamlı bir tarama yapılmalı.
  • Kurumlar tüm kullanıcılarını aldatıcı e-postalara karşı uyarmanın yanı sıra tehlikeli e-postaları engelleyebilen Trend Micro Deep Discovery Email Inspector ile koruma sağlayabilirler.

Haremde paranoya

2
Elektronik mahremiyeti (ya da modern karşılığıyla ‘özel hayatın gizliliğini’) konu alan kaç yazı yazdım bilmiyorum. Ama kapsam ve tarzında yaşanan zaman içindeki dönüşümü gayet iyi biliyorum. Belki öncelikle kelimenin anlamına bakmak gerek. Mahremiyet -tahmin edeceğiniz gibi- dilimize Arapça’dan geçmiş. Mahrem, ihram, harem, haram gibi kulağa tanıdık gelen birçok kelimeyle komşu. Mahrem temelde (daha çok dinen) yasak olan şeyleri, insani açıdansa evlenilmesi yasak olan akrabaları kapsıyor. Mahremiyet ise dini referanslardan sıyrılıp gizliliğe referans veren bir anlama kayıyor.
Yani tam bu yazının meseleye.
Ama temeli biraz daha sağlamlaştırmak adına müsaadenizle ana konuya girmeden etimoloji sularında biraz daha yüzmek istiyorum. Barındırdığı gizem yüzünden hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz harem konusunu saraylarla özdeşleştirmek Batılı kaynaklar için mazur görebileceğimiz bir kusur. Bizim benzer bir algıya sahip olmamızı ise ancak kendimize yabancılaşmayla açıklayabiliriz. Harem ve selamlık İslam coğrafyasının temel ev (hane) tasarımının bir sonucudur oysa. Selamlık (adı üstünde) eve gelen misafirlerin mahrem olanla karşılaştırmadan ağırlandığı kısım; harem ise (mahremin) yaşam alanıdır. Bugünün deyişiyle oturma / misafir odanız selamlık, mutfağınız, banyonuz, yatak odanızsa hareminizdir. Yazının başında değindiğim özel / kişisel hayatın gizliliğiyse dini referanslardan arınmış bir kavram. Algısı, sınırları farklı. Facebook’ta herkese açık gönderiniz ileti selamlığınızı, sadece ekli arkadaşlarınızla paylaştığınız ise hareminizi temsil ediyor.
Ama genelde her şey bu kadar berrak değil.
Facebook (ve benzeri birçok site) harem ve selamlık sınırlarınızı değiştirip duruyor. İnternete aktarılan bir şeyin kimin erişimine açık olup olmadığını anlamak dahi son kullanıcı için fazlasıyla kafa karıştırıcı. Sosyal ağların birbiriyle entegre çalışması dertleri daha da karmaşık hale getiriyor. Örneğin Twitter’daki korumalı hesabınızda yazdığınız bir metin Facebook ile herkese açık şekilde senkronize olabiliyor. Ve gayet iyi biliyoruz ki çok azımızın bütün bunları yönetmek, ayarlarını düzenlemek için vakti, bilgisi ve hevesi var.

Bulutların arasında

Gizlilik çerçevesindeki kişisel beklentilerimiz işin sadece bir yanı. Diğer yanda kurumsal ihtiyaçlar var. Profesyonel veri avcıları artık kurbanlarını bilinçli seçiyor ve saldırılarını hedefli yürütüyor (kitlelerle uğraşmak bot ağı yöneticilerine kaldı). Bu yeni nesil avcıların yöntemlerine bakınca korku ile saygı arasında gidip geliyorsunuz (TrendMicro Türkiye Genel Müdürü Yakup Börekcioğlu’dan dinlediğim bir olayı aktarayım. Kontrol ettikleri bir sistemde şirketin finans yöneticisinin bilgisayarına özel olarak hazırlanıp yüklenmiş bir zararlı yazılım bulunmuş. Uygulama sadece yöneticinin haftalık gelir-gider tablosuna baktığı gün ve saatte çalışarak ekran görüntüsü alıyor ve şirketin ağındaki sunucuda dolaştırıp gecenin geç saatlerinde yabancı ülkedeki bir sunucuya yüklüyormuş. Bu sanat değilse nedir?). Bu kadar endişe verici bir ortamda kimilerine ironi gibi gelen bulut bilişimi düşünelim bir de. Dijital varlıklarımızın tamamını yutmak isteyen obur bir dev. Birçok yere ve cihaza dağılan hayatımız, kesintisiz çalışma ve eğlenme hevesimiz ile birleşince bulut bilişim neredeyse kaçınılmaz hale geliyor. Yine de bu yumurta-tavuk hikayesinde kendimizi yumurtaya, tavuğa kaptırıp kümesin etrafında dolanan tilkileri gözden kaçırmayalım. Çünkü bu çağda hiçbirimiz tehlike çemberinin dışında değiliz (Sadece iCloud şifresinin çalınmasının bile nelere yol açabildiğini de çok acı örneklerle gördük). Milyonlarca kullanıcı bilgisinin el değiştirmesinin sıradanlaştığı bir zamanda çoğu vakadan haberdar bile olmayışımız düşündürücü. Ört-bas mekanizmasının en iyi çalıştığı alanlardan biri ‘kurumsal itibar’ ne de olsa!

Peki kime güveneceğiz?

Bu verilerin peşinde sadece profesyonel veri avcıları yok elbette. Ne olup bittiğine yönelik tükenmez bir meraka sahip devletler de haremlerimizin perdesini aralayıp duruyor. Bu çabayı küresel çapta yürüten ABD’yi bir kenara koyalım; bu yolda Sahte Google SSL sertifikası üretmekten DNS zehirlemeye kadar pek çok yöntem deneyen Türkiye’nin de sabıkası epey kabarık. Ayrıntılarını bilemediğimiz çok daha teknik de halen kullanımda (olmalı). Yeni internet yasası eşine rastlanmadık yetkiler paketini muğlak tanımlar eşliğinde sorumluluğu tartışılır kişi ve kurumlara veriyor. Türkiye’nin VPN kullanımında dünya listelerine girmesi, kriptolu iletişim imkanı sunan uygulamalar en olmadık kişiler için bile ihtiyaca dönüşmesi boşuna değil anlayacağınız.

Yeni pazar: veri koruma

Yine de çerçeveyi genişletince bu endişelerin az ya da çok hemen her ülkede ilgi çektiğini, muhatap bulduğunu görüyoruz. Şahit olduğum son örneklerden biriyle somutlaştırayım. Kitle fonlama kavramının öncü markalarından Kickstarter bir şeyler üretmeye yönelik hayale sahip herkese bir şans veriyor. Resmi rakamlarına göre şu ana dek ziyaretçilerinden 1,3 milyar dolar toplayarak girişimcilere aktardı. 73 binden fazla proje bizzat bu site sayesinde hayata geçti. Yakın dönemdeki en popüler projelerden biriyse anonabox’tı. August Germar adlı bir ABD’liye ait bu fikir modem ya da yönlendiricinize bağlayacağınız kibrit kutusu (ya da splitter) kadar küçük bir cihazdan ibaretti. Kendi küçükse de marifeti büyüktü. Taktığınız anda bütün internet trafiğini anonim internet protokolü Tor üstünden geçiriyordu. Böylece hem takibi imkansız hale getiriyor hem de internette bıraktığınız izleri siliyordu (ilginç bir ayrıntı olarak bunu sağlayan Tor projesi küresel dijital takibin ağababası NSA tarafından desteklenen bir yapı). 45 dolardan satılması planlanan ve üretime geçmek için 7.500 dolara ihtiyaç duyan anonabox o kadar büyük bir ihtiyaca o kadar basit bir çözüm getiriyordu ki tam anlamıyla bir ilgi patlamasına sahne oldu. Yayınlandıktan birkaç gün sonra 9 binden fazla destekçi ve 585 bin dolar fona ulaştı! Kickstarter tarafından sonlandırılmasaydı çok daha fazla fon toplayacağına şüphe yoktu (kapatılma sebebi projenin özgünlük ve güvenlik adına muğlak noktalara sahip olmasıydı). Anonabox kapandı ama birçok emsal projeye de ilham kaynağı oldu. Ben bu yazıyı yazarken sadece Kickstarter’da anonim internet erişimine yönelik 26 aktif proje vardı. Çoğu da topladığı fonla hayata geçmek için ihtiyaç duyduğu bedellere yaklaşmıştı.

Kırk katır, kırk satır

Bu endişenin en büyük riski alternatif yoldan ilerlediğimizi sanarken doğrudan düşmanın kucağına düşme ihtimali. İnternette karşımıza çıkan ücretli / ücretsiz güvenlik hizmetlerinin bir kısmının bizzat istihbarat toplayan kurumlar tarafından işletildiği biliniyor. Elektronik tuzak da denebilir. Özellikle ABD’nin veri koruma yasası bu ülkeden hizmet veren yapıları her an devletin uzun elinin menzilinde tutuyor. Kuzuyu kurda emanet etmek de denebilir. ABD’yi dilimize dolayıp diğer tehlikeleri unutmayalım. Örneğin bir istihbarat ihmali sayesinde öğrendik ki Almanya Türkiye’ye yönelik teknik takip yapıyormuş. Açığa çıkıp sebebi sorulduğunda “bu istihbaratın fıtratında var” misali bir cevap geldi. ‘Sabıkalı’ listesinde aklınıza düşen her ülkenin benzer bir faaliyet yürüttüğüne şüpheniz olmasın. Bilemediğimiz tek şey kimin neye ne kadar eriştiği ve bununla ne yapmayı planladığı. Bizzat ABD dahi elektronik istihbarat mağduru olduğu için Çin ile savaşın eşiğine geliyorsa Türkiye’nin durumunu düşünmek bile istemiyorum. Özetle yabancı şirketlerle rekabet ettiğiniz ihalelere girerken, bilgisayarınızda kalacağını düşündüğünüz bir fotoğraf çekerken; hatta kamerası, mikrofonu olan herhangi bir cihazın civarında bulunurken bile ürpermemiz için yeterince gerekçemiz var. Şahit olduğumuz örnekler sayesinde anladık ki ne buluta yüklediğimiz veriler güvende ne de kendi disklerimizdekiler. Ne internete doğrudan bağlanırken güvendeyiz ne de VPN ve benzeri alternatif rotalarda ilerlerken. Bu karmaşada güveneceğimiz kişi ve kurumlara yönelik endişemiz en haklı tedirginliğimiz. Kimilerinize klişe gelebilir ama bu yazı Intel’in Kurucusu Andrew Grove’un sözüyle bitmek zorunda: Sadece paranoyaklar hayatta kalır!

Fare ve klavyeler ölmek zorunda mı?

4
TechInside Analizi:  Aşağıdaki yazının verdiği en önemli mesaj; bilgisayar ile etkileşim konusunda dahiyane bir fikir henüz bulunmadı ve kendisini bulacak birisini veya şirketi bekliyor..
İlk zamanlarda, bilgisayarımızla konuşmak için mücadele ettiğimiz iki yol vardı. Komut satırında yazmak için klavyemiz ve grafiksel kullanıcı arayüzlerinde dolaşmak için kullandığımız farelerimiz. Fare sonuçta galip çıktı ve o andan sonra bilgisayarla iletişimde öncelikli yol olarak fareler hüküm sürdü. Ama son beş yıldır önce dokunmatik ekran formunda sonra da Leap Motion gibi el hareketiyle etkileşim sistemleri formunda gaspçılar geldi. Dün, HP dokunmatik ekran, RealSense 3 boyutlu kamera, projektör, yassı dokunmatik ekranlı yüzey gibi etkileşim metodlarını birleştirip bir Frankeştayn yaratmak yeni bilgisayarı Sprout’u tanıttı. Bu bilgisayar tüm akranları gibi klavye ve fareyi öldürmeye çalışıyor. hp-sprout-gif-1

HP Sprout bir fare katili olabilir mi?

Sprout 1.899 dolarlık satış fiyatı ile garip bir sistem ve yaratıcılıkla klavyesiz ve faresiz bir alet olarak tanıtılıyor. Tepedeki kamera yassı dokunmatik yüzeye koyduğumuz objelerin fotoğraflarını çekebiliyor. Ama yapamadığı bir çok şey de var. Adobe uygulama desteği henüz yok. Klavyesiz olarak tanıtılsa da klavye arabirimin hâlâ öncelikli bir parçası. Sprout gelecekte bilgisayarların nereye gideceğini bize göstermeye çalışıyor ama henüz bitmiş bir ürün değil. Bir başka deyişle, Leap Motion, Meta ve diğer birçok el kol hareketiyle komuta edilen, dokunmatik ya da ses bazlı arabirimler gibi bu etkileşimin karanlığına açılan bir tecrübe denemesi. hp-sprout-gif-2 Dokunmanın özel kullanımlar için muhteşem olduğu inkâr edilemez. El hareketleriyle etkileşim de aynı ölçüde müthiş, özellikle sanal gerçeklikte gezinmek ya da üç boyutlu bir modeli keşfetmek için ekrana dokunamayan bir cerrah için çok şey ifade ediyor. Bu kullanım alanları çoğaltılabilir. Ama pek çok senaryoya göre yetersiz de kalıyorlar. Hala primitif durumdalar. Fare ve klavyenin yaptıklarını daha fazla çabayla ortaya koyup yerine getiren bir kullanıcıya ihtiyaçları var. Bazı durumlarda, fare ve klavyenin yapabileceği basit bir görev için gereğinden fazla çabaya göstermeniz gerekiyor.

Teşekkürler Holywood

iron-man-gif-1 Peki bu fare ve klavye nefreti nerden geliyor? Geleceği hayal etmemiz ve filmlerde ve televizyonlarda çizilen portrelerden kaynaklanıyor olabilir. Azınlık Raporu ve Galaksinin Koruyucuları’nı düşünün. Iron Man’deki Tony Stark’ın bileğindeki vuruşla boşluklar etrafınndan kaydırıp yakınlaştırmasını düşünün. Filmlerde gösterilen zahmetsiz, üç boyutlu ortam tarafından baştan çıkartıldık. Elon Musk bile bundan etkilendi. İzlediğimiz filmler teknolojinin böyle olması gerektiğini düşünmemiz konusunda bizi etkiledi. iron-man-gif-2 Ama tüm görsel efekt tasarımcıları birer bilgisayar etkileşim uzmanı değiller. Jacop Nielsen ise bir istisna ve tam da böyle biri. Her sistemin ne yapıp yapamayacağını göstererek ;“Tek bir kazanan yok”, diyor. “Farelerin ve de parmakların her birinin güçlü nedenleri var. İşte bu nedenle her iki sistemin de birlikte çalışması için bir arada tasarlamalıyız, birini diğerine tercih etmemeliyiz.” Ancak, hepimiz Tony Spark’ın verdiği havalı güvenden ve günü ellerimizle dijital senfoni yaparak geçirdiğimiz gelecekten kaçamayız. Görünen o ki bu teknolojilerin pratik kullanımı için biraz daha beklememiz gerekecek. motion-control-gif

Şirketlerin kabusu geri döndü

0
Banka ve telekom operatörlerinden gelmiş yüksek meblağlı sahte fatura e-posta dosyalarını açan kişilerin bilgisayarlarında ki tüm dosyalar Cryptolocker adlı zararlı bir yazılım sonucunda şifreleniyor ve kullanılmaz hale geliyor. Bilgisayar sistemini ele geçiren çeteler daha sonra şifreledikleri dosyaları geri vermek için belli bir sürede ödenmek üzere para talep ediyorlar. Bu para belirtilen sürede ödenmezse sistemde ki bütün dosyaları silip kullanılmaz hale getireceklerini belirten ve fidye talep eden çeteler Türkiye’de ki birçok firmanın kâbusu haline geldi. Özellikle iş sürekliliği etkilenen birçok firma çareyi istenilen fidye bedelini ödemekte buluyor. Daha önceki yıllarda da bu tarz Spam e-maillerle karşılaşıldığını belirten Vizyon Arge Satış Müdürü Sinem Tirkeş “Bilişim güvenliğinde en çok karşılaşılan güvenlik açığı Oltalama denilen saldırılardır. Günümüzde birçok kişi gerek e-postalarına gelen sahte e-mailler, gerekse sahte web siteleri yüzünden mağdur olmaktadır. Gerçeğine çok benzeyen bu tarz sahte e-posta ve web sitelerine karşı kullanıcıların dikkatli olması gerekmektedir” diye belirtti. Firmaların bu tarz tehditlere karşı öncelikli olarak çalışanlarını bilinçlendirmeleri gerektiğini belirten Tirkeş; “Belirli güvenlik yazılımları ile bu tarz saldırıları öncesinde engellemek mümkün. Bu tarz güvenlik yatırımlarının yanında firmalar muhakkak sistemlerinin ve önemli dosyalarının yedeklerini düzenli olarak alarak iş sürekliliğinin devamını da sağlamalılar” diye belirtti.

Experteam bir kez daha Deloitte Fast50’de

0
Deloitte Türkiye’nin her sene düzenlediği teknoloji sektöründe faaliyet gösteren ve büyüme hedefi olan şirketlerin katıldığı  “Deloitte Teknoloji Fast50 Türkiye 2014 Programı” sonuçlandı. Türkiye’nin önde gelen bilişim çözümleri şirketi Experteam, Fast50’de Türkiye’nin en hızlı büyüyen kuruluşları arasında 7. sırada yer aldı. Türkiye’nin en hızlı büyüyen teknoloji şirketlerini belirlemek amacıyla yürütülen Deloitte, ‘Fast50 Programı’nda kuruluşlar 2009-2013 yılları arasında net satış gelirlerinde kaydettikleri büyümeye göre yer almaya hak kazanıyor. Deloitte Teknoloji Fast50 Türkiye 2014 Programı’na katılmak isteyen şirketlerin 2009 yılında en az 50 bin avro, 2013 yılında ise en az 800 bin Euro net satış geliri elde etmiş olmaları, merkezlerinin Türkiye’de bulunması ve bir “teknoloji şirketi” olması gerekiyor. 2009-2013 yılları arasında cirolarında yüzde bin 527’lik bir büyüme gerçekleştirdiklerini belirten Experteam CEO’su Özgür Dönmez, “Önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da Deloitte Teknoloji Fast50 Türkiye 2014 Programı’nda yer aldık. Sürekli artarak devam eden başarımızın temelinde çözüm üreten, akılcı, çalışkan, müşteri ve çalışan memnuniyeti odaklı çalışma ilkelerimiz yatıyor” dedi. Experteam’in ana hedefinin Türkiye dışındaki kapsama alanını genişletmek olduğunu vurgulayan Özgür Dönmez, “Avrupa’daki müşterilerimizin sayısını artırmak istiyoruz. 2013 yılında 38 milyon TL ciro yaptık. Bunun yüzde 25’i yurtdışı işlerimizden sağlandı. Bu yıl ciro öngörümüz 55 milyon TL. Hedefimiz cironun yarısının yurtdışından gelmesi” diye konuştu.

Microsoft PowerPoint’i gömüyor mu?

0
En son ne zaman 30 yaşının altındaki bir kişinin sunum yaparken Prezi yerine PowerPoint sunumu açtığını hatırlamıyoruz bile. Microsoft bu durumu yeni sunum uygulaması Microsoft Sway ile bozmayı umuyor. Sway fotoğrafları, videoları ve belgeleri bilgisayarınızdan, Facebook’tan Youtube’dan, Twitter’dan veya bulut deponuzdan sürükleyip bırakmaya imkan tanıyor. Bir web tarayıcısı veya telefonunuz için olan bir uygulama yardımıyla çalışırken sunumlarınız internet üzerinde depolanıyor. Microsoft Sway’i Ekim ayında duyurmuştu. Pazartesi günü ise aralarında bizim de bulunduğumuz çeşitli gazetecilere deneme sürümü davetiyeleri yolladı. Sway’i bir süre kurcaladıktan sonra söyleyebiliriz ki kullanımını dikkat çekici bir biçimde kolay. Yeni bir tasarım, arka plan ve font seçmenize yarayan “change my mood” gibi güzel özellikleri mevcut. Ek olarak “remix” butonu tüm bunları sizin yerinize yapabiliyor (Google’ın “kendimi şanslı hissediyorum” butonuna biraz benziyor) Demo süresince “Vay! Bunu kimse daha önce yapmamıştı!” diyebileceğimiz hiçbir şey görmedik. Ancak belirtmek gerekirse, Prezi yaptığı açıklamada Fortune 500 şirketlerinin yüzde 80’iyle beraber 50 milyondan fazla kullanıcısı olduğunu söylüyor. Bu yüzlerini PowerPoint’ten çeviren inanılmaz sayıda çok insan demek. Microsoft’un Prezi’ye kolay kullanım sunan bir alternatif üretmesi gerkiyor ve Sway bu tanıma uyuyor. Fakat Sway hakkındaki belki de en önemli şey onun aslında CEO Satya Nadella’nın yeni görevi olan “verimliliğin yeniden keşfi”ne hizmet eden birkaç yeni uygulamanın bir parçası olması. Sway: – Bu ayın başında yayınlanan ve iki farklı dil arasındaki Skype konuşmalarını gerçek zamanda tercüme edecek olan Skype Translator, – Eylül ayında yayına çıkan ve belgeleriniz, takviminiz ve kişilerinize gömülü tüm önemli şeyleri bulmanıza yarayan bir Office 365 aracı olan Delve, – Office 365 müşterileri için bir bulut servisi eklentisi olan Power Q&A, – Microsoft’un Siri’ye cevabı olup şu anda Windows Phone’larda bulunan ve kaynaklara göre de Windows 10’da bir masaüstü uygulaması olarak bulunacak olan Cortana gibi uygulamalara katılıyor.