Türkiye’de Y Kuşağı analiz edildi

0
İş hayatın atılıp kendi paralarını kazanmaya başladıklarında iş yapış ve yaşayış şeklimizi kökten değiştirecekleri öngörülen Y Kuşağı, üniversitelerden mezun olmak üzere. Y Kuşağının beklentileri ve tercihlerini doğru belirleyebilmek, günümüzdeki çoğu işletmenin önümüzdeki 10 yıl içerisinde hayatta kalabilmesi elzem. Bu konuda Türkiye’de yapılan bir araştırma, üniversite öğrencilerinin alışveriş, üniversite beklentileri ve sosyal yapılanmaları konusunda ilginç ve önemli bilgiler veriyor. GittiGidiyor’un sosyal anket servisi Poltio.com üzerinden yaptığı ankette, üniversite öğrencisi Y Kuşağı katılımcılara “Üniversite öğrencisinin ilk edinmesi gereken ürün hangisidir?” sorusu yöneltildi. Soruyu yanıtlayan 9.228 kişinin yüzde 46’sı bu ürünün dizüstü bilgisayar, yüzde 42’si akıllı cep telefonu ve yüzde 5’i tablet olduğunu belirtti. Ayrıca “Okul alışverişinizi yaparken önceliğiniz nedir?” sorusunu yanıtlayan 347 kişinin yüzde 50’si yani her iki kişiden birisi alışverişlerinde kırtasiye ve kitaplara, yüzde 24’ü evlerinin eksikliklerine, yüzde 17’si stil ve kıyafetlerine, yüzde 9’u ise teknoloji ürünlerine öncelik verdiklerini kaydetti.

Yalnız yaşamak ilk tercih

Ankette öğrencilerin üniversitelerden beklentileri ile ilgili çarpıcı sonuçlara da ulaşıldı. Soruya cevap veren 1.354 kişinin yüzde 43’ü yalnız yaşamak istedikleri için üniversitelerin şehir dışında olmasına önem verdiklerini belirtirken yüzde 31’i üniversitenin yurt dışında olmasının gerektiğini ifade etti. Üniversitelerinin ailelerine yakın yerde olmasına önem verdiklerini belirtenlerin oranı ise yüzde 26 oldu. “Kampüs hayatında olmazsa olmazın nedir?” sorusunu yanıtlayan 1.265 kişiden, kampüs hayatında olmazsa olmazın arkadaşları ile vakit geçirmek olduğunu belirtenlerin oranı yüzde 62 olurken bunu yüzde 19 oy oranı ile spor veya kulüp aktiviteleri, yüzde 10 ile ders çalışma ve yüzde 9 ile kütüphane yanıtları takip etti.

Lise arkadaşları üniversite arkadaşlarına tercih ediliyor

Araştırmadan çıkan diğer dikkat çekici sonuç ise lise arkadaşlarının ilkokul ve üniversite arkadaşlarına kıyasla açık ara farkla daha çok tercih edilmesi oldu. “İlkokul mu, lise mi yoksa üniversite arkadaşlarınız mı?” sorusuna yanıt veren 3.871 kişinin yüzde 49’u lise derken yüzde 30’u ilkokul, yüzde 21’i üniversite arkadaşlarını tercih etti. Ayrıca “İş hayatı mı? Okul hayatı mı?” sorusunu cevaplayan 2.973 kişinin yüzde 77’si okul hayatını, yüzde 23’ü ise iş hayatını tercih ettiklerini belirtti.

İnternette en büyük risk grubu 55 yaş üstü

0
Kaspersky Lab ve B2B International’ın en son araştırması 55 yaş üstü insanların internet alışkanlıkları ile ilgili endişeleri ortaya koydu. “Daha yaşlı ve daha tecrübeli? 55 üstü insanların internetteki güvenliklerine genel bir bakış” adlı araştırmanın sonuçları, bu yaş grubundaki kişilerin internette güvenli olmayan şekillerde var olduklarını ve genelde dolandırıcılık kurbanı olduklarını gösteriyor. Sonuçlar endişe verici, çünkü dünyadaki 12.546 internet kullanıcısının katıldığı araştırma, eski jenerasyonun siber suçlular için aslında oldukça çekici hedefler olduğunu öne sürüyor. İnternetteyken pek çok 55 yaş üstü insan, kendilerini ve önem verdikleri şeyleri siber suçlulardan düzgün bir şekilde korumadan alışveriş yapıyor, banka işlemleri gerçekleştiriyor ve sevdikleriyle iletişime geçiyor. Bu yaş grubunun bilgisayarlarına güvenlik yazılımları yüklemelerinin daha muhtemel olmasına rağmen, aynısını mobil cihazlarda daha az yapmaya meyilliler ve internette güvenli kalabilmek için alışkanlıklarını daha az değiştiriyorlar. Örneğin, diğer yaş gruplarına göre sosyal medyada ve tarayıcılarında yüksek güvenlik ayarlarını daha az kullanıyorlar (yüzde 38’e karşılık yüzde 30). Ayrıca cihazlarla birlikte gelen ‘cihazımı bul’ gibi güvenlik özelliklerini ve VPN’i daha az kullanıyorlar. Oran tüm yaşlardaki kullanıcılarda sırayla yüzde 42 ve yüzde 16 iken, bu yaş grubunda yüzde 28 ve yüzde 10. Eski jenerasyon internet hayatlarının pek çok alanında kullanıyor ve böylece önlem almadan internete girdikçe siber suçlular için açık verme ihtimallerini artırıyorlar. 55 yaş üstü kişilerin yüzde 94’ü düzenli olarak e-posta kullanıyor yani interneti başkalarıyla iletişime geçmek için kullanıyorlar. Aynı zamanda günlük işleri halletmek için de internete giriyorlar. Bu yaş grubu internette finansal işlemler gerçekleştirmeye daha çok meyilli. 55 yaş üstü kişilerin yüzde 90’ından fazlası internette bankacılık işlemleri gerçekleştiriyor. Tüm yaş grupları incelendiğinde bu oran ortalama %84. Yine de tüm bunlara rağmen 55 yaş üstü kişilerin yalnızca yarısı (yüzde 49) internette alışveriş yaparken güvenliklerini önemsiyor ve çoğunluğu (yüzde 86) siber suçlular için hedef olduklarını düşünmüyor. Endişe verici olan bir başka nokta ise, bu kişilerin 4’te 1’I (yüzde 40) herkese açık etki alanlarında (domain) finansal bilgiler paylaşarak kendilerini riske atıyor. Oran diğer yaş gruplarında %15. İnternetle fazla haşır neşir olmamaları, 55 yaş üstü kişilerin internet dünyasının tehlikelerine daha az hazırlıklı olmalarına sebep oluyor. Bunun sonucunda bu jenerasyon, siber suçluların kurbanı oluyor. Rapora göre genel internet kullanıcılarının yüzde 20’si daha yaşlı olan akrabalarının kötü amaçlı yazılımla karşı karşıya kaldığını ve yüzde 14’ü de sahte ödül çekilişlerine kandıklarını söylüyor. Ek olarak yüzde 13’ü daha yaşlı akrabalarının internette kendileri ile ilgili çok fazla kişisel bilgi paylaştıklarını ve %12’si de bu akrabalarının online sahtekarlık kurbanı olduğunu, uygun olmayan/cinsel içerik gördüğünü veya tehlikeli yabancılarla konuştuğunu belirtiyor. Kaspersky Tüketici İşleri Başkanı Andrei Mochola konuyla ilgili: “Bir açıdan bu kadar çok 55 yaş üstü kişinin internet alışveriş, banka işlemleri ve sevdikleriyle iletişim için kullandıklarını görmek harika. Rapor gösteriyor ki bu kuşak internet çağını Kabul ediyor ve bununla gelen her fırsatı kucaklıyor. Fakat diğer taraftan 55 yaş üstü kişilerin internette kendilerini korumak için yeterince uğraşmadıkları ortada. Endişe verici olan şey siber suçluların hedefleri arasında olduklarına bile inanmıyor oluşları ancak bu şekilde kendilerini tekrar tekrar tehlikeye sokuyorlar. Kaspersky Lab olarak biz daha yaşlı olan internet kullanıcılarını internette karşılaştıkları tehlikelerin daha fazla farkında olmaları ve siber hayatı daha yakından tanımaları konusunda teşvik ediyoruz. Aynı zamanda daha genç olan internet kullanıcılarını da daha yaşlı akrabaları ve arkadaşlarına siber suçluların yarattığı gerçek tehditlere karşı kendilerini daha iyi korumaları konusunda yardımcı olmaları için teşvik ediyoruz. İnternette uyanık olmak ve güvenilir güvenlik çözümleri yükleyerek internete erişim için kullanılan tüm cihazlarda yüksek güvenlik ayarları kullanıldığından emin olmak mutlu ve sağlıklı bir internet hayatı sağlayacaktır” diyerek sözlerini tamamladı.

Türk girişimciler dünyaya Berlin’den açılıyor

0
Dünyaya açılma hedefi taşıyan Influanza ve LocalGuddy startupları, Avrupa’nın en gelişmiş girişimci ekosistemlerinden biri olan Berlin’de global rekabeti yaşayarak yeni iş fırsatları yakaladı. Berlin’de kullanıcı sayılarını iki katına çıkaran genç girişimciler yaptıkları sunumlarla melek yatırımcıların ilgisini de çekmeyi başardı. BIC Angels’ın erken seviye hızlandırma programı BIC101’in Almanya’daki ilk temsilcileri de olan Influanza ve LocalGuddy’nin başarısında Rainmaking Loft’un yatırımcı ve Berlin ekosistemi networkü de önemli rol oynadı. Genç girişimciler Berlin’de hem startuplar ile ortak çalışmalar yaptı hem de Türkiye pazarını yabancı girişimcilere anlattı. 01 Eylül’de başlayan ve bir ay süren Berlin programı kapsamında Dr. Joachim Behrendt, BIC Angels Yatırım Direktörü Mehmet Akalın, Influanza kurucuları Sercan Lir, Selçuk Kızıltuğ ve LocalGuddy kurucularından Emre Semercioğlu Avrupanın en büyük etkinlikleri kapsamında yer alan Long Night of Startups ve Techstars Demo Day 2016 etkinliklerinde boy gösterdiler. Berlin ekosisteminin en köklü çalışma alanlarından Betahaus’da girişimci ve yatırımcılara kahvaltı daveti veren BIC Angels hızlandırma programı olan BIC101’i ve İstanbul girişim ekosistemini Berlin’de bulunan girişimcilere tanıttılar. Etkinlik kapsamında Influanza ve LocalGuddy’nin yaptığı sunumlar da büyük ilgi gördü. Influanza kurucuları Sercan Lir ve Selçuk Kızıltuğ Berlin’deki deneyimlerini şu şekilde özetlediler: “Berlin, yeni ve global fikirler için harika bir başlangıç noktası. Influanza olarak, fikir aşamasından itibaren girişimimizi globale taşımayı hedeflemiştik. Bu doğrultuda Berlin bizim için kaçırılmaz bir fırsat oldu. Çok kısa sürede büyük yol kat etmiş olduk. Berlin’de sosyal influencerlar ve bloggerlar yeni influencer marketing fikirlerine çok açık olduğu için çok kısa sürede onların desteğini alarak büyümemizi gerçekleştirebildik. Berlin’e gelmeden önce yaptığımız pazar araştırmalarında birkaç rakibimizin olduğunu ve burada bir pazarın oluştuğunu biliyorduk. Global rekabete açık olmak bizi şimdiden daha güçlü kıldı. Edindiğimiz tecrübeleri diğer Türk startuplara aktararak başka girişimcilere de değer katmak istiyoruz.” LocalGuddy kurucularından Emre Semercioğlu, “Berlin’de Avrupa’nın startup merkezinde 1 aylık süreç bizlere inanılmaz katkılar sağladı. Onlarca etkinliğe katılıp yatırımcılar ve girişimcilerle tanıştık, defalarca sunum yapma şansı yakaladık. Berlin’de Localguddy’nin temellerini attık. Bir aylık sürede kullanıcı sayımızı 2 katına çıkardık ve ciddi ilişkiler kurduk. Yeni hedefimiz Berlin’e gelen gezginlerin Localguddy’i deneyimlemesini sağlamak. Çünkü Avrupa turu yapan hemen hemen her gezginin yolu Berlin’den geçiyor ve biz onların Berlin’de Localguddy’den memnun kalmalarını sağlarsak kendi ülkelerine döndüklerinde de onlar birer Guddy olup tur yaratmak isteyebilirler. O yüzden Berlin bizim Avrupa yolundaki başlangıcımız için doğru şehir” açıklamasını yaptı.

Derin Öğrenme potansiyel satın alma kararını öngörüyor

Kullanıcılar, reklam verenlerin web sitelerinde gezinirken yüzlerce küçük adım atıyorlar. Yeni geliştirilen inovatif model, kullanıcı adımlarını algılamak için derin öğrenme yönetimini kullanarak, karar verme aşamasındaki alışkanlıkları tespit ediyor. Bağlantısal veri havuzuyla birlikte yeni analiz metodu, işletmelerin dönüşüm oranını tahmin etmelerine yardımcı olarak, en kısa sürede yatırım geri dönüşünün (ROI) maksimize edilmesini sağlıyor. Beynimizdeki biyolojik nöronlardan ilham alan bir matematik modelini kullanan derin öğrenme teknolojisi, herhangi bir insan uzmanlığına ihtiyaç duymaksızın tüketicilerin satın alma potansiyelini gösteren daha gerçekçi, daha zengin ve makine ile yorumlanabilir kullanıcı tanımlamalarını mümkün hale getiriyor. Dönüşüm oranı algoritmaları yalnızca tıklama verilerini toplamak ve yorumlamakla kalmıyor, kullanıcıların gezindiği teklifler, ilgilendiği kategoriler, sepete attığı ürünler ya da arama taktikleri de ele alarak her bir bireyin potansiyel satın alma sürecinin daha net bir resmini ortaya çıkarıyor.

Yinelenen nöron ağları ile kullanıcı davranışları tahmin ediliyor

Kullanıcının hedeflenen şekilde hareket etme ihtimalinin hesaplanmasının (dönüşüm tahmininin) dijital reklamcılıkta hayati bir rol oynadığına dikkat çeken RTB House Bölge Müdürü Ömer Aras, “İnternet kullanıcıları hakkında sonsuz bir bilgi akışıyla beslenen büyük verinin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Tüketicilerin ihtiyaçlarını ve davranışlarını derinlemesine anlamak başarıya giden yolda atılacak ilk adımdır. Derin öğrenme mimarisinin bir parçası olan yinelenen nöron ağını kullanarak algoritma oluşturmak için en yeni teknolojilerden yararlandık. Bu teknoloji, internet kullanıcısının davranışı, sahip oldukları satın alma niyetleri ve verecekleri kararı isabetli tahmin etmeye yarıyor. Böylece kişiselleştirilmiş reklamlarımız, bugüne kadarki en isabetli şekilde hedefleniyor. Bu da müşterilerimizin daha yüksek yatırım geri dönüşü (ROI) elde etmesine ve reklam bütçelerini daha verimli şekilde kullanmalarına olanak tanıyor” açıklamasını yaptı. Gerçek zamanlı açık artırma (RTB) modelinde reklam satın alma için kendi teknolojisini geliştirerek uygulayan dünyanın sayılı şirketlerinden biri olan RTB House, reklam satın alanların gerçek zamanlı reklam ortamındaki açık artırmalara doğrudan katılabildikleri çözüm sunuyor. Orta Doğu ve Afrika’dan Asya Pasifik’e, Latin Amerika’dan Avrupa’ya kadar dünyanın 40 ülkesinde faaliyet gösteren şirket, dünya çapındaki markalar için 850’den fazla kendine özgü kampanyanın devam etmesini sağlıyor. Yaklaşık 150 kişiden oluşan RTB ekibinde, performans pazarlama uzmanları, analistler, satış ve müşteri temsilcileri, programcılar gibi alanında uzmanlaşmış kişiler görev alıyor.

e-Ticaret dünyası Facebook Messenger’a taşınıyor

Ödeme sistemleri alanında çözümler sunan iyzico, Bilgetech ile birlikte Facebook Messenger üzerinden online ödeme yapılmasını sağlayan bir modül geliştirdi. Dünyada 1 milyardan fazla kişinin kullandığı Facebook Messenger üzerinde çalışan modül sayesinde, başta KOBİ’ler olmak üzere Facebook’ta sayfası bulunan şirketler, müşterilerine bu platformdan satış yapıp, ödeme alabilecek. Müşteriler alışveriş yapmak istedikleri e-ticaret şirketiyle Facebook Messenger üzerinden konuşmaya başladıktan sonra ödeme aşamasında iyzico’nun PCI-DSS sertifikalı güvenlik önlemlerine sahip sistemine yönlenip ödemelerini birkaç tıklama ile yapabilecek. iyzico CEO’su Barbaros Özbugutu’nun deyimiyle “e-ticaret dünyası için yeni bir sayfa” olan Facebook Messenger üzerinden ödeme uygulaması, “ödeme dünyası sistemleri için akıllı teknolojilerin hangi noktaya geldiğinin de önemli bir örneği olma özelliği” taşıyor. Türkiye’de bir ilk olan bu yenilikçi teknoloji ilk etapta Babil.com tarafından kullanılacak. Babil.com’un kurucusu ve CEO’su Mehmed Ali Çalışkan, “Bu öncü çözüm sayesinde, sosyal medya ile entegrasyon kabiliyeti gittikçe artan e-ticaret deneyimini esas alan babil.com’un kullanıcıları sitenin fırsat ve önerilerine Facebook Messenger üzerinden hızlı ve güvenli bir şekilde ulaşabilecekler”dedi Bu yeni teknolojisini kullanacak olan Bilgetech’in kurucu ortaklarından Nehir Yurduşen ise “Facebook Messenger üzerinden ödeme almak, kullanıcı alışkanlıklarını değiştirecek bir adım. E-ticaret ödeme sistemleri dünyası için yeni bir dönem başlıyor.” ifadelerini kullandı.

Vodafone türkiye’nin yeni yönetim kurulu belirlendi

0
Vodafone Telekomünikasyon A.Ş’nin son yapılan Olağanüstü Genel Kurulu’ndaki seçime göre, Vodafone Grubu Afrika, Ortadoğu, Asya, Pasifik (AMAP) Bölge CEO’su Serpil Timuray, Yönetim Kurulu Başkanı oldu. Vodafone Türkiye’de 2006 yılından bu yana Hukuk, Sözleşmeler ve Kurumsal Güvenlikten Sorumlu İcra Kurulu Başkan Yardımcılığı ve 2012 yılından bu yana Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği görevini yürüten Selçuk Karaçay, yeni dönemde yine Yönetim Kurulu Başkan Vekili olarak seçildi. 18 yıldır Vodafone’da çalışan ve 19 Eylül 2016 itibariyle Vodafone Türkiye CEO’su olarak görevine başlayan Colman Deegan ise, Yönetim Kurulu Üyesi olarak seçildi. 24 yıldır Vodafone Grubu AMAP Bölgesi Finans Direktörü olan John Otty ile 13 yıldır Vodafone Grubu AMAP Bölgesi İnsan Kaynakları Direktörü Gianluca Ventura da yeni Yönetim Kurulu’na seçilen diğer isimler oldu. Vodafone Türkiye’nin gelecek dönemine liderlik edecek yeni Yönetim Kurulu’nun güçlü ve deneyimli bir kadrodan oluştuğunun ve uluslararası ile yerel tecrübe sentezini çok iyi yapacak birikime sahip olduğunun altını çizen Timuray, bu sayede Vodafone Türkiye İcra Kurulu’na daha da güçlü bir destek sağlamayı amaçladıklarını ifade ederek şöyle konuştu: “Kısa bir süre önce Ankara’da Sayın Başbakanımızla bir araya gelen Vodafone Grubu CEO’su Vittorio Colao’nun da belirttiği gibi, Vodafone’un Türkiye pazarına olan güven ve bağlılığı sürüyor. Türkiye’nin potansiyeline inanıyor ve buradaki varlığımızı uzun soluklu olarak değerlendiriyoruz. Türkiye pazarına yönelik yatırımlarımıza aynı hız ve kararlılıkla devam edeceğiz. Vodafone Türkiye’nin başarılı performansını yeni Yönetim Kurulu’muzun desteği ve katkısı ile yeni dönemde daha da yükselteceğimize inanıyorum.”

Şifre kırmak için algoritmaya bile gerek yok

0
Genellikle kullanılan 2048 bit ve daha yeni olan 4096 bit RSA şifrelemelerinin kaba kuvvet ile kırılmaları ve şifreli belgelerin elde edilmesi teorik olarak mümkün, pratik olarak imkansızdır. İyi bir işlem gücüne sahip bir bilgisayar ile 2048 bit şifrelemeyi kırabilmek için yaklaşık 6,5 katrilyon yıla ihtiyacınız var. Evrenin yaşını 13,7 milyar yıl olarak hesapladığımız düşünülürse, bu süre evrenin gelecekteki de dahil olmak üzere toplam ömrünün birkaç milyar katı ediyor. 4096 bit RSA şifrelemeyi kırmak için gereken süre ise, 6,4 katrilyon yılın 2^36 katı (2 üssü 36) daha fazla. Böyle bir sayıyı nasıl yazacağımızı veya adının ne olduğunu bile bilmiyoruz. Önce kötü haber: Bazı bilgisayar bilimciler, yalnızca bir cep telefonu mikrofonu kullanarak 4096 bit RSA şifrelemesini 1 saat içerisinde çözmeyi başardılar! Şifre çözmek için kaba kuvvet kullanarak muhtemel şifreleri teker teker tahmin etmek yerine çok daha etkin yöntemler bulunmuş durumda. Bir bilgisayar şifre çözerken, işlemcisi normalde yapmadığı bazı işlemleri yapmaya başlar. Bu durum bilgisayarın genel olarak farklı bir elektromanyetik alan yaymaya başlamasına sebep olur. Gündelik hayatımızda bu değişimi biz fark edemeyiz. Ancak NSA’nın TEMPEST programında kullandığı gibi yalnızca bu iş üzerine özelleştirilmiş pahalı donanımlar, bilgisayarların yaydığı bu farklı elektromanyetik dalgaları yakalayıp, yapılan işlem konusunda veriler elde edebilirler. 4096 bit şifre çözmek gibi oldukça yoğun işlemlerde ise bu cihazlar yardımı ile basitçe çözülen şifre elektromanyetik dalgalar yakalanarak kaydedilebilir. Ancak bu işlem, yukarıda bahsettiğimiz gibi çok pahalı, özelleşmiş ve bulundurmanız halinde casusluktan 30 yıl hapisle yargılanacağınız cihazları, ayrıca epey de bir dinleme zamanını gerektirir. Bir de bu cihazları söz konusu bilgisayara bağlamanız lazım. Tel Aviv Üniversitesi’nde araştırmacılar, Association for Computing Machinery dergisinde yayınladıkları makalelerinde, bu elektromanyetik dalgaların yarattığı “gürültünün” parabolik bir mikrofon ile 10 metreden tespit edilebildiğini ve sonucunda şifre çözme işleminin tamamen kayıt edilerek şifrelerin çözülebildiğini kanıtları ile gösterdiler. Ancak parabolik mikrofon oldukça hantal ve büyük bir alet. Gizli gizli şifre çözmek isteyenler için pek de pratik bir cihaz değil. Bu yüzden araştırmacılar, tamamen aynı yöntemi bir cep telefonunda kullanarak başka denemeler yaptılar ve 30 santimetre mesafeden bir bilgisayarın 4096 bit RSA şifrelemesini çözdüler. Bu şifrelemenin çözülmesi için 1 saatlik dinleme süresi yetti. Yani cep telefonuna gerekli uygulamayı yüklemiş birisi, bir sunucu odasına girip telefonu bırakır ve 30 santimetre yakınındaki tüm yüksek güvenlikli sunucuların barındırdığı tüm şifrelemeleri çözebilir. Bu kötü haberdi; şimdi iyi haberlere geçelim. Bu şifre çözme metodunu atlatmanın birtakım yolları mevcut. Öncelikle sunucu kabinlerinin ses yalıtımlı olması, elektromanyetik dalgaları engelleyen Faraday Kafesi ile güvenlik altına alınması, dizüstü bilgisayarların özel yalıtım ile donatılması, böyle bir izleme metodunu etkisiz kılar. Aşırı kritik görevlerde bulunan sunucular için belki bu tarz önlemler düşünülebilir ancak siz de takdir edersiniz ki bunlar pek pratik çözümler değil. Daha iyi bir haber ise, bu sorunu çözmenin çok daha kolay, yazılımsal bir yolu olması: Basitçe, şifre çözme işlemleri arasına hiçbir işe yaramayan ve sunucunun ses veya elektromanyetik izlerini dinleyenlerin kayıtlardan hiçbir şey anlamamalarını sağlayacak gereksiz işlemler ile doldurmak. Bu fazladan işlemler yüzünden şifre çözme belki birkaç saniye daha uzayacaktır, ancak muhtelif casuslar hangi işlemin gerçek hangisinin sahte olduğunu bilemeyecekleri için onlar açısından şifreleriniz kırılamaz hale gelecektir (şimdilik). Şimdi de en iyi habere geçelim: Açık kaynak GNU Privacy Guard tam da bu işlemi yapmaya başladı. Süper kritik önemde şifreleme yapan sunucularınız varsa güncellemek isteyebilirsiniz.

IDC güvenlik cihazları raporu yayınlandı

0
IDC Worldwide Quarterly Security Appliance Tracker (Küresel Güvenlik Cihazları Takibi Çeyrek Raporu) yayınlandı. Raporda, güvenlik cihazlarının satıcı ciroları ve sevkiyatları konularında yıldan yıla artış gözlemlendiği kaydedildi. 2016 yılının ikinci çeyreğinde cirolar yüzde 5,8 oranında artıp 2,75 milyar dolara ulaştı. Sevkiyatlar ise yüzde 15,2 oranında artarak 659.305 adete yükseldi. UTM (Unified Threat Management) pazarı ise geçen 5 yıla göre iki kat büyüdü ve büyümesine devam ediyor. Bu bakımdan UMT, genel sektörün büyüme trendinin lokomotifi görevini üstlenmiş durumda. UMT pazarı 2016 yılının ikinci çeyreğinde yüzde 13,4 oranında büyüyerek 1,35 milyar dolara ulaştı. UMT ciroları ise yıldan yıla yüzde 15,7 oranında artarak 2,6 milyar dolara ulaştı. Eski IDC raporları ile karşılaştırıldığında UMT pazarı, son yedi yıldır kesintisiz bir şekilde çift haneli büyüme rakamı kaydedebilen tek alt sektör kırılımı olarak da öne çıkıyor. IDP (Intrusion Detection and Prevention) pazarı ise IDC raporuna göre yıllık yüzde 4,8 büyüme oranı ile 402 milyon dolara ulaştı. Yine başka bir pazar olarak görülen güvenlik içerik yönetimi ise yıllık yüzde 4,9 büyüme ile 462 milyon doları gördü. Firewall ve VPN (Virtual Private Network) pazarları ise sırasıyla yıldan yıla yüzde 6,7 ve 14,6 oranında büyüme kaydetti. Rapor coğrafi olarak incelendiğinde Amerika Birleşik Devletleri’nin yıldan yıla yüzde 6,0 oranda büyüme kaydederek ve global pazarın yüzde 41’ini alarak en büyük yerel pazar olmaya devam ettiğini görüyoruz. yıldan yıla yüzde 5,9 büyüme oranı ve global pazarın yüzde 20 payını kapan Batı Avrupa bölgesi ise büyüme hızında ikinci sırada geliyor. Ancak Asya Pasifik bölgesi, yüzde 1,7 büyüme oranı sergilemesine rağmen, pazarın yüzde 22’sini elinde tuttuğu için gelirler incelendiğinde ikinci en büyük konumuna yerleşiyor. Cirosal bazda şirketler incelendiğinde 449 milyon dolar ciro ile Cisco birinciliğini korumaya devam ediyor. Cisco’yu 358 milyon dolar ile Check Point, 334 milyon dolar ile Palo Alto Networks, 270 milyon dolar ile Fortinet ve 117 milyon dolar ile Blue Coat izliyor. Bu şirketlerin pazar payı oranları da aynı sıralamayı takip ediyor. Yıldan yıla büyüme oranlarına baktığımızda farklı bir tablo karşımıza çıkıyor. Geçen yıla göre en yüksek büyümeyi sergileyen Palo Alto Networks, yüzde 38,2 oranında kendini geliştirmiş. Palo Alto Networks’ü yüzde 26,4 büyüme oranı ile Fortinet, yüzde 10,0 oran ile Check Point takip ediyor. Diğer firmaların büyüme oranları yüzde 1 veya aşağısında bulunuyor.

Intel ve Oakley Radar Pace’i ortaya çıkarttı

Kişisel spor ve antrenörlük konusu, nesnelerin interneti yaygınlaştıkça ve teknoloji ilerledikçe hiç beklenmedik bir şekilde gelişiyor. Cep telefonlarına önce uygulama olarak yüklenen sanal spor ve performans takip yazılımları, daha sonra akıllı cep telefonlarına eklenen cihazlar, bileklikler, akıllı saatler, gözlükler ve hatta kolyeler şeklini aldı. Genellikle mobil teknoloji geliştiren şirketlerin tekelinde olan veya bir tek ürüne odaklanmış firmaların cihazlarını kullanıyoruz. Ancak bu sefer bir değişiklik oldu. Teknoloji devi Intel ile özellikle spor gözlükleri konusunda uzmanlaşmış Oakley güçlerine birleştirerek, Radar Pace’i ortaya çıkarttı. Oakley markası ve Intel tarafından bir yıllık araştırma-geliştirme sürecinin ardından ortaya çıkan ve devrimsel bir cihaz olarak kabul edilen Radar Pace, bugün Oakley’in resmi internet sitesi ve mağazaları üzerinden satışa çıkarıldı. Dinamik bir şekilde kişiye özel antrenman programları üretebilen, sporcunun performansını takip eden, aynı anda sanal koçluk yapan ve doğal şekilde kullanıcının sorduğu sorulara cevap veren Radar Pace, sporculara büyük kolaylık sağlayacak. Gerçek zamanlı geri dönüşlerde bulunan ve zengin bilgiler veren Radar Pace, bu şekilde sporcuları geleneksel yöntemlerle çalışmaktan çıkartıp daha bilimsel yöntemlere itiyor. Hem estetik görünümü, hem de üst düzey bir teknolojiyi bir araya getiren akıllı gözlük, gerçekten de yenilikçi ve her seviyedeki sporculara hitap ediyor. Radar Pace bir sanal koçluk görevi üstlenerek spor esnasında atletlerin her adımlarını, döngülerini takip ediyor ve gerçek zamanlı olarak onlara dinamik bir antrenman programı sunuyor. Hands-free teknolojisi olan Intel Real Speech ile güçlendirilen Radar Pace, aynı zamanda Bluetooth kulaklığa da sahip ve bu şekilde sporcular arama alabiliyor, mesaj çekebiliyor ve müzik dinleyebiliyor. Harici sensörleri ve Radar Pace uygulamasıyla cihaz tüm kişisel performans verilerini topluyor ve analiz ediyor. Aynı zamanda tıpkı insan bir antrenör gibi, atletlere özel programlar yaratıyor ve sıradaki hedefleri belirliyor. Radar Pace, iki ana bileşenden oluşuyor. Bunlardan ilki Oakley yapımı akıllı gözlük, diğeri ise iOS ve Android işletim sistemleri için indirilebilecek olan Radar Pace uygulaması. Ürün, Kuzey Amerika, Avustralya ve Avrupa bölgelerinde bugün satışa çıktı.

PepsiCo’nun girişimcilik yarışması sonuçlandı

0
PepsiCo tarafından düzenlenen, Nielsen ana sponsorluğunda ve Hackquarters işbirliğiyle hayata geçirdiği “PepsiCo Insight Challenge” yarışması sonuçlandı. Tüketici ve pazar içgörüleri konusundaki girişimleri desteklemek amacıyla 1-19 Eylül tarihlerinde 1 milyondan fazla kişiye ulaşan yarışmaya 6 farklı ülkeden kurumsal ve bireysel 300’ü aşkın başvuru yapıldı. 3 ülkeden finalist olan 16 şirket, 23-24 Eylül tarihlerinde PepsiCo ve Nielsen’in üst düzey yöneticilerinin yanı sıra melek yatırımcılar ve teknoloji yatırım fonları yöneticilerinden mentorluk aldıktan sonra, 25 Eylül’de final sunumlarını yaptı. Yarışma jürisinde PepsiCo Avrupa ve Afrika Tüketici ve Pazar İçgörüsü Başkan Yardımcısı Tim Warner, Nielsen Innovate ve Nielsen Yatırım Fonu’nun Yöneticisi Bruce Haymes, PepsiCo Doğu Avrupa Bölgesi Pazar İçgörüleri ve Analitik Departmanları Yöneticisi Volkan Öngüç, Özyeğin Üniversitesi kurucularından ve Işık Üniversitesi’nin Kuluçka ve İnovasyon Departmanının yöneticisi Prof. Dr. Ali Beba, 500 Startups Türkiye Fonu’nun Yöneticisi Rina Onur ve Hackquarters Girişim Hızlandırma Şirketinin Kurucusu Kaan Akın yer aldı. Özel Ödül, alışveriş fişleri üzerinden sadakat programı sunan Outkart projesinin oldu Alışveriş fişleri üzerinden tüketicilere doğrudan sadakat programları sunan OurCart, Özel Ödül’e layık görüldü. Sunulan 16 proje arasından seçilen Outcart projesinin yaratıcıları, PepsiCo Avrupa merkez ofisinde ağırlanmaya hak kazandı. İnsan görüşüne ihtiyaç duyulan tüm iş problemlerini bilgisayar ve kameralarla otomatikleştiren Vispera ile akıllı telefonlar aracılığıyla mobilize bir şekilde şirketlerin ihtiyaçlarına çözüm bulan Twentify şirketleri ise Nielsen Özel Ödülü’ne layık görüldü. Söz konusu şirketler, Nielsen’in merkez ofisinde teknolojilerini Nielsen ile birleştirmenin yollarını arayacak.

PepsiCo ve Nielsen ile işbirliği fırsatı

Hızlı Tüketim Ürünleri sektöründe bir ilk olan yarışmanın finalinde seçilen projeler, PepsiCo ve Nielsen ile uluslararası düzeyde işbirliği yapmaya hak kazandı. Pazar araştırmaları ve tüketici içgörüsüne ilişkin yenilikçi çözümlerin geliştirilmesi ve girişimlerin desteklenmesi amacıyla düzenlenen PepsiCo Insight Challenge, FMCG alanında gerçekleştirilen ilk yarışma olma unvanını da taşıyor. Yarışma sonrasında PepsiCo Insight Challenge’ı değerlendiren jüri üyelerinden PepsiCo Avrupa ve Afrika Tüketici ve Pazar İçgörüsü Başkan Yardımcısı Tim Warner; “İnovasyona önderlik etmek bizim görevimiz, bu yarışmayla kurduğumuz bağlarla rekabette daha ileri geçeceğimize eminiz” dedi. Nielsen Innovate ve Nielsen Yatırım Fonu’nun Yöneticisi Bruce Haymes ise “Kurumların yeni teknolojileri hızla benimsemesi çok önemli, bu konuda PepsiCo’nun attığı adımda onların yanında olmak çok güzel. Bunu İstanbul’da yapmak, birçok dünya şehrine örnek olacaktır” diye konuştu. Tüketici ürünleri alanında Türkiye’de bir ilki daha gerçekleştirmiş olmaktan mutluluk duyduklarını belirten PepsiCo Doğu Avrupa Bölgesi Pazar İçgörüleri ve Analitik Departmanları Yöneticisi Volkan Öngüç; ”Burada kurumsal şirket ile girişimcileri bir araya getirmenin çok güzel bir örneğini sergiledik, bu iki tarafa da güç katacaktır. İşbirliği yapmayı planladığımız girişimleri desteklemek ve birlikte geliştirmek, yeniliklere liderlik etmek, uzun vadede sürdürülebilir büyümemizin temel taşları olacaktır” dedi. Prof. Dr. Ali Beba, “Kurumların girişimcilik fikir yapısına yakın olması onları uzun vadede genç ve dinamik tutarak liderliklerini garantileyecektir” diyerek konuşmasını tamamladı. 500 Startups Türkiye Fonu’nun Yöneticisi Rina Onur, “Teknolojik girişimler dünyada büyük ekonomik ve sosyal kalkınmayı körüklüyor. Bu teknolojik gelişmeleri desteklemek için yaptığımız yatırımlar, PepsiCo ve Nielsen gibi şirketlerin işbirliğiyle daha sağlam adımlarla büyüyerek, dünya seviyesinde ölçeklenebilir” diyerek yarışmanın önemine atıfta bulundu. Hackquarters Girişim Hızlandırma Şirketinin Kurucusu Kaan Akın, “PepsiCo’nun öncülük ettiği bu etkinlik, umarım birçok kurumsal şirkete örnek olur, girişimci-kurum işbirliğini ve inovasyonu tetikler” dedi.

IoT sanayi devrimi kadar etkili olacak mı?

IoT, yani nesnelerin interneti genellikle yeni sanayi devrimi olarak da anılıyor. Sanayi devrimi gibi nesnelerin internetinin de sebep olacağı değişiklikler, insanların nasıl yaşadığını, çalıştığını, eğlendiğini, seyahat ettiğini, devletlerin ve kurumsal şirketlerin dünya ile nasıl etkileşime geçtiklerini değiştirecek. Doğrusunu isterseniz bu devrim zaten başlamış durumda. Yani başlıktaki soruya kısa cevabımız, Evet. Uzun cevabımız için okumaya devam edin. Kendi uygulama paneli olan otomobiliniz mi var? Nesnelerin interneti. Uzaktan ayarlanabilir termostatınız mı var? Nesnelerin interneti. Yaktığınız kaloriyi ölçüp Facebook’ta paylaşan bilekliğiniz mi var? Nesnelerin interneti. Bu gibi daha çok örnek verebiliriz. Ama bu daha sadece başlangıç. Bu yazımızda nesnelerin interneti ile gelen devrim hakkındaki bazı rakamları derlemek istedik. Sanayi devrimi sırasında Avrupalı iş adamlarının büyük veri analizleri ve yapay zeka öngörü yazılımları yoktu. Bizim var. IoT’un hızla gelişmesine yol açan, yalnızca günümüz dünyasında karşımıza çıkan bazı avantajlı durumlara sahibiz. Bunlar arasında internet erişiminin yaygınlaşmasını, yüksek mobil cihaz kullanımını, sensör fiyatlarının artık çok ucuzlamış olmasını ve en önemlisi de nesnelerin internetine büyük miktarda yatırım yapılmasını sayabiliriz. Her devrim gibi, IoT da akıllarda soru işaretleri ile geliyor. Güvenlik endişeleri, siber güvenlik endişeleri, kişisel mahremiyet endişeleri, entegrasyon sorunları, teknoloji dünyasının parçalanmış yapısının nasıl birleştirileceği gibi. Ancak bütün bu soru işaretleri, ya IoT geliştikçe kendiliğinden, ya da bu gelişme sırasında şu anda öngöremediğimiz inovatif çözümler ile son bulacaktır. Bazı sorunlar ise hayatımızın bir parçası olacak ve yeni normalimiz olarak “sorun” kategorisinden çıkacaklar. Bir örnek verelim: Sanayi devriminden önce kimsenin motor gürültüsü duyduğu yoktu. Şimdi uzun süre motor gürültüsü duymazsak bir sorun olduğunu düşünüyoruz. Yukarıda en önemli avantaj olarak saydığımız IoT yatırımı hakkında biraz rakam verelim. Önümüzdeki 5 yıl içerisinde, yani 2020’nin sonları, 2021’in başları gibi bir sürece kadar nesnelerin internetine küresel çapta toplam 6 trilyon dolar yatırım yapılacak. Bu yatırımın 4,5 trilyon doları uygulama geliştirme ve cihaz donanımları konularına yapılacak. 1 trilyon dolar civarındaki yatırım ise sistem entegrasyonu için harcanacak. 2025 yılına geldiğimizde, yani 6 trilyon yatırım yapılıp, üzerinden 5 yıl daha geçtikten sonra, yatırım geri dönüşü 13 trilyon dolar olacak. 5 yıl içerisinde iki kat yatırım geri dönüşü verebilen hiçbir endüstri veya yatırım aracı yok. İşte bu yatırım geri dönüşü (ROI), nesnelerin internetine yatırım yapabilecek herkesin ağzını sulandırıyor. Nesnelerin interneti oldukça düşük riskli bir yatırım olduğu için de kimse bu konuya yatırım yapmaktan çekinmiyor. Nesnelerin interneti dediğimizde üç ana kullanıcı kitlesi karşımıza çıkıyor: İşletmeler, devletler ve tüketiciler. 2020 yılı civarında toplam 24 milyar nesnelerin internetini kullanan cihaz kullanılır durumda olacak. Bu cihazların 11,2 milyarı işletmeler tarafından kullanılıyor olacak. Bu iş için 3 trilyon dolar harcayacaklar ve 2025 yılı geldiğinde 7,6 trilyon dolar yatırım geri dönüşü alacaklar. Devlet ve kamu sektörüne baktığımızda 2020 yılına kadar 7,7 milyar cihazın kullanımda olacağını görüyoruz. Bu sektörde 2,1 trilyon dolar harcanacak (veya harcatılacak), 5 yıl sonra da toplam 4,7 trilyon dolar geri dönüş elde edilecek. Tüketici sektörü ise 2020 yılında 5 milyar adet nesnelerin interneti kullanan cihaz ile tanışacak. 900 milyar dolar yatırımın geri dönüşü 5 yıl sonra 400 milyar dolar olacak. Burada, yatırımın geri dönüşünün alınamadığı görülebiliyor. Ancak nesnelerin internetini destekleyici kapsamdaki akıllı cep telefonları, tabletler, akıllı saatler ve diğer giyilebilir teknolojiler de işin içine katıldığında tüketicilere 10 milyar cihaz daha sunulacak ki bunun yatırım geri dönüşünü hesaplamak çok zor. Nesnelerin interneti özellikle işletmeler açısından yarar sağlıyor. İşletmelerin operasyon masraflarını ciddi oranda düşürecekler. Operasyon masrafları düşünce üretkenlik artışa geçecek ve yeni pazarlar ile yeni ürün ve hizmet uygulamaları ortaya çıkacak. Kamu sektörü de nesnelerin interneti ile masrafları azaltmaya ve üretkenliği artırmaya çalışacak. Uzun vadede kamu sektörünün nesnelerin internetini benimsemesinin, eninde sonunda toplum yararına olacağı belli. Bu bakımdan kamu sektörü, nesnelerin interneti konu olduğunda işletmelerden sonra ikinci en büyük benimseyici rolünde olacak.

Microsoft ve Salesforce LinkedIn yüzünden birbirine girdi

1
Salesforce, elindeki tüm hukuki ve ekonomik güçler ile Microsoft’un LinkedIn’i satın almasını engellemeye çalışıyor. Bunun için özellikle regülatörlere çok ciddi baskı var. Microsoft’un CLO’su (Chief Legal Officer) Brad Smith ise e-posta ile yaptığı bir açılamada Microsoft’un bir fiyat yükseltme savaşına hazır olduğu ve yaptığı satın almanın tamamen yasal olduğunu belirtti. Microsoft bu satın alma ile birlikte özellikle bulut CRM piyasasında lider olan Salesforce’unen büyük rakibi olmaya hazırlanıyor. Salesforce bulabildiği tüm regülatörler ile konuşup, Microsoft’un LinkedIn’i satın almasının kötü bir fikir olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyor. Ancak regülatörler nadiren bu şekildeki öneriler karşısında satın almayı durduruyorlar. Hele Microsoft’un doğrudan bir rakibini satın almıyor olması, kanunen yapılacak bir şey olmadığını gösteriyor. Ayrıca bu satın alma ABD ve Kanada’da çoktan onaylandı bile. Ancak regülatörler zaman zaman anlaşmaya şartlar eklemek konusunda ikna edilebiliyorlar. Özellikle Avrupa Birliği regülatörlerinin bu yönde bir karar verip, Microsoft’un LinkedIn verilerine diğer rakiplerin erişimini engellememesi beklentisi hakim. LinkedIn’in verileri, soğuk satış yapmak için adaylar bulma konusunda çoğu satış temsilcisinin can damarı. Eğer Salesforce müşterileri bir şekilde LinkedIn verilerinden mahrum bırakılırsa ve bunun eyrine Microsoft’un CRM müşterileri bu verilerden sınırsız yararlanırsa, hem Salesforce hem de Salesforce müşterileri çok büyük darbe alır. Salesforce’un CLO’su Burke Norton regülatörlere gönderdiği bir e-postada, “LinkedIn’in 200 ülkedeki 450 milyondan fazla profesyonelin verilerine sahip olursa Microsoft, rakiplerini bu veri havuzundan mahrum bırakıp adaletsiz bir rekabet avantajı yaratabilir” diyor. Norton’ın açıklamasının yanında Salesforce CEO’su Marc Benioff ise tweet atıp, Microsoft’un buluttan sorumlu yöneticisi Scott Guthrie’nin Deutsche Bank Teknoloji Konferansı sırasında Microsoft’un rakiplerini LinkedIn verilerinden mahrum bırakacağını açıkladığını söylüyor. Ancak konferansı takip edenler çok iyi biliyorlar ki, Guthrie yalnızca LinkedIn verilerinin Microsoft’a nasıl entegre edileceğini anlattı ve rakipleri mahrum bırakma konusu hakkında hiçbir şey söylemedi. Bu durumda koskoca Salesforce CEO’su’nun yalan söyledi demeğe dilimiz varmıyor, ama gerçekleri kendi işine geldiği gibi yorumladığı kesin. Bütün bu lobi çalışmaları doğal olarak hiçbir işe de yaramayabilir. Örneğin Microsoft’un Skype’ı satın alması sırasında ve satın almanın ardından Cisco, regülatörler ile yıllarca konuştu. Cisco’nun istediği Skype teknolojisinin Cisco’nun video konferans ürünleri ile uyumlu çalışması için herkese açılmasıydı. Regülatörler kıllarını bile kıpırdatmadılar. Bütün bunlar olurken Salesforce bir yandan da başka silahlarını konuşturuyor. Facebook’un eski CTO’su Bret Taylor tarafından kurulan Quip adındaki Microsoft Office ile rekabet eden şirketi sarın aldı. Office, Microsoft’un ana gelir kaynağı. Salesforce Quip’i kendi ürünlerine entegre edip doğrudan kurumsal işletmelere satmak istiyor. Bunun için de kendi devasa satış ekibini kullanacak. Ezelden beridir geleneksel olarak rakip olan Microsoft ve Salesforce arasında kısa bir dönem dostluk da olmuştu. Microsoft Salesforce’un ürünlerini Office 365 ile entegre etmişti. Microsoft CEO’su Satya Nadella Salesforce’un yıllık teknoloji konferansına konuşmacı olarak katılmıştı. Bir noktada Nadella Salesforce’u satın almaya bile çalışmıştı.

TEB fintech dehalarını bulmaya kararlı

0
Türk Ekonomi Bankası (TEB), Türkiye’den bankacılık ve finans dünyasını değiştirecek teknolojilerin çıkması amacıyla, finans teknolojisi konusunda fikir ve projeleri olan start up’lara özel yepyeni bir destek programı başlattı. TEB Fintech Future Four Programı bankacılık ve finans sektörünün problem ve ihtiyaçlarına inovatif çözümler üreten, takım haline gelmeyi başarmış, yaratıcı fikirler üretmeyi hedefleyen girişimcileri bekliyor. TEB Özel Melek Yatırım Platformu üzerinden başvuruların alındığı TEB Fintech Future Four Programı’na, yenilikçi finans teknolojisi fikirlerine sahip takımlar, 20 Ekim Perşembe gününe kadar Türkçe veya İngilizce olarak başvuru yapabilecek. Başvuru yapacak takımların istenen özelliklerdeki kısa bir video ile hayallerindeki ürünün özellikleri, kattığı değer, kaynak ihtiyaçları, zamanlama, takım ve metodolojilerini anlatmaları bekleniyor. Program kapsamında Türk Ekonomi Bankası, start up’ların fikirlerini filizlendirmek için gereken finansal destek ve ticarileşme sürecinde gereken danışmanlık desteğini sunarak girişimcilerin kendi şirketleri ile dünya çapında başarıya ulaşmasını hedefliyor. Müşterini Tanı /Bilgi Güvenliği, Roboadvisory, Sanal Müşteri İlişkileri Yönetimi, Gerçek Zamanlı Pazarlama, Yeni Nesil Ödeme/Üye İşyeri Teknolojileri, Sadakat /Oyunlaştırma konularında başvuru alan TEB, gelen başvurular arasından seçeceği 4 fikri kendi bilgi, araştırma, deneyim ve kabiliyetleri ile beraber hayata geçirmeyi istiyor. TEB Bireysel ve Özel Bankacılık Kıdemli Genel Müdür Yardımcısı Gökhan Mendi, Türk Ekonomi Bankası olarak bankacılık ve finans dünyasını değiştirecek teknolojilerin Türkiye’den çıkacağına inandıklarını belirterek, Fintech Future Four Programı’yla yenilikçi finans teknolojisi fikirlerine yepyeni bir destek verdiklerini söyledi. Mendi, start up’ların bankalara ihtiyacı olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Altyapımız, tecrübemiz, ilk ürün için sağladığımız finansal destek ve projenin ilk müşterisinin hazır olması Start-Up’lara iyi gelecek. Biz bunu gerçekleştirmek için bankacılık ve finans sektörünün problem ve ihtiyaçlarına inovatif çözümler üreten, kıvrak ve yaratıcı insanları arıyoruz. Sektör olarak hayalini kurduğumuz gelecek vizyonu bizce bankalar ve start-up’ların birlikte çalıştıkları, start-up’ların yaratıcılıklarını ortaya koydukları işbirlikçi inovasyon modeliyle mümkün olabilir. Bu yüzden bugün start-up’lara ve start-up adaylarına diyoruz ki: TEB Fintech Future Four Programları’mıza katılırsanız, bankacılık ve finans dünyasının geleceğini şekillendiren teknolojiler çok yakında gelecek. TEB Fintech Future Four ile finans sektöründe dünya çapında sorunların cevabı olabilecek fikirler üretip sonrasında oluşacak değeri paylaşmak istiyoruz.”

Program kapsamında start up’ları neler bekliyor?

Program süresince start up’ların projelerini geliştirebilmeleri için finans kaynağı, banka verileri ve banka uzmanlarına erişimini sağlayan TEB, bu fırsatlar karşılığında ortaya çıkacak ürünün pazar şartlarındaki ilk müşterisi olmayı hayal ediyor. Ayrıca Türk Ekonomi Bankası’nın üst düzey yöneticileri takımlar ile danışmanlık toplantılarında bir araya gelerek fikirlerin ürüne dönüşmesine yardımcı olacak.

Finans dünyasının işletim sistemi

0
İş bonoların, tahvillerin ve hisse senetlerinin yıldırım hızıyla el değiştirdiği günümüzün finans dünyasına geldiğinde, bilişim endüstrisinde çalışan yazılımcıların fikir birliğine göre güvenebileceğiniz tek işletim sistemi Linux. Peki, ama neden? Microsoft ve Apple gibi dev şirketler veya Cisco ile SAP gibi yazılım devleri dururken neden kişisel çabalar ile geliştirilen bir işletim sistemi, deyim yerindeyse medeniyetimizi ayakta tutuyor? LinuxCon konferansında konuşmacı olan Christoph Lameter, yüksek hızlı bilgisayar terminallerinden oluşan bu finansal dünyanın neden Linux kullanmayı seçtiğinden bahsetti. Kendisi de bir Linux kerneli geliştiricisi olan Lameter, Linux çekirdeğinin mesajları çok hızlı bir şekilde iletebilme yeteneği yüzünden eskiden kullanılan Unix sisteminin yerini her yerde Linux’a bırakmaya başladığını söylüyor. İşin gerçeği, eğer Linux olmasaydı bu kadar hızlı işleyen bir finans dünyasına asla sahip olamazdık. Lameter’in kendisi de bir borsada danışman olarak çalışıyor fakat bu borsanın hangi borsa olduğunu belirtmekten kaçınıyor. Dünyanın en büyük borsası olan New York Borsası’nda (NYSE) kurulu olan Linux, saniyede 1,5 milyon güncelleme ve 250 bin komutu işleyip, her satın almayı iki milisaniye içinde gerçekleştirebiliyor.

Unix’in ölümü

2007 gibi geç bir tarihte bile Wall Street finans dünyası hala HP’nin HP-UX, IBM’in AIX ve Sun Microsystems’ın Solaris sistemleri gibi Unix bağımlısıydı. Son bir kaç yılda Linux bu pazara yavaşça sızıp, önce bazı yardımcı sistemleri daha sonra da bir kaç ana sistemi çalıştırmaya başladı. “Solaris ve AIX gibi sistemlerin güncelleme aralıkları çok uzundu, bazen iki veya üç yılı bulunuyordu. Linux ise güncellemesini bir ay içinde halledebiliyor” diyor Lameter. Finans borsaları sunucularının işlemleri mümkün olduğunca hızlı yapmasına ihtiyaç duyar. Birkaç milisaniyelik ekstra bir hız bile, günde milyarlarca doların el değiştirdiği bir ortamda ciddi bir avantaj sunar. Böyle bir ortamın zorladığı inovasyon gereksinimini birkaç yıllık güncellemeler ile karşılayabilmek mümkün değil. Borsalar da en az gecikmenin yalnızca Linux ile mümkün olduğunu görmekte çok gecikmediler. Unix basitçe Linux kadar hızlı işlem yapamıyordu. Linux’un bu konuda üç avantajı var. Birincisi, iki makine arasında gidip gelen işlem paketlerini denetleyen TCP/IP stack yapısının çok hızlı çalışabilmesi. İkinci özelliği, bir işlem başladığında başka bir işlem tarafından engellenmesine veya geçici olarak durdurulmasına mani olan iş düzenleme sistemi. Üçüncüsü de ciddi bir ordu sayılabilecek kadar kalabalık gönüllü geliştiricileri. Bu gönüllü geliştiriciler sayesinde Linux, yeni donanımlar için yazılım desteğini Unix satıcılarından çok daha hızlı sunabiliyor.

Linux Android’e avantaj yaratır mı?

Bu soruya kısa cevabımız: pratik olarak hayır. Hemen aşağıda uzun cevabımız var. Android işletim sistemi de aslında epey elden geçirilmiş bir Linux çekirdeği üzerine kurulu ve tüm diğer Linux işletim sistemi dağıtımları ile özü aynı. Hemen aklımıza özellikle uluslar arası finans dünyasına, borsa işlemlerine yönelik uygulamalar geliştiren fintech startupları geliyor. Bu startuplar, özellikle mobil çözümlerini Android üzerinde mi geliştirmeleri gerekiyor? Hayır. Birincisi, borsa işlemlerine doğrudan bağlantı diye bir şey dünyanın hiç bir ülkesinde yok. Çok sıkı regülasyonlar ile kontrol edilen borsa işlemlerine herhangi bir mobil cihaz doğrudan bağlanamaz, arada mutlaka “broker” yazılımlar olması gerekir. Bu ara yazılımlar, verilen komutları borsa bilgisayarlarının anlayacağı dile zaten çevireceği için, komutların hangi işletim sisteminden veya ne şekilde geldiklerinin bir önemi yok. Ayrıca, dünya borsalarını birbirine bağlayan fiber optik iletişim şebekesinin hızına, herhangi bir kablosuz ağ bağlantısı ile yaklaşmak bile mümkün değil. Uluslar arası finans dünyasının baş döndürücü hızı karşısında son tüketiciye sunular hemen her şey çok yavaş kalacaktır. Bu yüzden de Android bir avantaj sağlamayacak.

Mobil ve IoT benimsenme süreçleri hızlanıyor

Mobil teknolojilerin ve Nesnelerin Interneti’nin (IoT) pazara çıkışları, BT ağ altyapılarında olan gereksinimleri de hızlandırdı. Yenilenme çevrimleri yıllar yerine aylarla ölçülen ağların, kurumsal seviyede güvenliği en üst düzeyde etkin bir şekilde uyarlaması ve sağlaması için, BT organizasyonları gerektiren dijital servislerle karşı karşıya olan bir dizi son kullanıcı ve kuruma destek vermesi gerekiyor. HPE Technology Services ve aralarında Accenture ve Deloitte’in de yer aldığı önde gelen iş ortaklarının HPE Finansal Servisleri ile iş birliği yapması sonucu organizasyonlar, OpEx’e dayanan bir NaaS modelini kullanarak değişen ihtiyaçlara hızla tepki verebiliyorlar. Bu model, organizasyonların kullanışlı gerçek zamanlı öngörüler yoluyla IoT için güvenli bağlantılar ve iyileştirilmiş kullanıcı deneyimleri sağlayan, yeni iş uygulamaları için tasarlanmış olan en modern ağ altyapısını hemen kullanmalarına izin veriyor. BT operasyonları ve harcamalardaki öngörülemezliği ortadan kaldırmak için HPE Aruba, Mobile First Platform ile yazılım temelli bir yaklaşım getiriyor. Böylece BT organizasyonlarının, ortaya çıktıkça yeni gereksinimlere hemen yanıt vermesine, sermaye yatırımlarını en aza indirmelerine ve rekabet avantajını sürdürmelerine izin veriyor. Müşteriler, önemli iş ortaklarından Wi-Fi, BLE, kablolu ve WAN bağlantısı, danışmanlık, destek ve teknoloji servisleri için aldıkları Aruba’nın programlanabilir BT ağ ürünleri portföyü ile, ağlarını sağlama ve yönetmeleri için özel seçeneklerden yararlanıyorlar. Yazılımla Tanımlanan Ağ (Software Defined Networking -SDN) ve buluttan yönetilen WLAN’dan oluşan bir-Servis-olarak-Ağ (NaaS) pazarının önemli oranda büyümesi bekleniyor. IDC, global kurumsal SDN pazarının 8,7 milyar dolara kadar büyüyeceğini ve global buluttan yönetilen WLAN pazarının da 2018’de 2.5 milyar dolara ulaşacağını tahmin ediyor. Artan otomasyon, veri analitiği, IoT ve BT altyapı planlarını etkileyen güvenliğe yapılan yeni vurgu gibi önemli trendlerle birlikte çoğu organizasyon, BT elemanları üzerindeki iş yükünü en aza indirmeye ve harcamaları da büyük sermaye yatırımlarından öngörülebilir operasyonel harcamalara kaydırmaya çalışıyorlar. Aruba’nın İş & Kurumsal Gelişim’den sorumlu Başkan Yardımcısı Peter Cellarius, “Bulut yaklaşımı, teknolojiyi gerektiğinde servis olarak satın alabilme beklentisinden destek görmüştür. Bir-Servis-olarak-Ağ, temel olarak iletişim servislerini satın alma ve tüketmenin yeni bir yolu olarak, pazardaki bu değişimi karşılıyor. Bugün bir işbirliği grubu olarak başlayarak, gittikçe genişleyen müşteri tabanımıza hazır hale getirmek için abonelik ürünlerimizi genişleteceğiz” dedi. Accenture İdari Yöneticisi Eric Brown, “Accenture’un NaaS çözümleri, bugün pazarda teknoloji başlatıcısı olarak nitelendirilebilir. Pek çok Uyarlanabilir Ağ dağılımımızda ölçülebilir kazançları gösterdik. Accenture’un, yüksek niteliklere sahip personelle desteklediği dünya klasmanındaki dönüşüm ve yönetim servisleri, pazarda dağıtım yeteneklerimizi farklılaştırmaya devam ediyor. Ağınızın sınırlarında güvenliği uygun maliyetlerle sağlayabiliriz, böylece kesintisiz bir işbirliğine izin verebilir ve kullanıcı deneyimini iyileştirebiliriz. Bu sicil bize önemli müşterilerin kazanımı şeklinde dönüyor” diyor. Deloitte Consulting LLP İdari Yöneticisi Shawn Lund, “Diğerlerinin yanı sıra perakende sektörü, muhtemelen NaaS’ın benimsenmesinde liderdir. Kesintisiz dijital alışveriş deneyimi sağlama konusunda perakendeciler üzerinde baskı sürerken, BT altyapılarının da tüketici harcamaları ile esnemesi gerekiyor. Yoğun sermaye yatırımının yapıldığı bir altyapıya bağlı kalırlarsa, değişen pazar gerçeklerine ayak uydurmak için esnek olamayacaklardır. NaaS, işin getirdiği her zaman değişen taleplere göre bir şirketin ağ kapasitesini ölçeklemesine izin verir. O, ezber bozan bir unsurdur” diyor.

Facebook’u gözetleyenleri kim gözetliyor?

0
Son zamanlarda kurumsal şirket çalışanları arasında, özellikle Facebook başta olmak üzere sosyal medya kullanıcılarını zor durumda bırakan rahatsız edici bir trend başladı. Bu sefer, sosyal ağlardaki mahremiyetin korunmasına yönelik kanunlar bile bu durum karşısında çaresiz kalabilirler. Geçen yıldan beridir, öncelikle ABD’de, biraz da Avrupa’da görülen bu trend, zaten iş bulmanın zor olduğu bu ekonomik koşullar içerisinde çalışanı daha da güç durumda bırakıyor. Çalışanlara karşı yapılan bu garip istekler bütününü kısaca şöyle tanımlayabiliriz: İşverenler, çalışanlarının Facebook hesabına erişim istiyorlar. Bazıları yalnızca şöyle bir bakıp, ne paylaştığınızı, nasıl arkadaşlarınız olduğunu merak ediyor. Diğerleri, şirketi, kendilerini veya şirket temsilcilerini arkadaş olarak eklemelerini, şirket sayfalarını zorla beğenmelerini ve gruplara katılmalarını istiyor. Bu sayede, gözlerini sürekli çalışanlarının Facebook’ta ne yaptıkları üzerinde tutabiliyorlar. Arkadaşlarımız, yakınlarımız ve belki de ailemiz ile iletişimde kalmak için kullandığımız sosyal ağlar, birden bire dikenli tellerle çevrili mayın tarlalarına dönüşmüş oluyor. Adımlarımızı çok dikkatli atmamız gerekiyor. Asla, hangi paylaşımımıza hangi müdürün sinirleneceği ve çalışanı işten kovacağını bilemiyoruz. Bazı şirketler bunu o kadar önemsiyorlar ki, açık açık iş başvurularında dile getiriyorlar. Bazı çalışanlar derhal Facebook hesaplarını kapatmayı düşünüyorlar. Git gide daha çok insan arkadaşları ile gayri resmi iletişimde oldukları sosyal ağların tehdit altında olduğunu hissediyor ve hesaplarını ya kapatıyorlar, ya da donduruyorlar. Aslında bu durum gayet mantıklı. Eğer Facebook hesabınız bir sorunsa, en basit çözüm bu hesaptan kurtulmak. Facebook hesabını kapatmanın başka sorunları var. Örneğin yine ABD’deni bir cinayet davasında yargılanan James Holmes adlı sanığın Facebook hesabı bulunmadığı anlaşılmış. Aslında sanığın hiç bir dijital kimliği bulunmamakta. Savunma ise, Facebook hesabının olmamasının, sanığın bir şeyler sakladığı konusunda jüriyi ikna etmek için kullanmış. Davanın detaylarını araştırmadım ama, dijital kimliğin var olmaması böyle bir algı yaratabiliyor. Dijital platformlarda mahremiyet güvenliği için ilk tavsiye edilen yöntemlerden birisi, şifrenizi girerken veya özel konuşmalarınızı yaparken, omuzunuzun üzerinden kimsenin bakmadığına emin olmaktır. Kullanıcı adınızı ve şifrenizi yazarken, kimsenin bunları görmesini istemezsiniz. Ama şimdi, özellikle kurumsal çevrelerde, patronlar ve müdürler, omuz üzerinden bakan kişiler konumuna geldiler. Bu, hiç doğru bir adım değil. Acilen kurumsal çevrelerde çalışanların dijital kimlik ve mahremiyetlerini korumaya yönelik önlemlerin alınması, gerekirse bunların kanunlar tarafından desteklenmesi gerekiyor.

Türkiye’de yapılan ilk online sanal fuar

0
Ülkemizin ilk canlı olarak gerçekleşecek sanal fuarı Voltimum aracılığı ile 6-7-8 Ekim 2016 tarihleri arasında gerçekleşecek. Sanal fuar katılımcıları, kendi bilgisayarları ile ilgili internet sitesine girip, sanal bir ortamda fuarı gezebilecekler. Fuar alanı, daha doğrusu sanal gerçeklik dünyası, eskiden oldukça sükse yapmış ve birçok tartışmaya da neden olmuş Second Life oyununa çok benziyor. Fuara katılmak için öncelikle bir profil yaratmanız gerekiyor. Profilinizde, fuarda sizi karşılayacak şirketlerin hakkınızda fikir edinebilmesi için biraz cömert davranmak iyi olabilir. Sistemin profil bilgilerinin izin verdiği ölçüde profilinizi oluşturduktan sonra, görsel olarak bir sanal karakter yaratıyorsunuz ve fuar alanına geçiş yapıyorsunuz. Fuar alanı 3 boyutlu olarak tasarlanmış ve herhangi bir fuar alanından farkı yok. Karakteri yönlendirme sistemi ile stantlar arasında dolaşabiliyor, ürünleri inceleyebiliyor ve diğer katılımcılar ile konuşabiliyorsunuz. Fuarda kuracağınız iletişim, sisteme entegre bir chat modülü sayesinde gerçekleşiyor. İsterseniz, tabii her iki taraf da destekliyorsa Skype üzerinden de iletişime geçilebiliyor. Fuarı gezerken ilgilendiğiniz markaların internet sitelerine doğrudan girebiliyorsunuz. Fuarda katılımcıların yer alacakları online seminerler de düzenleniyor. Bunları da yine aynı sanal gerçeklik sistemi içerisinde takip edebiliyorsunuz. Görüntüde kendinizi görüyorsunuz ve karşıda fuaye, diğer ziyaretçiler, afişler vs. çıkıyor. Alanda hareket etmek için kolay yol klavyenizin ok tuşlarını kullanmak. İsteri ileri, sağ veya sola dönmek, herşey anında mümkün. Yürürken bir başka kişi gördüğünüzde bilgisayarınızın Mouse’u ile bir üstünden geçin, sanal kartvizitini görebileceksiniz. Eğer bilgiler ilginizi çekerse kendisini konuşturabilirsiniz. İster yazarak veya sesli, hangisi uygun olursa onu kullanın. Gerçek bir fuarda gibi gezmek o kadar yorucu olmuyor ama daha hızlı bir yere erişmek isterseniz “Arama”yı kullanmayı öneriyoruz. Buraya örneğin “Şalt ürünü” veya bir marka yazınca, fuarda bulunan tüm bilgileri göreceksiniz. Üstlerine tıklayarak doğrudan bir fuar standına veya bir belgeye erişebiliyorsunuz. Sanal fuarlar, dünyanın her yerinden anında katılımcı çekebilmeleri açısından hem fuar organizasyonuna hem de katılımcı firmalara büyük katkı sağlıyor. Fuar ziyaretçileri ise, işinin gücünün arasında trafik ve yol derdi ile uğraşmadan, tabanları ağrımadan bilgisayarının başında gerçek bir fuarda her ne yapıyorlarsa onu yapabiliyorlar. Voltimum tarafından düzenlenen bu ilk online sanal fuar, Endüstri 4.0 ve elektrik teknolojileri temalı. Fuara ABB, Eaton, Legrand, Nexans, Philips, Prysmian Group, Schneider ve Siemens gibi endüstrinin dev isimleri katılıyor. Birçok konunun 3 boyutlu ve interaktif bir biçimde işleneceği sanal fuarda, aynı zamanda birçok internet üzerinden seminer eş zamanlı olarak düzenlenecek. Eğer ilginizi çektiyse, buraya tıklayarak kaydınızı yaptırabilirsiniz.

2017’de Türkiye’de e-ticareti şekillendirecek 3 trend

2017 yaklaşırken çok kanallı satış, temassız mobil ticaret ve elektronik para Türkiye e-ticaret sektörünün 3 dinamiği olarak ortaya çıkıyor. Peki finans teknolojileri online alışverişin önünü açarken önümüzdeki yıl e-ticaret şirketleri neye dikkat ederek para kazanacaklar?

2017 öngörüleri

2017’de şirketler mobil çözümlere odaklanacak. E-ticarete yönelik mobil uygulamalar ve mobil siteleri hem kullanıcı arayüzü hem de kullanıcı deneyimi açısından daha gelişmiş çözümlerle desteklenecek. 2017’de dönüşüme odaklanan e-ticaret platformları e-ticaret şirketlerine yazılım üreten üçüncü taraflara API’larını açacak. Onlar da yazılım hizmetlerini girişimcilere göre özelleştirebilecekler. Örneğin bir e-ticaret firmasının sahada 100 personeli varsa sahadan gelen siparişleri merkeze geçmek için mobil uygulama kullanabilecekler. Çözüm ortakları e-ticaret platformu API’nı aldıktan sonra müşteriye böyle bir çözüm sunabilir. Bunu destekleyen platform sağlayıcıları güç kazanacaklar. Artık e-ticaret şirketlerine 1-2 çözüm satıp bunları etkili olarak kullanmak için gereken uygulamalarda onlara kendi başınızın çaresine bakın, kiminle hallediyorsanız onunla halledin diyen çözüm sağlayıcıların zorda kalacağı bir döneme giriliyor. E-ticaret platformlarının birlikte çalıştığı üçüncü taraf yazılım geliştiricileri kapsayan geniş bir ekosistemi var. Bu neden API’ları kullanan e-ticaret siteleri aradıkları özelleştirilmiş çözümlere kolayca ulaşacaklar. Bu da e-ticaret için çalışan CRM firmalarına da çekici geliyor. https://www.niyeo.com/

Çok kanallı pazarlamaya çok kanallı platform

Daha net ifadeyle ister pazar yerlerinde, ister kendi sitenizde / fiziksel mağazanızda satış yapın, bütün bu kanalları kolayca birbirine entegre edebileceksiniz. 2017’nın çok kanallı satış-pazarlamaya yönelik olduğunu düşünürsek farkınızı ortaya çıkartabilirsiniz.

2017’da pazar yeri mi, kendi mağazanız mı?

Şu anda pazar yerlerinden yapılan satışlar e-ticaret markalarının toplam satışlarının yüzde 20’sini veya daha fazlasını oluşturuyor. Hatta birçok firmanın pazar yerlerine yüksek komisyon ödediği için kendi online satış kanalını, online mağazasını açtığını görüyoruz. Pazar hareketlenecek ama markalar pazar yerlerini asla terk etmeyecekler. Sonuç olarak orada da ek satış yapıyor ve maksimum görünürlüğe ulaşılıyorlar.

Çok kanallı satışları iyi yönetmek gerek

Burada asıl marifet farklı kanalları yönetebilmek. Stok/envanter yönetimi şart. Pazar yerinde istediği beden kazak kalmayan müşteriye “Sen kendi online mağazama gel ve oradan sipariş ver” demek yerine, online mağazadan müşterinin istediği siparişi siz vermeli ve sanki pazar yerinden almış gibi ona ulaştırmalısınız. Bunu nasıl yapacaksınız? Mobil uygulamalar esneklik için en büyük yardımcınız ve bu da yukarıda verdiğimiz mobil örneğe getiriyor bizi. Pazar yerleri, çok kanallı satış en çok yeni girişimciler ile küçük ve orta ölçekli işletmelere yarıyor. Çünkü online mağaza ve pazar yeri ile satışlarını ikiye, üçe katlayabiliyorlar. Bunlar pazar yerlerinin cirolarının yanında ufak kalsa da girişimci için önemli rakamlar. Burada girişimci ile büyük markaların e-ticarette farklı stratejilerle büyüdüğünü görmek lazım. 2017’nın en büyük farkı bu. Büyük markalar RFID elektronik etiket, iBeacon ve eddystone çözümleri gibi gelişmiş teknolojilere odaklanıyorlar, restoran / butik / deneme kabini sensör entegrasyonu yapıyorlar. Küçük işletmeler ise daha basit düşünerek pazar yeri gibi çok kanallı satışlara odaklanıyor. Büyük markalar büyük teknoloji yatırımlarıyla rekabet ederken küçük işletmeler pazar yerleri üzerinden aynı segmentlerde eşit düzeyde rekabet edebiliyor.

Dönüşümler mobil ile 2,5 kat artacak

Elbette bunun için temassız mobil ödeme çözümlerinin, kimlik doğrulama teknolojilerinin yaygınlaşması şart. Yeni e-ticaret yasasıyla Türkiye’ye elektronik para da geldi. Bu da mobil ödemelere 2017’da benzersiz esneklik ve rekabet gücü kazandıracak. Ayrıca insanlar hâlâ mobilden ürün bakıp hafta sonu evden veya hafta içi iş yerinde masaüstünden alışveriş yapıyor. Çünkü her site mobilde desktop esnekliği sağlayamıyor. Mobil site tasarımları bu alanda öne çıkıyor. E-ticaret platformlarının optimize ettiği mobil sitelerde dönüşüm oranı 2,5 kata kadar artacak. Tabii bunu bir de insanların markaların mobil uygulamalarını değil de bütün markaları bir arada buldukları pazar yerlerinin mobil uygulamalarını indirdiğine bakarak ele almak lazım. Ancak markaların mobil sitelerinin müşterileri hızla artırıyor.

Yeni e-ticaret platformu Niyeo

Mobil sitelerin ve mobil mağazaların geleceğini araştırırken, Niyeo e-ticaret platformunu geliştiren ve Sono Yazılım Yönetim Kurulu Başkanı Akınsal Akıncı’dan da görüş aldık: “Niyeo ile amacımız bilgisayar programcılığı ve sayfa tasarımı gibi konularda fazla deneyimi olmayan girişimcilerin ekranda birkaç basit düğmeyi tıklayarak e-ticaret sitesi açmasını kolaylaştırmaktı. Öyle ki elişi ürünlerini satmak isteyen Ayşe teyzenin kullanabileceği bir yazılım olsun. Niyeo ile kapsamlı bir online mağazacılık çözümünü kutuladık. Kutunun içinden çıkan anahtarla 3 buçuk dakika içinde mağazanızı kurabiliyor ve ürünleri girdikten sonra satışa açabiliyorsunuz. Bunun için Amazon sunucuları üzerinde çalışan bir yazılımımız var ve Niyeo sihirbazı bütün işinizi kolaylaştırıyor. Türkiye’de kendisine “siteni yaptım” diye verilen bir diskete, evet disket gibi eski bir teknolojiye 300 dolar ödeyen insanlar var. Özellikle kendi bahçesindeki ürünleri veya diğer elişi üretimini internete taşımak isteyen kesimin işini kolaylaştıran bir ürün tasarladık. Bu yüzden otomatik kurulumla hemen Facebook üzerinde de mağazanızı açabiliyorsunuz” diyor.

Mobil büyüyor ama 2017’de penetrasyon artışı yavaşlayacak

Bugün e-ticaret sitelerinin mobil trafiği kanallara göre yüzde 35 – 65 arasında değişiyor. Evet Y kuşağı var, Z kuşağı geliyor ama mobil ticaretin büyümesini mobil cihaz penetrasyonu ile ölçemeyiz. Aslında hemen herkesin cep telefonu var ve Türkiye pazarı mobil cihaza doymuş durumda. Mobil ticaret daha çok akıllı telefon kullanıcılarının mobil alışveriş yapma alışkanlığı kazanmasıyla büyüyecek. Bu alışkanlık için de, kullanıcıların çekinmeden girecekleri çok daha fazla sayıda ve iyi kurgulanmış e-ticaret sitesine ihtiyaç var.

Ayşe teyzeyi internet mağazacılığına taşımak

“Bugün kendine e-ticaret sitesi açanların en büyük çekincesi sitenin kurulum aşamalarını bilmedikleri için ayarlar arasında kaybolmak. Niyeo çözümü otomatik kurulum sihirbazıyla bunu çözüyor. Yeni site işletmecilerinin en büyük hayal kırıklığı ise siteyi açınca ürünlerini satamamak; çünkü tanıtım ve pazarlama konusunda yeterli bilgiye sahip değiller. Biz bir e-ticaret altyapı şirketi olarak sitenizi açmanızı sağlar; ama satışlarını garanti edemeyiz. Bununla birlikte Niyeo çözümüne sizi nasıl satış yapabileceğinize dair bilgilendiren bölümler ekledik” diyor. https://www.niyeo.com/

Fibere yatırım şart

Güçlü fiber yatırım 3G ile 4G’nin yaygınlaşması demek ve bu da mobil ticareti artırır. Sonuçta insanlara mobilde hızla yüklenen siteler sunmalısınız. Optimizasyon bir yere kadar olduğuna göre, ucuz, sinyali kesilmeyen, hızlı mobil internet geliştirmek zorundayız.

Öyleyse offline ticaret ölmez desek?

Online ve offline ticareti birleştirmek her zaman daha faydalı olacaktır. Offline ile online ticaret entegrasyonunu sadece beacon veya mağaza açmak olarak görmemek lazım. Bunun bir de yeni düzenlemeyle gelen elektronik para ve ödeme çözümleri boyutu var. Bugün e-para kartları, banka kartı gibi para yükleyerek kullanılabiliyor. Sonuçta bunlar ön ödemeli kartlar ama e-cüzdan yönetimi ile mobil alışveriş yapılmasına da imkan veren hesaplar. Bütün bunları bir araya getirdiğimiz zaman Türkiye’de e-ticaretin zincir mağazalara yakınsarken bireysel girişimci ve pazar yerleri üzerinden de güçleneceğini görüyoruz.

e-Ticarete yeni güven damgası geliyor

Ülkemizde internet kullanıcılarının online alışveriş yapmalarının önündeki başlıca engellerden olan güvenlik, gizlilik ve hizmet kalitesi konularında yaşanan endişelerin giderilmesi, güvenlik ve hizmet kalitesi standartlarının yükseltilmesi ve e-ticaretin geliştirilmesi amacıyla Gümrük ve Ticaret Bakanlığı güven damgası sistemini kuruyor. Güven damgasını internet sitesinde gören kullanıcılar, e-ticaret sitesinin belirli güvenlik ve hizmet kalitesi standartlarını yerine getirdiğini, güvenilir bir otorite tarafından denetlendiğini bilecek ve alışveriş yaparken kendini güvende hissedecek. Ayrıca, kullanıcılar zaman içerisinde damga tahsis edilen e-ticaret sitelerine yöneleceğinden bu siteler diğer sitelerin bir adım önünde olacak. Tebliğde yer verilen güvenlik ve hizmet kalitesi standartlarını yerine getirerek sisteme dahil olmak isteyen e-ticaret sitelerine Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca yetkilendirilen güven damgası sağlayıcılar (GDS) tarafından damga tahsis edilecek. Güven damgası tahsis edilen e-ticaret siteleri, alıcıların siparişi hakkında bilgi alabilmesi, talep ve şikayetlerini telefon aracılığıyla iletebilmesi için müşteri hizmetleriyle iletişim imkanı sunacak, talep ve şikayetlerin etkin bir şekilde yönetilmesini ve sonuçlandırılmasını sağlayacak. Ayrıca, GDS tarafından oluşturulacak şikayet iletim ve uyuşmazlık çözüm mekanizması ile e-ticarette ortaya çıkan uyuşmazlıklar hızlı, etkin ve maliyetsiz çözümlenebilecek. Uluslararası güven damgası çatı kuruluşlarından akredite olan ve Bakanlık tarafından yayınlanan Tebliğde belirtilen şartları yerine getiren kamu kurumu niteliğini haiz meslek kuruluşları ve anonim şirketler, Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca GDS olarak yetkilendirilecek. GDS, güven damgasının tahsis edilmesi, askıya alınması ve iptaline ilişkin işlemleri yürütecek ve güven damgası tahsis edilen e-ticaret sitelerini denetleyecek. 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun kapsamında hazırlanan Elektronik Ticarette Güven Damgası Hakkında Tebliğ Taslağı’nı görüntülemek ve indirmek için buraya tıklayın.