Dijital Pazarlamaya Giriş, Gelişme & Sonuç

0
Dijital Pazarlamaya Giriş, Gelişme, Sonuç… Soğuk bir kış günüydü diye başlamak istediğim bir yazıydı aslında ama Antalya’da havalar fena gitmiyor. Hafiften insanlar bir tatil havasına büründü. Zaten Antalya’da yaşayanlar için bir inanış vardır, biz Mayıs ayından Ekim ayına kadar sürekli tatil yaparız. Deniz, kum, güneş, işi gücü bırakır bunlara yoğunlaşırız. Kimse laf etmesin lütfen zira Antalya’nın yeri ayrıdır; trafik yok, uzun sahiller, tarih… Saymakla bitmez. Şu an bir pazarlama yapıyorum sanki, hem de dijital bir ortamda…Oldu mu sana dijital pazarlama. Bu kadar kolay mı ki bu iş? Daha önce bir dijital pazarlama aktivitesi içerisinde bulunmadıysanız veya yüzeysel bir dijital pazarlama işi yapıyorsanız belki size kolay geliyor olabilir. Zaten dijital pazarlamada genelde ortaya elle tutulabilecek bir ürün çıkarmadığımız için iş hem ucuzdur hem de kolaydır. Kimse darılmasın ama Türkiye’de somut bir ürün çıkarmıyorsan, müşteriye sunduğunuz ürünün geliş fiyatı yok ise işiniz çok zor. Maalesef ülkemizde verdiğiniz emeğin parasını her müşteriye yansıtamıyorsunuz. Neyse bu konulara daha sonra gireriz… Hacı bana bir banner yap, şöyle hareketli bir şey olsun! Dijital pazarlama denilince aklımıza eskiden web sayfalarındaki bannerlar gelirdi. Şimdi sosyal medya, mobil reklamcılık derken dijital pazarlama da kendi arasında belirli kategorilere ayrıldı. Reklamcılık hayatıma başladığım zamanlarda, banner tasarımı yapıp, internet üzerinde belli bir noktaya ulaşmış web siteleri ile reklam pazarlıklarına girişirdik. Halen bu pazarlıklar devam ediyor ancak artık sosyal medya, arama motoru reklamcılığı ve mobil reklamcılık konusu banner reklamcılığının biraz canını sıkar durumda.
Youtube 20 milyon ile üçüncü sırada. Peki, kapalı değil miydi bu Youtube?
Şöyle bir örnek vereyim; IAB araştırmalarına göre Nisan ayında Google’a Türkiye’den 26 milyon, Facebook’a ise 24 milyon kullanıcı giriş yapmış. Youtube 20 milyon ile üçüncü sırada. Peki, kapalı değil miydi bu Youtube? Siyasete girmeyeceğim… Bir otelde bilgi işlem müdürü olsam,  doğrudan hedefleme yapabildiğim kullanıcılara uygun fiyata reklam yapmak istemez miyim? Yüzbinlerce lira harcayıp çektirdiğim video filmini, Youtube gibi bir sitede yayınlayıp, muhteşem yüzyıl izleyen birisinin karşısına “hop ben geldim” diye çıkartmak istemez miyim? Tam da Hürrem ölürken… üstelik çok da ucuza… Markana sahip çık usta! Dijital pazarlama aktiviteleri sırasında, markanız elinizden bir kuş gibi uçup gidebilir. İki tane kötü yorum ile yerle bir olabilirsiniz. Bu riskler her ortamda var ancak dijital mecra çöküşünüzü biraz hızlandırıyor. Tabi bunun yanında güzel bir dijital pazarlama çalışması ile markanız hakkında olumlu düşünceler sergileyen müşterileriniz sizin ücretsiz reklamınızı yapan gönüllüler haline geliyor. Aradaki bu dengeyi çok iyi korumalısınız.
Markanıza dijital ortamda sahip çıkmalı ve müşterilerinizin gözünde pozitif algı yaratmalısınız.
Facebook sayfamın 10.000 Takipçisi var, ne pazarlama yaptım be! Aslanım ben! Evet ama bu takipçiler kim? Demografik değerleri ne durumda? Unutulmaması gereken ve sürekli yapılan bir hata var. Sosyal medyada kaç tane takipçiniz olduğu değil, mevcut takipçilerinizin değeri önemlidir. Şöyle düşünüğn; tıraş makinası üreten bir şirkette bilgi işlem müdürü veya bu işle görevlendirilmiş bir çalışansınız. Facebook veya Twitter sayfanızda 10.000 takipçi var ama bakıyoruz ki yüzde 60’ı bayan. Şimdi siz tıraş makinasını bayanlara mı satıyorsunuz? Olmadı ki şimdi…
Osman sen bilgisayardan anlıyorsun, bu işleri sana kilitledim!
Hedef kitlenizi çok iyi ayarlamalı, gerektiği zamanlarda bu hedeflemeler ile ilgili istatistiklere başvurmalısınız. Beta çalışmaları, analizler yaparak hedef kitleniz yaptığınız yayınlara ne tepki verecek bunları çok iyi süzmelisiniz. Tabi burada bir ajans ile çalışmadığınızı düşünüyorum, aksi durumda bu işlerin hepsini ajansınız sizin için yapacaktır. Fakat siz de para harcamak istemeyen bir yöneticinin kurbanı iseniz, yüzünüze karşı;  “Osman sen bilgisayardan anlıyorsun, bu işleri sana kilitledim” denildiyse, yukarıda söylediklerim sizin için geçerli. Yöneticiler kızmayın, bir şey söyliyeceğim! Hani 90’lı yıllardan kalan bir alışkanlığınız var. Her sen veya her yeni ürününüz çıktığında acayip paralara tekrar tekrar bastırdığınız kataloglar var ya, hocam kimse okumuyor artık onları ya! Adı üstünde dijital pazarlama diyoruz, matbaalar da kızacak şimdi bana ama, artık sektörü dijitale çevirmekte fayda var. E-dergi yapın, e-gazete yapın, kataloglarınızı dijital ortamda sergileyin, hem tasarruf edecek hem de onca kağıdı çöpe atmadığınız için çevreye faydalı bir iş yapmış olacaksınız.
SMS ile gönderilen mesajlar bir dijital pazarlama değildir.
Unutmadan söylemek gerekiyor; SMS ile gönderilen mesajlar bir dijital pazarlama değildir. Bu sektör artık insanların çok ciddi sıkıntı duyduğu ve markanıza fayda yerine zarar getirmeye başlayan bir sektör haline gelmiştir. Dijital yayınlarınızı mümkün olduğunca hedef kitlenizi sıkmayacak, baskı altında bırakmayacak şekilde dağıtmanız gerekiyor. Her gün iki, üç e-posta veya sosyal medyada dakika başı yapacağınız paylaşımlar sizin için bir dijital pazarlama olmayacaktır. Bunu kendi tecrübelerim ile birlikte bir çok reklamcı arkadaşımın tecrübelerine dayanarak ifade ediyorum.
Sade olun ve dijital pazarlamanız için sade bir takvim belirleyin.
Sade olun ve dijital pazarlamanız için sade bir takvim belirleyin. Hedef kitlenizin yoğun olarak dijital mecraları kullandığı saatleri tespit edip, tek vuruşta geri dönüş almaya çalışın. Bunu yaparken sabırlı olun. Aynı anda yapacağını 5-6 adet yayın size müşteri kaybettirecektir unutmayın. Çünkü, müşterinin markanızdan vazgeçmesi, sizin onu kazanmanızdan çok daha kolaydır. Bir tıklar ve sizi siler…

Microsoft’un mobil cihaz yönetim stratejisi

0
Gerek Microsoft gerekse Apple için 27 Mart tarihi devrimsel bir nitelik taşıyor. Bu iki büyük rakip firma ezeli bir rekabet içindeyken modern dünyanın en önemli gelişmelerinden birisine rekaberliğe (coopetition: rekabet ederken, iş birliği yapmak) imza attılar. Peki, ne oldu? Microsoft Office uygulamalarını iPad için yayınladı. Ancak Microsoft mobil dünya açısından devrimsel bu adımı ile yetinmeye niyetli değil. Windows Server & System Center alanlarından sorumlu Başkan Yardımcısı Brad Anderson mobil cihaz yönetimi (MDM – mobile device management) alanında stratejik yol haritasına dair ipuçlarını paylaşıyor. “Vizyonumuz müşterilerimizin sevdikleri cihazları kullanmaya devam ederken şirketlerinin güvenliğini korumalarını sağlamak” diyor Anderson. Bu kapsamdan Microsoft mobil dünya için 27 Martta duyurduğu Office sürümü dışında MDM için Enterprise Mobility Suite (EMS) tanıttı. Microsoft EMS ile BYOD (bring your own device – kendi cihazını kendin getir) için merkezi ve bütünsel bir yönetim çözümü sunuyor. Anderson BYOD politikasına sahip işletmelerde kullanıcıların daha mutlu ve daha üretken olduklarının altını çiziyor yaptığı bir açıklamada. Kullanıcılar diledikleri cihazı tümüyle ve özgürce kullanırlarken işletmelerin sahip oldukları fikri ve mülki değerleri koruma altında tutması gerekiyor.
“İnanıyorum ki zamanla tüm cihaz ve işletim sistemi üreticileri mobil cihazların içinde kurumsal veriler için özel alanlar oluşturacaklar”
Microsoft bunu sağlamak için Active Directory servisini buluta taşıyor ve bu hizmet Azure Active Directory (ADD) olarak sunuluyor. Bu servis ile gerek kullanıcı yetkilerinin gerekse kurumsal verilerin yönetilmesi sağlanabiliyor. Anderson; “İnanıyorum ki zamanla tüm cihaz ve işletim sistemi üreticileri mobil cihazların içinde kurumsal veriler için özel alanlar oluşturacaklar” diyor ve ekliyor; “ve bu alanlar Azure Active Directory ile Intune gibi çözümler ile entegre olacaklar.” Ancak önemli bir soru var; Bu servislerin lisanslama modellerinde nasıl bir yol izlenecek? Endişe etmenize gerek yok zira Microsoft bu sefer karmaşık lisanslama modelleri yerine çok daha basit bir strateji izliyor. Office 365‘de gördüğümüz üzere lisanslama cihaz başına değil kullanıcı başına sağlanıyor. Anderson bu yaklaşımı şöyle açıklıyor; “Artık cihazların sayısını dert edinmenize gerek yok çünkü cihaz başına değil sadece kullanıcı başına lisans ödemeniz gerek haliyle maliyetleriniz hiç bir zaman cihaz sayısına bağlı olarak yükselmeyecek.”

2025 yılında internet neye benzeyecek?

0
Internet’in 25. yılı çerçevesinde Pew Research Center bir araştırma yaparak 1500’den fazla bilişim uzmanı, gazeteci ve bilim adamına şu soruyu sordu; “2025 Yılında Internet Neye Benzeyecek?” Gelen cevaplardan en ilginç olanları sizler ile paylaşıyoruz; 1. Büyük Veri toplumların davranış ve eylemlerini etkileyecek. “Dijital dünyada gerçekleşen tüm eylemlere ait verileri toplamanın maliyeti sıfıra yaklaştıkça kendimizin ve başkalarının eylemlerinin içeriğine bağlı olarak edindiğimiz bilgiler aralarında kurduğumuz ilişkileri de kökten değiştirecek. Bu durum geleceğin şekillenmesini sağlayacak. Eylemlerimizin sonuçlarına dair çok daha fazla bilgi sahibi olacağız ve böylece davranışlarımızı daha çabuk ve akıllıca şekillendirip, değiştirebileceğiz.”Patrick Tucker, The Naked Future: What Happens In a World that Anticipates Your Every Move?” yazarı. 2. Internet politik farkındalığı yükselterek barışın artmasını sağlayacak. “Mobil teknolojilerin ve bilgi paylaşımına yönelik uygulamaların her geçen gün kullanımının artması ahlaki olmayan politikalara sahip devletlere karşı halkların daha fazla bilgi edinerek tepki gösterebilmesini mümkün kılacak. Arap Baharı gibi pek çok farklı harekete şahit olacağız ve bu durum bilginin artışıyla doğru orantılı olarak birlikte yaşama ve barış kültürünü beraberinde getirecek.”Rui Correia, NetDay Namibia Direktörü 3. Tehlikeli bölünmeler ortaya çıkacak “Bağımsız toplulukların kendi içindeki dayanışması ie birlikte adaletsiz çıkar sağlamak daha kolay hale gelecek ve artacak bu durum büyük toplumlar içinde adaletsiz gelir dağılımlarının artmasına neden olacak. Sosyal medya bu noktada insanların istismar edildiklerine ve haklarını alamadıklarına dair duygularının hızla büyümesine neden olacak. Bu durum adaletsizliğe karşı direnme, tepki gösterme gibi davranışların artmasına neden olacak.” – Oscar Gandy, Pennsylvania Üniversitesi Profesörü 4. Internet “Küresel Süper Bilgisayar” çağını başlatacak “Internet küresel süper bir kütüphane olmaktan çıkıp küresel süper bilgisayar olmaya dönüşecek. 2025 yılında neredeyse hayal edebileceğiniz bütün uygulama ve servisler tüm dünyaya yayılmış altyapıyı kullanan veri toplama, tanıma, hissetme, sonuç çıkartma, modelleme gibi gelişmiş teknolojileri kullanır hale gelecek.” – Mike Liebhold, Gelecek Enstitüsü Kıdemli Araştırmacısı Siz 2025 yılında Internet’in nasıl olacağını düşünüyorsunuz? Yorum kısmında tartışabilirsiniz.

SAP Türkiye’de bulut gelirlerinde büyümeyi sürdürüyor

0
Kurumsal uygulama ve yazılım alanında dünya lideri olan SAP AG, 31 Mart 2014 tarihinde sona eren yılın birinci çeyreğine ilişkin finansal sonuçlarını açıkladı. Buluta geçişte liderliği koruyan SAP, güçlü büyümesini sürdürüyor. Buluttaki hızlı büyümesi ile buluta geçişteki başarısını kanıtlayan SAP, diğer tüm faaliyet alanlarında da gösterdiği sağlam performans ile 2014’ün ilk çeyreğinde gelirlerini artırdı. IFRS olmayan bulut abonelikleri ve destek geliri sabit kurlarda yüzde 38 artarken, efektif kurlarda ise bu artış yüzde 32 oldu. IFRS olmayan yazılım ve destek gelirleri sabit kurlarda yüzde 7, efektif kurlarda ise yüzde 2 artış gösterdi. IFRS olmayan yazılım ve yazılımla ilgili hizmet geliri sabit kurlarda yüzde 9 artarken, efektif kurlarda ise bu yüzde 4’lük artış gösterdi.
  • Bulutta, Yıllık Büyüme Öngörüsünün Üstünde Hızlı Büyüme: IFRS olmayan bulut ve destek gelirleri sabit kurlarda %38 arttı. (Efektif kurlarda büyüme ise yüzde 32 oldu.)
  • Bulut faturalamada Güçlü Büyüme: IFRS olmayan faturalandırılmış bulut rakamları sabit kurlarda %36 artış göstererek, periyodik yıllık bulut gelir 1,1 milyar EURO’ya yaklaştı.
  • SSRS Gelirleri, Yıllık Öngörülerin üzerinde büyüdü: IFRS olmayan yazılım ve yazılımla İlgili hizmet gelirleri sabit kurlarda %9 artış gösterdi. (Yoğun kur dalgalanmalarının etkisiyle Efektif kurlarda ise büyüme yüzde 4 artarak, 3,06 milyar EURO oldu
  • Bellek içi platformu SAP HANA’nın yaygın olarak benimsenmesi: Toplamda 3200’den fazla HANA müşterisi, 1000’e yaklaşan Business Suite on HANA müşterisi bulunuyor. Ayrıca, 1.200’den fazla Startup’tan oluşan dinamik ekosistem HANA Platformu üzerinde uygulama geliştiriyor.
  • Faliyet Karında Büyüme ve Buluta Geçişte Hızlanma: IFRS olmayan faliyet karı sabit kurlarda %7 arttı (Yoğun kur dalgalanmalarının etkisiyle efektif kurlarda ise büyüme yüzde 2’lik artışla 919 milyon Avro oldu)
  • 2014 için yıllık öngörü korundu.
 

IBM akıllı şehir çözümlerinde en iyi

0
Araştırma ve danışmanlık kuruluşu Frost & Sullivan IBM’i, sınıfının En İyi Akıllı Şehir Entegratörü olarak “2014 Küresel Vizyoner İnovasyon Liderliği” Ödülü’ne layık gördüğünü duyurdu. Frost & Sullivan bünyesindeki Vizyoner İnovasyon Araştırma Grubu tarafından yapılan bağımsız bir analize göre IBM, Akıllı Şehir girişimlerinde her ölçekten binlerce şehirle birlikte çalışarak elde ettiği güçlü uzmanlığını kanıtlayan lider bir Akıllı Şehir entegratörü olarak ön plana çıkıyor. IBM bu ödülü, Büyük Veri analitiği ve bulut bilişim gibi yeni teknolojileri aracılığıyla şehirlerin kaynaklarını daha iyi yönetmesine yardımcı olmak üzere tasarlanan yenilikçi çözümleri ile aldı. Bugün IBM, şehir içindeki tüm operasyonların baştan sona dönüştürülmesine, trafik ile ilintili tüm operasyonun yönetilmesine, kamu güvenliğinin ve sürdürülebilirliğin iyileştirilmesine yardımcı olacak bulut tabanlı çözümler sunuyor. Bu ödülü ve IBM’in Akıllı Şehirler çözümlerini değerlendiren IBM Türk Teknoloji ve Sektörel Çözümler Satış Müdürü Server Tanfer şöyle konuşuyor: “IBM gelişmiş teknolojileri, sektörlere özel çözümleri ve yıllara dayanan deneyimi ile şehirlerin kendilerini yeniden yaratmaları ve işleyişlerini değiştirmeleri amacına hizmet etmektedir. Şehirlerin su, kamu güvenliği, ulaşım, sürdürülebilirlik ve sağlık hizmetleri gibi pek çok alanda ihtiyaç duyduğu yeniliklere ön ayak olmaktan ve bu çabalarımızın Frost & Sullivan tarafından verilen bu ödül ile tasdiklenmesinden mutluluk duyuyoruz.” Vizyoner İnovasyon Liderliği Ödülü, dünya genelindeki Mega Eğilimleri ve bunların geleceğe etkilerini doğru biçimde kavramayı başarabilmiş liderleri belirliyor. Şehirlere sınıfının en iyi akıllı çözümlerini sunmak, kentselleşme ve değişen demografilerden kaynaklanan Mega Eğilimlerle başa çıkmak için stratejik bir fırsattır. Frost & Sullivan tarafından yapılan tahminine göre 2020 yılına kadar Akıllı Şehirler pazarındaki fırsatlar 1.5 trilyon doların üzerine ulaşacaktır. IBM, sistemli bir bilgi akışı ve etkin kaynak yönetimi aracılığıyla Akıllı Şehir pazar ortamındaki en kapsamlı entegre çözümler portföyünü geliştirmeyi başarmıştır. Ayrıca Akıllı Şehirlere doğru dönüşümü hızlandıracak çözümler sağlamak için kurumlar ve yerel yetkililerle işbirliği yaparak akıllı şehir projelerini hayata geçiren lider şirket olma konumunu da pekiştirmiştir. Frost & Sullivan’a göre IBM, şehir sistemlerini bütünleştirmek ve şehirdeki kaynakların verimli yönetimini sağlamak için büyük verileri bir araya getirerek bulut hizmetleri, Büyük Veri analitiği, mobil ve sosyal teknoloji ve Akıllı İşlemler Merkezleri gibi kendi teknolojilerini etkin olarak kullanmayı başarmıştır. Şehirlere destek olma konusundaki uçtan uca deneyimiyle IBM, 2008 yılından bu yana vatandaşlara daha iyi hizmet sunma ve sistemleri dönüştürme yolculuğunda dünya çapında binlerce şehirle işbirliği yapmıştır.

Bulut servislerinde fiyat savaşı kime fayda sağladı?

0
Şu anda küresel ölçekte faaliyet gösteren üç büyük şirket var, bunlar; Amazon, Google ve Microsoft. Bu üç büyük işletmenin pazar payını arttırmak için en çok önem verdiği savaş alanı ise servis ücretleri oluyor. Amazon 2006 yılından bu yana toplam 43 farklı fiyat düzenlemesi ile yüzde 34‘lük bir indirim yapmş durumda. Google ise geçen seneden bu yana bulut servis fiyatlarını yüzde 23 oranında düşürdü. Microsoft’a baktığımızda ise son dört çeyrek dönem boyunca yüzde 32 indirim yaptığını görüyoruz. Amerika Birleşik Devletlerinde 2nd Watch tarafından yapılan bir araştırma çerçevesinde 100’den fazla orta ve büyük ölçekli işletmenin BT Yöneticilerine Bulut servisleri hakkındaki görüşleri sorularak elde edilen sonuçlar ise ilginç veriler içeriyor. Ankete katılanların yüzde 70‘i Amazon’un, yüzde 8‘i Google’ın ve yüzde 4‘ü ise Microsoft’un en iyi fiyata sahip olduğunu belirtmiş. Bununla birlikte BT yöneticilerinin ortak görüşü bulut servis hizmetleri alınırken önceliğin fiyat değil, servisin kalitesi ve performansı olduğunu belirtmiş. Araştırmanın diğer bulguları ise şöyle;
  • BT yöneticilerinin yüzde 60’ı geçen yıl boyunca bulut servislerine en az 10 bin dolarlık harcama yaptı. Dörtte birinin harcaması ise 100 bin doları üzerinde gerçekleşti.
  • Katılımcıların yüzde 25’i bu sene bulut servislerine geçen seneye göre en az yüzde 25 daha fazla yatırım yapacak.
  • İşletmelerin yüzde 37’si bu sene daha fazla uygulamasını bulut ortamına taşıma kararı alırken yüzde 35’lik bir diğer kısım ise kararlarını kesinleştirmek için deneme uygulamalarına devam ediyor.
  • Katılımcıların yüzde 41’i fiyatları yakından takip ederken yüzde 42’si fiyatların hiç bir zaman performans ve süreklilikden daha önemli olmadığını vurguluyor.
  • İşletmelerin yüzde 35’inin verilerine göre bulut servislerine en çok Kasım ve Aralık aylarında yatırım yapılırken bir diğer yüzde 23’lük kısmına göre ikinci en çok yatırım yapılan dönem Ocak ve Mart ayları arasında oluyor.

Anti Virüslerin sonu mu geldi?

0
Bu başlığı gördükten sonra acele ederek hemen anti virüs yazılımınızı sakın çöpe atmayın. Ona bir süre daha ihtiyacınız olacak. Ancak son yıllarda dijital tehditlerin şekil ve niteliğinde yaşanan değişimler artık konvansiyonel anti virüs yazılımlarının yetersiz kalmasına neden oluyor. Symantec, Cisco gibi güvenlik konusunda yazılım ve donanım çözümleri satan firmalar ürün portföylerini genişleterek uzaktan güvenlik tehdit yönetim servisleri sunan hizmetleri devreye alıyorlar. Konvansiyonel kur, güncelle ve unut tarzı çözümler büyük kurumlar için yeterli olmuyor ve güvenlik uzmanlarının işletmelerin iç ağlarında (intranet) özel çalışma yapması gerekebiliyor. Ancak bu durum sadece büyük işletmeler için geçerli değil. Son yıllarda dijital saldırılar özellikle küçük ve orta ölçekteki işletmelerin veri tabanlarını hedef alıyor zira bu verilere ulaşmak üst düzeyde güvenlik önlemleri ile korunan şirketlere saldırmaktan daha kolay ve toplamda ele geçirilen veriler aynı oranda değer taşıyor. Günün sonunda KOBİ’lerin de büyük işletmeler kadar hassas bir güvenlik çözümü ihtiyacı ortaya çıkıyor ancak maliyetlerin yüksekliği maalesef bu şirketlerin bu tarz hizmetlerden istifade etmesini mümkün kılmıyor. Şu anda Symantec gibi kurumlara yönelik servislerde geniş ürün yelpazesine sahip çözüm firmaları bu gelişmeleri ve ihtiyacı göz önüne alarak maliyetleri karşılanabilir gelişmiş çözümleri sunmak için çalışmalarına devam ediyorlar. Symantec’in gelecek 12 ay içinde bu tarz bir çözümü piyasaya sunması bekleniyor.

Şirketler Ne Yapmalı?

İşletmelerin şu anda nitelikli ve deneyimli BT uzmanlarına yatırım yapmaya devam etmekten başka bir seçeneği yok.

BT Çalışanları Ne Yapmalı?

İşletmelerindeki konvansiyonel anti virüs yazılımlarına ek olarak biraz daha gelişmiş özeliklere sahip uçtan uca güvenlik çözümlerine geçiş yapmaları gerekiyor. Ancak bu tek başına yeterli değil. Eskisi gibi kur, güncelle ve unut mantığı artık geçerli değil. Tüm istemcilerin, ağın ve sunucuların yakından takip edilerek şüpheli durumlarda derhal detaylı analiz yapılması gerekiyor. Bu ek iş yükü BT uzmanlarının hoşuna gitmeyecektir ancak aksi durumda karşılaşacakları durumlar başlarını çok daha fazla ağrıtabilir.

Office 365 Google Apps’den daha iyi

0
Son bir yıldır pek çok BT yöneticisinin kendi arasında tartıştığı bir konu var; Office 365 mi? Yoksa Google Apps mı kullanalım? Microsoft bu tartışmaları göz önüne alarak pek çok açıdan Office 365 platformu ile Google Apps’i kıyaslayan bir tablo oluşturdu. Bu tabloda kullanıcı deneyimi yanısıra BT yöneticilerinin ve çalışanlarının da ihtiyaç duyduğu ve işletmelerin çok üst seviyede önem verdiği güvenlik gibi konulardaki başlıklar ilgi çekiyor. Elbette aşağıda paylaştığımız bu karşılaştırma Microsoft’un gözünden yapılmış. Benzer bir karşılaştırmayı Google’ın gözünden görüp değerlendirmek lazım. Ancak bu gerçekleşene kadar Microsoft’un önemli bir gol attığını belirtmemek yapılan çalışmaya haksızlık olur. Microsoft’un konu ile alakalı blog yazısına buradan ulaşabilirsiniz. İlgili kıyaslama tablosundaki linkleri içeren sayfa ise burada yer alıyor. ditl-itpro-for-blog-780x1861

SAP Innovation Center Türkiye Açılıyor

0
SAP Innovation Center Türkiye gibi yapılanmalar Türkiye’nin teknolojiye yatkın genç nüfusu için yeni iş alanları fırsatları oluşturuyor. Bununla birlikte işletmeler açısından SAP ile birlikte geleceğin teknolojilerini geliştirmek isteyenler işletmelere eşsiz bir fırsat sağlıyor.

Galata İş Melekleri & Türkiye’de Girişim Ekosistemi

0
Geçtiğimiz hafta Türk Ekonomi Bankası’nın (TEB) desteğiyle Maslak Sheraton’da düzenlenen GBA Mentor Clinic II, fikir aşamasında olan, işinin başında olup işini geliştirmek isteyen girişimcileri, internet ekosisteminin Türkiye’deki önemli temsilcileriyle buluşturdu. ShiftDelete.Net ve TechInside olarak katıldığımız etkinlikte yatırımcılar önemli mesajlar verirken girişimciler fikirlerini anlatma fırsatını yakaladılar. Sizlerin de Türkiye’de teknoloji alanında yatırımcılık ve girişimcilik açısından düşünce ve fikirlerinizi bekliyoruz.

3D Yazıcıların Rolü Değişiyor – Yeni Fırsatlar Kapıda

0
3D yazıcıların yaklaşık 30 yıllık bir geçmişi var. Farklı yöntemler kullanarak üç boyutlu cisimlerin üretilmesini mümkün kılıyorlar. Özellikle geride bıraktığımız son üç yıl içerisinde maliyetlerinin giderek azalması artık 3D yazıcıları neredeyse evlerde görmeye başlayabileceğimiz günlerin habercisi olarak karşımıza çıkıyor. 3d-printer-industryLux Research tarafından yapılan bir araştırmaya göre gelecek 10 yıl içinde 3D yazıcı pazarının büyüklüğü Amerika Birleşik Devletlerinde 12 milyar dolarlık hacime ulaşacak. Oldukça mütevazi bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz ancak bunun arkasında yatan bir neden var. Lux Research analistlerinden Anthony Vicari; “3D yazıcılar ile bir Ford kamyonun 400 bin civatasını üretmezsiniz ama bir Jet motorunun bazı parçalarını üretebilirsiniz” diyor.
“3D yazıcılar ile bir Ford kamyonun 400 bin civatasını üretmezsiniz ama bir Jet motorunun bazı parçalarını üretebilirsiniz.”
Vicari’nin altığı çizdiği nokta konvansiyonel endüstrinin üstlendiği seri üretim görevlerini “şimdilik” 3D yazıcıların üstlenemeyecek olması. Ancak bu güne kadar sadece prototip amaçlı maket ve model parçalar üretmek için kullanılan 3D yazıcılar artık ticari değeri olan endüstriyel alanlara da girmeye başlıyor. Jet motoru parçaları, protezler ve benzeri ürünler için 3D yazıcı teknolojileri yeterli oluyor. Vicari’ye göre 12 milyar dolarlık 3D pazarında yazıcıların satışı sadece 3,2 milyar dolarlık bir hacim oluştururken, 2 milyar dolarlık hacim ise yazıcıların sarf malzemeleri ile elde edilecek. Pazarın 7 milyar dolarlık aslan payını ise 3D yazıcıların ürettiği ticari ürünler oluşturacak. General Electric, Airbus, Rools Royce gibi markalar şimdiden bu alanda ciddi araştırma ve geliştirme yatırımı yapmaya devam ediyor. “Şu anda bir uçakta 40 milyon kadar bileşen bulunuyor, 3D yazıcıların kullanımı ile birlikte buradaki adetler çarpıcı şekilde azaltılıp maliyetler düşürülebilir” diyor Airbus Üretim Mühendeslik Bölümü Sistem Entegrasyon Başkanı Curtis Carson.

3D Yazıcı Sektöründeki Büyük Fırsat

Gelecek üç yıl içinde Selective Laser Sintering (SLS) gibi pek çok devrimsel 3D yazıcı patentinin kullanım süresi daha sonlanacak.
Son yıllarda 3D yazıcıların ucuz cihazlar ile birlikte neredeyse evlere girecek hale gelmesinin bir başka önemli nedeni daha var ve bu girişimciler için büyük önem taşıyor. 2006 yılında 3D yazıcılar ile alakalı pek çok patentin kullanım süresi sonlanmıştı. Ancak gelecek üç yıl içinde Selective Laser Sintering (SLS) gibi pek çok devrimsel 3D yazıcı patentinin kullanım süresi daha sonlanacak. Bu durum pazardaki fiyatlarda ciddi bir düşüş dalgası ile birlikte bu teknolojilerin serbest bir şekilde bağımsız üreticiler tarafından kullanılmasını mümkün hale getirecek.

Yeni Nesil Nasıl Bir BT Politikası İstiyor?

0
Bu güne kadar işletmelerin BT bölümleri sert politikaları ile bilinir ve özellikle katı kurallar pek sorgulanmadan uygulanmak zorunda kalınırdı. Artık bu durum değişiyor. 27-29 Nisan tarihleri arasında IDG Enterprise tarafından San Francisco‘da düzenlenen CITE (Consumerization of IT in the Enterprise) konferasının ana başlığı; genç nesil, bilgi teknolojilerini kullanım alışkanlıkları ve bunun konvansiyonel BT bölümlerine etkisiydi. http://www.dreamstime.com/stock-photography-front-view-unhappy-boss-showing-thumb-down-image8871552Eski kuşak BT yöneticilerinin bile yakından bildiği bir gerçek şu ki artık BYOD (bring your own devices – kendi cihazını kendin getir), Cloud (bulut) gibi kavramlar her geçen gün BT bölümlerinin yapısını daha fazla kurum dışında gelişen etkenler ile yönetilmesini mecburi hale getiriyor. Konvansiyonel BT bölümleri bu gelişmeleri yönetmek için politikalarındaki “Hayır” ve “Yasak” yaklaşımlarını arttırırken genç kuşak çalışanlar bu uygulamlara karşı tavır alarak memnuniyetsizliklerini ifade ediyorlar. BT yöneticilerinin çalışan memnuniyetsizliği ve işletmenin BT güvenliği arasında ince bir çizgide hareket etmek zorunda kalması üzerlerindeki mesuliyet ve gerilimi arttırıyor. Yüzbinlerce kullanıcının binlerce uygulama ile bulut tabanlı çözümler üzerinde gerçekleştirdiği milyarlarca farklı veriyi toplayan ve analiz eden Netskope Pazarlama Başkanı Jamie Bernett; “Bu gün ortalama bir işletmede 461 bulut tabanlı uygulama kullanılıyor” diyor ve ekliyor; “Bu BT bölümünün ön gördüğünün neredeyse 10 katı fazlası.” İşletmelerdeki genç nesil çalışanlar izin verilip verilmediğine bakmaksızın Box veya Dropbox gibi bulut tabanlı çözümleri kullanıyorlar ve günün sonunda üretken olduklarını düşünerek bununla övünüyorlar. Ancak BT yöneticileri her geçen gün daha fazla ağ ve yetki politikası tanımı yaparak bu durumu aşmaya çalıştıkça kötü adam ünvanı ile ödüllendiriliyor.
Bu gün ortalama bir işletmede 461 bulut tabanlı uygulama kullanılıyor  

Çözüm Nerede?

Çözüm hayatın kendi içinden geliyor. Oldukça hareketli ve hiperaktif bir çocuğunuz olduğunu düşünün. Ne yapardınız? Uzmanlara göre hareketlerini sınırlamak çocuğun psikolojisini bozabilir ve onu saldırgan hale getirebilir. Bu yüzden onun güvenliğini göz önüne alarak yeterli hareket alanını sağlamalısınız.

Bu Gelişmeler Ne Anlama Geliyor?

quit[mks_dropcap size=”20″ bg_color=”#000000″ txt_color=”#dd3333″]Şirketler için;[/mks_dropcap] Yasakçı ve engelleyici kurum güvenlik politikaları artık işe yaramıyor. Güvenliğin tanımının yeniden yapılması ve bunun için doğru risk analizinin gerçekleştirilmesi gerekiyor. Klasik patron mantığı maalesef değişmek zorunda, aksi takdirde verimli genç çalışanları bünyenizde bulundurmayı unutabilirsiniz. [mks_dropcap size=”20″ bg_color=”#000000″ txt_color=”#dd3333″]BT Uzmanları için;[/mks_dropcap] BT yöneticilerinin çalışanların yeterince serbest hareket edebildiği bir BT politikası oluşturup ancak bunun sınırlarını onların güvenliği için belirlemek gerekiyor. Bu  noktada en büyük yardımı yine bu değişimi beraberinde getiren bulut servislerinde aramaları doğru bir seçenek olabilir.  

Konum Tabanlı Reklamcılığın Geleceği

0
Artık pek çok teknoloji haberinin girişinde okumaya alıştığımız bir cümle ile başlamak gerekiyor bu yazıya; “Mobil teknolojilerin önlenemez yükselişi ile akıllı telefonlar ve tabletler hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geliyor.” Bu durum hızla yükselmekte olan yeni pazarların doğuşuna şahit olmamızı sağlıyor. Bunlardan birisi de Konum Tabanlı Reklamcılık (LBA – Location Based Advertising). location_webcover Berg Insight tarafından gerçekleştirilen bir araştırma sonucunda yayınlanan rapora göre 2013 yılında 1,66 milyar dolar büyüklüğündeki Konum Tabanlı Reklam pazarı 2018 yılında 14,8 milyar dolar büyüklüğe ulaşacak. Bu rakam 2018 yılında 38 milyar doları geçeceği tahmin edilen küresel mobil reklam pazarının yüzde 38,6’sına denk geliyor. Öte yandan tüm küresel dijital reklam pazarının yüzde 7’si ve reklam pazarının yüzde 2’sine eşit. Berg Insight’ın araştırmasında altını çizdiği önemli bir nokta iBeacon gibi gerçek zamanlı mobil reklamcılığa yönelik Düşük Enerjili Bluetooth (BLE – Bluetooth Low Energy) çözümleri 2014 yılına kadar geliştirilecek yenilikçi uygulamarda yükseliş gösterecek. Berh Insight analistlerinden Rickard Andersson bu noktada; “BLE pazarı 2013 yılında Apple’ın bu alana girmesi ile birlikte canlandı” diyor ve ekliyor; “Gelişen BLE pazarında PayPal, Qualcomm gibi farklı firmalar ile birlikte Estimote, Swirl ve Shopkick gibi girişimleri de görüyoruz.”
“Gelişen BLE pazarında PayPal, Qualcomm gibi farklı firmalar ile birlikte Estimote, Swirl ve Shopkick gibi girişimleri de görüyoruz.”
Rapora göre LBA uygulamalarının yaygınlaşmasında mobil cihazlar kadar sosyal ağların da önemli bir rolü olacak. Üstelik şu anda LBA bütçelerinden en yüksek payı yine bu tarz sosyal ağlar ve uygulamalar almakta. Bu uygulamaların pazardaki paylaşımı ise sırasıyla şu şekilde gruplanıyor;
  • Birinci Grup: Genel Sosyal Ağlar, mesaj uygulamaları, arkadaşlık uygulamaları ve oyunlar
  • İkinci Grup: Haritalar ve navigasyon uygulamaları

Bu Gelişmeler Ne Anlama Geliyor?

Şirketler için; Konum Tabanlı Reklamlar özellikle perakende pazarında son tüketiciye ulaşmak zorunda olan veya bunu isteyen işletmelerin yakından takip etmesi gereken bir gelişme. Doğru zamanlama ve kurgu ile uygulanacak kampanyaların başarı oranları konvansiyonel medyadaki reklamlara göre çok daha yüksek olacaktır. İşletmelerin bu fırsatı kaçırmaması gerekiyor. BT Uzmanları için; Konum Tabanlı Reklamların uygulama alanları ve yöntemleri hakkında çok daha fazla araştırma ve teknik bilgi kazanmaya odaklanmaları gerekiyor. Bulut tabanlı çözümler ile birlikte günlük operasyonların ağırlığından kurtulan BT yöneticileri ve çalışanları için şirketlerinin stratejik teknolojileri kullanmalarında yönlendirici pozisyon kazanmaları için doğru bir fırsat sunuyor.

Cisco Güvenlik Tehdit Yönetim Servisini Tanıttı

0
Ölçeği ne olursa olsun her modern işletme giderek artan ölçüde veri merkezi kurup bunları genişletme ihtiyacı duyuyor. Ancak bulut servislerinin bu veri merkezleri ile bütünleşmesi ve mobil cihazlar ile giderek farklılaşan kullanıcı profilleri güvenlik konusunu daha fazla ön plana çıkartıyor. Cisco geçtiğimiz aylarda yayınladığı 2014 Güvenlik Raporunda bu konuya değinerek dünyadaki büyük işletmelerin yüzde 30’unun web sitelerinde zararlı kodlar içeren kaynaklara doğru bir veri akışı olduğunu belirtmişti. Üstelik çoğu zaman bu tehditlerin tespit edilmesi uzun yıllar bile sürebiliyor zira ilgili sitelerin yapısı ve büyüklüğü bu tespit sürecini geciktiriyor.[mks_pullquote align=”right” width=”300″ size=”16″ bg_color=”#000000″ txt_color=”#ffffff”]Dünyadaki büyük işletmelerin yüzde 30’unun web sitelerinde zararlı kodlar içeren kaynaklara doğru bir veri akışı bulunuyor.[/mks_pullquote] Cisco özellikle son yıllarda Güvenlik Grubu Başkanı Chris Young‘un stratejisi ile güvenlik çözümleri ürün ailesini genişletmeye devam ederken en son duyurduğu çözüm Güvenlik Tehdit Yönetim Servisi işletmelerin güvenlik tehditlerinin tespiti ve önlenmesi için pazardaki açığı kapatmayı hedefliyor. Güvenlik Tehdit Yönetim Servisi işletmelerin kendi veri merkezlerine yerleştirecekleri bir donanım olarak sunuluyor ancak bu ürünü benzer çözümlerden ayıran Cisco’nun güvenlik uzmanlarının sisteme erişim yetkisi oluyor. Donanım temel olarak Cisco’nun temel güvenlik çözümlerini bünyesinde barındırıyor. Ancak temel güvenlik önlemlerinin ötesinde Cisco’nun Güvenlik Tehdit Yönetim cihazı ağ yapısı ile alakalı bilgileri toplayarak beklenmedik ve şüpheli durumları analiz ediyor. Daha sonra bu analizler güvenli bir şekilde Cisco’nun operasyon merkezindeki güvenlik uzmanları ile paylaşılarak derinlemesine bir tehdit algılama ve korunma değerlendirilmesi yapılması mümkün hale geliyor. Managed-Security-Service-ProvidersCisco toplanan verilerin kendisi ile güvenli şekilde paylaşıldığını belirtse de geçen yıldan bu yana bazı devletlerin uluslararası istihbarat yapılanmaları ile dijital verileri topladığına yönelik iddiaların ortaya atılması çok önemli bir soruyu gündeme taşımakta.; İşletmeler bu kadar hassas ve kritik bilgilerinin güvenliği açısından Cisco’ya nasıl itimat edebilirler?
AliFuatTurkay
Ali Fuat Türkay
Bu sorumuzun yanıtını Cisco Türkiye Güvenlik Ürünleri Satış Müdürü Ali Fuat Türkay yanıtlıyor; “BT güvenliğinin artık ürün satışından genel bir çözüm yaklaşımına geldiği bir dönemdeyiz. Güvenlik, kurumların altyapılarından veri merkezlerine kadar tüm süreçlerinin bir parçası olmalı ve bu nedenle kurumlar bunu kapsamlı bir servis olarak almayı tercih etmeye başladı. Cisco olarak güvenlik alanındaki geniş ürün yelpazemizi tamamlayıcı nitelikte ve yeni vizyonumuz doğrultusunda bu servisi dünyada sunmaya başladık. Türkiye’deki şirketlerden de yoğun talep alıyoruz ve önümüzdeki dönemde bu servisi Türkiye’de de başlatma konusundaki hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Bu servisi sunarken Cisco olarak müşterilerimizin güvenlik süreçlerini operasyon merkezimizden yönetiyoruz, dolayısıyla bu kurumların verilerine değil süreçlerine odaklanıyoruz. Operasyon merkezimiz de bağımsız kuruluşlar tarafından sıklıkla güvenlik testlerine tabi olduğu için aslında güvenlik seviyelerini çok daha yukarılara çekiyoruz. Ayrıca SLA uygulamalarımız da müşterilerimizin veri güvenliğini korumak adına Cisco’nun taahhüdü niteliğinde.” [mks_icon icon=”fa-exclamation-triangle” color=”#000000″]Günün sonunda işletmelerin güvenlik tehditleri ile mücadele ederken daha profesyonel destek alması kaçınılmaz bir ihtiyaç ancak bu ihtiyacı karşılarken doğabilecek farklı riskleri de göz önüne almaları ve doğru risk analizi yaptıklarından emin olmaları gerekiyor.

IBM Power8 İşlemciler Intel’in Sonu mu?

0
IBM Power8 işlemcileri ile çalışan sunucularının üzerindeki perdeyi kaldırdı. 4 milyar transistör içeren ve 22nm teknolojisi ile üretilen Power8 12 çekirdeğe sahip. Her bir çekirdeğinde 512 Kb L2 SRAM ve 8 MBb L3 EDRAM içeren Power8 toplam 6 Mb L2 ve 96 Mb L3 chache barındırıyor. Bunlar ile sınırlı kalmayan Power8 230Gbs hızında 1Tb DRAM desteği sağlıyor. Power8 muhtemelen dünyanın en gelişmiş sunucu işlemcisi konumunda. Ancak IBM’in yenilikçi işlemcisi esas büyük haber değil.
Esas büyük haber; IBM Power8 mimarisini ve belgelerini OpenPower Foundation adını verdiği bir program ile tüm silikon işlemci üreticilerin erişimine açmış olması.
İsterseniz bu gelişmeyi şöyle bir örnek ile açıklayalım. ARM RISC mimarisi ile ürettiği işlemcileri benzer şekilde işlemci üreticilerinin erişimine açmıştı. Qualcomm bu mimariyi temel alan Snapdragon işlemci ailesini üretmeye başladıktan sonra dünyanın en büyük mobil işlemci üreticisi konumuna yerleşti ve şu anda Intel bu alanda maalesef arzu ettiği pazar payının yakınında bile değil.
Power8 sadece en güçlü değil en büyük işlemci.
Şimdi IBM’in Power8 mimarisini açık hale getirmesi ile birlikte Intel’in onlarca yıldır x86 mimarisi ile tartışmasız pazar lideri (yüzde 95 pazar payına sahip) olduğu sunucu işlemcilerinde artık oyun tümüyle değişiyor. IBM’in yaptığı açıklamaya göre Power8 işlemcileri kıyaslanabilir x86 mimarisine sahip işlemcilere göre Büyük Veri hesaplamalarında 50 ila 1.000 kat daha hızlı işlem gücüne sahip. Haziran ayında pazarda 8.000 dolardan başlayan fiyatlar ile görmeye başlayacağımız IBM Power8 işlemcili cihazlar Linux işletim sistemi ile satışa sunulacaklar. Intel açısından değerlendirmemize geri dönecek olursak; masa üstü işlemcilerde son tüketiciye satış gücünü kaybeden Intel, mobil cihazların hızla yükselişi karşısında PC üreticilerine karşı fiyat belirleme gücünü de kaybediyor. Bir yandan giderek güçlenen ARM tabanlı Qualcomm Snapdragon işlemcilerin her an giriş seviyesinde sunucu dünyasında kullanılmaya başlanması tehdidine karşı şimdi de IBM’in Power8 işlemcilerin mimarisini üçüncü parti üreticilere açmış olması Intel için gerçekten panik butonuna basma zamanının geldiği anlamını taşıyor. Peki, Intel’in stratejisi sadece panik butonuna basmak mı olacak? Elbette bu sorunun cevabı hayır. Mobil arenada kaçırdığı trendi Şeylerin Interneti (Internet of Things) ile yakalamak isteyen Intel bu alana ciddi yatırımlar yapıyor. Bu açıdan pazara sunduğu Intel Quark işlemci tabanlı Edison çözümünden daha önce bahsetmiştik. Günün sonunda Intel için işler her geçen gün daha da zorlaşıyor.
Editörün Notu: Şimdilik kötüye gidiyor demenin acımasızlık olduğunu düşünüyorum. Bunun için bir kaç yıl daha beklemek lazım.

Akamai Internet Durum Raporu

0
Akamai dünyanın en büyük CDN (Content Delivery Network – İçerik Dağıtım Ağı) servislerinden birisi. Her yıl çeyrek dönemlerde iki trilyonun üzerinde kayıtlı veriyi analiz ederek Internet’in durumu hakkında özel bir durum raporu yayınlıyor. Akami son olarak 2013 yılının dördüncü çeyreğine (2013Q4) dair verilerin paylaşıldığı Internet Durum Raporunu yayınladı. Rapor bir birinden ilginç veriler içeriyor. Kısaca göz atacak olursak;
  • Dünyanın ortalama en hızlı geniş bant internet erişimine sahip ülkesi 21,9 Mbps ile Güney Kore. Güney Kore’yi Japonya, Hollanda, Hong Kong ve İsviçre takip ediyor.
  • 2013 dördüncü çeyrekte Çin tüm küresel internet saldırılarının yüzde 43’ünün kaynağı oldu. Bir önceki yılın aynı döneminde sadece yüzde 35’ine kaynak olmuştu.
  • Küresel Internet saldırıları trafiğinin kaynağı konumunda sırasıyla ABD, Kanada, Endonezya ve Tayvan Çin’i takip eden ülkeler oldu.
  • Saldırıların hedef aldığı servislerin sırlaması ise şu şekilde olduğunu görüyoruz;
Figure_02_Q4_2013
  • DDoS saldırılarında en çok kurumsal siteler hedef alınırken bu siteleri ticari siteler, medya ve eğlence kuruluşları ve kamu siteleri takip ediyor.
  • İlginç verilerden bir diğer ise 2013 yılında kullanılan küresel IP v4 sayısı 783 milyona yaklaşmış durumda. Bunların 165 milyonu ABD merkezli. Şu anda dünyada IPv4 ile alakalı ciddi bir dar boğaz yaşanıyor ve IPv6‘ya geçiş sürecinin hızlandırılması için çalışmalara ağırlık verilmiş durumda.
  • Türkiye’deki kayıtlı IP sayısı ise 9,9 milyona yaklaşmış bulunuyor.
  • EMEA bölgesindeki ortalama bağlantı hızlarında ise lider ülke 12,4 Mbps ile Hollanda olurken Türkiye 4,3 Mbps ile EMEA bölgesindeki sıralamada 23. ve küresel sıralamada ancak 53. sırada yer alabiliyor.
Akamai Internet Durum Raporu şüphesiz ki küresel Internet verileri açısından büyük önem taşıyor ancak Türkiye açısından rapor sonuçlarını ele aldığımızda özellikle geniş bant bağlantı hızlarındaki ortalamamızın acilen yükseltilmesi gerektiğini görmekteyiz. Bu konuda maalesef oldukça geç kalmış durumdayız ve geç kalmaya devam ediyoruz. Raporun Detay Galerisi Raporun tümüne buradan ulaşabilirsiniz.

Bıkmadınız mı?

0
Her sabah cep telefonunun alarmı ile uyanmaktan, Twitter, Facebook, Instagram akışlarını, Whatsapp mesajlarını ve e-postaları kontrol ederek güne başlamaktan, akşama kadar bir ekran karşısında oturup çalışmaktan, akşam eve dönüp TV karşısında zaman geçirmekten, arada kalan bütün boş zamanları irili ufaklı akıllı telefon ve tablet ekranlarına bakarak doldurmaktan… Kısacası hayatımızın uyku da dahil neredeyse 7/24 her anını işgâl eden teknolojiden bıkmadınız mı? Teknolojiden bıkmış ve usanmışlığın ortasına geri düşüyorum! Ne kadar bıkmış olursam olayım, kendi kendime soruyorum; “Teknolojiyi hayatımdan ne kadar çıkartabilirim?” sonra; “Bir köye göçsem” diye düşünüyorum. İlk aklıma gelen elektriksiz yaşamanın hem kendim hem ailem için zulüm olacağı. Sonra fark ediyorum ki ısınma, sıcak su, temizlik, mutfak gibi tüm ihtiyaçlarım için yine elektrik lazım. Bu adımlar ve düşünceler beni yine başladığım noktaya getiriyor; Teknolojiden bıkmış ve usanmışlığın ortasına geri düşüyorum!
Hayatımın büyük bir kısmını harcadığım teknolojinin eşsiz bir yönünü inkâr etmem mümkün değil. Ne zaman biteceğini bilmediğim ömrümün herhangi bir anında yapabildiğim şeylerin sayısını akıl almaz ölçüde arttırıyor.
Bana sunulan bu hızlı yaşam standartları gerçekten istediğim şey mi? Bunu modern çağın bir dayatması veya baskısı olarak isimlendirebilir miyiz? Ancak bu olumsuz düşünce yumağından biraz arınıp konuyu daha objektif ele aldığımızda değişik bir şey fark ediyorum; sahip olduğum bu teknoloji ile geleceğe yön verme şansım çok daha fazla. Tarihin hiç bir aşamasında insanoğlunun sahip olmadığı bir güce sahibiz. Hayatımızı o kadar mükemmel şekilde programlayabiliriz ki geçmişte insanların yüzlerce yılda elde ettiği ilerlemeyi kişisel, ailesel ve toplumsal olarak yıllar hatta aylar içinde gerçekleştirebiliriz. O zaman kendimize sormamız gereken yeni bir soru ile karşılaşıyoruz; Bu gerçekten umrumuzda mı? Dürüst bir cevap için başınızı ekrandan farklı bir yöne çevirip iki kez düşünmeniz gerekebilir.

Oculus’un Satılması Neden Önemli?

0
Mart ayında Facebook‘un Oculus Rift‘i 2 milyar dolara satın alması öncelikle Facebook kullanıcıları arasında akabinde ise yatırımcılarında beklenmedik bir tepkiye neden olmuştu. Özellikle pek çok yabancı analist henüz ilk ürününü bile pazara sürmemiş bir girişim firması için bu kadar büyük bir yatırımın çok doğru olmadığının altını çizmişti. Oculus Rift‘in geçmişine baktığımızda firmanın ilk kez kendini gösterdiği yer toplu yatırım platformu (Crowdsourcing) Kickstarter olmuştu. 10.000 kadar yatırımcıdan aldığı yatırımı büyük sermaye yatırımcılarının desteği ile sürdüren firma 100 milyon dolar yatırım almıştı. Oculus Rift teknolojisi basit bir anlatım ile sanal gerçeklik başlığından oluşuyor. Baş hareketlerini algılayabilen alıcılar ile yön tayini yapabilen kask sistemi yeni versiyonda gelen HD ekranlar ile kullanıcısına insan gözünün görebileceğinden daha geniş bir alanı kapsayacak şekilde sanal bir görüntü oluşturuyor. İlk anda oyun sektörüne yönelik olarak gibi görülebilecke bu teknolojinin mühendislik, güvenlik, askeri teknolojiler ve benzeri pek çok alanda uygulamasını yapmak gayet mümkün. Facebook’un Oculus firmasını satın almasına dönecek olursak, MarketWatch analistlerinden Jeff Reeves bu satın alma bedelinin Whatsapp gibi olması gereken bedelden çok daha yukarda olduğunun altını çiziyor. Reeves’e göre bu durum Facebook yatırımcılarının onay verdiği bir durum değil ancak Facebook içinde neredeyse tek başına karar verme gücünün tamımını elinde tutan Mark Zuckerberg için; “Neredeyse diktatörsel yönetim anlayışının sonucu olarak bu durum oluştu” yorumunu yapıyor Revees. Aslında olup bitenler sadece Facebook’un bir sanal gerçeklik görüntüleme sistemi üreticisini satın alması ile sınırlı değil. Üç boyutlu oyunların atası sayılan Doom‘un programcısı ve ID Software‘in kurucusu John Carmack‘de şu anda bir Facebook çalışanı. Peki, bir sosyal arkadaşlık ve paylaşım sitesi olan Facebook’da gerçekten neler olup bitiyor? Aslında bu sorunun cevabı Facebook’un büyüme seyrinin içinde saklı olabilir. Pek çok kişinin bildiği gibi Facebook üzerindeki çiftlik ve diğer benzer oyunları ile Zynga Facebook’un büyümesine büyük katkı sağladı. Kısacası Facebook sürekli yenilikçi fikirler ile ortaya çıkan yeni sosyal ağlara karşı elinde alternatif bir koz bulundurması gerektiğini çok iyi biliyor. Bu kozu oyun alanındaki platform niteliğini geliştirmek olarak belirlemiş olabilir. Öte yandan Whatsapp satın alması ile birlikte düşünüldüğünde yeni nesil gençlerin gelecekte iş görüşmeleri için uzun seyahatler yapmak yerine sosyal ağları kullanacağını da şimdiden büyük olasılıkla öngörebiliriz. Ancak bunlardan daha önemlisi Facebook bir internet sayfası olmaktan çıkıp dijital bir dünya kurgulamayı hedefliyor olabilir. İşletmeler için bu gelişmeler ne anlam taşıyor? Günümüzde pek çok Bilgi İşlem Yöneticisi kendilerine Facebook sayfası açılması, Facebook uygulamasının hayata geçirilmesi için gelen taleplere çözüm bulmak zorunda kalıyor. Çok uzak olmayan yakın bir gelecekte bu talepler Facebook platformundaki oyunların içinde yer almak ve sanal Facebook dünyasında yer almak şeklinde karşımıza çıkması gayet muhtemel. İşte bu noktada şirketlerin sadece Facebook üzerinde reklam, sayfa veya uygulama ile var olmanın ötesine geçip olası bir sanal dünya içinde nasıl yer edineceklerine dair strateji geliştirmeye başlamasını gerektiriyor. Bu yüzden Facebook’un Oculus Rift’i satın alması tüm eleştirilere rağmen boşa yapılmış bir yatırım olmanın ötesinde işletmeler için çok daha fazla anlam ifade etmek zorunda.