Google Create nedir? Ne işe yarıyor?

0

Google için hayaller Facebook, hayatlar Google Create. Facebook’a rakip olma planları uzun zaman önce suya düşse de, Google kendi sosyal ağı Google+ için şansını denemekten çekinmiyor. Create isimli servis, arama devinin kendi sosyal ağına farklılık getirerek dikkat çekme çabalarının şimdilik son ürünü gibi görünüyor.

Create, adından anlaşılacağı üzere beynin yaratıcı gücünü temel alıyor. Google burada kanaat liderlerini çeşitli konular etrafında toplamayı planlıyor. Kaliteli ve tematik Google+ koleksiyonları oluşturan kullanıcılar, Create programının haftalık öne çıkardığı isimler arasında olma şansı yakalayacak.

Google+ Koleksiyonları platformunu kullanan Create, sosyal ağın yeni odağı olan “aynı ilgi alanı etrafında insanları bir araya getirme” misyonunu yükleniyor. Arada ise bir fark var: Koleksiyonlar servisi herkes tarafından kullanılabilirken, Create sadece bu koleksiyonlar içinde kreatif zeka içeren ve öne çıkan içerikleri sunuyor.

Google Create için onaylanmış hesaplar hazır!

Google Create için fotoğrafçılar, yazılım geliştiriciler, aşçılar ve hatta dağcılar kolları sıvayarak kendi uzmanlık alanlarında koleksiyonlar oluşturmaya başladı bile. Google bu servisin mümkün olduğunca geniş bir ilgi yelpazesine dağılması için elinden geleni yapıyor. Create programına kabul edilenler, son dönemde sosyal medyanın yeni arzu nesnesi olan “Onaylanmış Hesap” ile ödüllendirilecek. Ayrıca Google+ için geliştirilen yeni özellikleri herkesten önce denemek de yine bu arkadaşlara nasip olacak. 4Chan kurucusu “moot”u yakın zamanda sosyal ağında topluluk oluşturmak için bünyesine katan Google, bakalım Create ile nasıl bir grafik yakalayacak.

Fintech startup’ları için sıraya girdiler

0

Finansal teknolojilerin kısaltmasından adını alan fintech startup’ları bir yıldır herkesin dilinde. Globalde Square, Lending Club, Stripe, yerelde iyzico, Ödeal konuşuyoruz. Herkesin farklı bir yaklaşımı var. Dile kolay, insanlığın yıllardır kullandığı bankacılık ve ödeme sistemlerine alternatif getirme vaadiyle bu sektörden her gün yeni bir startup yükseliyor. Temelinde para üzerinden para kazanmak olan bu faiz ekonomisi, KPMG ve CB Insight tarafından yayınlanan rapora göre 2015 yılında toplam 13,8 milyar dolar yatırım aldı.

Pazar bu kadar gözde olunca, fintech girişimlerinin fiyatları da hiç olmadığı kadar yükseldi. Şirket yatırımcılarının fintech için yaptıkları yatırımın aynı zamanda kendi inovasyonları ve pazara yıkıcı giriş yapanlarla rekabet için değer taşıdığını belirten raporda, kurumsal yatırımcıların fintech yatırımının geri dönüş oranındaki düşme nedeniyle kısa vadede parayı bu sektöre aktarmaktan uzaklaşabileceğine değiniliyor.

Bankalar da fintech startup istiyor

Raporu KPMG adına değerlendiren Conor Moore, “Daha geleneksel olan organizasyonlar, Square ve Stripe gibi alternatif iş modellerinin nasıl hızlı geliştiğini görüyor ve önlerinde iki seçenek bulunuyor; ya uyum sağlayacaklar ya da pazar payı kaybedecekler” açıklamasını yaptı.

KKR, Alphabet ve UPS gibi teknoloji odaklı yatırımcıların yanı sıra, fintech girişimlerinin asli rakibi olan geleneksel bankalar da bu startup’lar için kesenin ağzını açtı. Citigroup son beş yılda toplamda 13 ayrı girişime yatırım yaparken, Goldman Sachs 10 startup, JPMorgan Chase ise beş fintech yatırımıyla tabelayı oluşturuyor.

Son çeyrekte soru işaretleri…

Sadece fintech startup’ları değil, genel olarak teknoloji dünyasında startup’lar için 2015’in son birkaç ayı zorlu geçti. Yine aynı rapor için yapılan bir başka yorumlama, yatırım şirketlerinin yılın son çeyreğinde yatırımlarını bir hayli düşürdüğü yönünde. Yılın ikinci ve üçüncü çeyreğinde 4,7 milyar dolar seviyesinde seyreden fintech yatırımları, Q4 2015’te adeta dip yapıyor ve yüzde 63 düşüşle 1,7 milyar dolara geriliyor. Buna karşılık teknoloji piyasasına toplam yatırımın yüzde 29 düşüş yaşadığını yani fintech pazarından daha iyi durumda olduğunu söylemek mümkün.

Bankaların kendi süreçlerini dijitalleştirerek fintech girişimleriyle rekabet etme planları, fintech girişimlerini yakın dönemde daha da zorlu bir yola sokabilir. P2P kredi sistemlerinde geri ödemelerin sıkıntı çıkarması ve devletlerin konu para olunca koyduğu sert kurallar, fintech şirketlerinin önümüzdeki aylarda dikkat etmesi gereken konuların başında geliyor. Tech.eu verileri Avrupa özelinde fintech için işlerin yolunda olduğunu gösterse de, global ölçekte bakıldığında pazarın neler getireceği şimdilik bilinmiyor.

Google o kazayı nasıl yaptı?

1
Sürücüsüz otomobil teknolojileri için kamuoyunun algısı devlet ve özel sektör destekli kampanyalarla gittikçe yumuşarken, bir soru baki kalıyor: Olası bir kaza durumunda kimi suçlayacağız? Otonom araç alanında en fazla yatırımı yapan şirketlerden Google’ın bir aracının geçtiğimiz günlerde karıştığı kaza, sürücüsüz otomobilin suçlu olduğu ilk olay olarak tarihe geçti. Konuyla ilgili Google’da görsel materyal bulmak epey zor. Google 8/8 kusurlu muydu bilinmez ancak, kazayı kamuyla paylaşmaya pek yanaşmıyor. Ne var ki bir başka Google ürünü olan Youtube, bugünlerde kaza anının otobüsteki güvenlik kameraları tarafından kaydedilmiş görüntüleriyle çalkalanıyor.

Sürücüsüz otomobil otobüse böyle çarptı

Görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla sürücüsüz otomobil hızlanmakta olan bir yolcu otobüsüne hafif bir şekilde yandan çarpıyor. Her iki aracın da hızının çok düşük olması, kazanın ucuz atlatılmasını sağlıyor. Daha önce kendi aracıyla 17 ayrı kazaya karışan Google için bir ilk olan, kendi teknolojisinin kusurlu olduğu bu kaza, hiç şüphesiz otonom araçlarla ilgili oldukça kıymetli veriler ve ufuk açıcı çıkarımlar sağlayacaktır:

Almanya’da mültecilere kod eğitimi veren okul açıldı

0
Almanya’da, teknoloji alanında ciddi bir işgücü açığı var ve bunun azaltılması için kısa süre önce Berlin şehrinde Suriyeli mülteciler ile birlikte Irak, Afganistan gibi ülkelerden gelenler için kod eğitimi veren bir teknoloji okulu açıldı. 2015 yazında Berlin’deki bir mülteci sığınma yerine ziyaret eden sosyal girişimci Anne Kjaer’in Iraklı yazılım geliştiricileri ile tanışması ile ilk kez gündeme gelen kod eğitimi odaklı okul açma fikri, kısa bir süre içinde Berlin’de hayat buldu. Bağışlanan eski dizüstü bilgisayarlarla mültecileri bir araya getiren teknoloji okulunda ilk aşamada 49 öğrencinin eğitim gördüğü bildirildi. Çoğunluğunu Suriyelilerin oluşturduğu programda ayrıca Afganistan, Eritre, Irak, Tunus, ve Lesotho’dan göç etmek zorunda kalan sığınmacılar var. Özlem Buran: “Facebook ya da Twitter beklemiyoruz” Sadece sosyal medya ve WhatsApp kullanmaktan haberdar kişilerden konuya az da olsa hakim olanlara kadar geniş bir skalanın söz konusu olduğu belirtilirken, eğitimlerin Rails ve Javascript gibi konuları da kapsadığı kaydedildi. Projede yer alan Türk kökenli Özlem Buran, konuyla ilgili açıklamasında; yeni Facebook ya da Twitter’lar oluşturabilecek geliştiriciler çıkacağına inanacak kadar saf değiliz ama bu alanda çalışabilecek kişilerin olacağına inanıyoruz diyor. kod-egitimi-multeci 47 bin açık pozisyon var Şu anda Almanya’da teknoloji sektöründe 47 bin açık pozisyon var. Suriye ve diğer ülkelerden gelen mültecilerin bu alanda değerlendirilmesi için atılacak adımların devam etmesi bekleniyor.

ASUS, M Serisi kurumsal tabletlerini duyurdu

0
M700_Family ASUS, kurumsal kullanıcılara yönelik geliştirdiği ve kullanım kolaylığı ile dikkat çeken dört adet 7 inç ve 10 inç Android tabletin yer aldığı M Serisi ailesini duyurdu. Wi-Fi ve LTE özelliklerine sahip cihazlar özellikle kiosk uygulamaları için tasarlandı. M Serisi ailesi içerisinde, sunduğu üst seviye verimlilik ile öne çıkan 10 inç M1000C ve M1000CL modelleri ve mobilite odaklı avuç içi büyüklüğündeki 7-inch M700C ve M700KL modelleri yer alıyor. 10-noktalı çoklu dokunmatik ekrana sahip tüm modellerde ayrıca ön yüklemeli olarak ADAM sistemi (ASUS Device Admin for Mobile) bulunuyor. ADAM ile sistem yöneticileri, cihazlar için temel yönetim görevlerini basit ve verimli bir şekilde yerine getirebiliyor. Kolay yönetim, tam bağlanırlık ve IPS dokunmatik ekranları sayesinde ASUS M Serisi tabletler, bütün iş koşullarında kullanılabiliyor. M Serisi ailesinin üyeleri Siyah, Beyaz ve Aurora Metali renk seçenekleri ile geliyor. Basit uzaktan kontrol ve sistem yönetimi Ön yüklü olarak bulunan yenilikçi ADAM sistemine ve isteğe bağlı MDM (mobil cihaz yönetimi) özelliğine sahip ASUS M Serisi, bu sayede sistem yöneticilerinin cihazları uzaktan veya yerinde kolay bir şekilde yönetmesini sağlıyor. ADAM sisteminde, M Serisi tabletlerin tam kontrolünü mümkün kılan geniş uygulama programlama arayüzü (API) setleri bulunuyor. Sistem entegratörleri (SI) ve bağımsız yazılım tedarikçileri (ISV), bu API’leri kullanarak uygulamaları çeşitli alanlarda verimli ve etkili bir şekilde kullanıma sunabiliyor. Bu sayede kritik öneme sahip altyapılarda hizmet kesintisi azalırken, düşen geliştirme maliyetlerinin de etkisi ile yatırımların geri dönüşü (ROI) artıyor. Yine ADAM ile kullanıcılar, özel bir amaç için üretilmiş uygulamaların yükleme ve kurulumu, hassas verilerin silinmesi, istenmeyen işlemlerin engellenmesi ve gerçek zamanlı ekran görüntülerin alınması gibi görevleri basit bir şekilde yapabiliyor. ADAM ayrıca M Serisi cihazların kiosk olarak kurulumunu da oldukça kolaylaştırıyor. İşletmeler için güçlü performans ve bağlanırlık ADAM sistemi dışında ASUS M Serisi içerisinde yer alan M1000CL ve M700KL modellerinde sorunsuz ve hızlı çalışan Wi-Fi ve 4G LTE ile hareket halinde dahi tam bir bağlanırlık sağlanıyor. Bu cihazlarda yer alan Miracast desteği, içeriklerin tabletlerden büyük ekranlara canlı olarak aktarılmasını sağlıyor. Bu da iş dünyası için oldukça önemli olan sunumların her yerde yapılabilmesine imkân veriyor. M Series tabletler ayrıca 178 derece izleme açısına ve 300cd/m2 parlaklığa sahip HD IPS ekranları ile üst düzey görüntü performansı da ortaya koyuyor. ASUS Tru2Life ekran teknolojisi, gerçekçi ve detaylı görüntüleri doğru kontrast ve keskinlik ile sunuyor. Üst düzey ses performansına sahip M Series tabletlerde bulunan DTS-HD Premium Sound ses teknolojisi ise stereo sesleri sanal surround seslere dönüştürebiliyor.

New York polisi suçluları Windows Phone ile yakalayacak

0
New York’ta suçla mücadelede polislere Microsoft yardımcı olacak. 2014’te test amaçlı Windows Phone kullanmaya başlayan New York Polis Teşkilatı (NYPD), yapılan duyuru ile onbinlerce yeni telefonu personeline dağıtacağını açıkladı. NYPD bir süredir belirli kademelerde bu cihazları zaten kullanmaya başlamıştı. Ancak yeni alımla birlikte NYPD’de kullanılan toplam Windows Phone telefon adedi 60 bini bulacak. 2014’teki test süreci bir kenara bırakıldığında 25 binden fazla polis memuru son dönemde kullanmaya başlanmıştı. Kalan 35 bin cihazın ise birkaç hafta içinde dağıtımının tamamlanacağı belirtiliyor. Model olarak Lumia 640 XL’i tercih eden NYPD’nin aldığı telefonların standart modellere göre çeşitli farklılıkları bulunuyor. Bunların başında ise New York sokaklarında suçlu peşinde koşan personelin merkezle iletişimini kolaylaştıracak uygulamalar bulunuyor. Polisler bu uygulamalarla 911 çağrı merkezinden gelen aramaları doğrudan yanıtlayabiliyor, hazır formlar aracılığıyla bilgi, çektikleri fotoğraf ile görsel iletebiliyor, teşkilatın Crime Information Center isimli suç bilgi merkezine ulaşabiliyor ve elbette suçlu veritabanında arama yapabiliyor. Telefonla birlikte gelen ilginç bir uygulama ise çeviri. New York gibi dünyanın hemen her ülkesinden insanların yaşadığı kozmopolit bir ortamda polislerin New York sakinleriyle iletişim kurması kimi zaman sıkıntı olabiliyor. Bu amaçla telefona yüklenen çeviri uygulaması, 50 farklı dilde yazılı çeviriye olanak tanırken, aynı zamanda sesli çeviri desteğine de sahip. Yani polislerin bu özelliği kullanmak için –elbette desteklenen diller arasındaysa- karşılarındaki kişinin telefona doğru konuşmasını istemeleri yeterli. Gerekli çeviri işini bu uygulama gerçekleştiriyor. NYPD’nin açıklamasına göre hazırlıkların sürdüğü dönemde 22 Şubat’ın önemi ayrı. Kurum yetkilileri, yalnızca o günde polislerin telefonları ile suçlu veritabanında 36 bin sorgulama gerçekleştirdiğini, 2 bin kadar arama ilanına baktığını ve 29 bin 911 acil durum çağrısını telefonlarından yanıtladıklarını söylüyor. Yapılan bu değişikliğin polislerin işini oldukça kolaylaştırdığı bir gerçek. Zira, yapılan resmi açıklamaya göre, NYPD personeli 1962’den beri bu tip işlemler için klasik telsizleri kullanıyordu.

LEGO’ya benzeyen güneş enerjisi pilleri ile tanışın

0
İnovasyon günümüzdeki en değerli kavramlardan biri. Teknoloji dünyasındaki önemi yadsınamaz düzeyde. Enerji ise sayısız teknoloji ürününün entegre olduğu hayatlar için hayati önem taşıyor. Bu noktada evlerdeki şarj cihazı sayısının da her geçen gün arttığı görülüyor. Yenilenebilir enerji işte tam da bu noktada önemli. Örneğin güneş enerjisinin kullanımı konusunda hatrı sayılır bir yaygınlık söz konusu. Ancak şu da bir gerçek ki bu yeterli değil; çatılardaki güneş panelleri ile elde edilen enerji miktarı, bilindiği üzere sadece suyun duştan önce ısıtılmasında kullanılıyor. ABD’de geliştirilen Orison adlı yeni bir aygıt ise hem şık tasasımı, hem düşük maaliyeti, hem de kapasitesi ile dikkat çekiyor. Tasarımı, adeta LEGO’nun lamba parçalarına benziyor. LEGO’dan ev inşa eden çocukların çok yakından tanıdığı parçaların adeta büyük versiyonu durumunda. Görevi ise gerektiğinde kullanılmak üzere güneş enerjisi depolamak. Sofistike görünümü ile, çatılara takılan panellerden çok daha iyi olduğunun altını çizmek gerekiyor. Teknik detayları ve öngörülen fiyatı ise şöyle:

Tesla’nın güneş enerjisi pili daha pahalı

Güneş enerjisi pilleri yaklaşık 1 kg ağırlığa sahip ve bu sayede kolaylıkla taşınabiliyorlar. Günümüzdeki güneş enerjisi panellerinden neredeyse 20 kat daha hafif. 2.2 kW/s enerji depolayabiliyor ve fiyatı da 1200 dolar. Tesla tarafından geçtiğimiz yıl duyurulan Powerwall ile kıyaslandığında çok daha ekonomik. En önemlisi ise bu sayede daha geniş kesimler tarafından tercih edilmesi için gerekli motivasyonu artırıyor.

Websense yola Forcepoint olarak devam ediyor

0
2015’in Nisan ayında yurtdışındaki teknoloji yayınlarına düşen bir haber, bilgi güvenliği alanındaki en büyük işbirliklerinden birini açıklıyordu. ABD’nin savunma sanayiine yönelik önemli şirketlerinden biri olan Raytheon, Türkiye’de de özellikle bankacılık sektörüne sunduğu çözümlerle uzun yıllardır faaliyet gösteren Websense’e 1.57 milyar dolarlık bir yatırım yapmıştı. Hemen hemen aynı dönemlerde Websense de Avrupa’nın önde gelen ağ güvenliği firmalarından Stonesoft’un firewall ürünlerini bünyesine dahil etmişti. Aradan geçen yaklaşık bir yılda bu üç büyük yapının birleşme süreci büyük ölçüde tamamlandı. Dün bir basın toplantısıyla duyurulan işbirliği ise yeni yapının üstlendiği 4D Siber Güvenlik Vizyonu’nu ve yeni şirket Forcepoint’u gün yüzüne çıkardı. Forcepoint Türkiye, Orta Doğu ve Afrika Bölgesi Kıdemli Direktörü Hüsamettin Başkaya ve Forcepoint Türkiye Ülke Müdürü Levent Turan tarafından duyurulan yeni vizyonun arkasında günümüzde daha da artan bulut kullanımı, iş dünyasındaki alışkanlıkların değişmesi ve en önemlisi siber saldırılarda yaşanan taktiksel değişiklikler bulunuyor. Hüsamettin Başkaya, yeni vizyonu; “Websense’in bilgi güvenliği sektöründe uzun yıllardır süregelen liderliği, Raytheon ve Stonesoft firewall ürünlerinin de eklenmesiyle yeni Forcepoint markası altında eşssiz bir hale geldi. Saldırıların sürekli yenilenen metotlarla kurumları tehdit ettiği günümüzde yeni nesil bir güvenlik şirketi olarak Forcepoint 4D Siber Güvenlik Vizyonunu ortaya koyduk. Bu vizyon ile birlikte Türkiye’de ve dünyada birçok sektörün bilgi güvenliğini sağlamaya emin adımlarla devam edeceğiz.” sözleriyle yorumluyor. Levent Turan ise uçtan uca ve entegre çözümlerin önemine değinerek; “Günümüzde tehditler çok farklı yollar ile ağlarmıza ve bilgisayarlarımıza sızabilyor. Web veya e-posta gibi yollar üzerinden gelen bu tehditler farklı zamanlarda gelebildiği gibi, her biri aynı anda da sistemleri etkilemeye çalışabiliyorlar. Bu sebeple web, e-posta, veri ve ağ güvenliği teknolojilerinin birbirleriyle doğal bir entegrasyon sağlayarak tehditlere karşı uçtan uca bir güvenlik sağlanması şart oluyor. Uçtan uca bütünleşik güvenlik sağlayan bir teknoloji yatırımı kurumlar için olmazsa olmazlar arasında yer alıyor. Forcepoint olarak Stonesoft Next Generation Firewall ürün ailesinin de gücünü alan uçtan uca entegre güvenlik mimarimiz kurumları ihtiyacı olan bilgi güvenliğini güçlü bir şekilde sağlıyor.” ifadesini kullanıyor.

Forcepoint için yeni vizyon neleri içeriyor?

Forcepoint, şirketlerin ve kamu kurumlarının bulut, taşınabilir cihazlar, nesnelerin interneti gibi yeni teknoloji trendlerine güvenli bir şekilde adapte olmasını sağlayacak bir vizyon sunuyor. Forcepoint’in 4D Siber Güvenlik Vizyonu adını verdiği yeni ve gelişmiş güvenlik mimarisi, savunma, tespit etme, karar verme ve saldırıyı ortadan kaldırıp, sistemi normalleştirme olarak 4 ana adımı barındırıyor. Tehditleri engellemek adına yapılan yatırımların ve harcanan iş gücününün yanında, saldırılar önlenirken engellenen iç ve dış ağ kaynakları nedeniyle çalışanların belli bir süre ihtiyaçları olan bilgilere erişememesi, kurumlar için çok büyük bir yük haline geliyor. Forcepoint bu noktadan hareketle kurumları, saldırıların web, e-posta ve veri ağlarından ya da çalışanlar üzerinden sisteme girmesine hazırlıklı hale getirme yolunu izliyor. Forcepoint 4D Siber Güvenlik Vizyonu ile günlük iş yaşam döngüsü içerisinde saldırılar analiz ediliyor ve en kısa sürede sistemden temizleniyor. Bu sayede iç ve dış ağ kaynakları engellenmeden verilerin korunması ve kurumların iş verimliliğinin artması sağlanıyor.

Apple ve Google, Donald Trump için ne dedi?

0

tim cookHer yıl American Enterprise Institute tarafından düzenlenen ve Georgia yakınlarında özel bir adada gerçekleşen Dünya Forumu’nun bu yılki gündeminde Donald Trump’ın Cumhuriyetçi kanattan Başkan olmasını önlemek vardı. Huffington Post haberine göre “anti-Trump” lobisinin bir araya geldiği etkinlikte teknoloji dünyasını Apple CEO’su Tim Cook, Alphabet (Google) CEO’su Larry Page, Tesla’dan Elon Musk ve Napster Kurucusu Sean Parker temsil etti.

Cumhuriyetçi Parti liderlerinden, eski ABD başkanı danışmanlarına ve Beyaz Saray Sözcüsü Paul Ryan’a kadar pek çok politikacının da katıldığı etkinlik basına kapalı olarak düzenlendiği için detaylar bilinmiyor. Ancak BusinessInsider haberine göre Tim Cook ile Arkansas Senatörü Tim Cotton arasında FBI’ın Apple ile devam eden telefon şifreleme tartışması nedeniyle hararetli anlar yaşandı.

Halk Donald Trump’ı başkan olarak görmüyor!

Öte yandan eski Başkan Danışmanı Karl Rove, Dünya Forumu’na hazırlıklı geldi ve odak grubu üzerinde yapılan bir araştırma sonucunda toplumun Trump’ı başkanlığa layık biri olarak görmediğini belgelerle tartışmaya sundu.

Her ne kadar bu görüşme Silikon Vadisi’nin tepe yöneticileri için sıradan bir iş gezisi gibi görünse de, teknoloji dünyasının politik duruşunu sergilemesi açısından önem taşıyor.

BIC Angels Melekleri yatırım ortaklarını değerlendirecek

0
1457422686_J.Behrendt_ BIC Angels melek yatırımcıları yeni yatırım fırsatları aramak, girişimcilik ekosistemini yerinde incelemek için Avrupa’nın en gelişmiş ekosistemine sahip olan Berlin’e gidiyor. BIC Angels’ın  kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Dr. Joachim Behrendt’in Berlin’deki girişimcilik ekosistemine olan yakınlığı ile birçok kuluçka merkezi, hızlandırma programına ziyaret gerçekleştirilecek. Ziyarete BIC Angels’a bağlı 20’yi aşkın melek yatırımcı katılacak. Avrupa’nın en gelişmiş melek yatırım ekosistemi Gezi kapsamında Almanya’nın girişim sektöründe önde gelen hızlandırma programları ve kuluçka merkezlerinden Hubraum, Startupbootcamp, Axel Springer Plug & Play, Techstars Berlin, Point Nine Capital ziyaret edilecek. Rainmaking Loft, Betahhaus Berlin, The Workplace gibi ortak çalışma alanları incelenecek. KPMG Berlin’in de katılacağı etkinlikte Berlin’deki yatırım fırsatları hukuki ve vergilendirme kapsamında değerlendirilecek. Berlin Belediyesi ve Berlin Ticaret Odasının katkılarıyla düzenlenen program kapsamında Berlin ve İstanbul ekosistemleri arasında yeni ve güçlü bir bağ oluşturmakla kalmayıp, Berlin startup ve melek yatırım dünyasının tecrübe ve birikimlerinden faydalanması hedefleniyor. Türk melek yatırımcılar Avrupa’nın kalbinde yer alacak Avrupa’nın en gelişmiş melek yatırım ekosistemine sahip olan Berlin’i ziyaret etmelerinin çok önemli olduğunu paylaşan Dr. Joachim Behrendt, kurdukları bağ ve iletişim ile birlikte İstanbul’daki girişimci ve melek yatırımcı evrenine önemli bir katkı sağlamayı hedeflediklerini paylaştı. Melek yatırımcılığın Türkiye’de emin adımlarla ilerlediğinin altını çizen Behrendt bu kapsamda bir köprü görevi üstlenmelerinin kendileri açısından gurur verici olduğunu söyledi.

Avrupa’da 2016 startup yılı olacak

0
Bayer_StartupHer yeni yıl yeni bir umut olduğu kadar, startup kurucuları için de beklentilerle doludur. Yapılan araştırmalar, yeni teknoloji girişimleri için yılın ilk iki ayının oldukça bereketli geçtiğini gösteriyor. Zira Tech.eu verilerine göre Avrupa ve İsrail merkezli yeni teknoloji girişimlerine yapılan yatırımların büyüklüğü 2.6 milyar Euro’yu buldu bile. Bu büyüklüğün sözleşme adedini de kapsadığını belirtmekte fayda var. Çünkü 2.6 milyar euroluk yatırım tam 527 anlaşmayı temsil ediyor. Bu, aynı zamanda geçen yılın aynı dönemine göre ciddi bir yükselişi de simgeliyor. 2015’in Ocak – Şubat döneminde bu sayı 204, toplam yatırım tutarı ise 1.99 milyar Euro düzeyinde gerçekleşmişti. startup yatirim 2016 527 yatırımın 254’ü Ocak ayına ait. Bu dönemdeki yatırımların toplam büyüklüğü ise 1.6 milyar Euro seviyesinde bulunuyor. Şubat ayının bu yıl 29 gün olmasının bir etkisi var mı bilemeyiz ama Ocak ve Şubat arasındaki adetsel fark çok yüksek değil.

Yatırım alan ülkeler

Ülkelerin dağılımına bakıldığında ise Fransa adet, İngiltere ise hacim anlamında ilk sırada bulunuyor. Fransa 97 yatırımla ilk sırada bulunurken İngiltere 86, Almanya 69, İsveç 60 ve İsrail 46 yatırımla takip ediyor. Hacim, yani yatırım tutarları açısından bakıldığında ise İngiltere yüzde 108 artış ve 869 milyar Euro ile ilk sırada yeralırken, İsrail merkezli teknoloji girişimleri 587 milyon Euro ile ikinci, Fransa 370 milyon Euro ile üçüncü, Almanya ise 189 milyon Euro ile dördüncü sırada bulunuyor. startup yatirim 2016 ulkeler

Startup için anahtar kelime: fintech

Rapordaki verilere göre fintech, yani finansal teknoloji girişimleri adet bazında ilk sırada. Onu donanım, pazaryerleri, kurumsal SaaS çözümleri, e-ticaret, sağlık, veri analitiği, ulaşım/lojistik ve güvenlik takip ediyor. startup yatirim alanlar Ancak tabloya yatırım tutarları büyüklüğü olarak bakıldığında adet bazında dokuzuncu sırada olan güvenlik teknolojileri, sektörünün 314 milyon euro ile ilk sıraya yerleştiği görülüyor. Takip edenler ise fintech, sağlık, seyahat, donanım, kurumsal SaaS çözümleri, telekom ve altyapı ile veri analitiği. Fintech, sağlık ve seyahat 200 milyon euro üzerinde yatırım yapılan sektörler.

Microsoft 2015’te bütün pazarı topladı

1

Microsoft kampusGoogle ve Facebook gibi rakiplerin şirket alımları azalınca, Microsoft satın alma konusunda 2015’i lider kapattı. CB Insights tarafından yapılan analizler, Microsoft’un geride bıraktığımız yılı tam 18 yeni şirket alımıyla birinci sırada tamamladığını gösteriyor.

Teknoloji devlerinin 2011 ve 2015 yılları arasında gerçekleştirdiği şirket alımlarını listeleyen araştırmaya göre 2011, 2012 ve 2014 yıllarında sırasıyla 27 ve 35 startup satın alan Google birinci olurken, 2013 yılında 29 şirketi bünyesine katan Yahoo sürpriz bir liderlik yaşamıştı.

Apple ve Facebook’un alım sayısı konusunda daha temkinli bir yol izlediğini gösteren tabloda göze çarpan bir diğer detay ise, teknoloji dünyasında şirket alımlarının son bir yılda fazlasıyla düştüğü. BusinessInsider buna gerekçe olarak, Silikon Vadisi’nde sürekli bahsedilen teknoloji balonu nedeniyle startup fiyatlarının abartılı şekilde şişirilmesini gösteriyor.

cbinsights microsoft arastirma

Satya Nadella Microsoft için kesenin ağzını açtı

Steve Ballmer dönemi sonrası Microsoft’ta CEO koltuğuna oturan Satya Nadella yönetiminde şirketin satın alma politikasındaki dramatik değişim de açıkça gözleniyor. Şirket bu dönemde 2,5 milyar dolar karşılığında ünlü video oyunu Minecraft’ın geliştiricisi Mojang’i bünyesine kattı. Aynı zamanda Acompli adlı mobil e-posta uygulamasını aldı ve Outlook adıyla yeniden yayınladı.

Rapordaki diğer öne çıkan veriler ise şu şekilde:

  • Analiz edilen beş yıllık süre içinde değeri 1 milyar doları aşan 23 adet şirket alımı gerçekleşti.
  • En büyük alım, Facebook’un 22 milyar dolarlık WhatsApp alımı oldu.
  • Dropbox gibi bir zamanların popüler servislerinin hisse fiyatlarının dibi görmesi sonucu, 2016 yılında alım trendinin yeniden yükselişe geçmesi bekleniyor.

4Chan kurucusu, şimdi Google’da çalışıyor

0

moot 4chanÇoğu internet kullanıcısı için bir zamanlar deep web öncesi son çıkış olarak görülen 4Chan kurulalı 12 yıldan fazla zaman geçtiğine inanmak zor. Peki, şiddetten cinselliğe kadar her türlü içeriğin dönüp durduğu o çok tartışmalı sosyal ağı henüz 15 yaşındayken kuran Christopher Poole şimdi ne yapıyor?

Time tarafından 2008 yılının en etkili isimleri arasında gösterilen ve takma adı moot ile internette tanınan Poole, bir süredir ortalarda görünmüyordu. Kendi blogunda yayınladığı son mesaj ise, moot’un artık büyük oynadığını gösteriyor. Aynı zamanda Google Akışlar, Fotoğraflar ve Paylaşım Başkan Vekili Bradley Horowitz tarafından yapılan duyuruya göre, Chris Poole artık Google’da çalışıyor.

4chan nereden nereye geldi?

Kurucusu olduğu platformdan ayrılmadan önce, 4Chan topluluğu 42 milyardan fazla sayfa görüntülemeye ve 1 milyarın üzerinde ziyaretçiye ulaşmıştı. Aradan geçen dokuz ayda ise bir zamanların fırtınalı markası, bir Japon mesajlaşma servisine satıldı.

Bundan sonra iki ayrı şirket daha kurup, ikisinde de başarıya ulaşamayan moot şimdi Google bünyesinde halinden memnun görünüyor. Akıllarda kalan ise 4Chan döneminde Google Analytics’e ödemesi gereken 150 bin dolardan şikayet ettiği tweet’ler kaldı:

moot twitter

moot twitter

Kadınlar iş dünyasında bu engele takılıyor

0
kadinlar-is-dunyasi Dünya üzerindeki sınırlar her zamankinden daha fazla kalktı son 10 yılda. Globalleşme kavramı, hiç olmadığı kadar yaygın. Bunun bir sonucu olarak da şirketler için tek bir ülkeyle sınırlı yönetim birimlerinin yerini, çeşitli bölge/ülke merkezleri aldı. Zaten uluslararası formda süreci devam ettiren çoğu şirket de daha fazla genişleme yoluna gitti. Bunların birer sonucu olarak da örneğin bir Amerikan vatandaşı için Almanya ofisinde çalışma durumu her zamankinden daha fazla söz konusu oldu. Yeni bir araştırma ise uluslararası iş sahalarında kadınların, erkeklere göre ne oranda çalıştığına dair çarpıcı veriler sundu. Buna göre kadınların sadece yüzde 20’si uluslararası işlerde görev alıyor. Yani yukarıdaki örnek üzerinden devam edildiğinde Amerikan şirketinin Almanya ofisinde çalışanların büyük kısmı erkek. Bunun başlıca nedenleri arasında şirketlerin uyguladıkları politikalar yatıyor. Ancak başka nedenler de söz konusu. Örneğin araştırmaya katılan kadınların yaklaşık üçte biri kendilerine uluslararası pozisyonlarda çalışmaları için ilham verecek rol modellerin olmadığını belirtiyorlar.

Annelik seyahate engel mi?

Bir diğer önemli etmen de anne olma durumu. Kadınlar, çocukları varsa bulundukları ülkeden başka bir ülkeye gidip orada çalışmaya sıcak bakmıyor. Bir diğer çarpıcı veri ise çalışan kadınlar eğer evlilerse ve eşleri de iyi gelire sahipse ilgili konuya uzak kalmayı tercih ediyorlar. Sorunlardan bir başkası da geleceğe dair bakış açısı ile ilgili. Araştırmaya katılan çalışanların neredeyse yarısı, önümüzdeki iki yıl içinde önlerine daha iyi bir iş fırsatı geldiğinde mevcut işlerini bırakacaklarını söylüyorlar. Daha çarpıcı olanı ise katılımcıların beş yıl sonra da çalıştıkları işte devam ediyor olma ihtimaline yaklaşımları hakkında. ‘Ben 5 yıl sonra da aynı şirkette olacağım’ diyenlerin oranı sadece yüzde 13. Uluslararası şirketlerin yüzde 89’u iki yıl içinde uluslarası çalışan sayısını artırmayı planlıyor. Bu da yakın gelecekte erkekler için olduğu gibi daha fazla kadın için de farklı ülkelerde görev alma olasılığı anlamına geliyor.

3 adımda Gmail ustası olun

0
Gün boyunca Gmail hesabınıyla haşır neşir olup, e-posta trafiğinde kaybolanlar için hazırlanan bu mini rehber, ofis ortamlarında “Gmail ondan sorulur” mertebesine yükselmeniz için uygun zemini hazırlayacaktır.

Gmail, Google Etiketleri ile görev yöneticisi olsun

Her zaman için e-posta aracılığıyla istekte bulunan (Bana X lazım, bana Y göndersene sana zahmet) birileri vardır ve bu istekler bir süre sonra diğer mesajların altında gömülü kalır. Hadi şu her zaman yaptığımız şeyi hatırlayalım: Bir e-posta gelir, hızla okursunuz ve kendi kendinize daha sonra cevaplayacağınıza söyleyip -bir mucizenin size hatırlatacağı güne kadar- unutursunuz. Gmail’in önemli özelliklerinden Google Etiketler, mail adresinizi günlük, haftalık ve uzun dönem görevlerini organize etmenizi sağlar ve  asla unutmayacağınız  bir şekilde neyi tamamlamanız gerektiğini gösterir. Bir mesaj geldiğinde önceliğine göre etiketleyin ve böylece işi bitirip silene kadar belirlediğiniz yerde kalmasını sağlayın. Google Etiketler nerede? Gelen kutusu içinde etiketlemek istediğin mesajı seçin. Yukardan açılacak menüden etiketleri bulun ve “yapılacaklar”, “bugün”, “bu hafta” ve “takipte kal” isimli 4 ayrı alt etiket oluşturun. Gelecek mailleri öncelik sıranıza göre etiketleyin. Unutmayın, etiketleri önem sırasına göre renklendirebilirsin.

gmail3adim-1

Önemli mesajlar için Çoklu Gelen Kutusu kullanın

Kimileri “yapılacaklar” listesini, gelen kutusunun üstünde görmek ister. Böylece mesajlarını kontrol ettiklerinde kolay anlaşılır bir arayüze kavuşurlar. Google Etiketler size öncelikli etiketlerinizi gelen kutusunun üstüne taşıma şansı verir. Bu ayarı yapmak için Ayarlar’a gidin ve Labs sekmesini bulun. Birden Fazla Gelen Kutusu özelliğini bulup etkinleştirin ve ayarlarınızı kaydedin.

gmail3adim-2 Özel bir “Yapılacaklar Takvimi” oluşturun

Google Takvim özelliği zamanınızı daha verimli kullanmanız için size pek çok seçenek sunar. Bu metodlar arasında Google Hatırlatıcı gibi epey geliştirilmiş uygulamalar da var. Kişisel bir takvim ayarlamanız beraberinde  görevlerinizi, projelere ayırmanız gereken özel anları ve günlük görev gidişatınızı düzenleyebilirsiniz. Yeni bir takvim oluşturun ve Yapılacaklar olarak etiketleyin. Ayarlar kısmından Paylaşım sekmesini bularak kişisel olarak seçin ve diğerleriyle paylaşımın kapalı olduğundan emin olun. Böylelikle kişisel görevleriniz için bir “yapılacaklar” takviminiz de hazır! Buluşmalarınızı, projelerinizi, yarım kalan işlerinizi takip edebilir ve bir sonraki güne aktarabilirsiniz.

Veri merkezi olmadan 8 milyar dolar tasarruf

0
veri merkeziVeri merkezleri, kurumların dijital varlıkları için büyük önem taşıyor. Teknolojik altyapı, kapsamlı iklimlendirme, personel, enerji tüketimi gibi sayısız başlıkta, yüksek maliyetlerle sürdürülebilmeyi zorunlu kılan işleyişi ise veri merkezlerinin belirleyici faktörleri arasında. ABD, kendi kurumları için faaliyetlerini sürdüren veri merkezlerinin rakamsal boyutları anlamında dünya üzerinde öne çıkan ülkeler arasında. Bu noktadaki giderleri de devasa boyutlarda. Ülkenin resmi denetleme ve raporlama kuruluşu Government Accountability Office’e (GAO) göre ise veri merkezi konusunda atılacak bazı adımlarla önemli seviyelerdede tasarruf elde edilebilir. GAO tarafından yayınlanan yeni bir rapora göre 2019 yılına kadar devlet kurumları özelinde hizmet veren 11 bin veri merkezinin yaklaşık yarısının faaliyetlerinin sonlandırılması ile birlikte 8.2 milyar dolar tasarruf elde edilebilmesi mümkün. Bununla birlikte söz konusu rakamların daha da yukarı çıkartılması gerektiği belirtiliyor. ABD’de 2011-2015 yılları arasında kapatılan veri merkezlerinden 2,8 milyar dolar tasarruf elde edilmişti. Rakamın yüzde 84’lük kısmının Tarım, Savunma, İçişleri ve Hazine Bakanlıkları ile ilgili veri merkezi optimizasyon çalışmaları ile sağlandığı kaydediliyor. Planlanan 2016-2019 yılları arasında ise 2100’e yakın veri merkezinin kapatılması ve bunun sonucunda da 5,4 milyar dolar tasarruf sağlanmasının öngörüldüğü anlaşılıyor. 2011-2019 yılı sonunu kapsayan 8 yıllık dönem için 8,2 milyar dolar tasarruf edilebileceği kaydedilirken konuyla ilgili otoritelerin yorumları ise hedefin bir hayli ‘iddialı’ olduğu yönünde. Geçtiğimiz sene ABD’de faaliyeti sonlandırılan veri merkezlerinden 1 milyar doların üzerinde tasarruf elde edilmişti.

IBM işten çıkardı, Salesforce CV topluyor

0

marc benioff salesforceIBM’in yıllardır devam eden yeniden yapılanması sonucu işinden olan BT profesyonellerine sürpriz bir el uzandı: Bulut alanında en büyük oyunculardan biri olan Salesforce CEO’su Marc Benioff, Twitter üzerinden yaptığı açık çağrıda işten çıkarılan IBM çalışanlarına kapılarının her zaman açık olduğunu duyurdu.

Yaptığı iddialı açıklamalarla sık sık gündeme gelen Marc Benioff liderliğinde Salesforce’un iyi bir grafik çizdiğini söylemek mümkün. Son çeyrek verilerinde gelirlerinin hızla arttığı görülen şirketin patronu, rakibi olan IBM, Oracle ve SAP gibi şirketleri “teknoloji dünyasının dinozorları” olarak tanımlamaktan çekinmemişti.

Salesforce CEO’su: “CV’leri bekliyoruz”

Önceki hafta yaptığı sosyal medya duyurusunda, IBM’in eski çalışanlarına açık çağrıda bulunan Marc Benioff, “IBM yine işten çıkarıyor. Salesforce bu konuda IBM’den çıkarılan personele yardım etmeye hazır, bize CV’nizi gönderin.” ifadesini kullandı.

IBM’in kıdem tazminatı kararı işten çıkarmaları kolaylaştırdı

Türkiye’de bir süredir tartışma konusu olan kıdem tazminatı konusunda tartışmalı bir karar alan IBM, 2016 yılı itibarıyla kaç yıllık şirket çalışanı olursa olsun herkese bir maaşlık kıdem tazminatı ödemeye başladı. Hal böyle olunca özellikle eski çalışanların işten çıkarılmaları kolaylaştı.

Marc Benioff’un son açıklamaları bir yana, IBM “dinozorlar çağında” kalmamak için inovasyona ve stratejik kararlara yönelik bir yeniden yapılanma peşinde koşuyor. Zira bazı alanlarda işten çıkarmalar devam ederken, yeni çağın ihtiyaçlarına yanıt veren pozisyonlarda 25 bine yakın açık olduğu belirtiliyor.

Gücümüzü test etmesinler!

0
powerHer olaydan sonra, siyasilerin “gücümüzü test etmesinler” lafı üzerine epeydir düşünüyorum. Benimki siyasi bir yaklaşım değil, kelimenin içeriğinden, tavırların realitesine, devletlerin konumundan geleceğe kayan eksene varan bir analiz… Şöyle de basitleştirebiliriz: Amerika mı güçlü, Çin mi? Masonlar mı etkili olaylarda yoksa kilise mi domine ediyor küresel vakıaları? IMF’den Greenpeace’e veya Kızılhaç’tan Deepweb’e güç testlerini yapabiliriz. Madem “güç” test edilebiliyor, öyleyse “güç değişimleri” üzerine kafa yorabiliriz. Kimse de üstüne alınmasın. Varsa bir olumsuz bir durum, yeni güç testlerine hazırlık yapsın. Bütün dünyada eksen kayması yaşanıyor. Devletlerin konumunda eksen kaymaları yaşandığı gibi Kurumların pozisyonlarında da değişimler olabiliyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tartışıldığı gibi NATO da tartışılabiliyor. Bugün G20 Zirvesi, BM toplantılarından daha popüler olduğunu söyleyebiliriz. Cerattepe olayında görüldüğü üzere, Artvin halkınızın yerel tepkisi, katı hükümet icraatını durdurabiliyor. Halkın yumuşak gücü, katı iktidar gücünden daha etkili olabiliyor. Türkiye’de böyle olduğu gibi, yarı kapalı Çin’de de benzeri yumuşak güç örnekleri görülüyor. Dünyanın neresinde bir olay varsa, orada güç değişimi izlerini bulabilirsiniz. Olaylar nerede yoğunlaşıyorsa, orada bir güç değişimi potansiyeli vardır. Güç Batı’dan Doğu’ya kayma gösterirken, güç yayılması da devlet dışı aktörlere geçiyor. İletişim araçları, küresel şirketler, NGO’lar ve uluslararası kuruluşlar bu geçiş ve yayılma hızının artmasına katkı sağlıyor veya bu değişimden memnun görünüyor. Bugün Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü durumunda. 2030 itibariyle de en büyük ekonomik güç konumuna gelecek. Asya ülkelerinin yükselişleri de görülüyor. Peki, güç alanında da aynı etkiye sahip olabilecekler mi? Sanayi Çağı Avrupa’da doğdu ama 2. Sanayi devri Amerika’da başladı ve 20 yüzyıl Amerikan inisiyatifinde şekillendi. Sanayi 4.0 olarak tanımlanan yeni yüzyılda, dijital devrimde Batı konumunu koruyabilecek mi? Güç konusunda devlet dışı kurumları aklınızdan çıkarmayın. Facebook veya Google hiç mi inisiyatif almayacak. Malum şu an en büyük yatırım alanları GSM lisanslarına yapılıyor. 4G’de bunu gördük önümüzdeki yıldan itibaren 5G ihalelerinde de göreceğiz. Ancak, Facebook çıkıyor ve internet hizmetlerini bedava yapacağını açıklıyor. Hangi devlet, lisans gelirlerini bahane edip buna karşı çıkabilir? Gelelim güç değişimine… Hangi devlet gücünü kaybediyor, hangisi kazanıyor? Her on, on beş yılda bir Amerika veya Avrupa’nın batma noktasına gelen krizlerden salimen çıkmayı başardıklarının örneklerine girmek istemiyorum. Veya şu anda Çin’in Amerika veya Avrupa’nın üç katı büyüdüğünü ve bunun sonuçlarına dair rakamları da paylaşmaya gerek görmüyorum. Ama birşeyler olduğu muhakkak. 35 bin nüfuslu Vatikan’ın dünya genelinde 8 milyon kişiye maaş verdiğini okurduk. En yaygın, en etkili kurumların başında geliyordu. Masonların her şeyi yönlendirdiği bir komplo hikayeleriyle büyüdük. Yine aşırı silahlı örgütlerin, dünyadaki diğer tüm silahlı örgütlerle temas içinde olduğuna ve her şeye hakim olacaklarına dair değerlendirmeleri de çok gördük. Şeffaflık (Saydamlık) Hareketi, çevrecilik anlayışı, insan hakları arayışları, kozmopolit yaşam tarzı, kültürlerarası kaynaşma, 1,5 milyara doğru giden uluslararası turizm hareketleri belki hepsinden daha etkili birer dalgadır. Bir de küresel şirketler var: Kimi beslenmemizi, kimi eğitimimizi, bir diğeri de eğlence hayatımızı zapt-u rapt altında tutuyor. Eskiden güç, savaş kazanmaktı. Şimdi savaşlar, kazananları daha fazla yıpratıyor. Unutmayalım ki bir tarafın güçlenmesi, diğer tarafta korku oluşturuyorsa, bu güç değişimi süreci kesintiye uğrayabilir. Poleponnes Savaşını böyle yorumlayabilirsiniz. Aynı şekilde Almanya’nın yükselişinin, iki dünya savaşıyla durdurulmasını da buna örnek gösterebilirim. Günümüzde geleneksel sert güç ile yumuşak güç karşı karşıya geliyor. Ancak zeki güç diye bir dalga ikisini de alt edebilecek bir güç gösterisinde bulunabilir. Herkesin büyük iştiyakla beklediği sanayi 4.0, akıllı nesneler, nesneler arası internet bu “Zeki Güç” olabilir mi? Ortadoğu’da yaşayan bir nesil olarak, dünyadaki bütün gelişmelerden etkileniyoruz. Her ne kadar bütün şartlar aleyhimizde görünse bile, yeni nesil güç toplamaya devam ediyor. Yani büyük rol üstlenecek olan şimdiki değil bizden sonraki nesildir. Ancak bu konuda bir çekincemi belirtmek istiyorum. “Güç Mesafesi” testinden geçmeden güç testinin bir anlamı yok. Nedir güç mesafesi? Malcolm Gladwell’in Outliers kitabında bahsedilen bir kural var: Güç Mesafesi (Power Distance). Yeteneklerin ortaya çıkması için günde 4 saatten 10 yıllık bir gayret gerekirken; toplumdaki güç mesafesi endeksine göre de alt kademelerde çalışanların özgüvenleriyle çekincelerini ve fikirlerini rahatça ortaya koyabilmelerine bağlıdır. Güç Mesafesi kavramını Hollandalı yazar Geer Hofstede ortaya attı. Buna göre bireylerin üstleri veya içerisinde yer aldıkları grup liderlerine fikirlerini ifade ederken korkup korkmamaları oranına güç mesafesi deniyor. Güç mesafesi ile elde edilen en yüksek endeks değeri 5,80, en düşük ise 3,25″tir. Ne kadar yüksekse o kadar olumsuz bir durum oluşturuyor. Maalesef Türkiye’nin güç mesafesi değeri 5,57 olarak belirtilmiş. Güç mesafesindeki bireylerin otoriteyi eleştirmelerini veya karar alma süreçlerinde kendi fikirlerini beyan edebilmeleri bilinçdışı olarak sınırlanıyor. Çocukluğumuzda büyüklerimizin azarlamalarını hatırlayın. “Yapma, cıss, haddini bil, kes sesini” gibi kavramlar ileriki dönemlerimizde de şekil değiştirerek sürüyor. “İcat çıkarma”, “Eski köye yeni adet getirme”, “dünkü çocuk” vs… İşte bunlar toplumdaki güç mesafesinin dışa yansıyan ifadeleridir. Bir taraftan dünyadaki eksen kaymaları bizim güç toplamamızı sağlarken; tecrübe, gayrete en büyük psikolojik duvar olarak güç mesafesi ortaya çıkıyor. Türk kurumlarının içinde bulunduğu en büyük ikilemlerden biri budur. Siz bunu okullardaki eğitime, ailedeki bireylerin silikliğine veya diğer toplum departmanlarına kıyas edin. Aslında Gladwell’e göre daha vahim sonuçlar da doğabiliyor. Kitapta Güney Kore pilotlarıyla ilgili örnek aslında kendi kurumlarımızı da güç mesafesi açısından yeniden değerlendirmemiz gerektiğini düşündürüyor. Kore Havayolları son ölümcül kazasını 1997’de yaptı. Ancak geçmiş rakamlar o kadar kötü ki hala modern zamanların en kötü istatistiklerine sahip havayollarından biri olarak kabul ediliyor. 1970’den sonra tam 16 kazada 700’den fazla can kaybı yaşayan havayolu olarak biliniyor. Sovyetler Birliği tarafından bir uçağı 1983’te düşürülünce Güney Kore bunu ulusal bir konu olarak ele aldı ve dışarıdan danışmanlık almaya karar verdi. Teknik analizler, uçakların bakımı, kule sinyalleri, elemanların eğitimi ve masajları detaylı şekilde incelendi ve güç mesafesinin kazalarda etkin olduğu anlaşıldı. Kültürel kodlar o kadar güçlü ki, baş pilot veya deneyimli kule yanlış veya yanlış yorumlanabilecek bir mesaj verdiğinde ekibin diğer elemanları buna itiraz edemiyorlar. Anlık karar noktasındaki teknik bir eleman analiz ve yorum yapma kabiliyetini kapatıyor. İkilem kazalarla sonlanabiliyor. Egosu şişmiş bir lidere karşı meramınızı anlatabilir misiniz? Bu nedenle şirketler, markalar ancak CEO veya genel müdürlerinin kabiliyeti ve vizyonu kadar ilerleyebilmektedir. İki yıl önce okuduğum Outliers’ı şimdi tekrar etme ihtiyacı hissettim. Üniversitede ders vermeye başlayınca ve şirketlerin kurumsallaşma çalışmalarına katkıda bulunmaya davet edilince karşıma güç mesafesi endeksi çıktı. Güç mesafesi endeksi sağlıklı hale gelmeden ne işletmelerde mobbing azalır, ne de kurumlarda demokratik katılım sağlanabilir. Dahası, küresel “Güç Testi” ancak güç mesafesi aşıldığında kazanılabilecek bir sınavdır. Büyük hedefleri olan kurumlar, liderler veya markalar Güç Mesafesi endekslerini kontrol ettirsinler sonra güç testinden bahsetsinler.

Sürücüsüz araçlar 2020’de resmen yollarda

0
Volvo_otonomNissan tarafından gönderilen bir basın bülteni, otonom sürüşe sahip, yani kendi kendine giden Qashqai modelinin üretimine önümüzdeki yıl başlanacağı bilgisini veriyordu. 2017’de İngiltere’de üretimi başlayacak olan makyajlı Qashqai’nin, markanın 2020 yılında hayata geçireceği otonom sürüş yeteneğine sahip araçlar için önemli bir kilometre taşı olacağı açıklandı. Araçta bulunan Piloted Drive 1.0 özelliği, standart modele otonom sürüş yeteneği kazandırıyor. Nissan, bu yıl içinde Japonya pazarında ulaşılabilir fiyatlarla bu teknolojiyi sunmaya hazırlanıyor. Yine bu yıl Avrupa’da yol testleri gerçekleştirilecek. Otonom sürüş Avrupa’ya aslında çok yabancı değil. 2012 yılında Volvo, İsveç Teknik Araştırma Enstitüsü, Almanya Aachen Otomotiv Mühendisliği Enstitüsü ile İspanya’dan Idiada ve Robotiker Tecnalia’nın işbirliğiyle başlatılan bir proje ilk başarılı örneklerden biri. Safe Road Trains for the Environment (SARTRE) adlı proje, önde bir sürücü tarafından kontrol edilen bir aracın, arkasında otonom olarak yol alan otomobil ve kamyonlardan oluşan bir konvoyla yol almasını temel alıyordu. İspanya’da pek çok testi gerçekleştirilen bu yöntem, araçlar arasındaki mesafenin korunması sayesinde rüzgar direncinin de etkisiyle yakıt tüketimini, dolayısıyla karbon salımını ciddi oranda azaltabiliyordu. SARTRE Projesi’nin bir benzeri Scania, Hollanda Kraliyet Teknoloji Enstitüsü ve sayısı 10’u bulan proje ortağı ile hayat bulmuştu. Hollanda’da gerçekleştirilen testlerde yakıt tüketiminde yüzde 20’ye varan tasarruf ortaya çıkmıştı. Yürütülen çalışmalara Nisan 2015’te dahil olan Ericsson ise, özellikle otonom sürüşe sahip otobüslerin iletişim altyapısında 5G’den nasıl faydalanacağı üzerine katkı sağlıyor. Scania ayrıca bu ay başında madenlerde kullanılan kamyonların otonom sürüşe sahip versiyonlarını da duyurdu. Güncel örneklerden bir diğeri ise Almanya’da Daimler tarafından gerçekleştirildi. Ekim 2015’te başlayan testlerde diğer örneklerin aksine tek başına ilerleyen Mercedes marka bir kamyon 80 kilometre sabit hızda otoyolda sorunsuz bir şekilde ilerlemeyi başardı. Teknoloji var, yasal düzenleme bekleniyor Gerek Avrupa’da gerekse ABD ve Japonya’da gerçekleştirilen testler bu teknolojinin aslında hazır olduğunu gösteriyor. ABD’de bazı eyaletler şimdiden -acil durumlarda müdahale edilebilmesi için-, şoför koltuğunda birinin oturması şartıyla otonom sürüşe izin veriyor. Tabii burada ABD Otoyol Güvenliği İdaresi’nin yarı otonom ve tam otonom kavramına dikkat çekmekte fayda var. Nissan’ın merkezinin bulunduğu Japonya’yı ise ABD ile birlikte bu konuya en hazır ülke olarak nitelemek mümkün. Bu yıl içinde bir “robot taksinin” Tokyo’da müşteri taşımaya başlaması bekleniyor. Robot Taxi isimli bir girişim, bu teknolojiyi geliştirirken, 2020’deki Tokyo Olimpiyatları’nda yaygınlaşacağını öngörüyor. Yasal düzenlemelerin Avrupa’da da aynı dönemde yürürlüğe girmesi bekleniyor. Türkiye’deki duruma baktığımızda ise bu konuda net bir hazırlık yapıldığından söz etmek henüz mümkün değil. Ülkemizde satılan modellerin teknolojik geçişi 2020’ye yetişse de, yasal düzenlemeler nedeniyle biraz daha beklenecek gibi görünüyor. Buradaki muhtemel geçişin, üretilecek yerli otomobilin otonom sürüşe sahip olacağı –bununla ilgili bir açıklama ya da hazırlık bulunmuyor- yıl olacağını söylemek çok da yanlış bir tahmin olmayacak.