Avrupa Birliği’nin Google’ı bezdirmek ve Avrupa’dan uzaklaştırmak için her fırsatı değerlendirdiğini biliyoruz. Bu amaçla Google’ın önüne koydukları şartlardan biri de, unutulma hakkına saygı duyması ve unutulmak istenen kullanıcıların linklerini arama sonuçlarından çıkarılması.
Unutulma hakkı konusunda bilgi sahibi olmayanlara hemen kısa bir özet geçelim. Hakkınızda internete yansımış olan haberleri, yorumları, fotoğrafları, videoları, Google’ın arama listesinden çıkarma talebinde bulabiliyorsunuz. Böylece ileride adınızı aratan birisi, örneğin yeni gireceğiniz iş yerindeki personel müdürü, hakkınızdaki o linki Google arama sonuçlarında göremiyor.
Bu aksiyon aslında, bir kütüphanede, sevmediğiniz bir kitabı kimse bulmasın diye götürüp kütüphanedeki erişimi en zor raflara koymak gibi bir önlem.
Yani içeriği yok etmiyorsunuz, sadece o içeriğe erişimi zorlaştırıyorsunuz. Bu da aslında bizim de Türkiye’de karşılaştığımız “bu içeriğe erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir,” önlemine benziyor. Yani Avrupa da, kendince beğenmediği içeriklere, yine kendince bir erişim engeli uyguluyor. Avrupa’nın da özgür ifade konusunda çok da masum olduğu söylenemez.
Neyse, biz gelelim asıl meseleye.
Avrupa Birliği’nin Google’a dayattığı “unutulma hakkı” meselesi, aslında internet karşısındaki çaresizliğin de bir ispatı kabul edilebilir. Çünkü Avrupa Birliği kullanıcılara şunu söylüyor: “İnternette senin için yazılmış, yayınlanmış içerikler nedeniyle mağdur olduğunu ispat edip bu içeriğin silinmesini istiyorsun, ama biz, koskoca Avrupa ve Batı medeniyeti, elimiz kolumuz bağlı, saldırıya uğramış, hakarete, iftiraya uğramış bir insanı koruyamıyoruz, ona yöneltilen iftiraları, saldırıları internetten silemiyoruz. Bunun yerine, o saldırıların, iftiraların üstünü kapatıp, başkaları tarafından kolay kolay okunamamasına sağlamaya çalışıyoruz.”
Ancak ne var ki Avrupa’lılar bu konuda da çok başarılı değiller. Google, unutulma hakkı çerçevesinde ona yapılan başvurulara olumlu cevap verip ilgili içeriği arama sonuçlarından çıkarsa bile diğer arama motorları hala bu içeriği listeliyor olacak.
Ayrıca, içeriğin yer aldığı web sitesini dolaşırken kullanıcılar hala o içeriğe ulaşıyor olacak. Hatta, başka bir web sitesi, bu içeriği alıp kendi sayfalarına kopyalayabilir ve yine Google arama sonuçlarında içeriğe erişmek mümkün olabilir. Burada kurbanlar sadece kişiler de değil. Asıl büyük kurbanlar, şirketler oluyor. Geçtiğimiz günlerde bir genç, KFC restoranlarındaki kızarmış tavuğu “fare” biçiminde kesip, doğru açıdan fotoğrafını çekerek sosyal medyada “KFC’de yemek yerken tabağımdan kızarmış fare çıktı” diye yaygara kopardı. Bu fotoğraf o kadar hızlı yayıldı ki, şakayı yapan çocuk bile insafa gelip, “şaka yapmıştım, bu kadar büyüyeceğini tahmin etmedim,” açıklaması yaptı ama söz konusu fotoğraf hala internette yayılmaya devam ediyor. Çocuğun şaka itirafını ise duyan gören yok. Şimdi KFC restoranları, kızartma teknesinden fare çıkan bir restoran olarak nefretleri üzerine çekiyor ve kendini aklamak için ne kadar çırpınsa da fotoğrafı internetten sildiremiyor.
Bu firma unutulma hakkı için Google’a başvurduğunda ise, ortaya çıkan görüntü şu olacak: “Ben iftira mağduruyorum ve vergi ödediğim devletlerin adalet kurumları bana iftira atılmasını engelleyemiyor. Bunun yerine, iftiracılar gülüp eğlenirken, ben internette sayfa sayfa link peşinde koşup iftiraları saklamaya çalışacağım.”
Adalet bu mudur?
Bu ızdırap, bu çile, Avrupa’da dijital kurbanlara reva görülen medeni çözüm oluyor.
Dijital dünyada artık zalimler galip çıkmış, mağdurlar kaybetmiş görünüyor. Unutulma Hakkı da bu mağlubiyetin resmen ilanıdır.
ODTÜ Enformatik Enstitüsü ile NATO’nun “Barış ve Güvenlik için Bilim Programı” kapsamında verilen siber güvenlik eğitimleri Moğolistan ile devam ediyor. Moğolistan’ın askeri, emniyet ve istihbarat kurumlarının üst düzey yetkilileri, ODTÜ Enformatik Enstitüsü bünyesinde kurulan Siber Savunma ve Güvenlik Araştırma Laboratuvarı’nda (CyDeS) siber güvenlik eğitimi alıyor.
Siber güvenlik alanındaki son bilimsel gelişmeler ile uygulama arasında köprü kurulan eğitim programıyla, konuk ülkelere siber saldırılarla nasıl mücadele edileceği öğretiliyor. Programda, NATO’ya üye olma yolundaki ülkelerde insan kaynaklarının geliştirilmesini de hedefleniyor
Dersleri Türk siber güvenlik uzmanları veriyor
30 Haziran-10 Temmuz 2015 tarihleri arasındaki eğitimde, Türkiye’nin siber güvenlik uzmanları, Moğolistan’ın istihbarat ve emniyet teşkilatları, Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları gibi kritik kurumlarından gelen 15 yetkiliye siber tehditlere karşı alınacak önlemleri uygulamalı derslerle gösteriyor.
Eğitim kapsamında, kurumların güvenlik açıklarının tespit edilerek kapatılması, sunucuların ve web uygulamalarının nasıl savunulacağı, ağ güvenliği, siber olaylara müdahale, adli bilişim, kullanıcı ve sistem aktivitelerinin denetlenmesi, kriptografi, zararlı yazılımların analizi gibi kritik konular işleniyor. Eğitime katılan Moğol yetkililer aldıkları dersin etkisini, eğitim sonunda düzenlenen siber saldırı oyunlarında görme fırsatını da yakalıyor.
“Siber saldırılar tüm dünyayı ilgilendiren bir tehdit”
Eğitimin koordinatörlüğünü yürüten ODTÜ Enformatik Enstitüsü Müdürü ve CyDeS Direktörü Nazife Baykal, “Bilindiği gibi günümüzde artık savaşlar siber dünyada sürdürülmektedir ve Moğolistan Rusya ve Çin gibi sıklıkla siber saldırılara uğrayan kritik ülkelerin tam ortasında yer alan konumuyla siber tehditlere maruz kalabilmektedir. Siber saldırılar artık tüm dünyayı ilgilendirmektedir ve siber güvenliğin sağlanması konusunda uluslararası işbirlikleri kaçınılmazdır. NATO ile gerçekleştirdiğimiz işbirliği kapsamında ülkemizde verilen bu eğitim çok önemli bir misyonu yerine getirmektedir.” dedi.
Güvenlik sebebiyle isimlerinin verilmesini istemeyen Moğol katılımcılar eğitimin kalitesinden çok memnun kaldıklarını, siber güvenlik alanında bu eğitimde edindikleri bilgi ve becerileri ülkelerine döndüklerinde uygulayacaklarını belirtti.
Bir Moğol yetkili gördükleri eğitim hakkındaki görüşlerini şöyle aktardı:
“Bu eğitimin, özellikle siber olaylara müdahale, sistem yönetimi ve bilgi güvenliği konularıyla doğrudan ilişkili görevlerde bulunan kişilere çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Bu eğitim bana ileride geliştirebileceğim bir altyapı de sağladı. Ben kişisel olarak kötü amaçlı yazılım analizi, tersine mühendislik ve adli analiz ile ilgili derslerden çok keyif aldım. Aynı zamanda konuları detaylarıyla anlatan, güvenlik olaylarının ve nasıl çözülebileceğinin analizini yapan öğretmenlerin yetkinliğinden çok etkilendim. Aldığım tüm bu bilgiler ülkeme döndüğümde çok bana çok faydalı olacak”
Türkiye, siber saldırıların hedefindeki Ukrayna’yı da eğitti
Türkiye siber güvenlik alanında son yıllarda gösterdiği gelişme ile bölgesindeki ülkelerin eğitmeni olmayı sürdürüyor. 2012’de Afganistan ile başlayan program kapsamında bugüne kadar Macaristan, Karadağ, Moldova, Azerbaycan ve Ukrayna’nın da olduğu toplam yedi ülke yetkilisine eğitim verildi.
CyDeS Moğolistan’dan önce, 2015’in Şubat ayında, Rusya ile arasındaki krizin ardından siber saldırıların hedefi olan Ukrayna’dan gelen öğrencileri ağırladı. Ukrayna’nın istihbarat, askeri ve emniyet yetkilileri siber tehditlere karşı yapılacakları öğrenmek için CyDeS’te iki hafta süren yoğun bir eğitim programına katıldı.
Türkiye ve Avrupa’nın önde gelen şirketlerinin çağrı merkezleri için modern teknoloji sistemlerini kullanarak çözümler sunan AloTech, dünyanın en prestijli bulut ödülleri arasında yer alan Bulut İnovasyon Dünya Kupası’nda Bilişim ve İletişim Teknolojileri Ticari Hizmetler dalında birincilik ödülünü aldı.
8 Temmuz Çarşamba günü New York’taki Google merkezinde yapılan özel törende birincilik ödülü AloTech CEO’su Cenk Soyak’a verildi. Soyak, ödül ile ilgili yaptığı açıklamada, “Dünyanın en prestijli bulut ödülleri arasında yer alan bu ödülü almış olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Bu ödül, çağrı merkezi alanında son teknolojik imkanları kullanarak getirdiğimiz inovatif çözümlerimizin kalitesinin bir başka onayıdır. Bulut teknolojisini kullanarak getirdiğimiz yenilikçi çağrı merkezi çözümümüzün Google tarafından dünyaya örnek gösterilmesinden sonra böylesi bir ödül bizleri daha da gururlandırmıştır. AloTech olarak yeniliklerimize hız kesmeden devam edeceğiz.” dedi.
Bulut İnovasyon Dünya Kupası yönetimi tarafından yapılan açıklamada ise şu ifadelere yer verildi: “Bulut Çağrı Merkezi hizmeti ile AloTech yeni bir iletişim platformunu sektöre getirdi. Google Uygulama Altyapısı ile çalışan bu platform müşterilerine nerede olurlarsa olsunlar çağrı merkezi hizmetlerini gerçek zamanlı yönetebilmelerine imkan tanımasıyla öne çıkıyor. Biz de müşterilerinin maliyetlerini de düşürmesini sağlayan böyle bir çözümü hayata geçirdikleri için AloTech’i Bilişim ve İletişim Teknolojileri Ticari Hizmetler dalında birinciliğe layık gördük” denildi.
2007 yılında kurulan ve hızla büyüyerek Türkiye dışındaki şirketler tarafından da tercih edilen AloTech, bulut teknolojisini kullanarak çağrı merkezi hizmetlerine getirdiği yenilikçi çözümleri nedeniyle Google tarafından da dünyaya örnek gösterilmişti.
Sosyal Güvenlik Kurumu Biyometrik Kimlik Doğrulama Projesi Eylül 2013 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu sayede vatandaşlar parmak damar izi analizi yöntemiyle de kimlik doğrulamalarını gerçekleştirebiliyor. Proline Bilişim’in Ar-Ge Merkezi tarafından geliştirilen BioPOS cihazı parmak damar izi doğrulaması gerçekleştiriyor. Türk teknoloji şirketi Proline tarafından kimlik mahremiyetini zedelemeyecek kullanım şartlarına uyumlu şekilde tasarlanan BioPOS, sunduğu yerel ve hızlı destek avantajının yanı sıra rekabetçi fiyat anlayışıyla da sağlık kuruluşları için faydalar içeriyor.
Sağlık sektöründe adil hizmet dağıtımının önündeki en büyük engellerden biri olarak görülen kimlik sahteciliğine son vermeyi hedefleyen Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından Biyometrik Kimlik Doğrulama Projesi uygulanmaya başlandı. Uygulama sayesinde SGK bünyesinde sağlık hizmeti almak isteyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları çok daha güvenli ve doğru hizmet almaya başladılar.
BioPOS ile parmak damar izi doğrulaması nedir?
Parmak damar izi doğrulaması, her insanda benzersiz bir yapıya sahip olan parmak damarı izinin özel bir algoritma ile şifrelenip, Türk teknoloji şirketi Proline tarafından geliştirilen BioPOS cihazı sayesinde analiz edilmesine dayanıyor. Vatandaşlar sağlık kuruluşlarına yapacakları ilk müracaatta danışma bankolarında kurulacak olan BioPOS cihazlarına parmak damar izlerini kaydettirerek sisteme dahil oluyorlar. Vatandaşların parmak damar izleri SGK merkezinde bulunan sunucularda kriptolu olarak saklanıyor. BioPOS cihazı sağlık hizmeti almaya gelen vatandaşların parmak damar izleri ile T.C. kimlik numaralarını eşleştiriyor ve hizmet almak isteyen vatandaşın kimliğini onaylıyor. Böylelikle haksız hizmet alımının önüne geçiliyor.
Daha doğru, güvenli ve hızlı hizmet
Biyometrik Kimlik Doğrulama projesinden önce, sağlık hizmetlerinde yalnızca TC kimlik numarası üzerinden kontrol yapılıyor ve bu da kimlik sahteciliği gibi durumların oluşmasına neden oluyordu. Parmak damar izi uygulamasıyla da vatandaşın sağlık hizmetleri konusundaki en yaygın şikayetleri arasında yer alan sistemin yavaşlığı ve sağlık olanaklarındaki adaletsizlik de tarihe karışıyor. Kullanımı son derece kolay olan çözümde vatandaş yalnızca bir kez parmak damar izi bilgisini paylaşarak geriye kalan ömrünün tamamında sağlık hizmeti alırken yalnızca BioPOS sensörüne parmağını okutarak kimliğini doğrulatıyor ve anında hizmet alıyor.
Türk mühendisleri geliştirdi
Parmak damar izi doğrulamasını gerçekleştiren BioPOS cihazı, Proline Bilişim’in Ar-Ge Merkezi tarafından geliştirildi. Kimlik mahremiyetini zedelemeyecek kullanım şartlarına uyumlu şekilde tasarlanan cihaz, Proline’ın sunduğu yerel ve hızlı destek avantajının yanı sıra rekabetçi fiyat anlayışıyla da sağlık kuruluşları için faydalar içeriyor.
Önemli miktarda tasarruf sağlanacak
Biyometrik Kimlik Doğrulama sayesinde sahtecilik ve usulsüzlüğün önüne geçileceği için sağlık hizmetleri daha etkin ve daha kaliteli bir şekilde vatandaşlara sunulacak. Böylelikle kayıp ve kaçaklar en aza indirilecek dolayısıyla kamu harcamalarında önemli oranda tasarruf gerçekleştirilecek. Sağlık hizmetlerinde yapılacak bu tasarruf, kaynakların da farklı alanlara yönlendirilebilmesini sağlayacak.
Intel Security, distribütör ve yetkili satıcıların karlılığını ve verimliliğini artırmak amacıyla Intel Security Partner Program’ın (Intel Security Ortaklık Programı) ikinci aşamasını tanıttı. Distribütör ve yetkili satıcıların sürekli gelişen iş modellerine ve değişen müşteri profiline uyum sağlamasını destekleyen; ileriki dönemlerde üzerinde iyileştirmelerin yapılabilmesine imkan tanıyan esnek bir çerçeve oluşturma programının ilk aşaması geçtiğimiz sene Ekim Ayı’nda duyuruldu.
Intel Security Ortaklık Programının ikinci aşaması, farklılaşma ve karlılığı tetikleyecek inovasyon ve yatırımların yapılmasını amaçlıyor. İkinci aşamada aşağıdaki iyileştirmeler yapıldı:
Kademeli Fiyatlandırma Kalktı: Kademeli fiyatlandırmanın kaldırılması, Intel Security’nin fonlarını, birikmiş kar marjını arttıran daha karlı çözümlere aktarmasını sağlıyor.
Satış Fırsatı Kaydı İyileştirildi: İş ortaklarının bulduğu onaylanmış her satış fırsatının kaydını tek bir ortakla sınırlandırarak, üyelerin Intel Security Ortaklık Programı seviyesine göre ödüllendirilmesini sağlıyor. Ayrıca tek bir kayıt formu kullanıldığı için kayıt sürecini de sadeleştiriyor.
Yeni Ekip Oluşturma Planı: Intel Security iş yapış şeklini yerleştirmek isteyen ve Intel Security’nin bulduğu satış fırsatlarına katma değer kazandırmaya kendini adayan yetkili satıcılara yapılan yatırımdır. Bu planla, onay sürecini düzene sokarak ortaklar için karlılığı ve satış fırsatı korumasını arttırmak amaçlanıyor.
Birliktelik Süresi Avantajı Artırıldı: Ortaklık seviyesi yükseldikçe yetkili satıcıların indirim oranı artıyor ve sözleşme uzatıldığında yetkili satıcılar otomatik olarak ödüllendiriliyor, bu sayede program seviyesine göre ilave teşvik sağlanıyor.
Ortaklık seviyesine göre isim değişiyor: Kademeli teklifler için sektörde kullanılan standart kategoriler olan yeni Platinum, Gold ve Silver ortaklık seviyeleri kullanılıyor.
Müşterilerinin güvenlik ile ilgili karar ve satın alma süreçlerini artık değiştirmeye başladıklarını vurgulayan DG Technologies Başkanı Deb Gannaway, “Çözüm sağlayıcıları olarak, ihtiyaçlarımıza yanıt verecek ve müşterilerimizi korumamıza yardımcı olacak sağlam teknoloji çözümleri sunmamızı sağlayan esnek bir program arayışına önem veriyoruz. Intel Security ile olan ilişkilerimiz sayesinde, müşterilerimizin şirket verilerini ofansif bir şekilde korumamıza ve bunun sonucunda işimizi büyütmemize yardımcı oluyor.” diyor.
Intel Security’de Global Ortaklık Programları, Pazarlama ve Operasyonlar Direktörü olarak çalışan Lisa Matherly, müşterileri için bir numaralı güvenlik ortağı olmayı amaçladıklarını belirterek bu amaca ulaşmak için müşteri ihtiyaçları ve ortakların iş modelleri değiştikçe varlığını sürdürebilecek esnek ve karlı programlar sunmaları gerektiğinin altını çiziyor. Matherly’ye göre Intel Security ortaklarıyla birlikte sektörü yeniden tanımlama ve müşteriler için daha iyi güvenlik çıktıları sunma fırsatına sahip.
Intel Security, distribütör ve yetkili satıcıların memnuniyeti ve marka sadakatini artırmak amacıyla yeni satış ve ortaklık kurallarını da açıkladı. Intel, Intel Security Ortaklık Programını karşılıklı fayda sağlayacak ve distribütör ve yetkili satıcıların büyümesine yardımcı olacak şekilde sürekli olarak iyileştiriyor. Bu aşamada yapılan iyileştirmeler, Ortaklık Programını sadeleştirmek, destek ve hizmetler gibi ilave gelir akışı sağlamak ve karlılığı artırmak amacıyla geliştirilen 18 aylık çok aşamalı gelişim programının bir parçası. Yapılacak iyileştirmelerin son aşaması, Ocak 2016’ta başlayacak ve Intel Security ile iş yaparken maliyetlerin azaltılmasına odaklanacak ve bu sayede Intel Security distribütör ve yetkili satıcıları için daha yüksek net kar marjları sağlayacak.
2013 sonlarında, 2014 başlarında devam eden saldırılar, 2015 yılında yine ortaya çıktı. Eylemci, çalınmış geçerli bir doğrulama sertifikası ve bilinmeyen bir Flash Player açığını kullanarak dünyanın her yerinde kurum ve özel kişilere saldırarak hassas ticari bilgileri çalıyor.
Kaspersky Lab araştırmacıları aralarında Fransa, Rusya, İsviçre, Almanya, Avusturya, Filistin, Slovenya, Kazakistan, BAE, Cezayir ve Birleşik Devletler’in olduğu 11 ülke ve özerk bölgede Wild Neutron hedeflerini tespit etti. Hedefler arasında hukuk büroları, bitcoin şirketleri, yatırımcılık organizasyonları, BT, sağlık, emlak, Birleşme ve Satın alma işleri yapan büyük şirketler ve bireysel kullanıcılar var.
Saldırının odağı, bu saldırının bir ulus devlet saldırısı olmadığını düşündürüyor. Bununla birlikte, kullanılan sıfır gün saldırılarına, çok platformlu kötü amaçlı yazılımlara ve kullanılan tekniklere baktığında Kaspersky Lab araştırmacıları, saldırganın büyük olasılıkla ekonomik nedenlerle eyleme geçen bir casusluk oluşumu olduğunu düşünüyor.
Son saldırıların ilk bulaşma vektörü hala bilinmiyor, bununla beraber, sızılan internet sitelerindeki bilinmeyen bir Flash Player açığını kullanan bir kitin, kullanıcılara saldırdığını gösteren belirtiler var. Saldırı, kurban sisteme bir kötü amaçlı yazılım teslim paketi bırakıyor.
Kaspersky Lab araştırmacıları saldırı sırasında kullanılan teslim paketinin yasal bir kod doğrulama sertifikası ile imzalanmış olduğunu gözlemledi. Sertifika kullanımı, kötü amaçlı yazılımın bazı koruma çözümleri tarafından fark edilmesini önlüyor. Wild Neutron saldırılarından kullanılan sertifika görünüşe göre, çok bilinen bir tüketici elektroniği üreticisinden çalınmış. Sertifika şimdi iptal edilmekte.
Paket sisteme girdikten sonra, ana arka kapıyı kuruyor
İşlevsellik açısından, ana arka kapının Uzaktan Erişim Araçları’ndan (RAT’ler) hiç bir farkı yok. Sıra dışı olan, saldırganın komut ve kontrol sunucusu (C&C) adresini saklamak için gösterdiği çaba ve bir C&C kapatma işleminden kurtulma yeteneği. Komut ve kontrol sunucusu, kurbanın cihazlarına kurulan kötü amaçlı yazılımlara bir üs gibi hizmet verdiği için, kötü amaçlı yazılım alt yapısının önemli bir parçası. Saldırganlar, saldırı alt yapısını her hangi bir olası C&C kapatma işlemine karşı koruyabilmek için kötü amaçlı yazılım içinde özel önlemler alırlar.
Kökeni gizemli
Saldırganların kökeni hala bir muamma. Bazı örneklerde, şifreli yapılandırma dosyasında C&C iletişimin sonunu işaretlemek için “La revedere” (Rumence’de “Hoşça kal”) dizesi kullanılmış. Buna ek olarak, Kaspersky Lab araştırmacıları, bir başka İngilizce olmayan dize, Rusça (“uspeshno” -> “başarılı”) sözcüğünün Latince yazılışını buldu.
“Wild Neutron yetenekli ve oldukça çok yönlü bir grup. 2011 yılından beri aktif, en az bir sıfır gün açığı, Windows ve OS X için özel kötü amaçlı yazılımlar ve araçlar kullanıyor. Her ne kadar geçmişte, dünyada en çok tanınan şirketlerin bazılarına saldırmış olsa da, kullandığı güçlü operasyonel güvenlik üzerinden pek çok tanımlama çabasını boşa çıkartıp, göreceli olarak düşük bir profil sürdürmeyi başardı. Grubun büyük BT şirketlerini, casus yazılım üreticilerini (FlexiSPY), Cihatçı forumları (Ensar El-Mücahidin İngilizce Forumu) ve Bitcoin şirketlerini hedef alabilmesi, esnek olduğu kadar az rastlanır bir düşünce yapısı ve ilgi alanlarına sahip olduğunu gösteriyor” diyor Kaspersky Lab Global Araştırma ve Analiz Ekibi Başkanı Costin Raiu.
Konuyla ilgili videoyu buradan izleyebilirsiniz.
Tarsus Group’un, bu yıl Mayıs ayında Londra’da başlayıp sırasıyla Kaliforniya, Paris ve Dubai ile devam edecek “3D Print Show Global Serisi”nin Türkiye ayağı SIGN İstanbul fuarı oldu. İFO Fuarcılık tarafından 10-13 Eylül tarihlerinde 17.’si gerçekleştirilecek SIGN İstanbul 2015, 3D Print Show özel bölümünü 11. Salonda açıyor.
İlk olarak geçen yılki organizasyonda 3 boyutlu yazıcı teknolojilerine genişçe yer veren SIGN İstanbul, ziyaretçi ve katılımcılarından gördüğü yoğun ilgi üzerine, bu sene bir salonunu sadece 3D baskıya ayırdı. “Alanında Avrasya’nın her yıl düzenlenen en büyük ticari organizasyonu” olarak kabul edilen SIGN İstanbul 2015, başta mobilya, moda, mimari, gastronomi, otomotiv, medikal ve bijuteri olmak üzere hemen her sektörde kolay ve ekonomik yoldan üretime imkan veren, ayrıca bireysel kullanımlar için de seçenekler sunan 3D yazıcı teknolojilerini 11. Salondaki 3D Printshow özel bölümünde sergileyecek
Tarsus Group’un dünya çapındaki 3D Print Show etkinliğinin Kaliforniya’dan önce İstanbul’daki yeni durağı olan SIGN İstanbul, 3 boyutlu yazıcıların ve baskı teknolojilerinin yanı sıra her türlü reklam ve tanıtıma ilişkin en yeni ürün, uygulama, makine ve ekipmanları bir arada sunacak.
Dijital Baskı, Tekstil Baskı, Sign Teknolojisi, Görsel İletişim ve LED & LED Ekran Firmalarının sergileneceği SIGN İstanbul’ u başta endüstriyel reklam üreticileri, dijital baskı merkezleri, mimarlar, matbaacılar ve tekstil sektörü olmak üzere 21 bin profesyonelin ziyaret etmesi bekleniyor.
Epson’un akıllı POS yazıcıları, işlemleri modernize etmeye, alandan tasarruf sağlamaya ve sürücüsüz baskıyla maliyetleri azaltmaya yardım ediyor. TM-Akıllı aygıtlar dört ana avantaj sunuyor.
Hareketlilik: Tablet bilgisayarların ve diğer mobil cihazların kullanımıyla, daha iyi bir müşteri deneyimi sunmak ve hizmeti kasanın ötesine taşımak mümkün.
Esneklik: Sürücüsüz akıllı yazıcılarla doğrudan fiş basılmasına imkan sunuyor. Bu sayede platformdan bağımsız baskı almanızı sağlarken, işletim sistemlerindeki güncelleme sonrası sürücüden dolayı sorun çıkma olasılığını ortadan kaldıyor.
Enerji verimliliği: POS terminali gerektirmediğinden, donanımda azalma ve enerji maliyetlerinde düşüş.
Uygun maliyet: Hepsi bir arada tasarım sayesinde hizmet ve bakım maliyetlerinde azalma.
Mağazaların yüzde 75’i bulut tabanlı POS teknolojisine geçecek
Bağımsız araştırmalar, mağazaların yüzde 75’inin, daha fazla müşteri çekmek amacıyla 2017’de bulut tabanlı POS cihazlarını benimseyeceğini gösteriyor¹. Bunun nedeni, gelişen teknolojinin esnekliği arttırarak mağaza içerisindeki müşteri deneyiminin iyileştirilmesinin ana hedeflerden olması. Satış personeli, sahip olduğu teknolojiyle mağazanın içinde dolaşan müşterilerin satın alma alışkanlıklarını etkileyebilmektedir. Bu kişiler işlemleri gerçekleştirebilir, el cihazlarıyla özelleştirilmiş bilgiler sağlayabilir ve daha fazla müşteri etkileşimi ve çapraz satış fırsatı sağlamak ve kuyrukta bekleme süresini kısaltmak için faturaları uzaktan basabilirler.
Epson, perakende ve konuk ağırlama sektörlerindeki iş yapış şeklini değiştirebilecek beş farklı modelde akıllı yazıcı sunuyor. Seri; Epson TM‑P60II, TM‑H6000IV-DT, TM‑T88V-DT, TM‑T70II-DT ve TM‑T70-i’den oluşuyor.
Son yıllarda büyümesini hem ekonomik olarak hem de istihdam anlamında sürdüren Türkiye Çağrı Merkezi Sektörü bugün 3,4 milyar lira pazar değerine ve 80 binin üzerinde istihdama ulaşmış durumda. Anadolu’nun birçok kentindeki en büyük istihdam alanları haline gelen çağrı merkezleri, sektöre özel akademik eğitimlerin ve kariyer fırsatlarının artması ile birlikte genç kuşaklar için kariyer fırsatları sunan uzun dönemli çalışma alanlarından biri haline geliyor. Bunun yanında çağrı merkezlerinin en önemli katkılarından birisi ise bir ülkenin gelişmişlik ve refah seviyesini doğrudan etkileyen ve modern ülkeler arasında yerini almasını sağlayan, bayan çalışan sayısının artmasını sağlaması.
Çağrı Merkezleri Derneği’nin IMI Conferences işbirliğiyle gerçekleştirdiği ve çağrı merkezi sektörüne ışık tutan kapsamlı araştırma sonuçları, sektörde çalışan 80.000 kişinin yüzde 65’inden fazlasını bayan çalışanların oluşturduğunu ortaya koyuyor. Üstelik aynı araştırmaya göre, Türkiye çağrı merkezi sektöründe çalışanların yaklaşık yüzde 60’ı 18-24 yaş aralığında. Yani çağrı merkezi sektörü, sadece ülkedeki bayan işgücünün artmasını sağlamakla kalmayıp genç bayan çalışan sayısının yükselmesine ve yeni mezun genç bayanlarımızın iş hayatına katılmalarına olanak sağlıyor.
Çağrı Merkezleri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Metin TarakçıKadın çalışanlar çağrı merkezi sektörünün yüzde 65’ini oluşturuyor
Konuyla ilgili olarak açıklama yapan Çağrı Merkezleri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Metin Tarakçı şu ifadelere yer vermekte:
“Türkiye 2023 hedeflerini belirlemiş, hızla gelişmekte olan bir ülke. Bugün 80 bin kişiye istihdam sağlayan ve 3,4 milyar liralık bir pazara dönüşen çağrı merkezi sektörü de bu hedeflerin yakalanmasına önemli bir pay sahibi olabilecek durumda. Bizim yaptığımız araştırmalar, doğru ve bilinçli politikalar izlendiği takdirde sektörün hala ciddi bir büyüme potansiyeline sahip olduğunu ve önümüzdeki 5 yıl içinde toplam 150 bin kişiye istihdam sağlayabileceğini ortaya koyuyor. Elbette bu potansiyelin önemli bir bölümünü de bayan çalışanlar oluşturmakta, Türkiye’de bu oran yüzde 65 düzeyinde. Çağrı merkezi yatırımlarımızın yaklaşık yüzde 50’si İstanbul-Ankara ve İzmir dışındaki Anadolu illerimizde gerçekleşmiştir. Gelecek dönemlerde Anadolu’daki yatırımların artacağını öngördüğümüzden o bölgelerdeki bayan istihdamının daha kritik bir öneme sahip olduğunun altını çizmek istiyorum. Yatırım yapılan Anadolu illerimizdeki bayanlar kurumsal bir ofis ortamında, güven içinde, kişisel ve mesleki gelişimlerine katkı sağlayarak ekonomik güçlerini elde ediyorlar. Diğer sektörlerden farklı olarak kısıtlı alanlarda olsa da evden çalışma imkanı sunabildiğimizden, teknolojiyi yoğun kullanmamız ve genç kuşağın teknoloji ve iletişim ile ilgili iş alanlarına ilgisi arttığından sektörümüzdeki bu potansiyelin artarak devam edeceğini tahmin ediyoruz.”
Trend Micro, mobil cihazlara yönelik çözümü Internet Security’nin hem 2014 hem de 2015 sürümü, Av-Test tarafından Almanya’da düzenlenen ödül töreninde ”En İyi Koruma” ürünü seçildi. Her yıl düzenlenen Av-Test Institue ödüllerinde birçok farklı test kategorisinde başarı gösteren en etkili siber güvenlik yazılımları belirleniyor. Trend Micro Internet Security testlerde, zararlı yazılımlara karşı sağladığı en iyi ve en üstün koruma sayesinde ödülü almaya hak kazandı.
Trend Micro CTO’su Raimund Genes konuyla ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Av-Test Institue bünyesinde verilen bu prestijli ödülü kazanmak, sektördeki lider pozisyonumuzu kanıtlarken, kullanıcılarımızın da bize duydukları güveni güçlendiriyor. Kullanıcılar dijital dünyadaki yaşamlarını çok daha sağlam ve dünyadaki en iyi güvenlik sağlayıcı tarafından korunarak sürdürebiliyorlar”.
28 güvenlik yazılımı 2014 boyunca test edildi
AV-Test’in yaptığı değerlendirmede ev kullanıcılarına yönelik 28 farklı güvenlik yazılımı üzerinde 2014 yılı boyunca toplamda 6 farklı sertifikasyon testi yapıldı. Bu testlerde gerçekçi senaryolar üzerinden değerlendirmeler yapan AV-Test, ürünleri gerçek dünyadaki tehditlerle sınadı. Av-Test tarafından tüm bileşenleri ve güvenlik katmanlarıyla sınava tutulan güvenlik yazılımları arasından en yüksek performansı gösterenler belirlendi. Ayrıca test süresince yazılım üreticileri tarafından sağlanan gerçek zamanlı güncellemelerle yazılımların bulut desteği de değerlendirildi.
Av-Test Institue CEO’su Andreas Marx konuyla ilgili yaptığı açıklamada; “Geçtiğimiz 12 ay boyunca yaptığımız testlerde Trend Micro Internet Security’nin üstün koruma performansından oldukça etkilendik. “En İyi Koruma” kategorisinin kazananını belirlerken Trend Micro’nun bu üstün başarısı seçimimizi oldukça kolaylaştırdı” şeklinde konuştu.
Trend Micro Internet Security’nin “En İyi Koruma” ödülüne ek olarak Mobile Security ürünü de Kasım 2013’ten Ocak 2015 tarihine kadar hem zararlı yazılım hem de Potansiyel İstenmeyen Uygulamaları engelleme sertifikasyonlarında büyük başarı gösterdi.
Genes Trend Micro’nun masaüstünden mobile tüm kullanıcıların internet üzerindeki tüm tehditlere karşı üstün bir koruma altında olduklarını belirterek işletim sistemi ve cihaz fark etmeksizin koruma sağladıklarını sözlerine ekledi.
İşletmeler güvenlik riskleri ve olası veri kayıpları ile karşılaşmadan yeni bir Microsoft Windows Server sürümüne nasıl yükseltim yapabilirler?
Microsoft, 14 Temmuz 2015 tarihi itibarı ile Windows Server 2003 için “uzatılmış” desteğine son verecek, işletim sistemine ve güvenlik açıklarına yönelik yönelik hiçbir güncelleme ve yama sağlamayacak. Acronis, işletmelerin Windows Server 2003’ü güvenli bir şekilde devre dışı bırakıp, yeni sürüme geçişlerine kolaylık sağlamak amacıyla 8 önemli ipucunu paylaşıyor:
Önerimiz Windows Server 2012 R2 sürümünün tercih edilmesi: Daha yeni bir sürüm olan Windows Server 2012 R2’nin tercih edilmesi uygun olacaktır. Zira diğer seçenek olan Windows Server 2008’in “mainstream” desteği sona erdi. Halen “uzatılmış” desteği devam eden bu sürüm için de kısa süre sonra yükseltim zorunluluğu doğacağından Windows Server 2012 R2 ye geçiş yapılması önerilmektedir.
Uygulama ve İşyükü için komple bir döküm listesi hazırlanması: Bu döküm listesi, yeni Windows Server sürümüne geçilirken etkilenecek olan yazılım bileşenlerini içerir. Sürücü yazılımları için de benzer bir liste hazırlanmalıdır. Yeni işletim sistemi için sunucu donanımı ve diğer kurulu cihazların güncel sürümlerinin olup olmadığı Windows yöneticileri tarafından araştırılmalıdır. Eğer gerekiyorsa, yazıcı, çok işlevli cihazlar veya tarayıcılar gibi kurulu sistemlerin yanında yeni sunucu sistemlerine de ihtiyaç olup olmadığı kontrol edilmelidir.
Farklı sunucu tipleri için farklı geçiş senaryolarının hazırlanması: Active Directory ve Exchange Server farklı taşıma senaryoları gerektirebileceğinden yukarıda belirtilen döküm listesinin bu bazda da kategorize edilmesi yardımcı olacaktır. Özellikle bu sistemlerin taşınması sırasında takip edilmesi gereken sıralamanın-hangisinin önce veya sonra uygulanacağı- belirlenmesi açısından önemlidir.
Sunucu donanımının değişim gerekliliğinin kontrol edilmesi: Windows Server 2003 32 Bit-İşlemciye sahip sunucularda çalışıyordu. Windows Server 2012 R2 ve duyurulan Windows Server 2016 ise 64 Bit işlemcilerde çalışacaktır. Bundan dolayı, üç yıldan eski tüm sunucu platformlarının yenilenmesi daha akla yakın görünmektedir. Yeni sistemler hem SSD’ler gibi donanım bileşenlerini destekleyecek hem de yeni duyurulacak Windows Sunucuları ile mevcut sanallaştırma projeleri için daha fazla performans kapasitesi sağlayacaktır.
Windows 2003 ortamı için komple veri koruması sağlanması: Geçiş sırasında problemler yaşansa da eksiksiz veri koruması sağlayan yedekleme çözümleri ile “Geri Dönmek” her zaman mümkün olabilecektir. Acronis Backup Advanced benzeri yedekleme çözümleri, Disk Imaj desteğinin yanı sıra, yeni sunucu donanımı üzerinde dahi olsa, hatalı dönüşüm denemesi sonrasında; veri, işletim sistemi, uygulama ve gizli disk bölümlerinin tekrar kurulmasına olanak sağlar.
Yedekleme Dosyasından bir Sanal Makine kurulması: Acronis Backup Advanced ve benzeri bazı yedekleme çözümleri yedekleme dosyaından çalıştırılabilir bir Sanal Makine yaratılmasına imkan vermektedir. Bu iki önemli avantaj sağlar: Bunlardan ilki yeni kurulumlar için sanal bir Windows Server referans noktası olarak kullanılmasıdır. Zira Windows Server 2008 ve 2012 R2, yeni fonksiyonları dinamik bir veri erişimi şeklinde algılayabilir bu ise eski uygulamalarda sorun yaratabilir. İkincisi ise, sanal makina geçici bir “Rollback” ile tekrarlayan teknik uyum problemlerinde eski sunucu sürümüne geri dönüş seçeneği sağlar. BT departmanları bu sayede rahat bir şekilde hata analizi yapma şansı bulabilir ve zaman baskısı altında kalmadan ikinci bir geçiş denemesi için hazırlık yapabilir.
Bir Master Imaj yardımıyla geçişin hızlandırılması: Çok sayıda Windows sunucunun bulunduğu BT ortamlarında yeni işletim sistemleri, temel uygulamalar ve konfigürasyonlar bir Master Imaj yardımıyla aynı anda farklı sayıda sunucu sistemlerinde çalıştırılabilir. Acronis Snap Deploy ve benzeri araçlar bir imaj yedeğinin alınması ve sunuculara taşınması gibi işlemlerde Windows sistem yöneticilerine destek sağlar. Böyle bir araç entegre bir PXE sunucusu üzerinden kullanıldığında önemli ölçüde yardımcı olacaktır. Bu aynı zamanda yeni kurulan sistemlerin ağ üzerinden ön yüklemesinin yapılabilmesine de imkân sağlar.
Veri geçişinin planlanması ve dönüştürülmesi: İmaj yedekleme yapılması bütün verilerin taşınmak üzere her zaman kullanıma hazır olmasını sağlar. Ancak yedekleme yapılırken örneğin çoğunlukla gözden kaçan SSL sertifikalarının yedeklenmesi gibi önemli noktalara dikkat edilmesinde yarar vardır. Geçiş sırasında oluşabilecek her türlü ihtimallere karşı esnek kurtarma seçeneklerine sahip yedekleme çözümlerinin kullanılması önerilmektedir. İdeal çözüm, gerektiğinde sistemin tümü olmak üzere, tek tek dokümanların ve uygulamaların kurtarılmasına izin veren çözümdür.
Eskiden sadece internet devi dediğimiz Google, artık teknoloji ve internet devi diye geçiyor. Bir arama motoru olarak hayatımıza giren Google, bizden öğrendiği verileri çok güzel değerlendirdi ve onlara kattığı yeniliklerle son 20 yılı şekillendiren şirketlerden biri oldu. Google’ın en önemli özelliği ise sürekli yeni geliştirmelerle kendini yenilemesi ve kendini tekrarlayan bir şirket haline dönüşmemesi.
Google, dünyanın internet servis sağlayıcısı olacak
Google’ın yaratıcı ve gelecek için önemli projelerinden bir tanesi Project Fi, yani Fi projesi. Google’ın küresel olarak internet servis sağlayıcısı olma arzusunu ortaya koyan ve yaygın kullanıma geçmesine az bir süre kalan en iddialı projelerden bir tanesi. Tabii bu projeyi destekleyen bir diğer proje de Google Loon Project.
Project Fi Nedir? Kullanıcılara neler sunacak?
Google, Project Fi ile beraber şimdilik 120 ülkedeki pek çok operatörle anlaşarak sizlere global operatör desteği sunuyor. Project Fi kullanıcıları, sadece bir operatörün müşterisi değil, Google’ın müşterisi olacak.
Bir operatör kullanmayacak mıyız?
Google, hazırladığı algoritmaya göre lokasyonlarda en hızlı olan internet şebekesini / baz istasyonunu kullanacak ve bu şebekeler hangi operatöre aitse ona ödeme yapacak. Tabii aynı zamanda Google Project Fi yapısını destekleyen WiFi noktalarına yakın olduğunuz zaman otomatik olarak algılanacak ve 3G-4G yerine WiFi üzerinden konuşmaya ya da veri kullanımına devam edeceksiniz.
Kaynak: ShiftDelete.Net
Türünün ilk örneği çoklu rehber robot takımı lideri ‘Turgay’ ve yardımcıları olan insansı rehber robotlar, Boğaziçi Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. H. Levent Akın liderliğinde doktora ve yüksek lisans öğrencileri tarafından geliştirildi. İnsanlarla birlikte aynı ortamlarda olmak ve onlarla etkileşime geçmek için geliştirilen ‘Robot Turgay’, insanların konuştuklarını anlayan ve onlarla birden fazla dilde konuşabilen Türkiye’nin ilk sosyal robotu olacak. ‘Robot Turgay’ sosyal zekâsını kullanarak insanlarla beraber çalışıp onlara rehberlik yapabilecek.
Robot Turgay çok sayıda arkadaşıyla hizmet verecek
Hastane, üniversite, müze gibi insan kalabalığının ve hareket dinamiğinin hızlı olduğu ortamlara uyum sağlayabilen sosyal zekâya sahip insansı robotlar geliştirmek amacıyla yola çıktıklarını belirten Prof. Dr. H. Levent Akın, “Çalışmalarımız başarıyla sonuçlandı ve dünyada bir ilk olan Robot Turgay’ı geliştirmeyi başardık. ‘Turgay’ ilk çoklu robot uygulamasının lideri. Şimdi amacımız daha fazla sayıda robotu sisteme dâhil edip, projemizi geliştirmek. Robot Turgay’ı ve arkadaşlarını ilk olarak üniversite laboratuvarlarında çalıştıracağız. Robotların kendi arasında işbirliği yaparak bir grup ziyaretçiyi gezdirebilmesini ve bunu yaparken okulda öğrenciler, hocalar ve diğer görevliler ile uyum içinde çalışmasını hedefliyoruz” dedi.
Robotlar sosyal hayatı insanlarla paylaşacak
Hızla gelişen robot endüstrisi sayesinde, yakın zamanda robotlarla insanların sosyal hayatı paylaşmaya başlayacağını belirten Akın, “Bu noktada hastane, üniversite gibi insan kalabalığının ve hareket dinamiğinin hızla değiştiği ortamlarda robot kontrolü oldukça zor bir problem haline dönüşüyor. Bizim bu çalışmamızda bir robot kendisine tanıtım görevi geldiğinde grupla iletişime geçecek ve grubun kendisini takip etmesini sağlayacak. Bu görevin başlangıcı ve bitişi planlamasının robot tarafından belirlenecek. Robotlar ziyaretçi gruplarla doğru şekilde anlaşabilmek için insanlarla iletişim kuracak. Yani onlar da sosyal hayatı bizimle paylaşacak” diye konuştu. Robotlar arasında iş bölümü ve iletişim olduğunu da ifade eden Prof. Akın, burada önemli olan bir diğer nokta robotların uzmanlık alanları doğrultusunda iş paylaşmaları ve ekip olarak hareket etmeleri dedi.
Robot sisteminin yol planlama modeliyle ilgilenen Yüksek Lisans öğrencisi Yiğit Yıldırım ise tez çalışması kapsamında robotların yoğun ortamlarda insanları rahatsız etmeden hareket etmesini hedeflediklerini ve bu sistemi bu sistemi öncelikle Turgay’a entegre etmeye çalıştıklarını ifade etti.
Her dili konuşabilen ‘Van Gogh’
‘Turgay’ parçaları ve dizaynı Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Robot Laboratuvarı bünyesinde geliştirilen ilk sosyal robot. Herhangi bir sergi ve müze için adapte edilebilme özelliğe sahip olan Turgay, istenildiğinde farklı dillerle iletişim kurabiliyor. ‘Robot Turgay’ ayrıca her yabancı dil için farklı mimikler kullanabiliyor. Adını İngilizce tur rehberi (tour guide) ve yapay zekânın kısaltması AI’ dan dan alan ‘Turgay’ın bir diğer özelliği ise ünlü ressam Van Gogh’un yüzünü taşıması. Projenin geliştiricilerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi Yüksek Lisans öğrencisi İbrahim Özcan ‘Robot Turgay’ müze rehberliği yapacağı için yüzünü sanat dünyasından seçmeyi tercih etmiş.
Usta-Çırak ilişkisi ile robot yapımı
Projede yer alan isimlerden Boğaziçi Üniversitesi Lisans son sınıf öğrencisi Berna Erden robot geliştirmenin bir usta-çırak ilişkisi olduğunu belirterek “Profesörler, doktora öğrencileri, master öğrencileri ve lisans öğrencileri hep bir arada çalışıyor. Kitaplarda yazmayan pek çok bilgi var. Dolayısıyla bu bilgileri ustalarımızın yanında deneyimleyerek öğreniyoruz” diye konuştu. Doktora öğrencileri Okan Aşık ve Binnur Görer ise Robot Turgay’ın karar mekanizması ve vücut dili kullanım yazılımını yapan projenin önemli isimleri. Projede ayrıca Yüksek Lisans öğrencileri Yiğit Yıldırım, İbrahim Özcan, Bahar İrfan ve lisans son sınıf öğrencisi Yasemin Usta da yer aldılar.
Emarsys Ülke Müdürü Murat Erdör
Avusturya merkezli Emarsys’in Ülke Müdürü Murat Erdör, iş dünyası ve markalar için büyük önem taşıyan ve 2020 yılı itibariyle harcama gücünün büyük bölümüne sahip olacak Y kuşağının davranış kalıplarını ve beklentilerini açıkladı. Günümüz pazarlama sektöründe nesillerin X, Y ve Z kuşağı olarak kategorize edildiğini belirten Murat Erdör, Y neslinin davranışlarını, özelliklerini ve beklentilerini anlayamayan şirketlerin, teknolojinin içine doğan Z kuşağına dokunamayacaklarını ifade etti.
Y kuşağının markaları kendilerinin bir yansıması olarak gördüğünü belirten MuratErdör, Dünya nüfusunun yüzde 25’ini, Türkiye nüfusunun ise yüzde 35’ini oluşturan Y kuşağı tüketicilerinin yaklaşımlarını şu şekilde sıraladı:
Çabuk sıkılan ve kararları hızlı değişkenlik gösteren Y kuşağı için alışveriş, ihtiyaçların temin edilmesinden çok sosyal bir aktivite olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla, markaların Y nesline eğlenceli alışveriş imkanı sunması önem taşıyacak.
Sosyal medya, web siteleri, arama motorları, arkadaşların önerileri, aile ve ürün inceleme web siteleri, Y kuşağının satın alma davranışlarını etkileyen faktörlerin başında geliyor. Bu durum, müşteri memnuniyeti sağlamayı öncelik olarak gören firmaların, WOM (ağızdan ağıza pazarlama) etkisinden faydalanmayı sürdüreceklerini ortaya koyuyor.
Y kuşağı üyelerinin yüzde 50’si arkadaşlarının onaylamadığı bir ürün ya da hizmeti satın almayacaklarını belirtiyor. Kuşak, çevresindekilerin önerilerine kulak verirken aynı zamanda çevresinde bulunan diğer bireylerin de satın alma davranışlarını etkiliyor.
Güvenilirliğe ve şeffaflığa önem veren Y kuşağı tüketicileri, teknoloji ve bilgiye oldukça hâkim olmaları dolayısıyla sürekli sorguluyor ve araştırıyor.
Y kuşağının yüzde 95’i düzenli olarak akıllı telefon kullanıyor ve internette diğer kuşaklardan çok daha fazla zaman harcıyor. Y kuşağının internet popülasyonu içindeki oranı yüzde 55’in üzerinde. Bu oranlar, mobil web sayfası ve mobil aplikasyonlara sahip olan şirketlerin ve markaların rekabette öne çıkacağını gösteriyor.
Y kuşağı, deneyimledikleri ürün ya da hizmetler hakkında yorum yaparak şikayet ya da memnuniyetlerini belirtmeyi seviyor.
Y kuşağı, e-posta ve SMS ile iletişim kurmayı yüz yüze görüşmeye tercih ediyor. Dolayısıyla, kişiye özel iletiler gönderen markalar müşteri bağlılığı yaratacak.
Fikirlerine değer verildiğini görmek Y kuşağının kalbini kazanmakta büyük önem taşıyor.
Y kuşağı için herhangi bir markanın online satış özelliğinin bulunmamasını büyük eksiklik olarak görüyor.
Özgür ve dahil edildiğini hissettiren, çok yönlü, basit, net, kolay anlaşılır, dürüst, şeffaf, samimi ve faydacı yaklaşımlar, Y kuşağına dokunan noktalar arasında öne çıkıyor.
Software AG, sistem entegratörü arvato Systems ile yeni bir iş ortaklığına imza attığını duyurdu. Her iki firmanın ürün ve hizmetlerinden oluşan ortak bir çözüm portföyü ile müşterilerinin karşısına çıkan Software AG ve arvato Systems, dijital çağda müşterilerin hızla değişen taleplerini en iyi şekilde karşılamayı hedefliyor. Dijital ticaretin kişiselleştirilmiş müşteri iletişimi, platformlar arası BT sistem yönetimi ve ürünlere gerçek zamanlı erişim gibi yeni iş modelleriyle şekil alacağı yakın geleceğe hazırlık yapan Software AG, bu amaçla öne çıkan yenilikçi iş modellerini ortak geliştirilen çözümün merkezine aldı.
Perakende sektöründe dijitalleşmenin geleceği
Artan dijitalleşme, özellikle perakende sektöründe büyük bir hareketliliğe neden oldu. Tüketiciler bu süreçte satın alma davranışlarını değiştirirken, işletmeler de rekabet ortamının yarattığı artan baskıların üstesinden gelmenin yollarını aramaya başladı. Gelecekte perakende iş modellerinin sürdürülebilirliğini sağlayacak önemli adımlar arasında, envanterin, kurumsal kaynak planlama sistemlerinin ve ürün/müşteri ana verilerinin entegrasyonu yer alıyor. Süreçlerin farklı kanallar ile uyumlandırılması ve gerekli bilgilerin gerçek zamanlı temini de perakende iş modellerinin hayatta kalarak gelişmesini sağlayacak temel yapı taşlarından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Perakendede kişiselleştirilmiş, gerçek zamanlı alışveriş
arvato Systems ve Software AG bu gereksinimleri karşılamak amacıyla aroma, arvato Sipariş Yönetimi Sistemi ve Software AG Dijital Dönüşüm Platformu’nu temel alan ortak bir çözüm geliştirdi. aroma, internette, sosyal ağlarda, mağaza içinde, mobil cihazlarda ve hatta yazılı basında, ister online, ister offline olsun müşteriye yönelik tüm temas noktalarında ve alışveriş platformlarında müşteri hizmetleri ve ilişkilerini yönetmek için gereken veri, sistem ve süreçleri birbirine bağlıyor. Software AG’nin Dijital Dönüşüm Platformu ise, entegrasyon gereksinimlerinin karşılanabilmesini ve gerçek zamanlı uygulamaların etkinleştirilmesini sağlıyor. Bu sayede geçmişe dönük veriler, konum, satın alma işlemleri ve web sitesi ziyaretleri gibi güncellenen bilgilerle bağlantılandırılabildiği için son kullanıcıya özel, kişiselleştirilmiş bir alışveriş deneyimi meydana getiriyor. Envanter ve ürün bilgisine gerçek zamanlı olarak ulaşabilme kabiliyeti ise, internetten satın alınan ürünlerin yalnızca birkaç saat içerisinde teslim edilebilmesi anlamına geliyor.
Software AG Bölgesel İş Ortaklığı Yönetimi Başkan Yardımcısı Diana Lee, “arvato Systems ile başlattığımız işbirliği sayesinde kurumsal müşterilerimiz dijital ticaret odaklı bir çözümden çok daha fazlasını elde etmiş olacak. Ortak geliştirdiğimiz çözüm ile son kullanıcıya benzersiz bir alışveriş deneyimi sunacak olan müşterilerimiz, çapraz ve yukarı satış potansiyellerini hayata geçirerek gelirlerini ve karlılıklarını artırarak, aynı zamanda faaliyet gösterdikleri sektör ve alanlarda önemli düzeyde rekabet avantajı elde edecekler” diyor.
arvato Systems Direktörü Axel Mattern ise, işbirliğiyle ilgili olarak şunları söylüyor: “Kurumsal uygulama entegrasyonu alanında Software AG ile güçlerimizi birleştirdiğimiz için çok mutluyuz. Artık çok daha kapsamlı bir entegrasyon portföyüyle müşterilerimizin karşısına çıkacak ve perakende sektöründe faaliyet gösteren iş ortaklarımızın dijital dönüşümde bir numaraya yerleşmesi için eksiksiz ve bütüncül bir çözüm sunabileceğiz.”
Teknolojinin gündelik hayatımıza hızla girişine hep şaşırıp kalıyoruz ve hangi ara herkesin eline bir akıllı telefon, bir tablet geçtiğini, mobil uygulamaların ne zaman piyasayı ele geçirip milyarlarca dolarlık cirolar yapmaya başladığını merak ediyoruz ya… İşte bu hızlı gelişimin canlı bir örneğine, birkaç seneye kadar, otonom otomobiller konusunda yeniden şahit olacağız gibi görünüyor.
Otonom, yani kendi kendine, sürücüsüz olarak hareket edebilen robot otomobil teknolojileri, gümbür gümbür geliyor. Pek çok ülkede test için gerçek trafiğe çıkan onlarca otonom otomobilin bugüne kadar büyük umut veren sonuçlar doğurdu. Çok az kazaya karışan ve kazalarda da sorumluluğu olmayan otonom otomobillerin bir şansı da, onları herkesin istiyor olması. Yani otomobil üreticileri, otomobil kullanıcıları, sigorta şirketleri ve devletler, otonom otomobilleri bir an önce trafikte görmek istiyor hatta daha da ötesi, otonom olmayan “akılsız” otomobillerin bir an önce trafikten men edilmesini istiyorlar çünkü trafik kazalarının ve ölümlerin en büyük sorumlusu olarak, trafikte dikkatsizlik yapan, hız yapan, kurallara uymayan sürücüler görülüyor. Yani, sürücüler denklemden çekildiğinde, trafik kazalarının ortadan kalkması bekleniyor. Bu da hem can kaybını hem de ağır maddi kayıpları ortadan kaldıracak. Sigorta şirketleri her yıl kazalar ve ölümler nedeniyle milyarlarca dolar ödemek zorunda kalmayacak, insanlar canlarından ve mallarından olmayacak, otomobil üreticileri her kazayla birlikte yaşadıkları ağır tazminat riskinden kurtulacak. Elbette, daha hızlı ve daha güvenli akan trafiğin ülkelerin ekonomisine de büyük katkısı olacak.
Ancak otonom otomobillerin yaygınlık kazanması için büyük miktarlarda üretilmesi ve bu üretimin müşteri bulması, trafiğe çıkması, kullanıma girmesi gerekiyor.
İşte burada devreye, hiç beklenmedik bir oyuncu girecek gibi görünüyor: Uber.
Dünyanın büyük şehirlerinde çok popüler olan Uber uygulaması sayesinde, kullanıcılar cep telefonlarında bulundukları yeri işaretleyerek en yakındaki Uber taksisini çağırıp gitmek istediği noktaya ulaşabiliyor. Klasik taksicilerin büyük tepkisini çekiyor olsa da Uber ve benzeri mobil taksi uygulmalarının karşısında durmak mümkün değil. Hatta bazı büyük şehirlerde, Uber’e karşı, şehrin taksicilerinin birleşerek kendi mobil çağrı uygulamalarını yayına soktuklarını duyuyoruz.
Uber’in CEO’su Travis Kalanick’in, 2020 yılında otonom otomobiller üretmeye başlayacak olan Tesla’nın tüm üretmini satın almak isteyebileceklerini dile getirmesi, otonom otomobil konusundaki dengeleri bir anda değiştirdi.
Tesla’nın 500 bin otomobil üretecek olması halinde bile hepsini satın almak isteyebileceklerini dile getiren Uber CEO’su, otonom otomobillerin hayatımıza ne kadar hızla gireceğini de hatırlatmış oldu. Sürekli sorun çıkaran, bazen müşterilerini tartaklayan, hatta bazı ülkelerde, müşterilerine tecavüz eden Uber şoförleri, şirketin başını o kadar ağrıtıyor ki, Uber artık şoförü olmayan robot taksileri hizmete sokmak için planlarını ve bütçelerini hazırlamş görünüyor.
2020’de otonom otomobillerin tüm dünyada hizmete başlaması kolay görünmüyor ancak robot otomobillere sıcak bakan Kaliforniya gibi ABD eyaletlerinde ve bazı Avrupa ülkelerinde sürücüsüz otomobilleri göreceğimize şüphe yok. Uber’in yaratacağı talep sayesinde de Tesla veya Mercedes ya da diğer otomobil üreticilerinin otonom otomobil arzını hızla yükseltmesi de artık yakın geleceği hesaplarken kullanacacağımız denklemin bir parçası haline geldi. Kısacası, yollarımızda aniden çok sayıda sürücüsüz otomobille karşılaşacak olursak, “bu otomobiller hangi ara bu kadar popüler oldu?” diye şaşırmayalım.
Gelişime ve teknolojiye karşı durmak imkansız.
Veri depolama alanında yaşanan teknolojik değişim, kurumların ihtiyaçlarını belirlerken daha fazla değişkeni dikkate almalarını beraberinde getiriyor. Kurumlar, iş sürekliliklerini kesintiye uğratmamak ve daha çok verimlilik elde edebilmek için yenilikçi veri depolama çözümlerine yöneliyor. Veri depolama alanında kullanıcı merkezli bir yaklaşım sunan Synology, pazara sunduğu
Diskstation DS715 ve DS215+ ürünleriyle kurumlara yeni depolama seçenekleri sunuyor.Verilere her yerden erişmek ve yönetmek olmazsa olmazlar arasında
DS715 dört çekirdekli işlemciye, DS215+ ise çift çekirdekli işlemci ve iki adet yuvaya sahip. Tek noktadan NAS çözümü sunmak üzere tasarlanan ürünler, şifreleme motoru özelliğiyle, KOBİ’lerin verilerini kolaylıkla saklamalarını, korumalarını ve paylaşmalarını sağlıyor.
Synology NAS cihazları ile ilk yatırım maliyetleri minimuma iniyor
NAS ürünlerinin küçük ve orta ölçekli kurumların ilk yatırım maliyetlerini en aza indirdiğini belirten Synology Türkiye Ürün Müdür Volkan Yiğit, “NAS çözümlerimiz, müşterilerimizin artan ihtiyaçlarını karşılamaya devam ediyor. Yeni kullanılama sunduğumuz DS715 ve DS215+, kurumların rekabet gücünü daha da artırıyor. Fiyat performansı, güvenirlik ve verimlilik göz önünde bulundurularak tasarlanan ürünlerimiz, iş süreçlerini hızlandırıyor.” dedi.
Diskstation DS715 ve DS215+ ile geleceğe bir adım daha atın
DS715, üzerinde 1,4 GHz dört çekirdekli işlemci ve 2 GB RAM bulunduruyor. 216 MB/s okuma ve 142 MB/s yazma imkânı sunan DS715, hızlı veri iletme olanağı sağlıyor. Ayrıca 205 MB/s hızındaki şifreleme motoru sayesinde veri okumayı da mümkün kılıyor. 1,4 GHz çift çekirdekli işlemci ve 1 GB RAM ile gelen DS215+ ise 209 MB/s okuma ve 139 MB/s yazma hızıyla yüksek performans sunuyor. Şifreleme motorunu içerisinde barındıran DS215+, 145 MB/s’lik okuma hızlı ile yüksek veri gönderimine imkân sağlıyor.
Kullanıcı odaklı ürünlerle iş sürekliliği garanti altında
Beklenmeyen ağ arızaları durumunda yedekleme, yüksek güvenlik ve esneklik sunan DS715, sunucular arasında hızlı geçiş yapıp, iş sürekliliğini devam ettirmeye olanak yaratıyor. Surveillance Station çözümü ile uyumlu çalışabilen DS715, 30 IP kamera (900 FPS ve 720p) desteği ile merkezi bir yönetim anlayışı sağlıyor. DX513 ile eşleştirilebilen DS715, 7 sürücüye kadar ölçeklenebiliyor. Kolay sabit disk kurulumuna ve sistem güvenliğine odaklanarak tasarlanan DS215+ ise iş akışında sürekliliği sağlamak için sürücü bölmesine sahip. Çalışır durumda disk değiştirmeyi ve yük devretmeyi mümkün kılan DS215+, çift Gigabit LAN portu ile geliyor. Yüksek veri gönderimi ve dış yedeklemeye imkan sağlayan DS215+, üzerinde USB 3.0 portlarını bulunduruyor.
Yenilikçi özellikler ile güvenliğiniz emin ellerde
DS715 ve DS215+ DiskStation Manager (DMS) ürünleri, gelişmiş sezgisel işletim sistemine sahip. Gelişmiş özellikleriyle DS715 ve DS215+, iş verimliliği için gerekli tüm olanakları yaratıyor. Sunduğu ürünleriyle iki kez üst üste “PCMag Business Choice Award winner” ödülüne layık görülen Synology’nin yeni ürünleri DS715 ve DS215+, yenilikçi şifreleme motoru ile benzer ürünlerden ayrılıyor.
Sosyal medyada iletişim kuruyoruz, sosyalleşiyoruz, arkadaşlarımızı buluyoruz, etkinlik düzenliyoruz, fotoğraf alışverişi yapıyoruz, üzüntümüzü, sıkıntımızı paylaşıyoruz, bir markayı çok seviyorsak burada ilan ediyoruz, bir firma ile sorun yaşıyorsak yine burada öfkemizi dile getiriyoruz, satın alma eğilimlerimizi yönlendiriyoruz ve tabi ki iş hayatımızı da sosyal mecralarda yönetiyoruz.
İş bulmanın kolay yolu Secretcv.com hayatımızı yönlendiren sosyal medya kavramını iş hayatı ve insan kaynakları özelinde ele aldı. Araştırmanın özet sonuçlarına göre;
Artık firmaların yüzde 85’inin kurumsal sosyal medya hesapları var.
Firmaların yüzde 80’i işe alacağı adayın sosyal medya hesaplarını inceliyor. En fazla izledikleri sosyal medya hesabı ise facebook.
Instagram da artık İK sahnesinde yerini aldı, firmalar adayların Instagram hesaplarını da inceliyor.
Firmalar hala en çok adayların “sosyal medyada kullandığı dile ve yayınladığı içeriğe” bakıyor.
Adayların “mesleki birikimlerini paylaşmasını” firmalarda olumlu etki uyandırırken “çalıştığı şirket ya da çalışma arkadaşları hakkında olumsuz eleştirilerde bulunması” olumsuz etki uyandırıyor.
Adayların yüzde 65’i firmaların kendi hesaplarını incelediğini düşünüyor.
Adaylar, yüzde 25 oranıyla firmaların “insan kaynakları politikalarıyla ilgili bilgi paylaşmasını” önemsiyor.
Adayların yüzde 42’si çalıştıkları firmanın kampanya ve duyurularını paylaşıyor.
3 yıl öncesinde yapılan araştırmaya göre sonuçlarda yüzde 20-30 artış olduğu gözlemleniyor.
Firmaların yüzde 80’i işe alacağı adayları sosyal medyada takip ediyor
Ankete katılan 550 firma arasında 1 Haziran-6 Temmuz 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilen araştırma sonuçlarına baktığımızda firmalarından aday seçerken ve işe yerleştirme yaparken sosyal medyayı kullandığını görüyoruz. Firmaların yüzde 80’i işe alacağı kişinin sosyal medya hesaplarını inceliyor. En çok izledikleri sosyal medya hesapları ise yüzde 49 ile Facebook, yüzde 33 ile Twitter, yüzde 20 ile Linkedin ve yüzde 9 ile Instagram.
“Firmalara adayların hangi paylaşımları siz de olumlu etki uyandırıyor?” diye sorduğumuzda yüzde 30 ile “mesleki birikimlerini paylaşması” cevabını aldık. Adayın üye olduğu sosyal ağın tüm özelliklerini bilmesi ve hesaplarını bilinçli kullanması ise yüzde 22 ile ikinci sırada yer aldı. Adayların özel hayatını gözler önüne sermeden, kısıtlı bilgi ve fotoğraf paylaşması ile sivil toplum örgütlerine yardım eden içerik paylaşması seçenekleri yüzde 15 ile üçüncü sırada yer alırken; genel bilgilerinin güncel olması ve firmanın sosyal medya sayfalarını beğenmiş olması diğer önemli unsurlar arasında yer aldı.
Firmalarda olumsuz etki uyandıran paylaşımların başında ise yüzde 29 ile çalıştığı şirket ya da çalışma arkadaşları hakkında olumsuz eleştirilerde bulunması yer alıyor. Çalıştığı şirketin kurumsal kimliğine zarar verecek içerik paylaşımlarında bulunması yüzde 22 ile ikinci sırada yer alırken, üçüncü sırada yüzde 20 ile dini inancını ve siyasi görüşünü açık açık belli eden paylaşımlar yapması bulunuyor. Firmalar ayrıca adayların, mesai saati içinde çok sık mesaj ve fotoğraf paylaşmasından ve paylaştığı fotoğraflarda özel hayatını deşifre etmesinden rahatsız oluyor. Yukarıdaki sonuçlarda da desteklendiği gibi firmalar, adayların özel hayatlarını görmek yerine iş hayatlarıyla ilgili paylaşımları görmek istiyor.
“Firmalara çalışanlarınızın sosyal medyada kurum hakkında yapacakları yorumları engellemek ya da kontrol altına almak için sosyal medya kuralları hazırladınız mı?” diye sorduğumuz da ise sadece yüzde 17’sinden evet yanıtını aldık. Ancak firmaların yüzde 39’u bu uygulamayı yapmak istediklerini belirttiler.
Araştırmalar veri ihlallerinin daha sıklaştığını ve ciddi seviyelere ulaştığını gösteriyor. Saldırganların kullandığı kaynakların artması da, BT yöneticilerinin, çalışanlarının riskleri yönetebilmesi için kapsamlı koruma sunması gerektiği anlamına geliyor. F-Secure, Business Suite güvenlik çözümünü bu ihtiyaçları göz önünde bulundurarak güncelledi ve ürün gamı, kontrol ve yönetilebilirliği vurgu yapılarak düzenlendi.
Business Suite, F-Secure’un internet içerik kontrolü ve otomatikleştirilmiş yama yönetimi gibi benzersiz özellikleri bir araya getirdiği kurumsal güvenlik çözümü. Business Suite, mevcut ve yeni ortaya çıkan tehditlere karşı kapsamlı koruma sunarak firmalarla beraber çalışıyor. Yeni Business Suite’te yapılan güncellemeler, F-Secure’un ödül kazanan Client Security ve güncellenen Policy Manager’ı kapsıyor. Bu yenilikler, BT yöneticilerine şu becerileri kazandıracak;
-Advanced Protection ile içerik engelleme (Java, Flash veya diğer internet komponentleri gibi)
-Web Content Controlile çalışanların zararlı internete maruz kalmalarını engelleme
–Connection Control ile potansiyel olarak güvensiz olan sitelere erişimi, iş-kritik görevleri yerine getirirken, kontrol etme.
Bu komponentler, Business Suite’un diğer unsurlarıyla beraber çalışarak firmalara, geleneksel anti-virüs korumalarının ötesine geçme fırsatı veriyor ve BT yöneticilerine modern siber güvenlik tehditlerini tanımlama ve yok etmelerine yardımcı oluyor.
Konuya ilişkin bir değerlendirme yapan F-Secure Kıdemli Araştırmacısı Jarno Niemelä, “Saldırganlara, saldırı için kaynakları sunmazsanız, günümüzdeki birçok siber saldırı, teknik anlamda çok basit görünüyor ve kolayca önlenebiliyor” diyor. Jarno Niemelä, “Aslında saldırılar için iki temel şey gerekiyor: Potansiyel kurbanlara ulaşmak için bir kanal ve potansiyel kurbanlar için ise saldırganların kullanabileceği savunmasız bir yazılım. Yani, iyi bir siber güvenliğe sahip olmak, saldırganların bu iki stratejiyi yürütmelerini engellemek için araç ve taktikleri kullanmak anlamına geliyor” diyerek açıklamasını sürdürüyor.
Riskler yönetilebilir ve kontrol edilebilir
2014’ün son çeyreğinde veri ihlalleri, bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 25 oranında arttı. Ayrıca geçen 10 yılda Avrupa’daki 350 önemli ihlali ele alan bir araştırmada saldırıların yüzde 41’inin hacker’lar tarafından gerçekleştirildiği ve yüzde 57’isinin ise “özensizlik”ten ortaya çıktığı belirtildi. Bu rakamlar, çeşitli güvenlik risklerinin tamamen açılmış hadiselerinin engellenip kontrol edilebilmesi gerekliliğini ortaya koyuyor.
F-Secure Kurumsal Güvenlikten Sorumlu Başkan Yardımcısı Pekka Usva’ya göre, Business Suite BT yöneticilerine modern BT tedarik zinciri ortamında çalışırken ortaya çıkan güvenlik sorunlarını kontrol edecek araçlar sunuyor. “Günümüzde hiç kimse birbirinden soyutlanmış halde çalışmıyor ve şirketler de, az güvenlik veya hiç güvenliği olmayan şirketlerin altyapısıyla entegre çalışırken veri ihlallerine maruz kalabiliyor” diyen Pekka Usva, BT yöneticilerinin bu durumda Connection Control gibi bir özellikleri kullanarak kendi ağlarındaki hassas verileri potansiyel risklere karşı koruyabileceğini aktarıyor. Ödüllü bitiş noktaları koruması, daha önce hiç görülmemiş şekilde yeni tehditleri bile tarayabilecek.
Business Suite, 100 veya daha fazla çalışanı olan firmaları, yerinde korumak için tasarlanmış bir güvenlik çözümü. Ürün şu anda bütün dünyada mevcut ve 3 binden fazla bayi tarafından satışa sunuluyor. Business Suite ayrıca F-Secure’un internet sitesinden 3 ay ücretsiz şekilde indirilebiliyor.